Dr. Osman BÜYÜKKAYA
Konu: “93 Harbi” bugün de devam ediyor.
Tuna nehri akmam diyor.
Ben kıyımı yıkmam diyor.
Bulgaristanlı Türklerin yakın ve uzak tarihinde başına gelen en kötü olay “93 Harbi” dir. Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya Çarlığı arasındaki 1877–78 Plevne Meydan Savaşı’nda Osmanlı Ordusunun Başkomutanı Osman Paşa’nın yenik düşmesi bizim için kader belirleyici olmuştur.
138 yıl önce meydana gelen bu çarpışma bugün de sızlayan ağır yaralar bıraktı. Nesillerin değişimi ortalama 25 yılda olsa, artık beşinci kuşak dertlerimize kaynak olan bu yenilgi ve doğurduğu sonuçlardır. Biz o zaman “Orient’in Hasta Adamıydık” ve henüz iyileştik ve artık diriliyoruz. O zaman Çarı II. Aleksandır’ın Osmanlıyı baştanbaşa yok etmek için büyük saldırı savaşı başlattı.
Osmanlıya Tuna, Karadeniz ve Kafkasya üzerinden azgınca giren Rusya orduları Osmanlıyı bitirip sıcak denizlere inmeyi hedeflemişti. Stratejik hedefini gizli tutan düşman ordular, Ortodoks Hıristiyanlığın savunucusu olarak boy gösterirken dünyaya karşı ve kendi içinde sinsiliğini barındırmayı başarmıştı.
Bu savaşı Osmanlı ve Bulgar halkı için bir savunma savaşıydı. Osmanlı Orduları Bulgar halkını zor günlerinde dış düşmandan korumuştu. Bulgaristanlı Türk Müslümanlar için bu savaş ölüm kalım, vatan, memleket, var olabilme kapışması olduğundan yenilgi kapanmayan yaralar açtı. Osmanlının kurulduğu yüceldiği ve dünya imparatorluğu olduğu topraklarda yenilmesi hükümdarlığın ana direği olan Türk Müslüman tabanında yeniden uyanış doğana ve diriliş boy gösterene kadar hayatı sıfırlamıştı.
Alınan yaraların en büyü aktıkça akarken, günümüz Bulgaristan topraklarına hala tutunan olan Müslüman Türk nüfusun kıyılarak ya da kovularak bitirilmesi gündem olmuştu. Bu savaşta kanı akan bir milyon şehitle birlikte sevdiği toprakları bırakıp Anadolu’ya kaçmak zorunda kalanların göç alayının ardı arası bir asır kesilmedi. Ayrılık hepsine dinmeyen zulüm ve acı getirdi. Rus barbarlığından önce o topraklarda çoğunluk olan Müslüman nüfus bugün artık aynı boyutta coşup taşamıyor.
Yıkımın ikinci sonucunda, kurulduğu Rumeli’de dünya imparatorluğundan kalan emsali olmayan tarih, yüksek mimar ve kültür eserlerinin kıyıma uğradığı çok acı bir gerçektir. Osmanlı çağı yapıtlarını talan ederek yoka katmak, ortaçağın en yüksek medeniyetini yokmuş saymak ya da birçok görkemli yapıtın biçimini değiştirerek Hıristiyanlığın hizmetine sunmak, bu yerlerde daha önce görülmemiş acizliğin iğrenç olgularıdır. Biz Bulgaristanlı Türkler de bu arada Balkan halklarına savaşsız yüzyıllar, çağdaş medeniyetin beşiği olan Uyanış Çağı yaşatan, bütün soyları boyları millet ve halkları, din ve dilleri bir farklılıklar demedi ve günümüzde imrenilen hoşgörülü ümmette toplayan Osmanlı özlemi burunlarda tütmeye başladı. 1878’de Osmanlı savaş meydanında yenilmiş ama hoşgörülü dünyası hayatı sevenlerle yaşamaya devam ediyor.
***
Savaşa son veren antlaşma 3 Mart 1878’de İstanbul Yeşilköy’de (San Stefano) Osmanlı devleti açısından ağır koşullarla imzalandı. Anlaşmanın Bulgaristan bölümüne göre, Büyük Bulgaristan Prensliği kurulacaktı ve Prensliğin sınırları Tuna’dan Ege’ye, Trakya’dan Arnavutluk’a uzanacaktı. Uygar dünya yeni doğan bir çocuğa 44 numara ayakkabı büyük gelir deyip düşündü.
Yeni durum Rusya’yı Balkanlar’da tek güç durumuna getiriyordu. Durum Avrupa’nın diğer büyük devletlerini rahatsız etti. İki ay sonra (13 Haziran 1878) Berlin Konferansı çağrıldı ve 13 Temmuz 1878’de Yeşilköy anlaşmasını bozan yeni bir anlaşmayla sona erdi. Yeni anlaşmaya göre Doğu Rumeli imtiyazlı vilayet haline gelirken, Tuna boyunca Bulgar Prensliği kuruldu. Prenslik 30 yıl sonra (1908) Bulgar Çarlığı; 1945’te iki defa büyüyerek Bulgaristan Hak Cumhuriyeti ve 1992’de Bulgar Cumhuriyeti oldu.
Yazımı kaleme aldığım şu dakikalarda (02 Mart 2016) Bulgar Haber Ajansı 1908’de kurulan Bulgar devletinin 3 aşamasında da yaşayan kıdemli gazeteci Petır Buçarov’un vefat ettiği haberini duyururken, onun “Bulgar siyasetçi ve devlet adamlarının uzak görüşlü olmaları gerektiği” sözlerini anımsattı. “Uzak görüşlülük” kavramının esansında yönü değişen rüzgâra göre pervane gibi dönmektense, yerinde dönmeyi öğrenme öğüttü olduğuna inanıyorum.
Yazımızda “93 Harbini” ancak Bulgaristan, Bulgaristan’daki Türk Müslümanlar açısından ele alırken, bir de 1878’de Rus askerlerinin Erzurum’a kadar indiğini hatırladığımızda, o zaman İngiltere’nin yeni Avrupa sınırlarının çizilmesinde ağırlığını koyarak, Rusya’nın Balkanlara çöreklenmesine engel olması dikkate değerdir.
O durumda İngiltere Rusya’nın Orta Doğu’daki Britanya çıkarlarını tehdit edeceğine, sıcak denizlere inip kendisiyle rekabete başlayacağına da inanmıştı ki, Alman, Avusturya-Macaristan, Osmanlı, Rusya imparatorluklarını, Fransa ve İtalya’yı büyük tehlike karşısında birleştirebilmişti. 3 Mart 1878 Antlaşmasını rafa kaldırıp, 1878 Berlin Antlaşmasını yürürlüğe koymak son derece önemli bir tarihsel olaydır. Bulgaristan topraklarında kalan Türk Müslüman azınlığı olarak Berlin Konferansı dil, din, azınlık ve genel geçerli insan haklarımızı anlaşmanın esas maddeleri olarak saptamıştı. Arkadan gelen Balkan Savaşları, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı ve diğer uluslar arası forumlarda esas haklarımız her zaman gündeme gelip anlaşmalara işlenmiştir. Tarihsel hükmü ve önemi bugün de etkindir.
***
Bulgaristan dışındaki Balkan devletleri 3 Mart’ı çoktan unuttu.
3 Mart’ı bir milli bayram olarak Bulgaristan’da 1880’den sonra kutlanmaya başlandı.
Çar III. Boris’in faşist diktatörlüğü döneminde bu mili bayram unutulmuştu.
Rus ordularının Tuna’dan ülkemize ikinci giriş tarihi olan 9 Eylül 1944, 45 yıl milli bayram günü oldu.
1990’dan sonra Moskof hayranlığına ve Osmanlı-Türk düşmanlığına zirve yaptıran törenli kutlama günleri giderek yerleşti. Tören günü Süleyman Paşa ile çarpışıldığı Şipka doruğunda Rus ekser ve subay giysili kılıç ve süngülü taburlar Osmanlı asker subay ve hoca kılıklı maketlere saldırıp kelle uçurarak gözdağı vermeye çalışırken, kan kabartıyor. Bu milliyetçi törenleri yaşatan koşullar ortadan kalkmıştır. Bulgaristan günümüz Batı medeniyetiyle kaynaşmayı seçen bir ülke olarak, 140 yıl önce savaş oyunlarına sahne olan günümüz Bulgaristan toprakları olsa bile, çoktan tarihe karışmış iki imparatorluk arasında olmuş bir savaştır “93 Harbi” ve suçlu dayanışmasını gizlemek için her yıl yaygara koparma zamanı değildir.
Bu yılki 3 Mart törenleri arifesinde Rusya Federasyonu’nun Sofya Büyükelçisi Yuri İsakov, Bulgar devlet TV – sinde 1877’de Osmanlıya saldıran Rus Çarlığının saldırgan azmini gizlemeye çalışırken, bu savaşa büyük paralar ve vaatlerle Romen ve Finlandiya orduları da dahil edildiğine değinmeden, Osmanlıyla yalnız “gönüllüler” savaştı, dedi. Günümüzde Rusya ile Bulgaristan arasında gerginlik yaşandığına işaretle ise, “yalnız görüş ayrılıkları var” demekle yetindi. Suriye’de sivil halka, köy ve kasabalara binlerce kör bomba atarak milyonlara mezar kazan Rus saldırganı 2 asır sonra da aynı barbarlıkla hareket ediyor. Küstahlığının kat kat arttığını bütün dünya her gün görüyor.
Son yıllarda 3 Mart kutlamalarında konuşma yapmayan B.C. Cumrbaşkanı Plevneliev, bir NATO ve AB üyesi olan ve yeni tarihinde ABD ile ilk kez müttefik olabilen Bulgaristan’ın saldırgan Putin siyasetine Kırım’ın ilhakı, Ukrayna’yı parçalama denemesi ve Suriye vahşetinde karşı çıkarken, ekonomik ve ticari yaptırımlara devam edileceği umudunu dile getirdi.
Suriye hava saldırılarının yoğunlaşması ve “CU–24” bombardıman uçağının düşürülmesinden sonra Türkiye Rusya siyaseti kriz dönemi yaşıyor. Türkiye devleti komşu ve kardeş Suriye halkının Esat diktatörüne karşı haklı davasında arka oluyor. Rus imparatorlarının saldırgan siyasetini XXI. yüzyılda sürdüren Putin kliğinin mutlaka gemlenmesi ve Yakın Doğu’dan kovulması gerektiğine dünya barışsever ve demokratik güçleri kesin inanıyor. Modern barbarlığın boyutlarını sığınmacı trajedisi boyutlarında izliyoruz. Dünya her halkın kendi memleketinde yaşama hakkına sahip çıkmalıdır. Bu kutsal bir haktır. Bunalımlarını aşamayan Putin gibi çılgın diktatörlerin hakların doğal haklarına saldıran kolu kırılmalıdır.
Rus küstahlığına su taşıyan Moskova’nın ülkemizdeki ajan başı Ahmet Doğan, son 3 ayda Rus baskı ve zulüm zehrini toplumumuza akıtmayı başardı. Dozunu kaçırıp Müslümanlarımızı savaş kâbusuyla tehdit edecek kadar ileri gitti. Uzun çabalar sonucu Rusçu siyasetten kopan Bulgar halkını da tehdit etti. NATO-cu ve AB-ci siyaset çizgisinden koparıp Moskof kuyruğuna takmaya çalıştı.
Türkiye’yi seven, NATO, ABD ve AB bağlılığı siyasetine sarılan Bulgar demokratik kamuoyu Doğan kışkırtması sonucu Rusofil-Putincileri karşısında buldu. Toplum ikiye böldü.
Artık Bulgaristan’da Rusya parasıyla siyaset yapan “Ataka” ırkçılarından, totalitarizm posası ABV partisi lideri G. Parvanov, Bulgaristan Sosyalist Partisi ile öfkeleri San Stefano sözleşmesinin Berlin’de bozulmasından beri kaynayan VMRO – Makedonya komitacılarının varislerinden başka hemen hemen kimse kalmadı.
3 Mart kutlamalarına katılmak istemeyenlerden 400 bin kişi bu yıl iki günlüğüne Yunanistan’a gidiyor. Türk ve Müslüman kitle bu törenlere hiç katılmadı. Balkanlara çöreklenmeye öteden beri heves eden Moskova, bugün de Bulgaristan’a “ben sizi iki defa kurtardım, sonsuza kadar bana borçlusunuz” çılgınlığıyla gözdağı veriyor. Ülkemize karşı siber saldırılar da dahil çök yönlü engel olma siyaseti genişletiliyor.
Yine Rusya’nın kışkırtmasıyla bugün Bulgaristan ile Rusya’nın arası açıktır. Zengin kültürlü çok dilli, dinli, farklı etniklerin hoşgörülü yakınlaşması ve beraberliğinden oluşacak bir kardeş halk medeniyetini ülkemizde de oluşmasına baş engel bugün de Moskova’dır.
***
Bu yıldönümü vesilesiyle bizde düşmanlık siyasetinin somut izleri her yerde canlıdır, derken bu yazımda sizlere bir asır önce ateşe verilen Pomak köylerinden örnek vermek, öldürülen soydaşlarını öyküleyen bilinen siyaset adamı Arif Aguş’un anılarını sunuyoruz:
“Bir kampanyaya kurban olan Türk kardeşlerimizden farklı olarak, Pomak kimliğimizin değiştirilmesi için yapılan baskılar sürekliydi. 1974’te gizli polis “DS” tarafından Pomaklara karşı bütün Bulgaristan çağında kovalama ve tutuklama harekâtı bir daha gerçekleştirildi ve babam o zaman tutuklanmıştı. Gece gündüz içerde kaldı. Bulgarlaştırıcılara ve Hıristiyanlaştırıcılara yardım etmesi için kendisine baskı yapılmıştı. Anlattığına göre, İç İşleri Bakanı da babamla şahsen görüşmeye gelmişti. Babama ne konuştunuz, diye sorduğumda şöyle dedi: “Siz otoriter, tek kişi tarafından yönetilen güçlü bir iktidarsınız, sağ kalmak isteyenlerin isimlerini ve dinlerini zorla değiştirebilirsiniz. Fakat sorun insanların kimliklerini değiştirmekle bitmez, çünkü sizin insanları toplumla bütünleştirecek siyasetiniz yok.”
O zaman öğrenciydim, tatildi. Aranıyordum. Saklanabildim. Kardeşim askerdi. Henüz kışlaya girip isim değiştirmek için baskı yapmaya başlamamışlardı. Kimlik kartlarını planlı bir şekilde ve hazırladıkları cetvellere uyarak değiştiriyorlardı. 1980’de benim de kimlik kartımı değiştirmem gerekti. Gerekli tüm evrakları toplayarak Ruse Belediyesine gittim. Biz Ruse yöresine sürgün edilmiştik. Eski kimliğimi aldılar. Bana “ismini değiştirmek istediğine ilişkin şu dilekçeyi imzalamadan sana yeni kimlik vermeyeceğiz” dendi. Kimliğime el koyuldu. Vesikamı yoklamak için eve görevliler göndermeye başladılar. Yeni kimliğim olmadığına bana 100 leva ceza kesmeye başladılar. Mahkeme açtım, sivil polis “DS” görevlileri kendimi savunabilmem için avukat tutmama izin vermedi.
5 yıl kimliksiz dolaştım. 1985’te kardeşimi yedek olarak orduya çağırırken Pleven şehrinde yakalandı. Benim tebliğimi imzalatmadan pasta kutuma saldılar. 2 ay sonra kapım çalındı, Elime yeni bir kimlik tutuşturuldu. Yeni isimlerimi böyle öğrendim.
Kökü Merkez Rodoplardan olan Aguş bir Müslümanlık kalesi olan ata evini ve mirasını şöyle anlatıyor.
Mogilitsa köyünde konağımız, Çereşevo köyünde de yaz köşkümüz vardı. XIX. yüzyılın başlarında 25 yılda kurulmuştu. Aguşev soyunun 1949 yılına kadar kışlık ve yazlık konaklarıydı bu köşkler. İçinde kütüphanemiz ve ders odaları, ibadet yerleri vardı.
1949’da soyumuzun yarısı “Belene” ye sürüldü. Diğer yarısı da memleketin değişik köy ve kasabalarına dağıtıldı. “Sürgüne gönderme” yasına göre, sürgün edilenlere sürüldükleri yerlerde gasp edilene uygun değerde ev ve mülk göstermek koşuluyla, evler, mülkler ve ev eşyaları devlete kaldı. Konağımızda 6 bin kitap vardı. Kışlık konağımız kışla yapılınca askerler kitaplarımızı yakmışlar. 1965 yılında Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Halk Meclisi’nin özel bir kararıyla her iki konağımız da “kültür mirası” ilan etti. Devlet el koydu. Yazlık konağımız tarım kooperatifinin suni gübre deposu olarak kullanıldı.
Uzun süren davalardan sonra 2006 yılında Kışlık Konağımızı geri alabildik. Harabelik olmuştu. Gerekli onarımı yapmak için evrak toplama zorlukları içinde boğuşuyoruz. Ailemiz köşklerimizi 19. yüzyılda kurulduğu şekilde korumakta kararlıdır.
Bütün bu öykülerin devamında 100 yıl önce yakılan Pomak köyleri, 250 bin kişinin isim ve dininin zorla değiştirilmesi var. Bu siyaset Rusya Çarlarının, komünistlerinin ve Putincilerin dayattığı siyasettir.