Ramazan’da Şehzade Camii müezzinlerini dinlemek büyük bir zevktir. Ezan SESİNE penceremi özel olarak açıyorum. Halicin serinliği giriyor odama. Sabahtan hicaza tüm makamlar büyüleyen bir ruhsallık doluyor gönlüme. Ramazanda duyumsama sanki başka bir güzellik sergiliyor. İyi ki geldin mübarek ay. Seni mehtab bekler gibi beklemiştim.
Dün akşam Rafet Ulutürk’ün “….hevesleri söndü!” araştırmasını okurken, hafızam açıldı: Dedemin “Papaz Armudu”nu anımsadım. Nenem (Anneannem) bu armutlara çok albenili olduklarından ve eylülde toplanıp ocakta yendiklerinden olacak, nedense “Gelin Armudu” dedikçe, bu ismin onun kendi icadı olduğunu biliyorduk. Bunlardan iki ağacımız vardı. Bu meyve ağacının lehçemizde özel bir adı olmasın olamaz da, yıllar içinde kayıplara karışmış olabilirdi. Evde pazarda kullanılan ismini Bulgar dilinden çalmışız. Almanca’da bu armudun adı, “Frauenhintern Birne”dir ki, çevirisi anneannemin ağızındaki isme çok yakındır: “Gelin Popolu Armut.” Anlamı “armut popolu” kadınlardır.
Dalları nazik ve dikensiz, yaprakları yalabık ve etli, koncaları beyazdan ala yanardöner olan ve bizdeki meyve ağaçlarının en güzellerinden sayılan, bahçelerin kraliçesi bu ağaçların birkaç önemli özelliği olduğu bilinir. Başta gelen “Papaz Armudu” her bahar bol bol açsa da, ilk 6 yılda meyve yüklenmemesidir. Başka bir özelliği ise, öteki armut ve ahlatlarla tozlaşmamasıdır ki, şayet onun 6 metre yakınında, başka bir “Papaz Armudu” yoksa asla tozlaşmaz, baharını döker ve meyve bağlamaz.
Belki de bu sebeple anneannem bu armuda “gelin armudu” diyordu. Gelin de beraberinde kocası olmadan yüklenemez. Yılların geçmesiyle anneannemin mantıksal benzetmesine hak verir oldum.
İnsan doğasının ve toplumsal yasallıklarının birbirine benzediğini okulda hocalar anlatırdı. Nedense onlar örnekleri reel yaşamdan alıp birçok şeyi kafamıza sokamadılar. Bazı gerçekleri bocalarken toslaya toslaya öğrendik.
Örneğin şu “gelin armudu” benzetmesine dönersek, Bulgar istihbaratının, herkesin bildiği bir şeyi yazıyorum, benim ilk önce Medi Doganov ismiyle tanıdığım, ardından ona uygun görülen Ahmet Doğan ismiyle “lider” olan ve sonunda armut buruşuğu gibi dalında kuruyan, köstebek “Sava” gibi ismi arasındaki bağlılık dikkat çekicidir.
Ahmet’in soyadı Hüseyin ov’ tur, istihbaratı tarafından uygun görülmedi
Bu, bir yere kadar dedemle anneannemin ve Almanlarla Bulgarların bu meyveyi üç ayrı anlamlı benzetmeyle tarif etmesi gibidir: “Papaz Armudu”, “Gelin Armudu” “Gelin Popolu Armut” vb. İsim karışıklığı istihbaratın kullandığı özel yöntemlerden biridir. Bir adamın bilinmemesi, gizlenmesi, kayıplara karışması istenirse ismi değiştirilir, yükseltmesi istenirse, ona kulağa sevimli gelen isim ya da lakap uydururlar. Örneğin Medyü’ya Doğan (Şahin) isminin yakıştırıldığı gibi. Ahmet’in soyadı Hüseyin ov’ tur, ama bir dayatılan bir “lider” için “Hüseyin ov” Bulgar istihbaratı tarafından uygun görülmemiştir.
“Gelin Armudu” nun yanındaki ikinci armut ise, gizli servisin kendisidir. Demek oluyor ki, birinci armut bahar açınca ancak yakınında bulunan ve onu yönetip yönlendirme göreviyle orada bulunan ikinci “armut” onu döllendirip vazifelerini yükler.
Hainler, ajanlar, muhbirler ve köstebekler için kullanılan “ibne” hitabı buradan gelir. Onlar kendilerini ne boşandırabilir ne de yükleyebilirler.
Onun için gizli servisler ajansız ve ajanlar da gizli servissiz olamaz. Bir de, tüm ağaçlar meyvelerini gün gelip yere dökmek, silkmek için büyütürken, “Gelin Armudu” un meyveleri yere düşmez, sırıkla silkilmez, ancak teker teker dikkatlice elle toplanır, sepet ve sandıklara yani dosyalara büyük bir itinayla işlenir. Meyveler, ajanın topladığı delillerdir.
Ajanla arkadaşlık etmek çok tehlikelidir
Bu durumda, “Gelin Armudu” üzerine konan her kuş, her sinek, belinden tırmanan her böcek, kabuğunun altına yerleşen her haşarat için, esen rüzgâr, yağan yağmur, tolu ve kar üstüne, dallarına taş atan çocuklar, dalına asılan torba ya da taşlayanlar hakkında hemen bilgi verir. Bu ağaç kendi kendini koruyamaz, o korunur. Gizli istihbarat ağacın bütünlüğünden (ajanın problemsiz yaşamından) sorumlu olduğundan, beklenen adamın bir gün gelip “Gelin Armudu” dalından bir ya da birkaç armut koparmak isteyeceği bilir. Bu açıdan, “Gelin Armudu” aynı zamanda bir kapan, tuzak, möre vazifesi görür, o tüm hırsızları yakalatır. “Gelin Armudunun” gölgesinde olmak, yani ajanla arkadaşlık etmek çok tehlikelidir. A. Doğan’ın 40 yıldır yanına sokulanı yaktığını düşünün.
O, başına gelmiş ya da muhtemel gelecek her şey üstüne bildiklerini, işittiklerini, öğrendiklerini ve tahmin ettiklerini o olmadan var olamadığı, tozlaşıp meyve bağlayamadığı, gizli ilişkilerin kopmasından sürekli endişe duyduğu, hatta korktuğu, ikinci ağaca (gizli servise) iletmek zorundadır.
Gizli servis, hiç kimsenin “Gelin Armudunun” tadından kuşkulanmadığı gibi, onun verdiği bilgilerden şüphe etmez. Bu bilgilendirme, karşılıklı ya da karşılıksız bir ilişki olabilir. Karşılıksız olması, ajanın bilgileri (armutları) parasız verdiği anlamına gelirken; karşılıklı olması ise ajanın verdiği bilgiler karşılığında para, daha yüksek bir görev, bedava tatil, ücretsiz gezi ya da başka bir hizmet talep etmesi anlamına gelir. Bazen, ajanla gizli servisin hedefleri, menfaatleri örtüşür. A. Doğan örneğinde öyle olmuştur. Bulgaristan Komünist Partisi tarafından Bulgaristan’da yaşayan Türklerin eritilmek suretiyle Bulgarlaştırılması davası için eğitim alan ajan A. Doğan, 1984’te asimilasyon işi tamamlandığında, Türklerin Bulgar olarak yönetilmesinde kullanılacak “lider” gibi özel eğitim almıştır. 1989 sonunda Pomaklarla birlikte Türklerin de isimlerini ve dinsel haklarını geri aldılar ve ajanın ana ödevi değiştirildi. YAPAY “LİDERDEN” Bulgaristan Türklerinin ÇOK SINIRLI DÜZEYDEKİ HAK VE ÖZGÜRLÜKLERLE UYUTULMASI İSTENDİ. Olası beliren yeni isteklerinin budanması emredildi. Bunun armut hikâyesindeki karşılığı “Papaz Armudu” ile tozlaşan armutların daha iri ve daha tatlı meyve vereceği umudunun söndürülmesiydi, çünkü bir ajandan bir şey istenmesi yanlış olacağı gibi Papaz Armuduyla tozlaşmak da hayaldi, ama bu bilinmemeliydi. Aynı zamanda, pazarda övülen “Papaz Armudu” gibi, o da “tatlı ballı öykülerle” “lider” olarak dayatılmıştır.
Ahmet’in de çarıksız çulsuz bir soydan geldiği konu edilmez
“Gelin Armudu” değişik benzetmelerle övülürken, çekirdeğinden çıkan fidanın yaban olduğu söylenmez. Ahmet’in de çarıksız çulsuz bir soydan geldiği konu edilmez. Bunun bir anlamı da şudur. Ajanın oğullu ya da kızı da ajan olur diye bir şey yoktur. Ahmet’in Rus ajanı seçilmesinin kökleri atalarının göçle geldiği Kırım Adasında aranmalıdır. Ajanlık ancak 3. kuşakta yineler….. Öyküme devam edebilirim, fakat bir başka olaya da değinmek istiyorum. Benim her gün yazmaya vaktim yok. Siz okurlarıma sadece Pazar günleri vakit ayırabiliyorum. “Masal gibi” benzetmemi çok beğenmişsiniz, teşekkür ederim. Burada ek olarak değinmek istediğim konu şudur.
Bugün Bulgaristan’da “devrimci durum” diye bir şey yoktur. Her devrimden önce toplum dev kalemler, feylesoflar, bilginler, düşünürler doğurmuş ve onlar fikirleriyle halk kitlelerini arkalarından sürüklemiştir. Sofya’da parlamento önünde 5 yerli yazar kendini polis arabasının önüne atı, bir başka aydın ölüm orucunda hastaneye kaldırıldı diye, yanlış sonuçlar çıkarılamaz. Devrimleri doğuranlar devrimlerden önce yaşar.
Örneğin 1789 Büyük Fransız Devrimi önce “Sivil Toplum Sözleşmesi” yazarı Jean Jacques Rousseau, (1712-1778) fikirlerinden doğan ve dünyayı dönüştüren devrimi görememiştir. Aynı cümleyi Victor Hugo “1802-1885) için de söyleyebiliriz.
1917 Ekim Devrim fikirlerini de, Rus klasiklerinin babası, “Ölü Canlılar” yazarı Nikolay Vasilyeviç Gogol (1809-1852; “Dirilişin” yazarı Lev Nikolaeviç Tolstoy (1828-1910) ve diğer klasiklerin eserlerinde değişik biçimlerde aramalıyız. Devrimlerin dehaları devrimlerden önce yaşamış ve yaratmışlardır. Bunları yazarken, devrimden önce Fransa’da ve Rusya’da halkın alabildiğine okuduğu, tartıştığı, direndiği ve patladığı izlenmiştir. “Bana yağmuru anlatma, yağ!” diyen dâhilerdir. Tarih aynasına bakınca, devriminden arifesinde her gün yeni bir gazete çıktığını görürüz. Kişi başına basılan ve okunan kitap sayısı yüzlerce defa artmıştır.
Bu hafta, bizde meydana gelen en iyi olay, Türkçe öğretmenlerimizin “Balgöç” konuğu olarak Bursa’yı ziyaret etmesi oldu. Şu anda bir gümrükçü olsaydım, dönerken kaçar kitapla döndüklerine bakmak isterdim. Bavullarında 5-er kitap görsem mutluluktan uçardım. 1984’ten beri Türkçe bir tek romanın basılmadığı, evlerde ikişer Türkçe kitabın olmadığı, Türkçe ’ye hala ceza kesildiği Vatanımızda okuyarak bilinçlenmekten söz etmek hala hayaldir. İnşallah o günler de gelecektir.
Ramazan’da Şehzade Camii müezzinlerini dinlemek büyük bir zevktir. Ezan SESİNE penceremi özel olarak açıyorum. Halicin serinliği giriyor odama. Sabahtan hicaza tüm makamlar büyüleyen bir ruhsallık doluyor gönlüme. Ramazanda duyumsama sanki başka bir güzellik sergiliyor. İyi ki geldin mübarek ay. Seni mehtab bekler gibi beklemiştim.
Dün akşam Rafet Ulutürk’ün “….hevesleri söndü!” araştırmasını okurken, hafızam açıldı: Dedemin “Papaz Armudu”nu anımsadım. Nenem (Anneannem) bu armutlara çok albenili olduklarından ve eylülde toplanıp ocakta yendiklerinden olacak, nedense “Gelin Armudu” dedikçe, bu ismin onun kendi icadı olduğunu biliyorduk. Bunlardan iki ağacımız vardı. Bu meyve ağacının lehçemizde özel bir adı olmasın olamaz da, yıllar içinde kayıplara karışmış olabilirdi. Evde pazarda kullanılan ismini Bulgar dilinden çalmışız. Almanca’da bu armudun adı, “Frauenhintern Birne”dir ki, çevirisi anneannemin ağızındaki isme çok yakındır: “Gelin Popolu Armut.” Anlamı “armut popolu” kadınlardır.
Dalları nazik ve dikensiz, yaprakları yalabık ve etli, koncaları beyazdan ala yanardöner olan ve bizdeki meyve ağaçlarının en güzellerinden sayılan, bahçelerin kraliçesi bu ağaçların birkaç önemli özelliği olduğu bilinir. Başta gelen “Papaz Armudu” her bahar bol bol açsa da, ilk 6 yılda meyve yüklenmemesidir. Başka bir özelliği ise, öteki armut ve ahlatlarla tozlaşmamasıdır ki, şayet onun 6 metre yakınında, başka bir “Papaz Armudu” yoksa asla tozlaşmaz, baharını döker ve meyve bağlamaz.
Belki de bu sebeple anneannem bu armuda “gelin armudu” diyordu. Gelin de beraberinde kocası olmadan yüklenemez. Yılların geçmesiyle anneannemin mantıksal benzetmesine hak verir oldum.
İnsan doğasının ve toplumsal yasallıklarının birbirine benzediğini okulda hocalar anlatırdı. Nedense onlar örnekleri reel yaşamdan alıp birçok şeyi kafamıza sokamadılar. Bazı gerçekleri bocalarken toslaya toslaya öğrendik.
Örneğin şu “gelin armudu” benzetmesine dönersek, Bulgar istihbaratının, herkesin bildiği bir şeyi yazıyorum, benim ilk önce Medi Doganov ismiyle tanıdığım, ardından ona uygun görülen Ahmet Doğan ismiyle “lider” olan ve sonunda armut buruşuğu gibi dalında kuruyan, köstebek “Sava” gibi ismi arasındaki bağlılık dikkat çekicidir.
Ahmet’in soyadı Hüseyin ov’ tur, istihbaratı tarafından uygun görülmedi
Bu, bir yere kadar dedemle anneannemin ve Almanlarla Bulgarların bu meyveyi üç ayrı anlamlı benzetmeyle tarif etmesi gibidir: “Papaz Armudu”, “Gelin Armudu” “Gelin Popolu Armut” vb. İsim karışıklığı istihbaratın kullandığı özel yöntemlerden biridir. Bir adamın bilinmemesi, gizlenmesi, kayıplara karışması istenirse ismi değiştirilir, yükseltmesi istenirse, ona kulağa sevimli gelen isim ya da lakap uydururlar. Örneğin Medyü’ya Doğan (Şahin) isminin yakıştırıldığı gibi. Ahmet’in soyadı Hüseyin ov’ tur, ama bir dayatılan bir “lider” için “Hüseyin ov” Bulgar istihbaratı tarafından uygun görülmemiştir.
“Gelin Armudu” nun yanındaki ikinci armut ise, gizli servisin kendisidir. Demek oluyor ki, birinci armut bahar açınca ancak yakınında bulunan ve onu yönetip yönlendirme göreviyle orada bulunan ikinci “armut” onu döllendirip vazifelerini yükler.
Hainler, ajanlar, muhbirler ve köstebekler için kullanılan “ibne” hitabı buradan gelir. Onlar kendilerini ne boşandırabilir ne de yükleyebilirler.
Onun için gizli servisler ajansız ve ajanlar da gizli servissiz olamaz. Bir de, tüm ağaçlar meyvelerini gün gelip yere dökmek, silkmek için büyütürken, “Gelin Armudu” un meyveleri yere düşmez, sırıkla silkilmez, ancak teker teker dikkatlice elle toplanır, sepet ve sandıklara yani dosyalara büyük bir itinayla işlenir. Meyveler, ajanın topladığı delillerdir.
Ajanla arkadaşlık etmek çok tehlikelidir
Bu durumda, “Gelin Armudu” üzerine konan her kuş, her sinek, belinden tırmanan her böcek, kabuğunun altına yerleşen her haşarat için, esen rüzgâr, yağan yağmur, tolu ve kar üstüne, dallarına taş atan çocuklar, dalına asılan torba ya da taşlayanlar hakkında hemen bilgi verir. Bu ağaç kendi kendini koruyamaz, o korunur. Gizli istihbarat ağacın bütünlüğünden (ajanın problemsiz yaşamından) sorumlu olduğundan, beklenen adamın bir gün gelip “Gelin Armudu” dalından bir ya da birkaç armut koparmak isteyeceği bilir. Bu açıdan, “Gelin Armudu” aynı zamanda bir kapan, tuzak, möre vazifesi görür, o tüm hırsızları yakalatır. “Gelin Armudunun” gölgesinde olmak, yani ajanla arkadaşlık etmek çok tehlikelidir. A. Doğan’ın 40 yıldır yanına sokulanı yaktığını düşünün.
O, başına gelmiş ya da muhtemel gelecek her şey üstüne bildiklerini, işittiklerini, öğrendiklerini ve tahmin ettiklerini o olmadan var olamadığı, tozlaşıp meyve bağlayamadığı, gizli ilişkilerin kopmasından sürekli endişe duyduğu, hatta korktuğu, ikinci ağaca (gizli servise) iletmek zorundadır.
Gizli servis, hiç kimsenin “Gelin Armudunun” tadından kuşkulanmadığı gibi, onun verdiği bilgilerden şüphe etmez. Bu bilgilendirme, karşılıklı ya da karşılıksız bir ilişki olabilir. Karşılıksız olması, ajanın bilgileri (armutları) parasız verdiği anlamına gelirken; karşılıklı olması ise ajanın verdiği bilgiler karşılığında para, daha yüksek bir görev, bedava tatil, ücretsiz gezi ya da başka bir hizmet talep etmesi anlamına gelir. Bazen, ajanla gizli servisin hedefleri, menfaatleri örtüşür. A. Doğan örneğinde öyle olmuştur. Bulgaristan Komünist Partisi tarafından Bulgaristan’da yaşayan Türklerin eritilmek suretiyle Bulgarlaştırılması davası için eğitim alan ajan A. Doğan, 1984’te asimilasyon işi tamamlandığında, Türklerin Bulgar olarak yönetilmesinde kullanılacak “lider” gibi özel eğitim almıştır. 1989 sonunda Pomaklarla birlikte Türklerin de isimlerini ve dinsel haklarını geri aldılar ve ajanın ana ödevi değiştirildi. YAPAY “LİDERDEN” Bulgaristan Türklerinin ÇOK SINIRLI DÜZEYDEKİ HAK VE ÖZGÜRLÜKLERLE UYUTULMASI İSTENDİ. Olası beliren yeni isteklerinin budanması emredildi. Bunun armut hikâyesindeki karşılığı “Papaz Armudu” ile tozlaşan armutların daha iri ve daha tatlı meyve vereceği umudunun söndürülmesiydi, çünkü bir ajandan bir şey istenmesi yanlış olacağı gibi Papaz Armuduyla tozlaşmak da hayaldi, ama bu bilinmemeliydi. Aynı zamanda, pazarda övülen “Papaz Armudu” gibi, o da “tatlı ballı öykülerle” “lider” olarak dayatılmıştır.
Ahmet’in de çarıksız çulsuz bir soydan geldiği konu edilmez
“Gelin Armudu” değişik benzetmelerle övülürken, çekirdeğinden çıkan fidanın yaban olduğu söylenmez. Ahmet’in de çarıksız çulsuz bir soydan geldiği konu edilmez. Bunun bir anlamı da şudur. Ajanın oğullu ya da kızı da ajan olur diye bir şey yoktur. Ahmet’in Rus ajanı seçilmesinin kökleri atalarının göçle geldiği Kırım Adasında aranmalıdır. Ajanlık ancak 3. kuşakta yineler….. Öyküme devam edebilirim, fakat bir başka olaya da değinmek istiyorum. Benim her gün yazmaya vaktim yok. Siz okurlarıma sadece Pazar günleri vakit ayırabiliyorum. “Masal gibi” benzetmemi çok beğenmişsiniz, teşekkür ederim. Burada ek olarak değinmek istediğim konu şudur.
Bugün Bulgaristan’da “devrimci durum” diye bir şey yoktur. Her devrimden önce toplum dev kalemler, feylesoflar, bilginler, düşünürler doğurmuş ve onlar fikirleriyle halk kitlelerini arkalarından sürüklemiştir. Sofya’da parlamento önünde 5 yerli yazar kendini polis arabasının önüne atı, bir başka aydın ölüm orucunda hastaneye kaldırıldı diye, yanlış sonuçlar çıkarılamaz. Devrimleri doğuranlar devrimlerden önce yaşar.
Örneğin 1789 Büyük Fransız Devrimi önce “Sivil Toplum Sözleşmesi” yazarı Jean Jacques Rousseau, (1712-1778) fikirlerinden doğan ve dünyayı dönüştüren devrimi görememiştir. Aynı cümleyi Victor Hugo “1802-1885) için de söyleyebiliriz.
1917 Ekim Devrim fikirlerini de, Rus klasiklerinin babası, “Ölü Canlılar” yazarı Nikolay Vasilyeviç Gogol (1809-1852; “Dirilişin” yazarı Lev Nikolaeviç Tolstoy (1828-1910) ve diğer klasiklerin eserlerinde değişik biçimlerde aramalıyız. Devrimlerin dehaları devrimlerden önce yaşamış ve yaratmışlardır. Bunları yazarken, devrimden önce Fransa’da ve Rusya’da halkın alabildiğine okuduğu, tartıştığı, direndiği ve patladığı izlenmiştir. “Bana yağmuru anlatma, yağ!” diyen dâhilerdir. Tarih aynasına bakınca, devriminden arifesinde her gün yeni bir gazete çıktığını görürüz. Kişi başına basılan ve okunan kitap sayısı yüzlerce defa artmıştır.
Bu hafta, bizde meydana gelen en iyi olay, Türkçe öğretmenlerimizin “Balgöç” konuğu olarak Bursa’yı ziyaret etmesi oldu. Şu anda bir gümrükçü olsaydım, dönerken kaçar kitapla döndüklerine bakmak isterdim. Bavullarında 5-er kitap görsem mutluluktan uçardım. 1984’ten beri Türkçe bir tek romanın basılmadığı, evlerde ikişer Türkçe kitabın olmadığı, Türkçe ’ye hala ceza kesildiği Vatanımızda okuyarak bilinçlenmekten söz etmek hala hayaldir. İnşallah o günler de gelecektir.
Nafiye YILMAZ
Reklamlar