Şakir ARSLANTAŞ
Tarih: 13 Ağustos 2021

Bulgarlarda biz Türklerde olmayan şöyle bir adet vardır.
Ev yaptırır, dayar döşer ama evin içine yerleşip güzel güzel yaşamaz. Aynı evin avlusuna tek oda kulübe yapar, bir yanı ocak, mutfak, öte yanı divanlık, karşıda televizyon, ayakyolu dışarda ve tavukların gaklaması, domuz hortlaması ve keçi takırtısı arasında yaşar gider.

Ha, avluda bir de asma vardır. Belki de Bulgar dilindeki “gel bir yerden, düş ağzıma” sözü yüzde yüz asmadan sarkan üzüm salkımlarının iştah açıcılığından türemiş olmalı…

Bulgarların avludaki çeşme, odunluk, ahır kesimi arasında geçen hayatlarında “süpürmek” ve “silkmek” anlamında “temizlik” sözü çok önemlidir.

Hem 4 Nisan hem de 11 Temmuz seçimlerinde Sofya Parlamentosuna yerleşen yeni kuşak genç milletvekilleri köy yaşamının etkisinden tamamen kopamamış olacaklar ki, konuşmalarında ince ayrıntıya girmeden GERB ve Boyko Borisov hakkında konuşurken “temizlik ve dibini kazımak” diyorlar. Çağdaş Türkçemizde “çöp” anlamına gelen, zamanı geçmiş “bokluk” kelimesiyle birlikte politik dilde de kullanılması ilginçtir.

Son seçimlerde en fazla oy alan, ama bir işe yaramaz hır gırdan ötürü bir türlü hükümet kurmayı başaramayan gösteri adamı Slavi Trifonov yayınladığı son politik bildiride şöyle diyor:

Politik çöpü bir defa süpürelim, ardından pisliği kazırız!” Olan bir, olacak bir. 12 Ağustos 2021 tarihinde “Var Böyle Bir Halk Partisi” hükümeti onaylanmadı.

Bulgarlar Halk Meclisini “çöp” olarak görüyor olabilir mi?

***

Temizlemek” sözünü duyduğumda başım zonklamaya başlıyor. Söz konusu olan soyulup yere saçılmış ayçiçeği veya kabak çekirdeği kaplarının süpürmek değil, politik sistemin, politik partilerin, meclisin temizlenmesidir.

1989 yılında bu değimi “etnik temizlik” ve “Türklerin vatandan temizlenmesi” anlamında biz bunu çok işitmiştik. 32 yıldan beri dillerinden düşmeyen bu kavram büyük tehlikeler içermektedir.

Todor Jivkov’un 300 bin Türkün sınır dışı edilmesine ilişkin devlet planını açıklaması, bir soykırım düşüncesi olarak “temizlik planı” şekkinde patlamış ve Bulgar halkına dil ısırtmıştı. Ki bugünkü Bulgaristan’ı yere seren ve halkı her şeye muhtaç kılan, o ırkçı etnik plandı. Diktatör totaliter Todor Jivkov’un hazırladığı ve uyguladığı plandan neden Türkler sorumlu tutuluyor anlamak zor.

Meclis kürsüsünden yapılan konuşmalarda ve sosyal medyada “Var Böyle Bir Halk” partisi lideri ile “Demokratik Bulgaristan” koalisyonu lideri arasındaki çarpışmada Slavi Trifonov’un siyasi değişiklikler paketiyle meclisi kapatıp sistem dışına itmeye çalıştığı kamuoyuna açıklandı. Bu planın Bulgaristan’ı parlamenter demokrasiden tek kişi tarafından yönetilen otokrattık rejime itmesi sezildi. Demokrasi Bulgarların suyuna, boyuna ve aklına göre değil, insanların eşitliğinden, adaletin güzelliğinden ve özgürlüklerin parlaklığından korkuyorlar.

***

Memleket olaylarını yakından izleyenler, son 2 seçim arasında yeni üreyen “moloz” partiler parlamenterin sözcülerinin ve hatta yakına kadar Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH-DPS) koltuk değneklerine dayanmadan yürüyemeyen sosyalistlerin lideri Bayan K. Ninova’nın ağzından düşmeyen söz “DPS-siz” oldu. Şu iyi bilinmelidir. Meclisiz bir Bulgaristan özleyenlerin DPS-siz Bulgar siyaseti düşlemesi doğaldır. Fakat bu bir hayaldir. Ağaçlar bile tozlaşmadan meyve bağlayamıyor. Meyvesiz ağaçları da kimse istemiyor.

HÖH heyetinin Türkiye Cumhuriyeti’nde seçim öncesi yaptığı resmi ziyaret, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, Türkiye devlet erkânı ve politik parti liderleriyle görüşmelerinden sonra, anti-DPS korosuna Cumhurbaşkanı Rumen Radev de katılmıştı. Böylelikle milliyetçi ruhun birdenbire alevlendiğini ve yayıldığını gördük. Meclis içinde ise DPS aleyhinde söylevler “Demokratik Bulgaristan” ve “Ayağa Kalk BG! Biz Geliyoruz!” parti liderlerinin dilinden düşmedi. Türkün Türk’le kaynaşması güç kaynağıdır. Korkan korkudan ölür. Galiba Bulgaristan’da Covit-19 dan bile tehlikeli bu durum?

***

Bulgaristan’ın en ünlü sosyoloğu Andrey Rayçev meclisteki kavgayı izlerken dayanamamış, Milli Televizyona çıktı ve şöyle dedi:

“46. Meclis gibi bir parlamento daha seçilirse, Bulgarlar parlamenter Cumhuriyete geçer. Demokrasiyi unutun!”

Bulgaristan’da özgürlük atılımları 13. ayında söndü.

Slavi Trifonov Bulgar tarihinde en dikey hükümeti kurmaya çalıştı. Yapamadı. Bunu 1992’de Başbakan Filip Dimitrov yapmış ve 1 yıl sürmüştü. Trifonov’a ne demediler: ‘Sen Türk makarasısın. Sen Türk partisi DPS’densin!

Milletvekillerinin lügati o derece düştü ki, yeni bir seçim olsa bu kafayla yine hükümet kurulamaz!

Protestodan gelen partiler devrimci ruhla saldırıyor, fakat Bulgaristan’da devrimci durum yok!

Rayçev’e göre, “1989’da Türk Ayaklanmasından bu yana Bulgaristan’da devrimci ortam oluşmamıştır.”

***

Kendi kendime soruyorum. Şu Bulgarlar doğru dürüst bir iş yapamaz ama düşmanlık planlarına geldiğinde, hazırlık uzaktan başlar. Acaba diyorum, Türkler hakkında bu defa derin düşündükleri nedir?

Eski İsim değiştirme rezilliğini 1985’te şiddetle uygulamaya başladılar, fakat hazırlıklar 1964’te başlamıştı. Hatta 1958’de Türk okullarının Bulgar okullarına katarak büyük adımı atmışlardı. Üstelik “okuma yazma öğrenmelerine gerek yok, tiyatrolarda oyun sahneleyelim hem görsünler hem de işitsinler” fikrini savunan komünist milliyetçiler kalabalıktı. Kırcaali, Şumen, Razgrat bölgelerinde Türk tiyatroları açılmıştı.

Açık açık söylemek istediğim şudur: Eğer şimdiki politik kriz düğümü çözülemez ve 24 Ekimde yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Rumen Radev kazanırsa, önümüzdeki yıl Bulgaristan kamuoyunda “Anayasa değişikliği ve otoriter sisteme geçiş” hazırlıkları fikirsel olarak gevelenmeye başlayabilir. Zaten “değişiklikler”, “dönüşüm”, “yenilikler” gibi vizyon (uzak ufuk) açıcı kavramlarla konuşanlar da bu değişiklerin ne “özünü”, ne de “şeklini” açıyorlar. Anarşiden, kontrol edilemeyen keşmekeşten Bulgaristan’da her zaman diktatörlük, tek kişi yönetimi ve totalitarizm, monarşizm, faşizm çıkmıştır. Anlatmaya çalıştıklarım her sabah avlu ve kapı önünü süpürme geleneğinden farklı bir şeydir. Anlayanların anlamayanlara anlatma zamanı gelmiştir.

***

Her gün biraz daha biçimlenen politik ve anayasal bunalımdan Bulgaristan Parlamenter Cumhuriyet Sistemi doğarsa, halk lehinde gelişmeler meydana gelir mi? sorusu artık gündeme geldi. Bu dört özel isimden “parlamenter” düşerse işler çok karışabilir. Yaşanan acılar unutulmamıştır. Okutulmasa da hafızalarda yaşıyor.

2021 yılı başında “Galıp İnterneyşınıl Bolkan” Ajansının bir açıklamasında 44. Halk Meclisinin halk arasındaki % 14 gibi bir güvene dayandığı, vatandaşların % 73’ünün meclise güvenmediği ortaya çıktı. Geleneksel olarak Bulgar parlamentosuna güven % 10 – % 15 arasında değişiyor ki, demokratik toplumun yönetilebilmesi için bu desteğin yetersiz olduğunu her gün görüyoruz.

Bulgaristan büyük devletler tarafından büyük baskı altında bulunuyor.

Parlamentoyu yaşatan halk ve seçmenin oyudur.

4 Nisan 2021 seçimlerinde % 50.61’i oy kullanmıştı.

11 Temmuz’da 2 775 410 kişi, seçmenden ancak % 42,19’u oy kullandı.

Toplam rakam 3 334 284 kişiydi.

Seçmen sandıktan kaçıyor. Demek oluyor ki, Bulgaristan parlamenter demokrasiden uzaklaşıyor. Bu uzaklaşma nereye kadar devam edecektir?

Nitekim içinde bulunduğumuz salgın ortamı, her yönden gözetlenen, insan hak ve özgürlüklerini değişik bahanelerle kısıtlayan ve hatta şiddet uygulayan, kapalı totaliter toplumlar yaratıyor. Yeni tehlike işte budur.

İtalya’da “Yeşil Pasaport” uygulaması aşırı soldan aşırı sağ milliyetçilere kadar tüm cepheyi ayağa kaldırdı. 21. Yüzyılın feylesoflarından Corco Agamben ve Masimo Kaçari bile dayanamadılar ve protesto alaylarının başında yürüdüler. C. Agamben “Çıplak Yaşam” başlıklı yazısında, “yalnız bilincimizi değil, bedenlerimizi de kontrol etmek istiyorlar” diye yazdı. Macron, Fransızlara sıhhi kontrol uygulamaya devam ediyor. “Covid-19” ile ilgili “ulusal eylemleri” yasakladı.

Artık 3 yıldan beri ilerleyen bu eğilim devam edecek, çünkü salgının sonu görünmüyor. Sanki insanların önünde tek seçenek kalıyor: Sürekli kontrol altında olmak için milli toplama kampında mı, küresel toplama kampı mı? Çıplaklar dünyasında başka seçenek yok! Modern diktatörlüğün Faşizm, Nazizm ve Komünizmden hangi özellikleriyle farklı olacak bunu henüz yüzde yüz bilemiyoruz.

***

142 yıllık tarihinde Bulgaristan üç diktatörlük yaşadı.

1) Çar Ferdinand Saks Koburg Gotski (1887 – 1918),

2) Çar III. Boris ve BKP lideri ve

3) BHC Devlet Başkanı Todor Jivkov.

Ferdinand, 1911 yılında Tırnova Anayasasının 17. Maddesinde yapılan değişikliklerle şu hakları elde etmiştir:

Bulgar Çarı, Halk Meclisinin ve hükümetin bilgisi ve onayı olmadan uluslararası anlaşmalar imzalamakla ilgili sınırsız haklara sahiptir.”

Ferdinand’ın Bulgaristan dış siyaseti üzerinde tekel kurması, ülkemizi 3 savaşa sokan, 2 milli felaket ve bir asker ayaklanmasına sürükleyen bir siyasi diktatörlük biçimidir. Bunun bedeli 200 bin ölü ve çok büyük savaş tazminatlarıdır.

1918’de Ferdinand Tacını çıkarıp Bulgaristan’ı terk etmiştir.

Tırnova Anayasasına göre, Bulgar çarlığını oğlu III. Boris’e devretmeye hakkı olmasa da Tacı oğluna giydirmiş ve elini öperek ülkeyi geri dönmemek üzere terk etmiştir. III. Boris, büyük sayıda suç işlemiş, 20. Yüzyıl Bulgar Halk önderi Çiftçi Halk Birliği Partisi Başkanı Aleksandır Stanboliyski Çar III. Boris’in emriyle suç işleyen katiller başı Vançe Mihaylov çetesi tarafından eşi kolu ve başı kesilerek öldürüldü. Haziran 1923 askeri darbesi de bu güçler tarafından gerçekleştirildi.

III. Boris’in Bulgaristan’ı yönettiği 1918-1944 yılları arasında belirli aralıklarla Bulgaristan’da sürekli iç savaş yaşanmıştır. İki Dünya savaşı arasında Bulgar halkı parçalanmış, azınlıkların göçü asla durmamıştır. Çarın Hitlerle iş birliğine karşı silahlı partizan hareketi yürütülmüştür.

1943’te III. Boris’in ölümünden sonra, yine Tırnova Anayasası maddelerine ters olmak üzere, oğlu II Simeyon Saks Koburg Gotski 6 yaşında Bulgaristan Çarı olmuş ve savaş suçları, katliamlar, azınlık düşmanlığı, kanlı hesaplaşmalar devam etmiştir.

Bulgar Çarları Bulgar halkını uzlaşmaya davet ederek ulusal barış sağlamamışlardır.

Bulgar Çarlığın ’da şiddet kullanılarak yapılan politik temizlik 1934 askeri darbesinden önce ve sonra, Çar III. Boris’in eseridir.

III. Boris Bulgarlara demokratik yaşamı unutturan, partilerini kapatan, meclisi figüranlar sofrası haline getiren, anayasayı rafa kaldıran ve monarşi-faşist diktatör, tek kalemden yöneten kişidir. Bu yasa dışı ve yoğunlaştıkça yoğunlaşan şiddet uygulamasının ana yönü 80-90 yıl önce de yine öncelikle Türkleri vurmuş, “Turan” ve Sportif Derneklerimiz, Özenci sanat topluluklarımız, öğretmen birliklerimiz yasaklanmış, aydınlarımız ya tutuklanıp içeri atılmış ya da yurtdışına kovulmuş, okul sayımız 2 700’den 544’e düşürülmüş, topyekûn cahil bırakışmamızın temelleri atılmıştır. Türk düşmanlığı devlet politikası halinde gerçekleşmiştir. 1878’den 1944’e kadar Türkiye’ye göç hiç durmamıştır.

Birbirine benzeyen olaylar.

III. Boris 1934’ten sonra Bulgar Çarlığını Rusya etkisinden koparıp Nazi Almanya’sına bağlamaya çalıştı. Şimdi de Moskova ipini keserek Brüksel ve Washington’a sımsıkı bağlanmaya çalışıyoruz. İki yol arasında kaldık. Bu açıdan bakıldığında, Bulgaristan gibi rejiminin ne olduğu belli olmayan, olmayan demokrasisi çatlak, politik sistemi “moloz” yığını ve nüfusunun yarısı gurbetçi ya da yurdundan kovulmuş bir ülkede, en uygun yönetim biçimi “otokrasi” yani tek kişi diktatörlüğü, yani parlamenter cumhurbaşkanlığı yönetimi değil de ne olabilir ki? Zaten halkı (seçmeni) başka seçenek olmadığına inandırmak için elden gelen yapmıyor mu?  Hükümetini kurmuş, listesini Cumhurbaşkanına sunmuş ve gensoru oylaması meclis gündemine alınmış bir Başbakan adayı, nikâh masasında “hayır” demek değilse, nedir? Bilmem anlatabiliyor muyum!?. Millet gerçekten şaşırmış durumda. Bir iş 3-4 defa olmazsa, 5-6 defa da olmaya bilir ve halkı iyice sindirmek isteyenler,10. defa çıkış “diktatörlüktür iyidir” derse, insanlar aman “bir dertten daha kurtulduk” havasında göbek atmaz mı?

Tarihte her zaman her yenilik en güzel sözlerle başlamıştır. Bulgaristan’ın Nazi Almanya’sına bağlanması da “halkın mutluluğu” adına yapılmıştı.

Ferdinan’dın Bulgaristan’daki nikâh dışı 20 oğlundan biri olan Todor Jivkov da 1944’te Bulgar halkını Moskova’ya eşir verirken hepiniz mutlu olacaksınız dememiş miydi?

O zaman güya faşizmden arınıyorduk. Yerine diktatörlüğün komünizm biçimini kurduk. Bulgaristan’da yaşayan azınlıklar Avrupa tarihinde eşine rastlanmamış zulüm gördü. İsim değiştirme, anadil, okul, din, kültür ve medeniyet yasaklamaları, tutuklamalar, toplama kampları, hapishane ve sürgünler ve sonunda bir ayda 360 bin Türki sınır dışı etmek ve diktatörlerin en zalimi T. Jivkov’un “biz iç savaşta Türkleri yendik” sözleri ve halkın olanlar bir “soy kırım denemesiydi” demesi.

Evet 32 yıl sonra Sofya Meclisinde parti grupları, liderler, milletvekilleri birbiriyle konuşmuyor, küfürlü konuşuyor ve “Temizlik yapalım” diyorlar, neden acaba? Diyalog olmadan birlikte yönetim olabilir mi?

İşte bunun için diyoruz ki;

Bulgaristan Cumhurbaşkanı Adayı Sn. Rosen PLEVNELİEV olsun.

Bulgaristan’da en iyi, en dürüst, en samimi ve birleştirici olabilecek Cumhurbaşkanı adayı Sn. Rosen PLEVNELİEV’dir. Plevneliev 2011-2016 yılları arasında Bulgaristan Cumhurbaşkanlığı yapmış bu konuda kendisini ispatlamıştır.

Rosen PLEVNELİEV Cumhurbaşkanı olarak bir konuşmasında;
“Eğer bugün eski totaliter rejim ile ilgili gerçekleri açık olarak konuşabiliyorsak, bunu baş eğilmeden adaletsizlikle mücadele veren o Bulgaristan Türklerinin gösterdiği cesaretleri sayesinde yapabiliyoruz.” Demişti.

Bu günkü Bulgaristan’ın içine düştüğü bunalımdan ve bu çalkantılı döneminde kurtaracak kişi Sn. Rosen PLEVNELİEV’dir.

Öyle ki, düşlediği ideal devlet tipi ile bu dönem devletini içine düştüğü bunalımdan sarsılan kitlelere özgüven verebilecek ve bu durumdan çıkaracak Bulgaristan’ı kurtaracak tek kişi odur.

Yalnız bu olay şöyle geliştirilir ise çok daha iyi olur düşüncesindeyiz:

  1. HOH-DPS partisi tarafından Rosen PLEVNELİEV, Cumhurbaşkanı adayı gösterilsin,
  2. GERB-SDS partileri tarafından da yine Türk halkı tarafından sevilen bir Türk Cumhurbaşkan Yrd. Olarak gösterilsin,

Böylece Rumen Radev’in karşısında güçlü bir aday çıkmış olur ve çok rahat kazanabilirler. Çünkü Bulgar-Türk iş birliği 1990’da olduğu gibi yine birlikte hareket etmiş olurlar. Ayrıca HÖH-DPS partisi Bulgaristan vatandaşlarına karşı minnet duygularını da göstermiş olurlar,

Aynı şekilde GERB-SDS partileri de Türk Milletine borçlarını ödemiş olurlar.

Bunlar Bulgaristan’ın geleceği için, devletin devam etmesi için, Bulgar Türk dostluğunu pekiştirmek hep birlikte kardeşçe yaşamak için büyük bir fırsattır.

Her şeye rağmen bizler Bulgaristan’ı seviyoruz ve ona sahip çıkmaya da her zaman olduğu gibi bugün de hazırız.

                    Saygılarımla,

Reklamlar