İbrahim SOYTÜRK

Tarihe girmek üzere eşikten geçen 2013 yılından neyin kalmasını, nelerinse hayatımıza bir daha dönmemek üzere gitmesini, hatta vedalaşmadan alıp başını gitmesini isterdiniz?

Bir çoklarınız bu soruyu kendisine sormuş olabilir. Aranızdan cevabını bulmuş olanlar da vardır. Bu konuyu tartışma masasına yatırma zamanı da gelmiştir.

 

Biz, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi olarak, olaya toplumsal değerler ve toplumdaki paslı puslu bakış açısını değiştirmek açısından yanaştık. Tam bu konuya eğilmemizin sebebine gelince, bu değişikliğin, yenilenmenin aslında çok zor bir iş olmasından ötürüdür. Biz bu yıl çıkan bütün yazılarımızda, Bulgar toplumunun, kamuoyunun, gençliğinin görüşlerini, yaklaşımını yargı değerlerini yenileyerek ilerleme hamlesine tanıklık etti.

Daha yılbaşında, AB merkezi Brüksel’den ortaokul ve lise edebiyat ve tarih kitaplarındaki aşırı milliyetçi eserlerim çıkarılması önerisi geldi. Bakanlık uzmanları bir yıl çalıştı, ama en sonunda değişiklikler kabul edilmedi. Bir yandan Hristo Botev, İvan Vazov gibi ve Osmanlı, Türkler ve Müslümanlar konusunda kalemi kan kabartan şair ve yazarlar 2013’te yeni baskı yapmadı.

Öte yandansa husumet ruhunu yaşatan Bulgar yazarlarının kitapları kilosu 12 stotinkadan hurdacıda çuvallara doldurulmaya başlandı. Bu gelişmeler ilginçti.

 

Sizlere, Sofya merkez basınından aldığım 3 haber üzerinde görüşlerimi aktarmak istiyorum.

Birbirinden çok farklı, çok değişik çağlardan olan bu 3 olay, Bulgar toplum ve kamuoyunda bakış açısı değiştirme konusunun odağını oluşturdu diyebilirim.

 

Bir:

“Rumlar, Bulgarların 997–1014 yılları arasında Çarı olan Samoil’in kemiklerini geçici bir süre için Sofya’ya istemişler ve Atina bu isteği kabul etmiştir.

Samoil nesiyle meşhurdur? Olayı hatırlatıyorum:

Gönümüz Bulgaristan topraklarının güney batısında bulunan “Belatsitsa” mevkisinde 1014 yılının güz aylarında Bulgar ordusu ile II. Vasiliy’in Bizans ordu arasındaki bir savaş olur. Bu savaşın bu yıl 1000. yıldönümüdür. Bu münasebetle Sofya kiliselerinde Simeon’un kemikleri önünde ayin yapılacakmış.

“Belasitsa” Savaşının özelliği nedir?

Savaşı Bulgar ordusu kaybetmiştir. Kazanan Bizanslı II. Vasiliy Bulgar ordusundan 15 bin askerin 2 gözünü de çıkartıp hepsini kör etmiştir. Askerlerinin gözlerinin çıkarıldığını gören Çar Samoil kalp krizinden anında ölmüştür. Tarih kitapları bu vahşeti böyle yazar.

Böyle yazar da, Bizans generaline “cani, vahşi, gaddar, Bulgar düşmanı” demez.

 

Olayın devamı:

XX. yüzyılda Atina’nın en gözde caddelerinden birinin adı, Bulgar askerlerin gözlerini kör eden II. Vasiliy adını taşıyordu. Özellikle 1990’da sonra Bulgar’dan Yunana turist akımının başlamasıyla, bu caddenin adından,  Bulgar Turistler çok rahatsız olmaya başladıklarından, Sofya hükümetinin isteğine uyan Atina Belediyesi II. Vasiliy sokağının adını değiştirdi.

 

Tarihten kalan ve bugün de göz çıkaran, turistleri rahatsız eden bir paslı şiş gömüldü.

Ne güzel değil mi?

Paslı şiş gömülünce sorun da bitti. Bir turist kaldığı sokağın, otelin isminin atalarının gözlerini çıkaran birinin adını taşıdığını düşündükçe delirebilir. Keçileri kaçırmadıysa ne güzel değil mi?

İnsanoğlu bir defa olmuş bir şeyin tekrar edeceğinden her zaman korkmuştur.

 

Bir düşünsenize, Osmanlı orduları ya da Türkiye Cumhuriyeti orduları 15.000 Bulgar askerini kör etmiş olsa, bugün burada Bulgaristan’da yaşayan Türklerin, Müslümanların yani bizim akrabalarımızın hali ne olurdu. Böyle bir şey yapılmamış olduğu halde, kitaplarda Türklere “barbar”, “vampir”, “cani” dendiğini defalarca okumadık mı? Bu konuyu doktora tezlerinde işleyenlere Bulgaristan bugün de dar geliyor.

 

Bu iğrençliği Yunan ordusu yapınca uzlaşmaya varılıp cadde tabelaları bile sökülebiliyor. Küflü silahlar derinlere gömülerek, husumet kalkıyor, öfke sönüyor. Düşünüyorum da, Bulgarlar, Türkler Rumeli’ye ve Balkanlara yerleşmezden önce, 250 yıl Bizans esaretinde kalmışlar. Nedense Bizans’ın vahşeti unutulup her konuda uzlaşılabiliyor da Osmanlı izleri konusunda mutabakata varılamıyor.

Bir hamam tası için neredeyse ipler kopacak.

 

Osmanlı ise, ne Vasil Levskiyi asmıştır (Zahari Stoyanov’a göre).

Ne Hristo Botev’i kurşunlamıştır (Bulgar tarihine göre).

Ne de Osmanlı Sultanı adına Bulgar dağlarında haydut kovalayan Sadık Paşa (soyu Lehtir, ismi Mihail Çaykovski, Fransız mason locası üyesidir)  herhangi bir komitayı tutuklamış ve mahkemeye sevk etmiştir. Hatta biraz daha ileri giderek Bulgar uyanış çağının en büyük yazarı olan Z. Stoyanov’un “Bulgar Ayaklanmalarından Notlar” eserinde “TÜRKLER TOPRAKLARIMIZA DAVET EDİLMİŞ KONUKLARIMIZDIR!” sözlerini unutmamak gerekir.

Bizim için bu sözlerin anlamı ebedidir. Hiçbir zaman unutulmamalıdır.

Buna rağmen, sanki kötü olan her şeyden sorumlu olan biziz. Ömrümüz kimsenin kılına dokunmadan geçse de, eziyet eden sanki bizmişiz. İspatlanmış suçumuz olmadığı halde, yargısız infaza maruz kalan da biz olduk.  Bu örnekler tarihe gömülmesini istediğim olaylardır. Yani gerçeklerin anlatılması ve düşmanlıkların gömülmesi zamanı gelmiştir. II. Vasiliy örneğini emsal alalım.

Bir düşünsenize, gazete alıntısından sunduğumuz vahşet olayına Çar bile dayanamamış.

Buna rağmen uzlaşma yolu açılabilmiş ve Bulgar gözü çıkaran paslı şiş gömülmüştür.

 

Hak ve Özgürlükler Hareketi bu konuda 23 yıl savsakladı ya, üzgünüm.

 

İki:

 

Bugün ve yarın dünden daha iyi yaşayabilmemiz için tarihe gömmemiz gerekenlerle ilgili 16 Kasım’da Sofya’da “Kartal Köprü” mitingine 40 bin Türk, Pomak ve Müslüman katıldığını gören Bulgar basını Nuri Beyin Sandığı öyküsünü hatırlattı. Bugün de anlamı çok derin olan öykümüz şöyledir:

 

NURİ BEYİN SANDIĞI

Nuri Bey sözü geçen, akıllı ve muhterem biriymiş. Eşi ondan çok gençmiş. Bir akşam eve döndüğünde, önüne geçen kâhya beye şöyle demiş:

–          Beyefendim eşinizin tutumunda şüphe uyandıran bir şey var. Şimdi odasındadır.

İçinde birkaç eski eşya olan, nenenizden kalma sandık da orda. Kanaatimce, sandıkta eşinizin gizlediği ve kimseye göstermek istemediği bir şey var.

Eşinin odasına giren Nuri Bey, onu sandığın başında sararıp solmuş bulur.

–          Bana sandıkta ne olduğunu gösterir misin, der eşine.

–          Her şey şüpheci kâhyadan ötürü, bana inanmıyor musunuz, diye yanıtlar eşi.

–          Sebebine önem vermeden, sandığı açsak!

–          İmkânsız, olur eşinin yanıtı.

–          Kilitli mi yoksa?

–          Evet.

–          Anahtar nerede?

Kadın anahtarı gösterir ve

–          Kâhyayı odadan çıkarın beyim. Size anahtarı vereceğim, cevabını verir.

Nuri Bey kâhyaya çıkmasını emreder. Çok şaşıran ve hatta eli titreyen eşine usulca bakar. Hademelerden dördünü çağırır, evin bahçesinde bir çukur kazıp sandığı açmadan oraya gömmelerini emreder.

O gün bu gün mutlu yaşayan ailede eski sandıktan ve içindeki sırdan söz eden olmamıştır.

 

Bu öykü ibret vericidir. Önce, sorunları uzlaşarak çözmede usta olan Türklerin kindar olmadığına bir kesin kanıttır. “Kartal Köprü” mitingini Bulgaristan Sosyalist Partisi ile Hak ve Özgürlükler Partisi’nin birlikte düzenlediğini biliyoruz. Böyle bir ortak eylem daha önce olmamıştı. Bu mitingde BSP Başkanı S. Stanişev “isim değiştirme” konusunda Türklerden ve Pomaklardan özür diledi. Bu özür Pomakların 50 yıl önce, bizim de 38 yıl önce gözümüzü çıkaran küflü baslı şişin gömüldüğü anlamında mıdır. Birinci örnekte görüldüğü üzere, bunlar öyle onur kırıcı ve kimlik yok edici feci olaylardır ki, bin yıl sonra bile unutulmuyor. Zahari Soyanov’un “Türkler topraklarımıza davet edilmiş konuklarımızdır” sözleri, “….Notlar” eserinin birçok baskısından çıkarılmıştı. Tarihi ters yönde değiştirmek isteyenler de uyumuyorlar. Ne ki, insan belleği tarih gerçeklerinin hamalı olarak işini şerefle yapmaya devam ediyor. Nuri Bey öyküsünden yola çıktık, bugün gömülecek paslı şişler, Bulgar aşırı milliyetçi ve ırkçılarının elindedir. AB içinde kardeşçe yaşamak istiyorsak, Stanişev ve hükümeti aşırıların elindeki ırkçılık silahını alıp yerin dibine gömmelidir. “Kartal Köprü” mitinginin tarihsel anlamı budur. Mitingi toplayan ruhun 2014’te yaşamasını istiyoruz ve kendilerini kutluyoruz.

 

Üç:

 

Yılın olaylarına bir de bambaşka bir örnekle bakalım. Bu yıl Sofya televizyonlarına en fazla çıkan, basında sayfa sayfa anlatılan ve soydaşlarımızın adını bile işitmediği bir Prof. Ovçarov var. Size onu 2013’te Sofya’dan kalkıp Mastanlı ve Nanovitsa’ya en sık giden bilim adamı olarak tanıtsam, daha isabetli olur. Bu Profesör,  Ahlatlı (Nanovitsa)  köyü kayalarını kaldırıp indiriyor, kazıyor, kaza kaza bitiremiyor. Kazdığı yerin adına “Perperekon” demiş, basından öğrendik.  Tabii bu, bildiğimiz ama bu adıyla tanımadığımız, ismi bize yabancı bir yer. Bizim koyun kuzu güttüğümüz kara diken çalılığının adının bir zamanlar “Perperekon” olduğunu bizden kim bilebilir! İşin özüne dönelim. Bu yerler Osmanlıdan önce Bizanssınmış. Bizans İmparatorluğu XII. Yüzyıldan sonra kestiği altın paralara “perpera”  demiş. Bu paralar buralarda kesilmiş olabilir mi, adını da bu işten almış olabilir mi, bilmiyoruz.

 

Bu ön açıklamadan sonra “Presa” gazetesinin haberine dönüyorum:

 

“Son yıllarda Sozopol ve Momçilgrat ilçesinin Nanovitsa yöresindeki “Perperekon” arkeolojik gömülerde prof. Nikolay Ofçarov “vampirler” yani hortlayanlar iskeletlerine rastladı. Profesör bu konuda bir kitap yazıyor. Eser önce İngiltere’de basılacak. Trakya’da bulunan bu gömülerde ölünün hortlamasını önlemek amacıyla mezara kazık kakıldığı örneklerine rastlanmıştır. Vampirler sözde dirildikten sonra kan emerek yaşadıklarından mezarlarda karın boşluğuna kalın demir kazık kakılmış iskeletler TV’lerde gösterildi.”

 

Kuşkusuz ölülerin midelerine demir kazık çakılmış kabirlerin açılması ve bu olayın gerçek anlamı nedir, bu, benim naçizane kültür birikimim dışında bir olay. Vampir mezarlarını açarak söylenmek istenen söz nedir. Bunu anlamak da kolay bir iş değil. Vampir kabirleri bizim oralarda bulunmuşsa ve o vaktin birinde, şimdi koyunlarımızı örüye saldığımız yerlerde akıl erdiremediğimiz türden olaylar olmuşsa ve tarih bu olayları kara toprağın dibine büyük taşlar altına gömmüşse, şimdi hortlatmanın, tarihsel açıdan da olsa, bize faydası olur mu,  bunu anlamakta hakikatten zorlanıyorum. Görüşüm önemsiz olabilir. Fakat Bulgar toplumunda nüfusun % 65’i korku ve kıtlık içinde zor zar yaşadığını kimseden gizlemiyor. Ve bu nüfus günde 8 kişi azalmaya devam ederken ve üstüne 365 günde 365 kişi de trafik kazalarında öteki dünyaya göçerken ve yine trafik kazalarında yaralanan 1000 kişiden 300’ü hastanelerden özürlü arabasıyla çıkarken, bir de vampirlerin iskeletlerini mezarlarından çıkarmanın anlamı nedir, bilirseniz bir anlatır mısınız. Yoksa o zamanlar bizim orada Bizans altın darphanesi vardı da, hırsızlarlı mı, mezara kazık kakarak gömüyorlardı? Olabilir! Neden olmasın ki! Tarih bir de kötülüklerle mücadele ve kötülükleri gömme yazgısı değil mi? Belki, kötülük iyiliğin kardeşi olduğu için gömdükçe yeniden başkaldırıyor. Neyse siz neyin gömülmesi gereken kötülük olduğunu düşünmeye devam edin. Nasıl olsa Prof. Ovçarov kakılan kazıkların anlamını İngilizlere anlatacak, sonra öğreniriz.

 

Neyi gömelim ve neyi yaşatalım.  Vampirlerden kurtulma yolumuz budur.

Yeni yılız kutlu olsun. Kendinize iyi bakın.

 

Reklamlar