Tarih: 04 Mayıs 2018
Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ
Konu: Türk Diline Kesilen Cezalar da Bir Narkozdur
Geçen 2017 yılının 26 Martında yapılan erken genel seçimlerden sonra, 4 Mayıs tarihinde GERB ile sahte “Yurtseverler” birleşerek yeni hükumeti kurmuştu. İktidar kavgasında, yalan dolan, yumruk tekme, devletin polis gücünü ve parasını kullanan aşırı milliyetçi, Türk-İslam ve Müslüman düşmanı Bulgar milliyetçileri, özel bir kanun çıkararak seçim mitinglerinde Türkçe konuşanları cezalandırmıştı.
DOST partisi Genel Başkanı Lütfi Mestan’a 15 Mart 2017 günü Varna’ya bağlı Medovets köyünde Türk seçmenlere hitaben Türkçe konuştu diye 2 000 (iki bin) leva ceza kesilmişti. Provadı (Provadya) Bölge Mahkemesinde çıkak karar, Varna İl Mahkemesi ve Sofya Yüksek Mahkemelerinden geçmiş ve yasallaşmıştır. 1 leva için insan öldüren aç Bulgarlar şimdi cezayı icraya vermişler. Daha önce kesilen 34 bin leva ile ilgili kararları L. Mestan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) gönderdi, fakat karar henüz gelmedi.
Benim şöyle bir önerim olacak; Yönetimde olan şimdiki faşistler kardeşlerimizi Türk gibi kaşımasına, Türk gibi yumruk sıkmasına, Türk gibi öksürmesine ve düşünmelerine de, özel bir kanın çıkararak ceza kessinler de, artık ne olacaksa olsun…
Sayın okurlar, Türklere karşı yapılan her şeyin, çıkarılan her kanunun, kesilen her cezanın, kendileri için “kutsal” olduğunu, size iki olay hatırlatarak anlatmak istiyorum. Bu örnekler bize, hakkımızda yapmayacakları yoktur, sonucuna götürmelidir. Vereceğim örnekler düne kadar bir sır olsa da, artık gizem perdesi düşmüş, sis kalkmış ve olaylar bizi uyandırmak amacıyla kitaplarda işlenmiş ve bu eserler birçok dilde yayınlanmıştır.
Söz konusu olan Bulgar Prof. Stoyan Dinkov’un, “Siela” yayınlanınca 2011’de yayınlanan, “Osmanlı-Roma İmparatorluğu, Ön Bulgarlar ve Ön Türkler” ile yine “Siela” basım evinden 2013’te çıkan “İskit ve Hunlardan Türk ve Bulgarlara – Turan” yapıtlarıdır.
Örnek Bir: “Ben 1989’da 36 yaşındaydım, “Büyük Göç” başladığında Bursa Bal-Göç’ün Başkanı Mümin Gençoğlu idi. Turgut Özal’a “Jivkov sen de gel” dedirten adamdır. Bu yanlışı yaptırıp sınır kapısının ardına kadar açılmasını sağlayanların, Bulgaristan Türklüğü ’nün azalması ve seyrelmesini temin edenlerin bu hizmetleri karşılığı Todor Jivkof’tan başarı şeritli madalyalar ve 3 milyon Fransız Frangı para aldıkları da devletin malumundadır.” BALKAN ÜNİVERSİTELERİ BİRLİĞİ (BU), Garbiyat Üniersitesi ve NİKEA e-unuversiti. “Bulgarlar Türktür.” Sayfa 20.
BULTRÜK DERNEĞİMİZ VE BGSAM stratejik araştırma merkezi kurucu kadroları olarak biz, artık gerçekleri söyleme zamanı geldiğine artık kesin inanıyoruz. Anlaşılan daha önceleri Bulgar totaliter devletine önemli hizmetleri olan, Bulgaristan / Cebel göçmeni rahmetli Mümin Gençoğlu’nun 1989 Mayısında şahlanan Bulgaristan Türkleri hak ve özgürlük kavgası ruhunun kırılmasında “kitlesel göç kapısını açmanın” büyük rol oynadığı biliniyor.
Bundan 10 yıl önce memleketimize gelen, anamızdan emdiğimiz süttü burnumuzdan getiren totaliter komünistlerinin kopoylarıyla sarmaş dolaş olup gazetelerin birinci sayfasına pos atan ve “ben hepinize ekmek vermeye geldim” rüzgârları estiren Turhan Gençoğulu’nun rolü de gün ışığına çıkmıştır.
2018 yılı başında Sofya’da gövde gösterileri, telefon görüşmeleri, “BEN BULGARİSTAN TÜKLERİNİ BİRLEŞTİRECEĞİM” havaları, Bursa’da 10-15 kişilik görüşmeler, toplantılar, verilen demeçleri alaylı tebessümümüz-le karşılandı. Artık her şeyi doğru dürüst algıladığınızı görüyoruz. Bulgaristan Türkleri düşlerinde hile, kişisel hesap, tuzak kurmak olan hiçbir kimse tarafından bundan öte yönetemez…
Birleşecek-sek biz kendi irademizle birleşiriz!
Örnek iki: “Karşılık beklemeden iş yapılmaz. Bulgaristan politikası dernekler üzerinden yapılamaz. Türkiye’deki göçmen derneklerinin hepsi hiç istisnasız Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) denetimindedir. Çifte kimliklilik ruhlarına işlemiştir. Bulgar gizli polisi (DC) Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS-HÖH) partisini siyaset sahnesinde, bir temsilcisi, parlamentoda yandaş bir borazanı olarak kullanmaktadır.” (Aynı eser. Safa 20.de görebilirsiniz)
Biz bu sözlerin Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK ve Stratejik Araştırma Merkezi BGSAM ve yayınları, “Bghaber.org” ve “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesi ve yayınladığımız kitaplar için söylendiğine inanmıyoruz. Bu sözler kravatlı dernekçi ve siyasetçiler için sarf edilmiştir. Buna rağmen, bu çok ciddi ve büyük tehlikelere işaret eden, soydaşlarımıza her an narkoz yapabilecek ve tüm plan ve çabalarımızı alt üst edebilecek, bir hayalet güç dolaştığına, evlerimizde, derneklerimizde her etkinliğimizde var olduğuna ve fırsat gözettiğine kuşku ve inancımızı arttırmıştır. 26 Mart 2017 günü olayları bir tuzağın var olduğunu ve her an karşımıza çıkabileceğini ve gücünü de Bulgar devletinden aldığını kanıtladı. (Bu güne kadar bu kitaba ve içinde yazılanlara karşılık veren itiraz eden de olmamıştır.)
“Belene”ci ve diğer tutuklanıp sürgüne gönderilen ya da yargılanmadan içeri atılanlara hizmetlerine göre emekli ve sosyal maaşlarına prim gönderilmesini de aynı doğrultusunda yorumluyoruz ki, gerçekleri açıklayan BULTÜRK’ yayınlarının mahkemeye verilmesine, Bulgaristan’da Türklerin katledilmesi yıldönümü olan, 3 Martta Konsolosluklarda kadeh kaldıranların coşkusuna başka bir anlam veremiyoruz. Bu konuda Başkanımıza herhangi bir dernek veya bir Beleneci sahip çıktığını da gören var mı bilemiyorum, ben duymadım.
Vermek de mümkün değil ve asla olamaz. Gülünç duruma düştüler. Rezil oldular. “Belene”de kaldım primi alanlardan, “beraber değil miydik, bana şahitlik et de, ben de ‘Beleneci primi’ alayım diye göz kızanlar çok kalabalalık oldular. Resmi kayıtlara göre, 517 kişi oldukları bilinen Belene mağdurlarının aslında 2 bin kişi oldukları, fakat 1500’üne ‘Belene Primi’ verilmediği ortaya çıktı. Biz, arızalı beyinlerin bizi yönetmesine izin vermemeliyiz. Bulgar devletinden gelen “iyiliklerin” ardında her zaman bir başka hesap olduğunu düşünmek zorundayız. Ne yazık ki, sokma akılla akıl olmuyor demiş atalarımız.
1972’de isim değiştirme ve 1989 Mayısındaki protesto gösterilerinde vs Yukarı cuma / Blagoevgrad iline bağlı Barutin madenci köyü yöresi 300’e yakın ölü ve yüze yakın da yaralı verdi. Adına adalet ve demokrasi çatışmaları dediğimiz bu kavgada özürlü kalan, bir daha çalışamayan ve geçim sıkıntısı çeken bir yaşlı köylü kadın için köy muhtarlığı 46. Halk Meclisinden ilaç ve odun parsı olarak birkaç leva sosyal yardım istendi, ne yazık ki, dilekçe onaylanmadı…
Yorumu siz yapınız. Bu gün de totalitarizm uşakları ve aşırı milliyetçiler iktidarda iken, memlekette yaşayan sakat bir Müslüman nineye ilaç, elektrik ve odun parası yardım yapılmasına onay vermezken, demokrasi savaşçısı Türklere para ödemesine anlam vermek her şeyden daha zordur. Bu bilmeceleri çözmeden biz Vatan Mücadelesinde, adalet ve demokrasi kavgasında, illerdeki direnişlerde daha ileri adım atamayız.
Örnek üç. Hatıralarımdan yazıyorum. Bulgaristanlı olup günümüzde de orada yaşayan Türlerin evlerinde evinde üst üste 5 Bulgarca kitap görmedim. Dolap ve raflarında Kur-an, İslam dinine ilişkin Türkçe açıklayıcı eserler ve Bulgaristan Türk Edebiyatından şiir, hikâye, şarkı-Türkü ve atasözü değerlemelerine rastlanırdı. Özenci sanat yarışmaları düzenlenirdi. Ozanlar dinlenir, saz ustaları saygı görürdü.
1950 / 1964 / 1989 göçlerinden sonra Türkçenin suyu çekilirken, 2000 yılından sonra anadil yasaklarına rağmen geleneksel yaşantımız yeşerdi, ozanlarımızda, şair, yazar ve sanatçılarımızda tabana dönme, tarihi günümüze taşıma hareketlenmesi gözleniyor. Bu, aynı zamanda, Bulgar devletinin özellikle 2009’dan beri ve özellikle de 2017’den sonra Türkleri sosyal ve kültürel yaşamdan tamamen uzaklaştırma ve kendi başlarına terk etme ve ötekileştirme eğiliminde izliyoruz. Bulgar devleti günümüzde Bulgaristanlı Türklerle adeta pazarlık halindedir, banka hesaplarında hiç para olmayan belediye ve muhtarlıklar, en acil sosyal hizmetler için B. Borisov hükumetiyle oy pazarlığı içindedir. Ver oyu, al hizmeti siyaseti önümüzdeki seçimlerde Kırcaali, Cebel ve Kirkovo Belediyelerinin GERB partisi eline geçmesine neden olabilir. Bu seçim taktiği Fiibe (Plovdiv) Yeni Mahalle’de (Stolipenovo) 80 bin Millet oyunun % 90 oranında GERB’e kaymasına sebep olmuştur. 26 Mart 2017 genel seçimlerinde, sosyalist partinin (BSP) aşırı sol kanadından olan gazeteci Aleksndır Simov’un Türk seçmenlerin oylarıyla meclise girmesi de düşündürücü bir örnektir.
***
Ülkemizde, Türkler, Türkçingeneler-Millet ve Türkpomaklar toplanabilirsek ve okullarda zorunlu Türkçe okunmasını da içine alacak bir programda anlaşsak, hatta “kültürel otonomi” konusunda Sofya’daki devletle uzlaşmış olsak, kamuoyunda ve politik çevrelerde egemen olan görüşe göre, HÖH (DPS) partisi bu uygulamaya karşı çıkacaktır.
Çünkü böyle kapsamlı bir programın gerçekleştirilmesi DPS-HÖH – ajanlar ve hinler partisinin kesin sonu demektir. Halkımızın artık kesin bildiğine göre, DPS-HÖH ile gizli polis (DC) arasında daha 1990 yılının başında imzalanmış bir gizli sözleşme vardır ki, bu belgeye göre DPS-HÖH 50 yıl daha Bulgaristan’da totaliter komünist sistemin ayakta durmasın ve değişik biçimlerde ve güçlerle yönetmesine istendiği an destek verecektir. Bu yarım asrın 30 yılı artık geçmiştir.
Ne var ki, memleketimizde yalnız 2 etniğin (Bulgarların ve Türklerin) devlet ve hükümet kurma ve yönetme yeteneğine ve vasıflarına sahip olduğu bilinse de, izlenen, bu 2 topluluğun birbirinden uzaklaşmasının özendirilmeye çalışıldığı dikkate alındığında, 1879 temel olayının tekrar etmesi düşünülebilir. Bulgarlar 1879’da da nüfus olarak azınlıktaydı. Genç Prenslik’te çoğunlukta olan nüfus Müslümanlardı. O zaman Bulgar azınlık Rus işgal güçlerinin yardımlarıyla iktidar kurdu. Türklere “siz güzel halksınız” deyip güler yüz göstermedi. Kurulan çok acımasız ve insanlıktan tamamen mahrum bir devletti. Ayrımcılık devlet siyaseti oldu. Teker teker yutulan veya grup ya da sürüler halinde göç eden Türkler hep yutuldu, azaldıkça güçsüzleşti, ezildikçe azınlık iktidarının egemenliğini tanıdılar ve eşitliğin ne olduğunu tamamen unuttular. 140 yıl sonra olay tekrar ediyor. Bulgar’ın ardına Avrupa Birliği, Birleşik Amerika durdu. Bilinçsiz bir oy kalabalığı oluşturan Dale ve Türk-çingenelerin-Millet ezici çoğunluğu sefiller ve cahiller çıtası altına sıkıştırılırken ve gettolara toplanırken, onları yönetme kabiliyeti gösteren 2 000 (iki bin) Romen son 1 yılda eğitimini tamamladı, devlet kurumlarına ve belediyelere işe alındı. Yeni bir “evetçi” tabaka oluşturuluyor.
Bu sahnede “vatandaş eşitliği” kılıfına sokulan Türkler ise, burunları sürtüle sürtüle toplum öncüsü fonksiyonlarını kaybetmeyi kabullenme kalıyor. Bu yeni pasiflikte en büyük rolü üslenmiş siyasi güç yine DPS partisidir. Koltuk değneği işlevinden memnun olduğunu gizlemeyen bu siyasi güç, ikiyüzlü yaklaşımlarıyla azınlık olan Bulgarların asrın sonuna kadar iktidarda kalmalarına göz yumacak benziyor. Oysa bizim işlevimiz, şair dilinde şuydu:
“Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz,
Gelmişiz dünyaya insanlık nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün lüzumsuz insaniyetin,
Nur olup fışkırmışız ta sinesinden karanlığın.”
Devam edecek.
Konumuz: Bizi uyutmayı meslek edindiler.
NARKOZ -1’de ABD ve AB gibi çok uluslu, çok etnikli, çok dilli ve çok kültürlü devletlerin OSMANLI DEVLET YAPILANMASI ALT DOKULARI esas alınarak tesis edilmiştir, demiştim. Osmanlı’dan 63 devlet çıktığı, 800 senelik egemenlik süresince hiçbir halkın, aşiretin, hak topluluğunun, soyun ve boyun kimliğini, dilini, dinini, törelerini, kültürünü yitirmediği, tam tersine geliştirdiği bir gerçektir.
Avrupa Birliği’nde üye 27 (28) devletin imzaladığı antlaşma, sözleşme, senet ve taahhütlere bakılınca, insan aynı ilkelerin uygulandığı intiba ile kalıyor, ama hiç de öyle değil. Ye devletler anlaşmaları imzalıyor, fakat kendi ulusal parlamentolarında antlaşmalardan bazı çök önemli olan, (örneğin etnik azınlıklara dil, din, anadillerinde anaokulu ve ortaokul, lise vb kültürel otonomi gibi haklarını tanımayı zorunlu kılan maddeleri vb) onaylayıp uygulamıyorlar. Osmanlı azınlık, dil ve din özerkliği haklarını tanımıştır. Kopyalayanlar seçmeli davranıyorlar ve halan Avrupa’da 35 dilin körelip yok olma, 23 etnik azınlığın anadilinde okuyup yazma öğrenmesine direk baskı uygulanarak kör kalmayı kabullenmelerinde ısrar ediliyor.
***
Bulgarcadaki iktidar kavramındaki tekillikte, devlet olarak yalnızca Bulgar nüfus için var olma, bir tek Bulgar’a ait olanı yaşatma, sadece Bulgar kültürüyle olma gibi özellikler gizlidir. Bu yaklaşım 140 yıldan beri ana nüfus olan Bulgarlarla hızla çoğalan etnik Müslümanlar arasındaki çatlağı hendek halinde derinleştirmiştir.
***
Sırtlarındaki ağır yükü daha öte taşımak istemeyen Bulgaristan Türkleri 1989 Mayısının daha ilk günlerinde direniş bayrağı kaldırdı. Dillerinin altında olan ama söyleyemedikleri şu dörtlükten ilham almışlardı:
“Bir zamanlar biz de millet, hem de nasıl milletmişiz.
Gelmişiz dünyaya insanlı nedir öğretmişiz.
Karanlıkken bütün fakı insaniyetin,
Nur olup fışkırmışız ta sinsinden zulmetin.”
Bıçak kemiğe dayanmıştı. Bulgarları daha iyi yaşatmak için Türkleri her bakıma ve tüm baskı araçlarıyla ezmeye çalışan iktidar günlerinin sayılı olduğunu sanki hissetmiyordu. Duyumsamış olsa da ne olacaktı ki, Türkün kalbinde yanan ışığı görebilmesi, Türklüğün ruhunda yanan mücadele ateşini görebilmesi olanaksızdı. Hayat dağının tepesinde onlar için yanan ışığı halka indiren cesurlar yumruk sıkmıştı. Direniş dalgası köpürüyor, inip çıkıyordu.
***
60 yıl önce başlamıştı bu kavga…1929’da Milli Türk Kongresi toplamışlardı. Bulgarlarla Türklere ayrı iktidar olmaz demişlerdi. Her vatandaşa eşitlik, her vatandaşa aynı mesafede ve ayrım yapmayan devlet demişlerdi. Türkler çalıştırılıp Bulgarlara yedirmek olmaz demişlerdi. Devletin gidişi Müslüman adalet anlayışının tamamına yerden göğe tersti.
***
Müslümanların anlayışında, İnsanın hak ve özgürlüklerinin, huzur ve güveninin garantisi olan ADALET’in temelinde, insana saygı ve doğruluk vardı.
İnsana saygı Türkler için bir yaşam ilkesiydi: İnanılan, Yaratan, insanı kendi ruhundan yaratmıştır!.., dolayısıyla her kişi saygıya laiktir. Evrenin sırrı-şifresi, hayatın özü, anlamı ve hedefi insan olduğu bile bile, kendi elleriyle, sorumlu yaşamanın da farkında olarak DEMOKRASİYİ yaratmıştır. Demokrasi HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN yaşayabildiği eşi olmayan bir toplum evidir. İnsanoğulu DEMOKRASİYİ kendisinin güvenli özgür ve mutlu yaşyabilmesi için yaratmıştır. DEMOKRASİNİN İYİ İŞLEMESİ ise insanın getirdiği yasalara, tutum ve davranışlarına bağlıdır. Biz Bulgaristan’da devlet yönetimini ele geçirme kavgaları içinde, hileler, tuzaklar ve seri cinayetler içinde yaşıyoruz. Bir de bizdeki demokrasi hiçbir zaman gerçek demokrasi olmamış, her zaman adalet olarak budanırken, azınlık hak ve özgürlükleri, kolektif hakları asla tanınmamıştır. Bu keşmekeş içinde biz Türkler her zaman aşağılıkları ve üstünlükleri ayırt ettik, herkese eşit hak ve özgürlükten yana oldu, insancıl akıma katıldık ve insancıl olmadan haklı olunmaz ilkesine inandık.
Bu bakıma, insana sevgiyi ararken, sevgili Yunus Emre’yi okumak insan olmaya yeter:
“Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım!
Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz!..”
Yaptıkları işler sanki hep aynıydı. Günlük hayatta işlerde tamamen ustalaşmış bu kişilerden her biri yaşadıkları köylerde dev bir çınardı.
Kıt kanat yaşayan bu insanların en büyük gücü SABIR’dı. Toprağın yağmur beklediği, kışın karı sevdiği gibi onlarda daha iyi günlerin geleceğine inanıyor ve sabırla bekliyorlardı. Sabrı tükenen daldan düşen sarı yaprak gibi 500 yılık dev ağacın dalından kopup düşüyor ve umudunu sırtına yüklenerek göç ediyordu. Ama onların kesin kanılarında hiç biri göçer konar değildi. 35 kuşak aynı topraklarda yaşayan bu soylar göçebeliği belleklerinden çoktan silmiş ve en ağır kışın sonunda çiçek yüklü baharın mutlaka geleceğine kesin inanıyorlardı.
1984’ten sonra gidip görmedikleri, ne olduğunu da bilmedikleri, karşılarına üniformalı milislerle çıkan HÜKÜMETLE arları tamamen açılmış, ağır ve gergin bir dönem yaşıyorlardı. Kapılarına gelen “ben kanunum”, “ben devletim” gibi değimler kullanan silahlı kişilere uzun zaman anlam veremediler. Hatta isimleri değiştirilirken bile aralarına sokulan ve “Allah’ın kestiği parmak kanamaz” gibi