Firdevs BÜYÜKATEŞ
Bir zamanlar bir köyde fakir mi fakir bir aile varmış. Günün birinde bir de kız çocukları dünyaya gelmiş. Dünyaya geldiği anda odanın duvarları çatlamış ve yaşlı, aksakallı bir dede kızın koluna bir bilezik takmış. Bu bilezik kızın bileğinden çıkmadıkça ömrü de bitmeyecek deyip kaybolmuş.
İkincisi, güldükçe yanağında güller açsın, ayağının altında çimenler bitsin der.
Üçüncüsü, üstüne dökülen sular altın, gözyaşları inci olsun demiş. Dördüncü Derviş, bu kızın adı MURADINA NAİL OLMAYAN DİLBER olsun der ve kaybolur.
Ebe bebeği yıkamaya başladığın da bebeğin üstüne dökülen sular altına dönüştüğünü görünce çok şaşırmış. Çünkü bebeğin gözlerinden dökülen yaşlar bile inciye dönüşüyormuş. Zira yaşlı kadın ömür boyu ebelik yapmasına rağmen böyle bir olayla yüz yüze gelmediği için gördüklerinden korkmuş ve kimselere bahsetmemiş.
Bu arada kızın fakir ailesi kısa zaman içinde çok zengin olmuş ama her zaman yardıma muhtaç olanların elinden tutmayı da asla unutmamışlar. Zaman dediğimiz ne ki, su gibi akıp gidiveriyor göz açıp kapayana kadar. Kız büyümüş, güzelliği dillere destan olmasından başka, söylentiler almış başını yürümüş.
Anne ve baba bunları biliyor ve kimsenin bilmesini istemeseler de kız deli kanlı olmuş ve arkadaş çevresine katılmaya başlayınca her şey aşikâr oluvermiş. Dilber kızın köyüne yakın bir köyde padişahın oğlu yaşıyormuş.
Bir akşam padişahın oğlu, Dilber kızı tüm meziyetleriyle rüyasında görmüş ve ona rüyada âşık olmuş. Sabah olunca etraftan bilinen, bilinmeyen tüm ressamları topluyor.
Rüyada gördüğü yüzü anlatıyor ve ressamlardan birer resim istiyor. Bir ressamın çizdiği resmi görünce aynen anlattığı ve rüyada gördüğü kızı bulmuş karşısında. Resmî alıp, ressamı mükâfatlandırıp köy köy kızı aramaya başlamış. Uzun bir arayış sonunda bir ipucuna rastlamış. Sonunda kızın köyünü, evini öğrenmiş ve büyük bir mutlulukla sarayına döner ve annesine kalbini açar. Derdini anlatmış, adresi vermiş ve kızı istemeye gitmesini istemiş. Annesi de çocuğunun dediklerini rüyadır diyerek aldırmasa da gidip kızı görme kararı almış. Dilber kızın evine varmışlar, oğlanın anası kıza yakın bir yere oturur gittiği kişilerle beraber. Bir aralık kızı güldürecek bir şeyler söylemişler ve hemen yanaklarında iki gül açmış.
Kızım, demiş oğlanın anası, elinden bir bardak su içebilir miyim acaba? Kız su almaya kalkınca bastığı yerlerde yeşil çimenler bitmiş.
Suyu içen müstakbel kayın valide bardakta kalan birkaç damla suyu istemeden olmuş gibi kızın üstüne döküvermiş ve hemen orta yere iki altın düşmüş. Bütün bu gördüklerinin şok etkisinden kadıncağız sendeleyince Dilber kıza tutunur düşmesin diye ama aynı zamanda koluna da bir çimdik atar.
Acıdan ağlama derecesine gelen kızın gözlerinden inciler dökülüverir herkesin gözü önünde. Gördüklerine inanamayan görücüler gözlerine inanamayacak kadar mutlu olurlar ve hemen orada anlaşmayı yapılır ve bir ay sonra Dilber kız Padişah oğluna gelin gidecek.
Kızın anne babası çok mutlu, kızlarını padişah evine gelin vermek herkese nasip olmaz ki? O zamanlar oralarda kızları en yakınları götürürmüş oğlan evine kadar. Dilber kızın da gelinliği giydirilir ve teyzesi ve teyzekızına emanet edilir. Dilber kız, teyze ve teyzekızı az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş ve sonunda yorulmuşlar.
Güzel ormanın yeşil bir ağacının altında biraz dinlenip ve yanlarında getirdikleri torbadan bir şeyler atıştıracaklar. Yolluğu hazırlamış olan teyze tüm kurnazlığı ile çok tuzlu pastırmalar, köfteler çıkarmış koymuş. Dilber kız sıka basa doyurmuş karnını ama çok mu çok susamış.
Teyze, suyumuz nerede yandım susuzluktan deyince bir küçük testi su var demiş teyze. Bir yudum suya karşılık bir gözünü vereceksin bana. Kız o kadar susamış ki ağlaya ağlaya Allah’ım bana sabır ver diyerek bir gözünü çıkarıp verir teyzeye. Buna karşılık teyze bir yudum su verir sadece…
Doyuncaya kadar su içmek istersen diğer gözünü de çıkar ver olur teyzenin son sözü. Dilber kız kana kana su içer ama iki gözünden olunca, Teyze onun sırtından gelinliği kızına giydirip padişah oğluna gelin götürür. Bu arada orman köylerinden bir yaşlı dede eşek arabasıyla kuru odun toplamaya gitmiş ve akşam olmadan eve dönme telaşında bir ağlama sesi duyar.
Bu saatte nedir bu ses diyerek sese doğru yaklaşır. Bir de ne görsün iki gözü ama kanlar içinde güzel bir kız.
Aman Allah’ım, diyerek kıza yaklaşır kızın etrafında parlayan inciler görünce şaşırır. Dilber kız derdini anlatır yaşlı adama ve dede onu evine alıp götürür. Yaşlı eşi ile koca bir ömür geçirmişler ama bir evlada sahip olamamışlardı, bu yüzden dede ve ailesi kızı kendi evlatları gibi bağrına basarlar.
Gözleri görmese de, gülünce yanağında güller açmaya, ayağının altında çimenler bitmeye ve üstüne dökülen sular altına dönüşmeye devam eder. Gel zaman, git zaman köylü kıza babalık eder ve kızın yüzünden çok zengin olurlar kısa bir zaman içinde.
Padişahın oğluna gelin giden teyzekızı hiç mutlu değildir, çünkü eşi ona durmadan sorular sorar. Hani senin yanağında güller açardı bir gülünü bile görmedik der bir akşam. Buna karşılık gelin hanım hemen cevabını yapıştırır dedikleriniz yılda bir olur efendim daha evleneli bir yıl olmadı gibi.. Padişahın oğlu büyük bir sabırla zamanın geçmesini bekler.
Uzun aradan sonra Dilber kız bir gün gülümser yeniden ve yanağında açan gülleri koparıp yaşlı dedeye verir. Sizden bir ricam var der, bu gülü alın ve padişahın kapı önünden geçerek zamansız gül satarım diye bağır ve padişahın evinden her kim çıkarsa gül almaya, parayla değil, göz karşılığı veriyorum diyeceksin der.
Yaşlı insan kızı kendi kızı gibi benimsediği için ve tüm yaşananları ezbere bildiği için kızın dediklerini yerine getirir. Padişah evinden çıkan kadın iki gül satın alır ve karşılığında, sonunda bir işe yaradılar diyerek sakladığı Dilber kızın gözlerini verir.
Akşam olanda padişahın karısı büyük bir mutlulukla gülleri eşine uzatarak. Bu gün yanağımda açan güller buyurun der. Koçası gülleri koklar ve GÜLÜN GELDİ, SEN DE GELİRSİN İNŞALLAH der.
Bunları duyan karısı duymazdan gelir çünkü eşinin şüpheler içinde olduğunu ve hala hayalindeki sevgiliyi beklediğini bilir. Akşamüzeri elinde iki göz ile köylü dede evine döner.
Dilber kız abdest alıp namaz kılar ve BİSMİLLAH diyerek gözleri gözlerinin boşluğuna yerleştirip uykuya yatar. Sabahı bir mucizeyle uyanan Dilber kız artık eski gibi görmeye başlamıştır.
Dilber kızın hayatta olduğunu duyan teyzesi artık başka hainlikler planlamaya başlar. Bir adam bulurlar ve para gücüyle o adamı Dilber kızın ikinci hayat sürdürdüğü evi öğrenirler.
Bir gece vakti Dilber kızın kapıları çalınır geç saatte. Tanrı misafiriyim yolumu kaybettim beni bir gece konuk edin diye yalvarır. İyi kalpli insanları kandırmak kolay Olur. Bu defa da teyzenin başka bir oyununa geldikleri akıllarının ucundan bile geçmez ama akıldan geçmeyen başa gelir. Tanrı misafiriyim diyen adam gecenin bir vakti Dilber kızın odasına sinsice girer kolundan hayat bileziğini çıkarıp kaçar ve teyzeye götürür.
Artık Dilber kız hayatta değildir ve teyzesi ve kızı için bir tehlike temsil etmemesi onları mutlu eder ama köylü dedeyi yasa boğar.
Dilber kızın vasiyeti üzere gözlerinin çıkarıldığı ormanda ona bir türbe yapılır. Bu türbenin kapısı günde üç defa açıp kapanır ve her defasında. MURADINA NAİL OLMAYAN DİLBER diye ağıt yakar.
Dilber kızın hayatının sona ermesinden sonra, padişahın oğlunu sıkıntılar basmaya başlar ve atına atladığı gibi ormanlarda dolaşır olmuş. Bir gün yine ormanda gezinirken uzaklardan bir ses duymuş ve ne olduğunu anlamak için sese doğru yaklaşmış.
Birde ne görsün dağ başında bir TÜRBE. Her zaman dolaştığı bu yerlerde ilk defa gördüğü türbeye yaklaşır. İçeri girer ve hayret içinde kalır. İçinde gencecik bir kız ve annesinin parmaklarını emen küçük bir çocuk ile göz göze gelir. Besmele çekerek bebeğe yaklaşır canlı bir Bebek, nasıl olur? Bebeği kucağına alır ve türbeden dışarı çıkar, atına atlayıp bebekle birlikte saraya döner.
Evdekiler padişah oğlunun kucağında bebekle geldiğini görünce şaşırıp kalırlar. Lakin oğlan fazla izahat etmez ve sadece bu bebeğe iyi bakmalarını söyler ve bebeği eşine bırakır. Ama bebek çok ağlamaya başlayınca oğlan geri döner ve neden ağlıyor der. Eşi de, kolumdaki bileziğe sarıldı onu vermek istemiyor deyince azarı yer.
Bir bilezikten ne olur ver oynasın ve ağlamasın emri üzere bilezik bebeğin eline verilir. Bir an susar gibi olsa da bebek yeniden avutulamaz hale gelince oğlan bebeği geri götürme kararı alır.
Ne yazık ki karısının bileziğini bebeğin elinden kimse alamaz ve bilezikle beraber padişahın oğlu yeniden ormanın yolunu tutar. Türbeye varır ve çocuk kucağında ve çocuğun elinde bilezikle kapıdan içeri girer girmez türbe oynamaya başlar. İlk önce zelzele oluyor sansa da sonradan bu bilezikte bir sır var galiba diyerek, kızın bileğindeki bilezik izi gözüne ilişir. Bebek bu defa elinden alınan bileziğe karşı koymaz ve ağlaması sona ermiştir.
Oğlan bileziği hemen kızın koluna takar ve kız uykudan uyanırmış gibi gözlerini açar. Kimsin sen? Diye sorar padişahın oğluna. Konuşurlar ve bir birlerini ezelden ait olan iki kişi oldukları sır yumağı çözülür. Oğlan kızı ceketine sarıp gece yarsı onu saraya götürür. Tabi ki bebek de yanlarında. Eve varınca padişahın oğlu, şimdiye kadar yaşananların hepsini anladım ama bu bebek kimin bebeği der. Kızın cevabı çok şaşırtıcı. Hani bir zamanlar eşin yanağımda bu gün güller açtı diye sana bir gül vermişti ve sen o gülü koklamıştın.
Hatırlıyor musun? Kokladığın güller benim yanağımda açar güllerdendi ve ben o gece senden hamile kaldım. Çocuk bizimdir der. Sabah olur olmaz padişahın oğlu sahte eşine ve annesine idam cezası vermek ister. Muradına nail olmayan dilber buna karşı koyar.
Başkasının gözyaşı üstüne kurulan mutluluk uzun sürmez, affet gitsinler der. Ve bu defa ki saadet tertemiz ve yüce duygular üstüne kurulur. Onlar mutlu mesut yaşamışlar bizler de hala masallarda onları yaşatmaya devam ediyoruz.
Firdevs BÜYÜKATEŞ
KIRKLARELİ.