BGSAM

 

1915 Ermeni olayları konusunda Sofya parlamentosunun 24 Nisan 2014 tarihli “kitle halinde imha etme” kararı, Bulgaristan Türklerini ve demokratik kamuoyunu endişelendirdi. Anlaşılması zor bir karışıklık meydana gelmesine neden oldu. Tüm kötülükleri komşu kapısına yığmak bir modern devletin geçerli siyaseti olamaz,  çünkü trotuar ve yol ortaktır. Çöp kokusu herkesin burnundadır.

Bir defa meclis genel kurulu kürsüsünde kızışan tartışmalarında, vatanımızda sağduyunun giderek buharlaştığı, ırkçı çeteleşmenin yerleştiği ve hareketlendiği, meclis duvarına tarihi gerçekçi göstermesi için asılan ve Avrupa insan haklarına kıstaslara göre ayarlanan aynanın iyice bulandığı ortaya çıktı. “Meclis dış kapısının üstündeki “BİRLİKTEN GÜÇ DOĞAR” sloganı da artık geçerli değil, çünkü parlamentonun içinde birlik denen bir şey yok. Parçalananların Türklere saldırısı artıyor.

Bizim için bu durumda önemli olan şudur: Geçen yılın Ekim ayından beri Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) meclis grubu hiçbir konuda etkili olamadı. Hiçbir konuda geçerli çözüm sunamıyor. Milletvekillerimiz sanki kara büyüye kapılmışlar. Tamamen tecrit edilmiş bir duruma içine düştüler.  Parlamenter bağlaşıklılık siyasetini yürütemiyorlar. Hiçbir konuda esneklik sağlayamıyorlar.

Yeri gelmişken şunu özellikle belirmemizde yarar olacağı kanısındayım. 50 yıldan beri ana dili yasaklı olan, okul kapıları kapalı bulunan, eline öz dilinde bir gazete ve kitap alamayan insanlarımızın rahatsız olduğu bir durum var. Camilerimizde Arapça ağırlıklı ibadet ve açıklamasız ayinlerin, Yakın Doğulu kaçak ve göçmen akımının artmasıyla iyice anlaşılmaz bir duruma gelmesi gözden kaçmıyor. Camiler aydınlanma ocağı olmaktan çıkıyor. Bununla birlikte Sofya meclisinde yapılan ve Bulgar televizyonlarının canlı yayında gösterdiği konuşmalarda, kendini tek söz hakkı olan ilan edip kürsüyü işgal eden, HÖH Başkanı Lütfü Mestan’ın kullandığı Bulgarca politik olarak da anlaşılır bir lisan olmaktan uzaktır. Yabancı ve içerikli halk tarafından anlaşılmayan sözleri birbirine eklemekle politika yapılmaz ve siyasi durum savunulmaz. Ermeni sorunu tartışmalarında da öyle oldu.

Bir asır önce, olmamış olan bir olayın 2015 yılı günlük politikasına ve Türk Bulgar ikili ilişkilerine bağlanmasına kimse anlam veremedi. Bir kişinin bir konuda “bilgi sahibi” olduğunu kanıtlaması için, kendisinin de anlamadığı, basında kullanılmayan ve lügatlere girmemiş, açıklaması yapılmamış terimler kullanmasına gerek yoktur.

Anlaşılmayan kavramlarla konuşma meselesi, Ahmet Doğan dosyasına bile girmiştir. Felsefe okumadan kendini feylesof satan A. Doğan 1978’de Varna’da onu köstebeklik yaparken, onu yöneten sivil polis görevlisi raporlarında “anlaşılmayan kategorilerle konuşma tutkusu var” kaydında bulunmuştur. Et kafalılarda bir hastalık haline gelen salgın L. Mestan’ı da esir aldı. Ne var ki, anlatılamayan ya da anlaşılmayacak bir şekilde anlatılan bir derde, kimse derman bulamaz. Bu işlerin bilinçli olarak ve kafa karıştırmak için yapıldığına inanıyoruz. Bu yeni “DS” gizli polisinin yeni bir taktiği de olabilir.

Gelelim 1915 Ermeni meselesine:

Türklerle Ermenilerin 800 yüzyılı aşkın ortak geçmişleri, bu ortak geçmişin mirasını taşıyan güçlü tarihsel hafızaları vardır. Bu iki halk bu yıllar boyunca beraber yaşamışlar, mutluluğu ve kaderi beraberce paylaşmışlardır. Bazen çatışmışlar, bazen de ortak düşmana karşı işbirliği yapmışlardır. Ermeniler de, tıpkı Osmanlı İmparatorluğunun diğer unsurları gibi, Osmanlı idaresinde barış ve refah içinde yaşadıkları kadar, fakirlik ve zor koşullarla da karşı karşıya kalmışlardır. İmparatorluğun güçlü ve müreffeh günlerinde bu gücün ve refahın tadını birlikte çıkarmışlar, İmparatorluğun siyasi ve ekonomik gücünün zayıfladığı dönemlerde ise bu durumun yarattığı olumsuzluklara maruz kalmışlardır.

Diğer bir değişle, Türklerin ve Ermenilerin kaderi iç içe geçmiştir. Ancak 19. yy. sonlarına doğru Ermenilerin bir kısmı İmparatorluğun dağılmasını, içinde yaşadıkları bölgenin bağımsızlığını kazanması için bir fırsat olarak değerlendirmek istemişlerdir. Dönemin bazı büyük güçleri (İngiltere, Fransa, Rusya) de Ermenilerin çıkarları için değil de, kendi çıkarları için Ermenilerin bağımsızlığını destekler gibi görünmüşlerdir. İsyan eden Ermeniler Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamasının Ermeni toplumunun refah ve huzurunun zayıflaması anlamına geleceğini düşünememişlerdir. Bu nedenle de bu aşırı politize olmuş grup tüm Ermeni toplumu adına hareket ederek onları İmparatorluğa karşı isyana sevk etmiştir.

Elbette, Ermeni topluluğu Osmanlı İmparatorluğu’nun bozulan siyasi ve ekonomik şartları altında yaşadıkları olumsuzluklara tepki göstermekte haklıydılar. Ancak oların göz ardı ettiği husus şuydu: Yalnızca kendileri değil, İmparatorluğun tüm unsurları, hatta baskın Türk unsur da, benzer olumsuz koşullar altında yaşıyordu. Ermeni toplumunun politize olmuş seçkinleri, İstanbul’da meşrutiyetin 2. kez ilan edilmesinin bu olumsuz koşulları ortadan kaldırmakta yetersiz olduğuna inanmış ve bu hayal kırıklığıyla bağımsızlık için daha fazla bastırmaya başlamışlardı. Aynı zamanda Osmanlı yönetimi de Balkan Savaşlarında (1912–1915) en büyük travmalarından birini yaşamıştı. Büyük İmparatorluğun tüm Balkan topraklarının bir anda işgal edilmesi ve Balkan Müslümanlarının çok büyük dalgalar halinde ve çok perişan bir şekilde İmparatorluk merkezi (Anavatana) göç etmeleri Osmanlı yönetiminin ruh haline büyük bir darbe vurmuştur. Osmanlı yönetimi bu trajediyi İmparatorluğun eski tebaasının, yani yeni kurulan Balkan devletlerinin (Bulgaristan egemenliğiniz 1908’de ilan etti) ihaneti olarak değerlendirdi; böylece bağımsızlık için mücadele eden Ermeni siyasi örgütlerinin faaliyetleri de benzer bir hayal kırıklığı yarattı.

İşbu karşılıklı güvensizliğin hat safhasında olduğu bir dönemde Birinci Dünya Savaşı patlak verdi. Osmanlı yönetimi Ermenilerin düşmanlarıyla işbirliği yapmamasını ümit etmekteydi.  Aslında yönetime sadık Ermenilere duyulan güven tamdı. Nitekim bu sadık Ermeniler Osmanlı bürokrasisinde istihdam edilmeye devam edildiler ve İmparatorluğun bölünmesine uzak duran girişimlerden uzak durdular.  Diğerleri ise İmparatorluğun düşmanlarının saflarına katıldılar.  Rus Ordusunda er ve subay oldular ve Osmanlı birliklerine karşı çatışmalara girdiler. Doğu Akdeniz’de ise, Fransızlara istihbarat sağladılar.  Osmanlı Ordusunun lojistik ve iletişim hatlarını tahrip edecek sabotaj faaliyetlerinde bulundular. İmparatorluğun düşmanlarına istihbarat sağladılar ve düşman ordularının ilerleyişini kolaylaştıracak küçük ve büyük çaplı isyanlar çıkardılar. Bunlardan en büyü Van İsyanıdır. Osmanlı hükümeti de hayati bir tehdit olarak algıladığı bu duruma tepki göstererek, Ermenileri tehcir etme (göç ettirme) kararı aldı.1915’te alındı. Bu tehcir tam bir felaketti. Osmanlı Ermenileri için tam bir trajedi oldu. Olay budur.

Ve (göç ettirme) olayı, neden bir soykırım değildir?

Karşılaştırmalı Analiz:

Anlaşılan yolunu bulup Bulgar parlamentosuna da baskıda bulunma yollarını bulan Ermeni Diaspora’sının iddiaları doğru mudur? Diaspora’ya göre,  Ermenilerin 1915 göçü XX. yüzyılın “ilk Holokost’u” yani “soykırımı” olarak tanıtmaktadır. Bu saçmalığın yanıtı şudur:

Osmanlının Ermenilere yönelik tutumu Nazilerin Yahudilere yönelik tutumu ile mukayese edilebilir mi? Çünkü Avrupa’da soykırım yapan ülke Nazı Alman yası’dır. İki olayın tarihsel evrimi incelendiğinde büyük farklılıkların ortaya çıktığı görülmektedir.

  • Yahudiler Alman devletine karşı isyan etmemişlerdir. Oysa Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu’na karşı isyan etmişlerdir.
  • Yahudiler siyasi bir siyasi varlık elde etmek için (otonomi, bağımsız devlet vb.) siyasi örgütlenmeye gitmemişlerdir. Oysa Ermeni siyasi örgütleri başından itibaren bağımsızlık talebiyle yola çıkmışlardır. Rus Ordusuna 150 000 er ve subay vermişlerdir. Çeteleşmişler ve halka zulüm etmişlerdir. İstanbul Ermenileri asilere yataklık etmiş ve destek vermiştir.
  • Yahudiler İkinci Dünya Savaşı sırasında düşman ordularını desteklememiştir. Alman ordularının lojistik ve irtibat hatlarına saldırmamıştır. Ermeniler Osmanlı ordusuna karşı tahribata kalkışmışlar ve düşman lehinde casusluk yapmışlardır. Ermeni gönüllüler Rus ordusu saflarına Osmanlı ordularına karşı savaşmışlardır. Van İsyanını kışkırtan ve yöneten Ermenilerdir.
  • Yahudiler tarafından Almanya’nın düşmanlarıyla olan sınır bölgesindeki büyük bir kentinde, düşmanların o kenti kolayca ele geçirebilmesi için isyan tertip etmemişlerdir. Oysa Ermeniler Van’da kentin Rus Ordusu tarafından işgalini kolaylaştıracak büyük bir isyan çıkarmışlardır.
  • Ne Berlin Yahudileri, ne de Berlin’deki Yahudi din adamları Nazi Rejiminin sistemli katliamından muaf kalmamışlardır. Oysa İstanbul Ermenileri, siyasi faaliyetlerinden ve devlet aleyhine cürüm işlediklerinden şüphelenilenler hariç, Ermeni Patrikhanesi de dahil olmak üzere tehcirden (göçten) muaf tutulmuşlardır. Nazi idaresi altında Alman bürokrasisinde görev yapan bir tek Yahudi yoktur. Oysa İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) idaresi Osmanlı bürokrasisinde Ermenileri istihdam etmekte tereddüt etmemiştir.
  • Yahudiler Almanya’da Nazı idaresi tarafından sadece Yahudi oldukları için yok edilmişlerdir, toplama kamplarında yakılmışlardır. Ermenilere ise sistemli bir etnik nefretin göç sürecinde bile yöneltildiğini iddia etmek imkânsızdır.
  • Almanya’daki Nazi soykırımı 1942’de Nazi Faşist Partisinin Vansee Kurultay kararı uygulanarak gerçekleştirilmiştir.

Osmanlı kendi vatandaşlarından herhangi bir soyun öldürülmesine ilişkin hiçbir dönemde hiçbir karar almamış ve uygulamamıştır. Osmanlı Ermenileri göçe davet etmiştir…..

Bu analizin, araştırma ve incelemenin siyasallaştırılması ise son derce sakıncalıdır. Bu bakıma Sofya Parlamentosu kararı çıkarcı çevrelerin Türk düşmanlarının bir tuzağıdır ve içine kendileri mutlaka düşecektir.

Olaya hukuksal bakış:

1915 tehcirini soykırım olarak tanıyan herhangi bir yetkili mahkeme kararı bulunmuyor. Hukuken 1915 güçlerini soykırım olarak tanımak mümkün değildir.  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin özel bir kararında da vurguladığı gibi, bu hususta uluslar arası toplumun bir fikir birliği içinde olduğu söylenemez. Bulgar parlamentosunda aşırı sağ ve sol milliyetçiliğin her fırsatta hortlamasına ise artık alışmaya başladık. İlerliyorlar, dikenleri kalınlaşırken sivrileşiyor. Tehlike büyümeye devam ediyor. Her konuda saldırıya geçmeye başladılar.

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Reklamlar