Müftü seçimlerine devlet müdahalesinden, seçilen müftülerin görevlerini yerine getirmesinin engellenmesi ve görev gaspından, dini özgürlüklerin engellenmesinden söz edildiğinde akla önce Yunanistan gelir. Bulgaristan’daki uygulamaların sonuçları ise aslında Yunanistan’da yaşananların benzeri bazı sonuçlara yol açıyor. Yunanistan’daki müftü seçimi sorunu, müftü seçimlerinin tanınmaması, atanmış müftü geleneğinin başlatılması ve seçilmiş müftülerin de çeşitli bahanelerle tutuklanarak cezalandırılması, bu konudaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Yunanistan aleyhine aldığı kararların ihmal edilerek seçilmiş müftülerin makama iadesinin yapılmaması şeklinde gerçekleşiyor. Bulgaristan’da ise aynı sonuçlar bir mahkeme kararıyla alınıyor.
Bulgaristan’daki 920 imam ve 10 bölge vaizinin bağlı olduğu ve din hizmetlerini 16 Bölge Müftülüğü ve Müslümanların dinî işlerinden sorumlu olan 1300’e yakın cami encümenliği üzerinden yürüten Bulgaristan Başmüftülüğü[1], Bulgaristan’daki Müslüman azınlık kadar Türkler için de en az Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) kadar önemli. 19 Nisan 1909 tarihli İstanbul Protokolü ve eki olan sözleşme Bulgaristan’daki Müslümanların dini hak ve özgürlüklerini düzenlerken 29 Eylül 1913’te imzalanan İstanbul Antlaşması’nın eki olarak da Bulgaristan’daki müftülerin görev ve sorumluluklarını saptayan ek bir sözleşme imzalanmıştır. Başmüftü’nün görev ve sorumluluklarının yanı sıra seçiminin ülkedeki Müslümanlarca yapılacağı da bu ek sözleşmede belirlenmiştir.[2] Bulgaristan Anayasası ve Dinler Kanunu gereğince bağımsız bir kurum olan Başmüftülüğün işleyişinde yaşanan aksaklıklar ise söz konusu özgürlüklerin pratikteki işlerliği konusunda ciddi şüpheler uyandırıyor. Olağanüstü Millî Müslümanlar Konferansı ile 31 Ekim oy birliğiyle Başmüftü olarak seçilen Dr. Mustafa Hacı Aliş’in mahkeme kaydının yapılmaması ile başlayan kriz yüksek mahkemenin de seçimi usulsüz kabul etmesiyle büyüdü. Eski Başmüftü Nedim Gencev’in yaptığı itiraz üzerine önce Sofya Şehir Mahkemesi’nin 8. Mahkeme Odası Heyeti, Başmüftü seçiminin yanı sıra Yüksek İslam Şurası başkan ve üye seçimi ve bundan önce yapılan tüm şuraların kayıtlarının mahkeme kaydının sicilden silinmesi kararı aldı. Daha sonra bu karar İstinaf Mahkemesi ve en son da 12 Mayıs 2010’da Yüksek İdare Mahkemesi’nce onandı. Dolayısıyla yapılan seçim iptal edilmiş oldu.
Mahkemenin kararının arkasında her ne kadar gerekli tüm belge ve tüzüklerin usulünce ibraz edilmemesi gibi hukuki bazı aksaklıklar varsa da Jivkov döneminde Başmüftü olarak atanan Nedim Gencev’in devrede olması alınan kararın arkasında siyasi bazı niyetlerin bulunduğuna dönük şüphelerin oluşmasına sebep oldu. Nedim Gencev, Kırcaali müftüsü iken Jivkov yönetimi döneminde baş müftülüğe getirilmişti. Yapılan Başmüftülük seçimlerini mahkemeye taşıması ise Bulgaristan’da son dönemde artan yabancı düşmanlığı ve Türklere dönük kimi saldırılarla bağlantılı olarak psikolojik yanı ağır basan ve “1980’ler Bulgaristan’ı” döneminin yeniden canlandığı yönündeki bir endişeyi tetiklemektedir. Bundan başka özellikle Türkler için çok ağır baskıların yaşandığı dönemde verdiği “Müslümanların herhangi bir sorununun olmadığı” yönündeki demeçler nedeniyle Gencev üzerine yapışmış bir “Komünist dönem ajanı” imajının bulunması da kendisine yönelen tepkileri arttırmaktadır. Mahkemenin Gencev’in itirazı ile konferansı geçersiz kabul etmesi ise son dönemde Türklere dönük diğer tüm olumsuz gelişmelerle birleşiyor ve Bulgaristan’da neredeyse 20 yılda bir tekrarlanan Türklerin göçe zorlanması girişiminin yeni bir tezahürü olarak görülüyor. Nitekim 1989’da zirveye ulaşan asimilasyon hareketleri ve zorunlu büyük göçün üzerinden geçen 20 yılın son dönemleri ülkede özelde Türklere genelde ise tüm Bulgaristan azınlıklarına dönük ırkçı saldırı ve açıklamalara sahne olmuştu. Dolayısıyla Başmüftü seçimine mahkeme kanalıyla yapılan müdahaleler –ki 1997, 2000 ve 2005’teki seçimlerinin akıbeti de benzer olmuştu- müftü seçimi serbestîsine müdahale olarak değerlendirildi ve devletin atama usulünü benimsediği ve bir anlamda Komünist dönem baskılarının geri döndüğü imajının oluşmasına neden oldu.
Başmüftü seçiminin bir mahkeme kararı ardından krize dönüşmesi Bulgaristan’daki Türkleri harekete geçirdi. Önce Müslüman din adamlarınca başlayan protestolar, ülkenin dört bir yanında yapılan yürüyüşlere dönüştü. Protestoların bir cephesini Başmüftü seçimine yapılan müdahaleye verilen tepki oluşturuyor. Gerçekte ise bu sadece son nokta idi. Bugün yaşananlar, uzun zamandır Türkleri hedef alan kimi saldırı ve Türk kimliğine yönelik düşmanca açıklamaların ürünü. Bunda gerek 2005 seçimlerinde Bulgaristan parlamentosuna giren ve siyasetini ülkenin azınlıklarından kurtulma üzerine oluşturan ırkçı parti ATAKA’nın gerekse de Temmuz 2009 seçimleri ile iktidara gelen ve ATAKA’nın desteği ile azınlık hükümeti oluşturabilen Avrupalı Gelişimi İçin Sivil Hareket (GERB) ve onun lideri Başbakan Boyko Borisov’un ciddi rolü bulunuyor. Hak ve Özgürlükler Hareketi, Komünist dönemin sona ererek demokratikleşme sürecinin başlaması ile birlikte Türklerin siyasi alanda kendilerine yer bulması ve parlamentoda haklarını -yetersiz de olsa- savunacak bir güce kavuşmaları anlamına geliyordu. ATAKA’nın direk Türkleri, GERB ve Borisov’un HÖH’ü hedef alan açıklama ve uygulamaları üzerine Başmüftülük gibi Müslüman ve Türk kimliklerinin korunması anlamında gelen bir kuruma yapılan müdahale, aslında yeni bir sürecin başladığı anlamına geliyor. 18 Haziran 2010’da ülkenin dört bir yanında başlatılan yürüyüş artık sadece Başmüftülük seçimi krizi olarak adlandırılamaz. Bulgaristan’da yaşananlar bu noktadan sonra Türklerin ırkçılığa karşı koyuşu ve haklarını koruma mücadelesi olarak okunacaktır.
Mustafa Bereketli