Tarih: 29 Ocak 2020
Yazan: BGSAM
Konu: Karanlığı seçip ihaneti kutlayanların arasında.
Hak ve Özgürlük Hareketi 30. yaş günü kutlama salonunda Başkan Mustafa Karadayı ile ellilik sanatçı Bayan Esil Düran’ın belirmesi hayranlık uyandırdı. Boyu boyuna uygun bu gençler alkışlandı. Kaotik ortama ton vermeye gelmişlerdi.
Salon bekleme moduna girdi. Konuşanlar sustu. İşitilen “lük”, “lük” şişelerden kadehlere dolan viskiden gelen fakat kulak tırmalamayan, hoş bir sesti. Bu sesi dinlemekten hoşlanan Ahmet Doğan sözde kurduğu ve 30 yıldır ekmeğini yediği partinin töreninde yoktu. Kutlama mesajı göndermiş, “DPS” çığlıklarıyla alkışlandı.
Karadayı konuşursa uzun sürebilir diye düşünen oldu. Noktası olmayan bir bilim dalı olan matematik okuduğundan, sözü alınca nerede duracağını bilemiyordu.
Başkan, gürültülü kalabalığın gönül boşluğunu doldurabilecek yeteneğe sahip bir kişi değildi. Ne diyebilirdi? “Biz bu akşam burada Sofya’daki en büyük şaşkınlar kumarhanesinde toplanmakla karanlığı seçtik. Devleti dolandırmakla zengin olan sizler, demokratikleşme çabaları içinde çıbanbaşı gibi sivrilip liberal özlemle açarak toplumsal gelişmeyi durduranlarsınız! Hepinizi kutluyorum mu demeliydi. Yoksa:
“Siz, doğru ve adil olandan dönerek, git gide faşist diktatörlüğe dönüşen, kendine ortak olarak ırkçıları (bizi istemeyenleri) seçen, yıkılmasını istediğimiz üçüncü Boyko Borisov hükümetinden güçlüsünüz. Bir defacık olmak üzere, kanunların uygulanmasını isteseniz iktidarı devirebilirsiniz. “Milli ihanet nedir” diye sorsanız Cumhurbaşkanı düşer. “Kaotik toplumda demirbaş sizsiniz”, dese, anlaşılmaya bilirdi. Çünkü hazır bulunanların mayasında adalet, hak, hukuk ve yasaların üstünlüğü, hukukun egemenliği gibi sözler olmadığından, özgürlüğü de arayan ve anlayan yoktu, namelerinde her notadan bol bol olan “çalgı” adıyla sevdikleri müzik parçalarını dinlerken kendilerini mutlu hissediyor, yaşayışları renkleniyordu.
“Bulgaristan’da en özgür kitle sizsiniz. Elektrik faturalarını ödemeyerek karanlığı seçtiniz. Cevherin karanlıkta parladığını bildiği için sizden korkan iktidar, baraj sularından gece gece elektrik üretip ailelerinize bedava vererek aydınlığını kararttı. Uğultusu işitilen volkan sizsiniz…” demiş olsa, şunları da itiraf etmek gerekmez mi?
“Biz de bir iki yıl kendiliğinden olanların farkına varamadık, fakat artık boş kafa Doktor Ahmet Doğan’ın alaca gölgesinde gerçekleri gördük. Hak ettiğiniz ve cevherinizin parlamasına gerekli kararlıktan mahrum bırakıldığınızda her yerde, her zaman biz yanınızda olacağız. Gerektiğinde bütün baraj duvarlarını patlatır, türbinleri hurdaya çıkarır, elektrik santrallerinde Afrika çöpü yakar, toz duman ve çöken sisi birbirine katar ve bütün ülkede göz gözü görmez. Gündüz uyuyan, gece sayıklayan Doktor Doğan zaten karanlığı seçmiş bulunuyor.”
Patates tarlarında yetiştim sizi anlamak için ya da
Ben de karanlığı seçtim sizinle olmak için dese, pek anlayan olmayabilirdi. Hemen ahlak, kural, kanun sayfasına geçebilirdi.
“Bütün işlerimiz yasaldır.” Sözleriyle şöyle açabilirdi yeni sayfayı:
“ Doktor Ahmet Doğan, 3 yıldan beri şirket sahibidir. Bir telefonla Avrupa çöplerinin hepsini toplayabilir. İster depolar, ister yakar. Çöplük kokar ama tok tutar. Bacalarda çıkan kara duman sizindir. Avrupa morglarından gelen ikinci el elbiseler modernleştiğimize kanıttır. Avrupalılar ekmek yemez, patates sever. Ben de patatesçiyim. Ensem çürük patates kokar. Ama mutluyum. Viski içiyorum, tutmuyor. Şeklinde konuşsaydı gerçeği söylemiş olacaktı. O hiçbir şey demedi. Sağ kolunu trafik polisi gibi kaldırmasıyla, salon güçlü bir “DUM” doldu. (Eski) futbolcu orkestra davulcusu bara bancısı sol ayağını tokmak pedalına basmıştı. DPS konseri başlıyordu.
Tam o zaman gaitan bıyıklı, bombesi geniş çardaklı, göbeği kırmızı ceketten fırlamış bir yüksek ruhlu Romen Mustafa Karadayı’ya yaklaştı, elini uzattı. Tokalaştılar. “Todor Slavkov’u aramızda görmek isterdim!” dedi.
Todor Slavkov, diktatör Todor Jivkov’un torunuydu. Kırmızı ceketli Romen, Todor Jivkov’u kendilerinden biliyor ve sözlerine kulak verildiğinde torun Todor’a sahip çıkıyor ve saygı duyuyordu. Salondaki havada anti-komünist ve anti Toşkovcu bir hava yoktu. 1879’da Birinci Bulgar anayasasına alınmayan burgucu, sepetçi, demirci, kalaycı, bıçakçı vb mesleklerden Romenlerin hayatında pek bilinmeyen bazı sayfalar vardı. II. Aleksandır’ın Orduları Osmanlı topraklarında önlerine gelen Romen (Çingene) soylarının isimlerini ve soyadlarını zorla değiştirme ve onlara çocuklara ve yaşlılara vaftiz ettirme işine girişmese de, bazı ciddi işaretler bırakmışlardı. Hepsinin Hıristiyan ilan edilmesi gizli görüşmelerde birkaç kez konu olmuştu. Doğu Ortodoks Kilisesi töresinde “vaftiz adı geleneği” vardı. 1944’ten sonra bu gelenek “Todor Günü”, “Koşu Günü” gibi isimlerle yaşatılmıştır. Nüfus dengesinin Hıristiyanlar lehinde değiştirmenin tek yolu Romenleri Hıristiyanlaştırmaktı. Öyle de yaptılar.
Jivkov’un doğum yeri olan Orhaniye (Botevgrad) yerli araştırmacılarından T. Vasilyöv “Anılarım” adlı eserinin 363. sayfasında konuya ayrıntılı değiniyor. “
1878 yılının Aralık ayının Pazar günlerinden birinde Orhaniye’de Çingenelerinden yaşlı ve gençler, erkek ve kadınların hepsi “kutsal vaftizden geçirilmiş” Prenslikte yeni düzen henüz kurulmadan Bulgarlaştırılmışlardı. O aylar Osmanlı ile Bulgar devlet düzeni arasındaki boşluk aylarıydı. Bulgar zanaatçılar, yerli zenginler ve belediye memurluğundan bazıları Çingenelerin, “vaftiz babası” olmuşlardı. Yani Çingenelere bu Bulgar soylarının adları verilmişti.
Todor Jivkov soyu, 1878 Aralığında vaftiz edilip Bulgarlaştırılmazdan önce, “Aşarlar” soyu olarak biliniyordu. Geçimlerini demircilikten ve demir ürünü – çapa kürek – ticaretinden sağlıyordu. Artık dördüncü kuşak “Aşarlar”da nesilden nesle verilen isim Todor’dur.
Kırmızı ceketli Romen ve 1878 Aralığında Orhaniye kasabası (Botevgrad) ve Plevne şehri (Pleven) yöresinde pek çok Romen’in vaftiz edildiği ve Bulgarlaştırılanların kendilerini diktatöre yakın kader kardeşi gibi hissettiği, Romen köylerinde Todor Jivkov anıtları dikildiği, zalimin fotoğraflarını evlere asıldığı, yeni doğan çocuklara Todor ismi verildiği bilinir. Bu görüşü Prof. Todor Balkanski de paylaşıyor. Bu nedenledir ki, 1972-73 ve 1984-89 yılları arasında isimleri devlet terörüyle değiştirenlerden hiçbir Müslüman’a “Todor” adı dayatılamamıştır.”Todor” ismi alan Türk yoktur.
Kanı pıhtılaşmış ve zekâsı dönmüş bu tiplerin Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) 30. Yıl kutlama salonunda duruma egemen olduğuna işaret edelim. Bu kutlama DPS mayasının döndüğüne ve tamamen bozulduğuna kanıt oldu. Bulgaristan’da “benim iyi olmam önemli değil, onun kötü olması önemlidir” yargı değerinin egemen olduğu bilinir.
Burada vurgulanması gereken bir özellik ise T. Jivkov’un nalları atmazdan önce verdiği son demeçteki saçmalıklardır. 1973 ile 1989 yıllarının sonuna kadar, Bulgaristan’da Romanları gölgeye çekti. Türklere karşı soykırım deneyerek, halka 20 yıl süren bir iç savaş yaşattı. Azınlıkları birbirine kırdırmaya çalıştı. İsimleri 1878’de değiştirilmiş olanları da bir grup olarak Bulgar ırkçıların saflarına kattı. Anlaşılan, 1878 Berlin Konferansı’nın Bulgar Prensliği kurulması kararlarına rağmen, etrafta devlet kurup yönetecek kadro yoktu. Çingeneler Bulgar ilan edildiler. Boşluk doldurdular. Bulgar kitle olmadığı görülünce, Çingeneler “vaftiz ederek Bulgarlaştırılmış” devlet dışı bir paralel uygulama seçilmiş ve geliştirmiştir. 1879 Anayasası’na bir azınlık olarak kaydedilmeyen Romenlerin, 1909 yılından 1937’ye kadar özel bir yasayla oy kullanma ve seçilme hakları kaldırılmış ve yasaklanmıştır. Böylece eritilmişlerdir. Hiçlenmişlerdir.
1970’ten sonra Bulgaristan Müslümanlarına karşı uygulanan devlet şiddetinin adına resmi propaganda “soya dönüş” dedi. Bu bir yalandı. Devlet ideolojisi, stratejisi, politikası ve gücüyle gerçekleştirildi. Karadayı’nın köyünde de şehitler düştü. Katiller tutuklanmadı. Sorgulanmadılar. BKP MK Politik Büro üyelerinden ceza alan, içeri atılan olmadı. İdeologlar, strateji çizenler, politikacılar ve soy kırımı silah gücüyle uygulayanlar dışarıda, içeri düşen, işsiz, aç kalan yok.
Hesaplaşmanın yolunu kesmek için Bulgar devleti Müslümanlar ve genellikle Bulgaristan’da 140 yıldan beri ismi değiştirilenlerden bir avuç “bakımlı” yetiştirdi, gönüllerine “umut” yerleştirildi ve halk arasına salındılar. Bunların başında Ahmet Doğan vardı. Şimdi bu hayatından memnun bakılmışlar, bu salona toplanmışlar ve aralarından kırmızı ceketli birisi ikiyüzlülüğünü gemleyememiş ve Parti Başkanı Karadayı’dan bizim adam Todor Slavkov nerede? sorusuyla hesap soruyordu.
Dikkati çeken “belirmiş ciddi özlemdi.” İsimleri, bilinçleri, kültürleri ve kimlikleri değiştirilen bu kömür karası lüle saçlı kitle Bulgar kılıfına alışmış ve sanki rahatsız değildi.
Karadayı’dan ciddi bir konuşma bekleyenler şunları işitmek istiyorlardı: İsimleri değiştirilen, dilleri yasaklanan, Kimlikleri ruhlarından sökülmek istenenler asla yenilmediler. Bulgaristan Türklerinin tarihinde utanılacak hiç bir şey yoktur. Türk olmakla gurur duyuyoruz.
“Soya dönüş” ismiyle 18 Ocak 1985’ten beri devlet tarafından dayatılan ve soy kırım denemesi olarak şiddetle uygulanan siyaset insan düşmanlığı, Türk düşmanlığı, halk düşmanlığı kanıtıdır. Kendisi millet olamayan Bulgarlar, Müslümanları asimile edip millet olarak yok etmeye 1913’ten beri isim değiştirerek 12 defa denemiş ama hiçbir yerde ve hiçbir zaman muvaffak olamamıştır. Sofya’nın merkezinde 29 Aralık 1989 Zafer Anıtı dikme zamanı olgunlaşmıştır. O tarihte, 30 yıl önce tek dilli ve tek kültürlü Bulgar devleti bir defa daha geriletilmiş ve rejim olarak mezarı kazılmıştır. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin ve Müslümanların isim ve kimliklerinin Osmanlı devri tarafından değiştirildiği bir kuyruklu yalandır. 21. Yüzyılda devlet politikası olarak uygulanması ise ikiyüzlülüktür. Yalana dayandırılan bu politika devlet terörüdür. Türklerin, Pomakların ve Milletin insan haklarını hiçe sayma, kimliğini – tarihini ve dilini devlet terörüyle yok saymaktır. Yasal insan haklarını ve azınlık haklarını sıfırlamaktır. Anadilleri, dinlerini, gelenek ve bayramlarını, yaşam tarzlarını yasaklamakla asimile edip tarihten silmektir.
Bu siyasi terör politikasına karşı 1972-1973 yıllarında Pomaklar sert direniş gösterirken, 1984’te 40 bin Türk direnişe kalkarken, 1985’in Ocak ayında 30 bin kişi ayaklanmış ve 1985’in Mayıs ayında da 30 bin kişi başkaldırmıştır. Milli Ayaklanma 1989’in Mayıs ayında 72 bin Türkün isyan etmesiyle zirve yapmıştır. Direniş dalgasını kırmak için 360 bin Türk sınır dışı edilse de, 1989 Aralığında Sofya Meclisi 50 bin Müslüman tarafından kuşatılmıştır.
Bu mücadele yıllarında Türk bölgelerinde gizli 52 direniş örgütü faaliyet gösterirken, Pomak köylerinde de halk sımsıkı örgütlenmiş ve her an ayaklanma haberi beklemiştir. 15 bin kişi sürülmüş, içeri atılmış, ölüm kamplarında zulüm görmüş ama asla yılmamıştır.
Todor Jivkov’un totaliter rejimine 19-27 Mayıs 1989 Müslüman Türk direnişleri nokta koydu. Rejim düştü.
Ne yazık ki son 30 yılda HÖH partisi Müslüman Türklerin hak, özgürlük, adalet ve demokrasi davasına ihanet etti, halktan koptu. Katillerin cezalandırılmasını istemedi. Pasifleşti ve faşistlerin dal budak salmasına yol açtı. İsim ve kimliklerin devlet zulmüyle değiştirilmesi lanetlenmekle kaldı.
Karadayı bu gerçeklerden hiç birini söylemedi.
İşte bu 30. yılı kutlama töreni de DPS partisinin pasif teslimiyetçiliğine ve sürekli geri adım attığına kanıttır.
“Eski” futbolcu sol ayağıyla davulun pedalına yeniden bastı ve sanatçı Esil Düran’ı sahneye davet etti.
Devam edecek.