Tarih: 27 Ocak 2020
Yazan: BGSAM
Konu: Aylardan beri kaybettiklerimiz arasında en değerli olanın ne olduğunu düşünüyorum.
Bir dili bilmeyen, başka birine aynı dili öğretemez. İnsan içinde olmayan bir şeyi çıkarıp başka birine veremez. Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) 30. Kutlamasında Türkçe konuşan yoktu. Bir siyasi partimin program ve tüzüğünde, yönetiminin zekâsında Türkçe bilinç yoksa o parti halk kitlelerine anadilleri olan Türkçeyi taşıyamaz. Türk kimliği ve bilinci veremez!
1990 yılından başlayarak DPS partisinin Bulgaristan Müslümanlarının hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi davasını üslenmesi yanlış oldu. Çünkü hak, özgürlük, adalet ve demokrasi Türk kimliğimizin özünü oluşturan öğelerdir. Bunların derin anlamına inmemiş ve bu değerler uğruna dava vermemiş, bu davada kalbi delinmemiş, ağlamaktan gözü akmamış hiçbir kimse davamızı anlayamaz ve ruhunda taşıyamaz. Hele hele Bulgar yetimhanelerinde yetiştirilen özel birisi…
Her insan kimliği için, kendisi olması karşılığında topluma bir bedel öder. Bu ağır bir bedeldir. Bedel, insandan şehit olmasını da isteyebilir.
Az ya da çok ama mutlaka bir bedel. Kimlik bedeli!
“Ne mutlu Türküm Diyene!” çağrısının özünde gizlidir bu bedel.
Soru: Kimliksiz siyasi parti olabilir mi?
Kısa cevap: Olamaz.
Kim ne derse desin, kimse bedelsiz kendi olamaz. Türklük bedeli ödemeden, Türklük bilinciyle yüklenmeden, HÖH-DPS ne yaparsa yapsın, asla ve asla Türk partisi olamaz. Şu da var: Bizden öncekilerin ödedikleri bedelle de bugün Türk partisi olunamaz. Her nesil kendi bedelini kendisi öder. Bugünkü Bulgaristan Türkleri kimlik bedelini yeniden ödeyip ihanet yükünden arınmak ve kurtulmak zorundadırlar…
Kimlik bedelinin adı bazen yalnızlık kâbusunda yok olmaktır. Tecrit edildiğimiz, ötekileştirildiğimiz şimdiki ortamda bunu yaşamaya zorlansak da sonuna kadar direnmek zorundayız.
Ne demektir, demokrasi koşullarında bir siyasi parti başkanının, kurucusu olduğunu iddia ettiği partinin 30. yılı kutlamalarına gelmemesi!? Buna tek cevap vardır: Adamcağız politik olarak nalları dikmiştir… Allah rahmet eylesin.
Hapishanede mi? Hastanede mi? Delirdi ve insan arasına çıkacak yüzü mü yok! Tutuk evinde sorgu da mı? Yoksa vicdanı ihaneti kabul etmemiş ve insan arasına çıkacak yüzü mü kalmadı? Biz hiçe sayıp gözden düşürmek bir meziyetse, işini yapmıştır, helal olsun!
Tarih 27 Ocak 2020. Bulgaristan büyük ve derin bir bunalım içindedir. Doğa ve toplum yöneticilerden hesap sormak için birleşmiştir. Bu bunalımın hesabı sorulacaktır. Bulgar hesap sorduğu kişiyi yok eder. Tarih boyu bu böyle olmuştur. Kötülüğümüzü isteyenler diriliyor…
“Pernik” şehri Sofya’nın 20 -25 km Batısında bir işçi kentidir. Son günlerde trenle, otobüslerle ve şahsi araçlarla başkente akın var. TV yayınlarını izliyorum. Bunalımdan yararlanan iktidar dışı aşırı milliyetçi ve para mili ter Pernikli gençler bugün Bölgesel Kalkınma ….Bakanlığını kuşattılar. Bakan Bayan Petya Arnavudova’yı makam koltuğuyla birlikte kucaklayıp sokağa çıkarıp “Hadi bak işine!” demek için camları indirdiler, kapıları kırdılar. İnip binen copları, sürüden koparılıp polis araçlarıyla parmaklıklar ardına sorguya götürülenleri biber gazından sayamadım.
Demokrasinin adı “biber gazı”, “cop” ve “parmaklıklar arkası” ise, faşizm nedir?
Size, sayın okurlarım, “Moloz Yığını Altında” başlığı altında DPS 30. Yıl kutlamalarını ve Bulgar faşizmi, komünist terörlü totalitarizmi ve adına Geçiş Dönemi ve demokrasi denen “ılımlı totalitarizmin çileli” yıllarında en fazla neyi kaybettiğimizi, en fazla acıyanı anlatmak istemiştim. Doğrusunu isterseniz vatanımız, topraklarımız, evimiz barkımız, mezarlıklarımız, türbe ve camilerimizle ata mezarlarımız kadar, anadilimizle birlikte ALFABEMİZİ, yazımızı, yazı dilimizi kaybediyoruz. 21. Yüzyılda dilini kaybeden, Alfabesini, en önemli haberleşme ve kültür cevherimizi yitiriyoruz.
Alfabemizden olursak yolumuzu kaybedecek çırayı söndürmüş oluruz.
Gençliğimizde doruklara sevdalanmıştık. Günde bir Türkçe kitap okumak için yarış ediyorduk. Türkçe güzel şarkı söyleyen kıza hepimiz birden sevdalanıyorduk. Sabahları, “Günaydın” dan sonra çocuğuna “Dede Korkut Masallarından” birini okumuş babalarla gururlanıyordum.
Şimdi sanki her şey unutuldu. Türk filmlerinden Türkçe öğrenecekler sanki korkusuna düşen Bulgar devleti, Türkçe filmlerin hepsini tercüme ettirip, “ha bir gayret, Türk filmlerini Bulgarca ezberinize alın” dedi.
Türk filmlerinde Bulgarca konuşulduğunu görenler aldatıldıklarını fark edince, bu defa da tavşan dağı aştı. Halk arasında “Çaydanlık bakmakla kaynamaz” atasözünün anlamını anlayabilecek bir tek HÖH-lü kalmadı diyebilirim.
Bu gelişmeler bana: “Sular yükselince balıklar karıncaları, sular çekilince de karıncalar balıkları yer. Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir. Çünkü kimin kimi yiyeceğine “Suyun Akışı” karar verir.” Atasözünü anımsattı.
Aksakal Dedelerimizin Altaylardan yola çıkarken beraberinde getirdikleri ve günümüzde yolumuza meşale olan , en değerli atasözlerimizden biri şudur. “Bugün göz yumduklarımız yarın bize göz açtırmayacak olanlardır!”
Kutlama salonunda Hacıoğlu-Pazarcık (Tolbuhin) ili Baraklar (Barakovo) köyünden partinin kökünün dibinde olduğu iddia edilen Necmettin Hak ve arkadaşlarından hiç biri yoktu. Gençliğini Bulgaristan Türklerinin özgürlük davasında tüketenler de törene davet edilmemişlerdi. Tuğrul Şinikarov, Hikmet Efendiev, Şevket Feyzullov, Kırca Ali’den Mehmet Hoca, Bahri Ömer, Koşukavak’tan Mustafa Ömer, yazar Mehmet Türker, Işıklar’dan (Samoil) Güner Tahir, ateşli hatip Osman Oktay, en uzun hapiste yatanlardan Kasım Dal, genç örgütçü İsmail Korman, 7 yıl önce Ahmet Doğan saman çuvalı gibi devrildiğinde parti yönetimini üstlenen Lütfi Mestan, militan ruhlu Türk gençlerinden hiç biri orada değildi.
Çok daha olan gerçekler de vardı. 1972’de isim değiştirme –devlet terörünü delip Sofya’da derman aramaya, dünyaya haber vermeye ve hak ve hukuk uğruna mücadele ateşini yakmaya yönelen 6 Pomak gencin feci hayat öyküsünü bilirsiniz. Silahlı ve köpekli milislere bugün suyunun çekilmesi ve çanağının kuruması milli deprem yaratan “Studena” (Soğuk Su) barajı kenarındaki Köknar Ormanı kenarında rastlamışlardı. Etraf sarılmıştı. Baraj suyu ince buz tutmuş üstü karlıydı. Kırıp altına saklandılar. Çember kalkmadı. Su altında donup kaldılar. Köy şehirliğine anıt dikildi.
2018’de suyu çalınan baraj çamuru 2019’da bir komisyon tarafından incelendi. Tespit raporunda, “batak tabakanın 2 metre derin olduğu ve çamur çatlaklarında insan izine rastlanmadığı” kaydedildi. Şehit aileleri kutlama törenlerine bu defa da davet almadı.
İkinci bölümde salondakilerden (eski) Bakan Bayan İskra Mihaylova’da kalmıştık. 2014’ten beri Brüksel’de hepimizin “çevre” sorunlarımızı temsil eden komisyon başkanı çok önemli işler yaptı. Ahmet Doğan’ın en yakın dostlarından ve dolandırıcılık işlerinde ortaklarından biri olarak basına düşen ve toplumda “Kurt” (Vılka) lakabıyla bilinen Rumen Gaytanski ile birlikte 19 Ekim 2017’de Sofya Şehir Mahkemesi’nde şirket tescil ettirdi. Bu şirketin işleri arasında “baraj işletme”, “su kanalizasyonu onarımı” ve “barajların çanak diplerinden çamur temizleme” işgali, Avrupa ve Afrika ülkelerinden Bulgaristan’a plastik çöp taşıma, depolama ve yakma başta gelir. Son 3 yılda Bulgaristan’da 560 plastik çöp deposu kuruldu. Gemiler, TIR kamyonları, trenler Avrupa çöplerini memleketimize taşıyor, koku çeki bir yana iğrenç bir ortam ortasında kaldık. Kendimizden utanıyoruz. Üstümüz başımız çöp kokuyor. Soluduğumuz hava ithal çöp dumanı. Yazımızın başlığında kullandığımız moloz hurdalığının bir açıklaması da kirli plastik çöplüğüdür. Biz dirhem diren azaldığımızın ve bitirildiğimizin farkındayız, iyi oldu da törene çağrılmadık.
Bulgaristan’dan kovulmazdan önce ve sonra kaybettiklerimiz arasında yüreğimizi yakan kayıplarımız arasında havamız ve suyumuz kadar değerli olan, tekrar ediyorum, ALFABEMİZ, yazı dilimizdir. Bulgaristan azınlıklarından hiç biri yaşanan ağır koşullarda kendi alfabesini geliştirememiş, öğretmenlerini eğitememiş, yazar ve şairlerinin kaleminden edebiyat yaratıp toplumun orta direği olamamıştır. Edebiyatı olmayan topluluklar millet olamaz. Biz Bulgaristan Türk Milleti olma şeref ve coşkusunu yaşamış ve yaşayanlar olma onur ve gururuyla nefes aldık ve yaşıyoruz.
1 Kasım 1928’de ana vatanımız Türkiye Cumhuriyetinde hayat bulan Harf Devrimi ile birlikte biz de Bulgaristan’da Latin Harfleri ile yazmaya hemen başlamıştık. Bu bizim hayatımızda öyle bir atılım olmuştu ki, ardından 1929’da Bulgaristan Türkleri Milli Kongresi’ni Sofya’da topladık. Bundan öte yazacağım her satır acıdır. Ama biz gözlerimizi ağlamaya alıştırmış ve umudunda zafer çakanlarız. Şimdi yukarıdaki atasözünü bir daha okumanızı rica ediyorum:
“Sular yükselince balıklar karıncaları, sular çekilince de karıncalar balıkları yer. Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir. Çünkü kimin kimi yiyeceğine “Suyun Akışı” karar verir.”
Haydi uyanın…
En iyi günler sizin olsun.
Teşekkürler.