BGSAM
30 Mayıs 2021
Bulgaristan’da faşizm ve totalitarizmden başka modellenebilmiş politik sistem yoktur. 11 Temmuz seçimlerini şeffaf ve onurlu, hatta hilesiz ve dürüst yapma göreviyle ödevlendirilen “program hükümeti” eski başbakan Borisov’u top ateşine tuttu, çarşaflarını kaldırıyor ve balkondan silkiyor. Aynı zamanda “model değişikliği” gündem oldu.
Son bir yıldan beri “Borisov Modeli”, “Delyan Peevski, Boyko Borisov ve Ahmet Doğan devleti” gibi terimler sık sık kullanıldı. Erken seçim hazırlayan “program hükümeti” başbakan General Stefan Yanev “politikleşen devlet kurumlar çalışmıyor” dedi ve işe koyuldu. Valiler, polis, karayolları, sınır, vergi dairesi, aksi istihbarat, polis içi kontrol genel müdür veya bütün yönetimler değiştirildi. Yolsuzlukların çıplaklığı sert tepkili bir ilgiye neden olurken, politik hava da değişti.
Politika TV ekranına kilitlendi. 1997 Şubat ve Mayısı arasında seçim hükümetini yöneten Başbakan Stefan Sofiyanski durum değerlendirmesini şöyle yaptı:
“Çok kötü durumdayız. Avrupa Birliği’nde sonucu yerdeyiz. En az üreten, en düşük geçim standardı olan ülkeyiz.
“Ekonomimiz durdu. Enerji politikamız, kalkınma planımız yok.
“Başbakan Borisov’un GERB partisinin halka ve ülkeye verebileceği bir şey kalmadı. GERP’liler kendilerinden utanmaya başladılar.”
Erken seçim öncesi durum değerlendirmesi, 11 Temmuzda çıkacak meclis bileşiminden de yeni bir hükümet çıkmayacağına işaret ediyor. Bulgaristan vatandaşı olmaktan utananlar ve korkanlar var. Bu defa “50 leva” desteğe rağmen, emekliler sandığa gitmeyecektir. Suskunluk ve düşünme ortamına girdik. Türkçemizde bu duruma “öküzleri değiştir, çifte devam!” ya da “atları değiştir, yola devam” dense de toplum üzerine politik pasifleşme havası çöküyor.
Bilinçli kesim, GERB partisinin eski polis ve itfaiyecilerden, fazla konuşmamaya yemin etmiş katil ve dolandırıcılardan oluştuğunu, bir tek maaş günü disiplinli olduklarını gördü. Totaliter kırıntı kitleyi herkes tanıdı. Borisov partisinden sökülme ve kaçış başladı ama nereye?!
Aynı bilinçli kesim, popülist, seviyesiz, işsiz proleter ve köylü kalabalığı da görüyor. Sosyal ve işsizlik yardımlarıyla geçinemeyenler, umutları gurbetten gönderilen birkaç Avro ’ya bağlı olan yaşlılar ile yine telefondan haber bekleyen birkaç çocuklu anneler dökme seçim kitlesi oluşturuyor. TV’den söyleneni kıstas almış, kulakları sözlü, gözleri yazılı propagandaya kapalı bir büyük kitle.
2009’da Bulgaristan’da “kazan kaldırma” olayı yaşandı. “Zihniyeti olmayan komünist-totaliter döküntü” 5 yıllık bir hazırlıktan sonra GERB’i birinci parti yaptı. Gördüğü iki işten biri diktatör Todor Jivkov’u korumak olan Boyko Borisov “azınlık hükümeti” kurdu. Doğu ve Batı gölgelerinin Bulgaristan’daki kesişme nokrasına oturdu. Bulgaristan’da siyasi işlerin kökünde hep “Türk düşmanlığı” vardır. Borisov, Türkiye Başkanı Erdoğan’la dostluğu seçti ve 12 yıl başta kaldı.
1989’un Ağustos’unda Türkler Bulgar devletine tekme vururken, “tarlada kalan mahsulü koruma bahanesiyle” Deliorman’a çıkarılan kolluk kuvvetlerin komutanı Borisov’tu. Ak Kadınlar’da (Dulovo) gösterici Türklerin üzerine helikopterden çakıl boşaltan odur… Ama uzlaşma ve barış adına sustuk. Ardından Moskova’nın emriyle “Çar” II. Simeon’a koruma oldu. CIA ve Nazi dönemi kalıtı Alman faşistlere beyat edip el ayak öpünce Sofya Belediye Başkanı, İç İşleri Bakanlığı Gelen Sekreteri, General ve Başbakan oldu. Bulgaristan’da oylar gizli sayılır ve büyüklerin hatırı kırılmaz.
Borisov’un sözde “Bulgar halkını kurtardığı” yıllarda, sivrilmiş iş adamları kaçırılıyor, parmak ve kulaklar kesilerek milyonlarca leva fidye isteniyor, kaçırılan zavallılar ısız dağ evlerinde önceden kazılmış mezarlarda aylarca tutuluyor, bankalardan alınan kredilerle “kurtarılıyor” ve her derde deva “kurtarıcı Borisov” iktidar basamaklarından adım adım tırmandı.
Bugün durum tekrar ediyor. Şiddet biçiminde fark varsa iyice yoksullaşan halkta para olmadığından kaynaklıdır. Fidye için insan kaçırılmıyor, ev basılıyor. Şöyle: 2009 yılından 2020 sonuna kadar Batı ülkelerinde çalışan gurbetçilerimizden banka ve uluslararası havale yolundan memlekete 13 456 789 342 Avro (on üç milyar dört yüz elli altı milyon yedi yüz seksen dokuz bin üç yüz kırt iki Avro) havale gelmiştir. Bulgar parası leva ile yaklaşık 27 milyar eder. Bunlar 100 ile 500 Avro arasında havalelerdir.
Kuzey Batı Bulgaristan’da (Vidin, Montana illerinde) yapılan bir araştırmaya göre, gurbetçilerden ana-babasına, eşine, çocuklarına ayı çıkarabilmeleri, günlük ihtiyaçlarını karşılamaları için ufak ufak paralar evler, daireler 2009’dan beri sürekli gece basılıyor, parayı vermeyenler dövülüyor, tartaklanıyor veya öldürüyor. Zorbalık olaylarından ve evinde boğazı sıkılarak öldürme olaylarının nedeni bu küçük sıcak gurbetçi paralarıdır. Katillerden içerde yatan yok, korku dağları sarmış, yöre ıssızlaşmıştır.
4 Nisan’da seçilen ve 25 gün çalışan 45. Meclisin gündemi, medya ve kamuoyunun dikkati 5 gün aynı bölgeden sayılan Vtatsa (Vraça) ilinden genç bir büyük çiftlik sahibinin Başbakan Borisov’un haraç çetesi tarafından talep edilen parayı ödeyemediği için varını yoğunu satıp Birleşik Amerika’ya göç etme olayını dinlemekle geçti. Ancak Borisov-Peevski çetesine hizmet eden Başsavcılık kendi kendini harekete geçirip dava açmadı!
Şiddet olaylarının 3. boyutunda seçim hazırlıkları yapan “görev hükümetinin” İç İşleri Bakanı olan Boyko Raşkov’un 28 Mayıs tarihli basın açıklaması tavan yaptı. Raşkov, 28 Mayıs günü bir vatandaş (şimdilik ismi gizli tutuluyor) tarafından ziyaret edildiğini ve vatandaşın anlattıklarını “TV Ewrocom” ekranında şöyle özetledi:
“Bugün bir vatandaş ziyaretime geldi. Ziyaretçim, tüyler ürpertici şeyler anlattı. Ben artık nerede yaşadığımızı bilemiyorum. Hangi devlette yaşadık ya da yaşıyoruz söyleyebilmem imkânsız! Açıklamaya dilim dönmüyor. Bu vatandaşın bana anlattıkları çok korkunç olsa da harfiyen size de bildirmek istiyorum. Dehşet: Başbakan Borisov bu vatandaşa istediğimiz paraları vermezsen “Eşin ve çocukların senin etinden köfte yediklerinin farkında bile olmayacaktır” demiştir. “Barbar bir ülkede yaşıyoruz.”
Bakan Raşkov, sürekli “manavlardan” söz eden ve bayan gazetecilere “hindi kuşu” ve “şişirilmiş balon” diye hitap eden Borisov’un anlattıklarının vereceği tepkileri bir hafta bekleyeceğini, ardından hazırlanan dosyaları Başsavcılığa sunacağını ve “Başsavcının bu konuda da Borisov’a karşı dava açmayacağından emin olduğunu” bildirdi.
Borisov’un adamları devlet himayesinde yetiştirilmiş kadrolardır. , Bu hazırlığın bir dönemi hep “Türkler arasında” geçmiştir. GERB sözcüsü olan milletvekili Toma Bikov, iş hayatına HÖH-DPS partisi Merkez Yönetiminde, Kasım Dal’ın HÖH Başkan Yardımcısı ve Örgüt İşleri Sekreteri olduğu dönemde, “Dal’ın danışman yardımcısı” olarak başladı. Aslında Dal’ın kulağına “HÖH-DPS’yi olsa olsa sen parçalarsın, sendeki boy pos kimde var” fikrini fısıldayan T. Bikov’tur. DPS’nin Sofya “Aleksandır Stanboliyski 45 A” adresindeki merkezine işe gitmiyor, maaş alıyor, vaktini Ahmet Doğan’ın 10 ciltlik gizli polis ajanı dosyasını incelemekle geçiriyordu. Sonunda “Doğan’ın Dosyası” kitabını yazdı. Bu kitapta, Bulgaristan Türkleri, Pomaklar, Tatarlar, Gagavuzlar, Çerkezler ve Müslüman Çingeneler ile Bulgar milletinden sayılanları birbirinden ayıran çok önemli bir olay anlatılıyor.(Kitap bu gün de yeni baskılarla pazardadır. “Dosieto na Dogan.”)
1974’te Ahmet, Bulgar kod adlı ajan yapılırken, gece gece döşemeye başlamış. İlk muhbir haberlerinden birinde, inşaat eri olduğu kuruculuktan gece gece kamyonla inşaat malzemesi çalan Bulgar subayların ‘iz bırakmayan’ işlerini” anlatır.
Muhbir yazısını alan subay bir hafta sonra yine gelir ve “biz seni Türklere, Türkiye’ye ve Bulgaristan’da yaşayan tüm Müslümanın “yolsuzluklarını” bildirmen, Türkiye sevdasını ve Türklüğü söndürmek için muhbir yaptık, Bulgarlara karşı ihbarda bulunman yasak!” der. Bu sözler, 1985’ın Mart ayında düzenlenen İç İşleri Bakanlığı yönetim toplantısında Bakan Dimitır Stoyanov sözüm ona “İsim değiştirme ve Bulgarlaştırma sayfası kapandı” derken toplam sayıları 3 016 olarak açıklanan Türk ajanların hepsine söylenmiştir. Bulgar toplumunu bağdaşmaz bir şekilde parçalayan olaylardan biri işte bu alçak gerçektir. Bu gerçeğin günümüzde de nefes alması hele son seçimlerde köyleri dolaşıp insancıklara “birlikten, birliktelikten ve beraberlikten” söz edenlere selamım olsun.
Türk düşmanı olarak yetiştirilen başka bir Bulgar babayiğit de, önce “Yeni Işık” gazetesinde çalıştırılan ve Türk kokusunu ayırt etmeyi öğrenen İliya Pavlov’tur. Daha sonra “Multigrup Holding” başkanı olunca, birkaç leva karşılığı Türklere ihanet işlerinde kullanmak üzere kapısına gönderilen Ahmet Doğan ve Vecdi Raşidov hakkında kendinden rapor istendiğinde İl. Pavlov şunları yazmıştır: “İkisinin de baba damarı Çingene, kokularında var.” Yine bu vesileyle ağızı çok laf yapan V. Raşidov’a ders verilmesi istendiğinde de, Bulgar Büyükelçiliği önüne bir komita başı Vasil Levski anıtı dikmesi için Washington’a gönderildiğinde siyah derililer mahallesinde aylarca tutulmuştur. Aynı kişi A. Doğan’ı da elinden tutup Moskova’ya götüren ve “Bulgaristan Türklerine katliamlar ve soy kırım denemesi ile ilgili hiçbir Bulgar komüniste ve “DS” ajanına dava açılmayacağı” Garanti Belgesini imzalarken başında duran İliya Pavlov’tur. O, çaldıklarını saçtığı için kör kurşuna hedef oldu. Doğan, korkudan 20 yıldır korumalı yaşıyor. Vasiyetine “külümü denize atın, mezarıma kazık dikerler” yazmış. Mezara kazık dikmek bir Bulgar âdetidir. Demek Müslümanlardan değil, Bulgarlardan korkuyor. Korku var ya!!!
Ve bugün çöküşünü seyrettiğimiz Bulgaristan’da Geçiş Döneminde ipleri çeken “Monterey Kulüp” kulisi, şu “ikiyüzlü ve iğrenç” ayrımcı ve düşmanlık kışkırtan çizgisinden vaz geçmedi. Rusların Bulgaristan’da kurduğu düzeni bozmadı.
“Monterey Kulüp” maskesiz bir mason bileşimi olduğundan “bizden sonra Allah kerim!” kafasıyla yiyip içti. Yerine geçen, totaliter diktatör Jivkov yıllarının “kestiği kestik” çetesinin elebaşları, bugün de sosyalist maskeli BSP gazetelerini çıkarıyorlar. Tarihi çarpıtan kitaplar basıyorlar. En büyük görevleri ise, gördüğünü görmeyen, işittiğini duymayan ve her konuda susan gizli polis kadroları yetiştiren “Kütüphaneciler Enstitüsünü” yönetmektir. Bu enstitü, Bulgaristan Üniversite öğrencilerine verilen bursun kat kat üstünde burslar verebilen durumdadır. Döviz hesaplarını, A. Doğan’ın “porsiyon dağıtıcılığı” yıllarında doldurmuştur. Ve bugün biz Borisov, Doğan ve Peevski oligarşi-mafya iktidarı yıkılsın derken işte bu iğrenç kokuşmuşluğun arınmasını da kastediyoruz. Faşist-komünist totaliter alçı kafalı hocaların ders verdiği bu “Kütüphaneci Enstitüsünde” profesörler arasında HÖH – DOST Yönetiminden M. Georgieva’nın, HÖH-Kasim Dal gölgesinden Orhan İsmailov ve başkalarının akıl hocalığı etmesine asla aklım yermiyor.
Bu enstitüden mezun olanlar genelde “uzmanlaşma amaçlı” İngiliz ve Amerikan eğitim merkezlerine gönderiliyor ve dünyayı parçalayıp kızıştırma teorilerini öğreniyorlar. Geri döndüklerinde de devletin içine sızıp susuyorlar.
Bu nedenle günümüzün en önemli sorunu şudur:
Toplumumuz kimlerden arınmalıdır?
Toplumsal arınma kavgası hangi güçler arasında olacak?
Değişecek modelin yerine ne konacaktır!
Bu konular üzerinde çalışılmıyor desek yanlış olur. Fakat yalnız eleştirmek yeterli mi? Bulgaristan zekâsı yeni bir ideoloji ya da kültür veya medeniyet teorisi üreten bir yer değil. Süreçler tespit ediliyor ve kapı kapanıyor. 1991’de Cumhurbaşkanı seçilen J. Jelev’in topluma hizmeti, “sosyalist totaliter rejimi Nazi faşist totaliter rejimine tıpa tıp benziyor” demesiydi. Hannah Arendt (1906-1975) bu konuyu Jelev’ten 20 sene önce “Totalitarizm” eserinde işlemiş ve Batı Almanya’nın faşizmden arınmasını ve demokrasiye geçmesi yollarını gösteren rotaya işaret etmişti. Jelev’in çalışması, toplumu parçalayan bir saptama düzeyinde kaldığından dolayı, hem Bulgar gerçek demokratların dönüşüm yolunu kesmiş hem de Bulgar totalitarizminin 32 yıl daha yaşamasına olanak sunarken, zaten çömez ve kısır doğan Bulgar yenilikçi ruhu dağılmış ve sonunda GERB partisine yamak bir Demokratik Güçler Birliği (CDC) kırıntısı kalmıştır. Acı bir gerçek olsa da, ateş düştüğü yeri yakar. 11 Temmuz seçimlerine giderken, her konuda susmayı seçtiğinden dolayı, bu (CDC) partisi de eleştirilerin ateşine hedef olacaktır.
İşaret etmeden geçemiyorum. 1989 Ağustosunda AGİT- insan hakları toplantısına katılmak üzere Paris’e giden Bulgar muhalefet heyeti başkanı olan Jelev’di. Konuşma yapıp Bulgar totaliter ırkçılığının “isim değiştirme” saçmalığını ateşe tutsaydı!!! Ardından 1989’un 29 Aralık tarihinde Türk isimlerimiz ve din haklarımın iade edilmesine karşı 1990’ın daha ilk gününde ülke çapında ayaklanan Bulgar milliyetçiliğinin karşısına dikilip sert bir konuşmada “utanmıyorsunuz?” deseydi!!!, son 32 yıl bambaşka geçmiş olurdu. Kuyruk kısıp susmak işleri bu günlere getirdi, yaralar canlı kaldı.
Tabii ana sorun “Toplumumuz Kimlerden Arınmalıdır!” olduğuna göre, kurunun yanında yaş da yanacaktır. Bugün Bulgar toplumu artık Bulgaristan’dan kaçan ve Dubay’a sığınan Delyan Peevski ile yıllarını “Rosenets” yalnızlığına mahkûm eden Ahmet Doğan’da iki başlı bir tümör olarak kurtulmak istiyor. Ama yalnız onlardan mı? İkisinin de malına mülküne, iç ve dış bankalardaki tüm paralarına el koyup halk için toplum için kullanmayı uygulayacak bir toplumsal zihniyet oluştu mu? Yoksa “onların başına gelen, bizi de bulur” korkusu daha da şiddetlenecek mi? Bu düşüncelerin özünde yatan sorun 3 bin köyden artık 1000 köy kalan Bulgaristan Türklerini ve 600 köy ve 8 kasaba olan Pomakları aynı çatı altında birleştirecek yeni bir hükümet dışı ve siyasi oluşumun kurulması ve yapılandırılmasında gizlidir. Toprak mülkiyetimizi büyük ölçüde kaybetmiş bulunuyoruz. Yeni örgütlenme ve yenilenerek güçlenme yollarını kendimizin bulmamız gerekiyor. Bunun için en az 500 iyi yetişmiş yüksek uzmana ve 2-3 binden fazla orta düzeyde uzmanlaşmış kadroya ihtiyacımız var. Çocuklarımızın Türkçe okuması şarttır. Bu kadroları yetiştirip devletin ve belediyelerin, bankaların içine yerleşemezsek sefilliğimiz, cahilliğimiz derinleşecek ve asimile olarak Türk olarak eritilme süreci daha da artacak, üzerimize çöken korku daha da kararacak ve sık sık tolu şeklinde kendini belli edecektir. Yukarıda adı geçen iki DPS-li ve onları çevrelemiş olan hazır oncular sürüsü saf dışı edilmeden Bulgaristan’da demokrasi ve adalet olamaz. Adalet ve demokrasi bir yere kadar her azınlığın kendi işidir. Bulgarların, biz katılmadan, getireceği bir adalet bizim gönlümüzü hoş etmez, huzur bulamayız. Bu davayı 1989 Mayısında biz başlattık ve orta direk rolümüzü ne pahasına olursa olsun sürdürmeliyiz. Zaman Bulgaristan’da hükümet dışı sivil örgütlenme ve HÖH yerine yeni demokratik partimizi kurma zamanıdır. Adı “Halkın Özgürlüğü” de olabilir. Program ve Tüzüğünü birlikte yazalım.
Toplumsal arınma kavgası hangi güçler arasında olacak? Sorusuna gelince, bir defa Türkle Türk, Pomakla Pomak, Müslümanla Müslüman arasında arınma sorununa gelince, haydut voyvoda Hristo Botev’in Romanya’da ödünç parayla silahlandırıp gemiyle “Kozloduy” kıyısına (Mayıs 1876) indirdiği 200 çeteci arasında Kemaller’li (İsperih) tarafından yolunu şaşırmış bir Türk’ün gerçeğine dönelim. Bir defalık olmak üzere, hepsini “zora dayanamayan ve hayallere yenik düşenler” grubuna katalım ve vicdan azabı çekmeye bırakalım. Onlarıher konuda arka saflarda bırakarak yeniden birlik olalım.
Burada önemli olan 1984-1989 yılları arasında Türklere karşı birleşen Bulgarların bugünde aynı duvarda dikenli karaçalı gibi durmalarıdır. Ne çürüdüler ne de söküldüler. İşledikleri cinayetlerin kâbusundan kurtulamayanlar daha 1990’ların başında çekip gitseler de, artık dönüp Bulgar toprağına yatmak istiyorlar. Bulgar milleti toplumsal yakınlaşma, birleşme ve beraber yürüme formülü bulamadı. 1949-1989 Federal Almanya örnekleri de dikkate alınıp incelenmedi. Barışçı beraberlik ve geçmişi susarak, silkeleyerek, susarak unuturken okullarda yeni bir dünya görüşü ve Avrupa’nın birleştiren değer yargılarıyla yeni bir düzen, medeniyet örneği oluşturma denenmedi. Bunun toplumsal ve hukuksal tartışması da yapılmadı. İşler öyle kötüye kaydı ki, 26 Mayısta ülkemizde NATO askeri tatbikatları yapılırken Amerikan silahlı askerleri Çeşnigirevo köyünde bir fabrikayı işgal ettiler. Bize “kölesiniz”, “sömürgesiniz”, “beslemezsiniz” diyenler örneklerini sunmaya başladı ve insanlar tedirgin… Tutunacak dal kalmadı. Toplumsal yenilenme yalnız tepedekilerin istifaya zorlanmasıyla olacak bir iş değildir. Seçim propagandasında toplumsal ve hukuksal yenilenme, arınma ve birlikte dirilme tartışmalarının başlaması zorunlu olmuştur. Bu işlerde 4. İktidar dediğimiz medyanın rolü büyük olacaktır. Türkçe propaganda araçlarımızı açma zamanımız gelmiştir.
Değişecek modelin yerine ne konacaktır!
Yeni modeli bulmak en önemli ödevimiz olmalıdır. Kendi yağımızla kavrulamadığımıza, kendi paramızla geçinemediğimize, gıdaların da % 80 dışardan geldiğine göre bu ödevi çözebilmemiz zor olacaktır. Biz göbeğimizden Brüksel’e, kolumuzdan Amerika’ya ve bacağımızdan da Moskova’ya bağlı durumdayız. Son yıllarda Bulgaristan’ın bağımsızlığını ve ülkeyi göçmen selinden koruyan tek ülke
var o da Türkiye’dir. Kafamızda “bağımsız ve egemen Bulgaristan” ülküsü var, 150 yıllık bir hayal. Dünyada 27 medeniyet değişti. Bulgarlar yalnız İslam medeniyeti içinde Türklerle beraber Osmanlı medeniyetini yaşadılar. 1879’den beri önce Rusya ardından Batı derken medeniyetler dışı kalındı. Tüm medeniyetlerden uzaklaşma trendine girdi. Bugün dünyada 7 medeniyet var. Batı Avrupa’nın son medeniyet düzeni Modern zamanını doldurdu. Doğu Avrupa ve Balkanlarda sömürge avlıyor. Model değiştirmek medeniyete akmak (kavuşmak) değildir. Olsa iyi olurdu ama ne yazık ki, değil…
Tüm bu söylenenlere rağmen, 11 Temmuz seçimleri askıdadır. 45 gün çalışan mecliste onaylanan ve “seçimler her yerde makineyle yapılacak” yasası var. Halen Anayasa Mahkemesinde itiraz edilen bu yasanın uygulanabilmesi için Merkez Seçim Komisyonuna göre yeni 1500-1600 seçim makinesine ihtiyaç var ki, Bulgaristan’da bu sayıda bir makine kapasitesi yok. Seçmenlerin % 40’ını oluşturan yaşlı seçmenler seçim günü makine kullanacak eğitim ve kültüre sahip değildir ve dolayısıyla seçim günü şeffaf ve onurlu bir seçim yapılamayacağına göre, itirazlar seçimleri otomatik olarak Kasım ayına ve Cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte 2.erken seçim denemesine taşıyabilir.
Model değişimi derken, demokrasi tehlikede mi? Valiler, İç İşleri Bakanlığı, güvenlik makamları, devlet kurumlarının hemen hepsinin yöneticileri değiştirildi. Bu da 2020 yılının ortalarından beri bu gün için hazırlık yapıldığına işaret eder.
11 Temmuz seçimlerinde GERB partisi milletvekilleri 55’e iner, “Var, Böyle Bir Halk” 75-80’de çıkar ve diğer partilerin milletvekilleri sayısı da 10-15’er yükselirse yine yeni bir hükümet kurulamaz ya da ancak Cumhurbaşkanı tarafından gösterilen yeni bir “uzmanlar hükümeti” onaylanabilir. Sosyalistlerin BSP partisi adını değiştirmeden, Türklerin DPS partisi de A. Doğan’dan kopmadan milletvekili sayısını arttıramaz. Dökme oylardan çıkan diyalogsuz ve düzensiz bir meclis ancak Cumhurbaşkanın işine yarar.
Model değişikliği adı altında devleti ele geçirme planı sarmala takılmış durumda. Mali bunalıma, ekonomik ve sosyal yaşamın durmuş olmasına rağmen devlet kurumları çalışmıyor ve tüm etkinlikler siyaseti daha da ufalayarak yönetimin Kasım 2021’de Cumhurbaşkanı R. Radev’e devredilmesine yöneliyor.
İyi ki hayaller küflenmiyor. Hayallerin anası, yuvası var mı bilemiyorum, ama olsa Bulgarların da bu durumda kartallar gibi geldikleri yuvaya dönüp tırnaklarını ve gagasını söküp yenisinin büyümesini beklerken rahat bir şekerleme yapmak istediğine inanıyorum. Bulgar devleti Osmanlı yumurtasından çıkarken çok hırpalandı. Aslında Osmanlı Bulgar devletinin büyümesine hatta 1942’de Ege adalarına çıkmasına da itirazda bulunmadı. Sadece oradaki Türklerle iyi geçinmelerini şart koştu. Bir büyüyen bir küçülen Bulgar devleti Türklerin dostluğundan güç almayı her defasında başarabilseydi, şimdi kim nerelere varırdı. Bugün yeni modeli kimden alacağız o da belli değil. Sezilen bir şey varsa o da şu: 11 Temmuz seçimlerinde bir daha sınıfta kalır mıyız? Kasım 2021’de Cumhurbaşkanı seçimleri ile birlikte bir de “Cumhurbaşkanı Hükümeti” seçimi yaparak, ikisi bir yerde yine orijinal, yine diktatörya benzeri ve yine emsalsiz bir uygulamayla demokrasi hayalleri kurmaya devam ederiz gibi. İş Allah Olmaz! Zaten her buluttan yağmur yağmadığını bilmeyen yok!
Son.