Misyon Gazetesi’nin “Sohbet Masası” köşesinin ilk konuğu BULTÜRK Derneği Genel Başkanı Sayın Rafet Ulutürk, gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Mümin Topçu’nun sorularını cevaplandırdı.
Soru Mümin TOPÇU
Bulgaristan’da parlamento mezarlık üzerinde mi?
Evet. 1882’den başlayarak Bulgar Prensliğinde “de-osmanizasyon” yani Osmanlıdan kalan maddi ne varsa hepsinden kurtulma programı yürürlüğe konmuş ve 50 sene sürmüştür. Sadece Sofya ile örneklersek. 29 Türk Mahallesi ile 72 caminin 71 yıkılmış, medreseler, okullar, türbeler, han- hamamlar, çeşmeler kapanmış, yıkamadıkları camiler kiliseye dönüştürülmüş, müze yapılmıştır. Ayakta kalan Beylerbeyi Sarayı ile birkaç köprü, tren garı ve bazı ufak tefek tesislerdir.
Tırnova şehrinde açılan Halk Meclisi de Sofya’ya taşınmazdan önce yeni binası kurulmuş ve en uygun yer olarak Müslüman Mezarlığı gösterilmiştir. Bu mezarlığın üzerinde devam ettikçe bu meclisin Bulgarlara pek hayrını göremeyeceklerdir.
Soru Mümin TOPÇU
Osmanlı döneminde etnik Bulgarların yaşam standardı, daha sonraki yıllara bakış daha mı düşük veya yüksek oluyor?
Bulgarlar Osmanlı bağrında hele XIX. Yüzyılda kapitalistleşmeye başlayan Osmanlı ekonomisinde hammadde kaynağı, zanaatçı-tüccar zümresi ve İstanbul, İslimiye, Filibe, Rusçuk, Yukarı Cuma gibi şehirlerde işçi sınıfı tabakası da oluşturmuştur. Evlogi ve Hristo Georgievi kardeşler Karlova şehrinde ipekli kumaş fabrikası kurarken, Gabrovo’da yünlü kumaş, aba, gaytan tesisleri açılmıştır. Bulgar tüccarın elinde para oynamış okullar ve manastırlar açmıştır. Bulgar esnaf ve tüccarları bu seviyeye iki büyük savaş arasında bile dönememiştir.
Soru Mümin TOPÇU
Bugün, Türk azınlık etno-sunun bir temsilcisinin değeri bir Bulgar’ın veya Çingene’nin kininden daha mı zayıf, yoksa daha mı yüksek oluyor?
İnsana değeri onu yetiştiren veya çevresi verir. Biz Türkler dikey bir topluluktan geliriz. Bizler Allah’ın emirlerine uyan bir Millet olduğumuz için İslam’da Barış dini olduğuna göre, bizde kötülük düşünülmez. Bulgarların sosyal yapısı ise yataydır. Biz aynı soydan gelmiş olsak bile iki kökten farklı kimliğiz. Bulgaristan Türk kimliği asırlarca tüm Müslümanları bünyesinde taşımış ve eşit haklarla barındırmıştır. Gasp edilip yıkılana kadar 2700 okulumuz, yarısı yıkılana kadar 2353 cami ve medresemiz, toprağımız, evimiz, bağımız bahçemiz vardı.
Bu toplumsal manevi yapıda yetişen her kişinin değerini Türk kamu örnekleri veriyordu. 1878’den sonra Türklerin görüşüne başvurulmaz oldu. 1944 yılına kadar, Bulgaristan Türkleri konusunda uzun zaman Türkleri temsil eden bir makam yoktu, Prenslik Osmanlı devletine vergi ödediği için, kaybedilen “93 Harbine” ve başa gelen tüm belalara rağmen, Osmanlı ümmetine bağlılık halk arasında ağır basıyordu.
1913 İstanbul protokolünden ve savaşlarından sonra Bulgaristan Türklerini İstanbul’da eğitim almış, ama Bulgar devletine hizmet eden müftüler ve Başmüftülük temsil etti ve Türklerin körleştirilmesi süreci başlatılmış oldu.
O dönem Çiftçi Partisi lideri Al. Stanboliyski bu süreci değiştirip, Müslüman nüfusun iradesine hürriyet tanınmasına yol verdi. Türkleri el ele verip ülkeyi birlikte yönetmeye davet etti. 1929 Birinci Türk Milli Kurultayı örgütsel ve düşünsel birikimi başladı. İlk kez Müftüler kamuoyu temsilciliğimizden geri çekilmek zorunda kaldı.
Ferdinand ve oğlu III. Boris yerli Müslümanlar konusunda İstanbul’dan kaçmış ve Sofya’ya yerleşmiş Sultan yakınlarıyla danıştılar. 404 okulumuz kaldı. Aydınlar göçü seçti. Sosyalizm yıllarında yargı değerleri değişti, Müslümanlara değeri komünistler ve gizli polis “DS” verdi. Monarşizm döneminde başlayan Türkleri eritme süreci, ikinci aşamasına geçti ve asimilasyon sürecine hız verildi. Ruhunu ve kimliğini satanlar ön plana geçti. Bugünkü sahte demokrasi yılları, totalitarizmin devamıdır.
1984-1989 yılları arasında gizli eğitim merkezlerinde Bulgar-Rus işbirliği ile yetiştirilenler oldu. Bunlar derse girmeden üniversite bitiren ve hatta doktor tezi savunan muhbir Ahmet Doğan gibi kadrolar ve Multi Grup Holdinge hademelik edenler, “soykırım dönemi” olmamış gibi davrananlar ve hak arama davamızı engelleyenler değer kazandı ve kokuşmuş sosyal bataklıkta nilüfer gibi açtılar. Bulgaristan Müslümanları hakkında son söz sahibi, politik partiler, belediye, meclis veya başka bir makam değil, gizli polis ve hain-ajan A. Doğan’dır.
Çok acı bir gerçek ama ömründe bir Türk sofrasına davet edilmemiş şopar Ahmet’in eline kalmamız, Bulgaristan Müslümanları ile devletin arasına karayılan gibi uzanmıştır. Bizim gerçek lidere ihtiyacımız var ve onu ancak bedel ödeyen ve halkımızın iradesi seçmelidir.
Soru Mümin TOPÇU
Demokrasiye geçişin başlangıcında ve AB üyeliğinden dolayı, Bulgaristan birçok Türkiyeli yatırımcının ilgi alanına girmişti, fakat nedense onlara ülkeye girme fırsatı tanınmadı ve en az 10 000 Türkiyeli iş insanı yatırımdan vazgeçti. Bulgaristan toplumu bu muameleyi gerçekten hak ediyor muydu? Bunun suçluları kimler?
1990 yılına kadar Bulgaristan Türkleri memleketimizin dış ticaretine katılmamıştı. Bu işler, Uluslararası İşbirliği ve Dış Ticaret Bakanlığı ve bazı deflet şirketleri tarafından yürütülüyordu. Türkler üreticilerdi. Madencilerdi. Fabrika işçileriydi. İnşaatçılardı. Bulgarlar üretimde çalışanın aklının gelişmediğine inanmıştı. Bu bir Rus görüşüydü. Hele de anlamadığı bir dilde konuşmak zorunda bırakılmışsa, körelmesi ve geri zekâlı olması güvence altındaydı. Okullarda ise, beyini pıhtılaştıran “bilgiler” sunuluyor ve ana babalar okuldan dönen çocuklarına “bugün ne öğrendim yavrum?” sorusunu dahi sormaz olmuştu. Hiçbir işe yaramayan şiirler, metinler veya zamanını yaşamış hususlar ezberletiliyordu.
Bu nedenle insanlarımız tarım kooperatiflerinin dağıtılmasına, sanayi tesislerinin talan edilmesine, ticaretin donmasına ve mağazalarda rafların boşalmasına anlam veremediler. Hiçbir kimsenin elinde birikmiş para, sermaye yoktu. Ticaret iki taraf arasında olur. Bizim tarafın eli boştu. Biz Türkiye Cumhuriyeti sermayesinin ülkemizde karşılamaya hazır değildik. Türkiye Cumhuriyeti ile ticaretin kurallarını da bilmiyorduk. Kimsenin arkasında bir banka, üretim birimi yoktu ve olsa bile sipariş almaya hazırlık yoktu. Türkiye Cumhuriyeti’nden hazırlıklı gelen şirketler Bulgaristan özelleştirmesinden pay aldılar. Şumnu Alüminyum tesisi parlak örnektir. Bulgaristan’a yatırım yapma niyetiyle gelen “Şişe Cam” da fabrikalar kurdu. Ahşap ve tekstil fabrikaları açıldı. Doğuş Holding iki-yönlü ana yol ve Sofya’da yeraltı tren yolları açtı. “Mapa Cengiz” Sofya Pernik otoyolunu ve arıtma tesisleri kurdu. Kırca Ali’de TEKLAS fabrikaları 1-2-3 açıldı. İrili ufaklı tesis çalıştı, köfteciler, dönerler, baklavacılar ve daha birçok tesis ve seri montaj fabrikaları açıldı. Başarısız olanlar kendilerine el uzatacak birilerini bulamadılarsa önce kendilerini suçlamalıdırlar. Bulgarlar Türklere büyük ölçüde alıştı, çarşılarımızı, Edirne pazarını, turistik tesislerimizi, sanatımızı vb sevdiler ama bu hala bir başlangıçtır. Burada en büyük ödev hala çekingen davranan soydaşlarımızındır. Bulgaristan’da okuyan gençlerin memleketimize kök salmasını bekliyoruz. Türk sermayesinin Bulgaristan Türklerine başka bir açıdan bakmasını, kucaklanmamızı bekliyoruz. 10 bin kişinin geri dönmesine gelince, biz Büyük Türkiye ile birlikte Balkanlara tsunami gibi gelmelerini değil, taşmalarını sabırsızlıkla bekliyoruz.
Soru Mümin TOPÇU
1985-1989 yılları arasında, eski komünist rejim esnasında öldürülen suçsuz Türklerin geleneksel anma törenlerine, sizce neden etnik Bulgarlar katılmıyor?
Bu ilginç bir soru. Evet burada da ilki yaşatmış olduk. Bir defa BULTÜRK’ün seçtiği Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in (1913-1917) şehit anıtımıza çelenk koyduğuna tanık oldum. Komünizm dönemi şehitleri konusunda Bulgar toplumu ikiye bölünmüştür. Bir kısmı faşizm, bir kısmı komünizm şehitleridir. Ayrıca Türkler, Pomaklar, Makedon, Ulah ve Romanlar bu cetvelin dışındadır. Bulgar asker, partizan ve savaş kahramanı anıtlarında Türk ismi yoktur.
1989’a kadar bizim mezarlık dışında dikili taşımız yoktu.
Şimdi Türkan Çeşmede, Prestoe, Mestanlı, Kornitsa, Gluhar’da ve daha birçok yerde anıtlarımız var. Burgaz’ın Dikenli (Trınak) köyünde KAHRAMNANLAR ÇEŞMESİ aktı, fakat kaç defadır tahrip ediliyor. Derin analiz yapıldığında Bulgar toplumunun memlekette Hıristiyan, komünist ve Rus anıtından başka anıt görmek istemediği ortaya çıkıyor.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında Bulgarlar Almanların yanında olsa da, ülkede Alman anıtı da yok. Oysa 1944’te Bulgar semalarını, Sofya’yı koruyan Alman pilotlardan şehitler var. Öte yandan Sofya’yı bombalarken düşürülen Amerikan pilotlarına ABD Büyükelçiliği avlusunda büyük anıt dikildi. 1989’dan sonra dikilen Bulgaristan Türkü Kahraman Anıtları çok anlamlıdır, çünkü totaliter diktatör Todor Jivkov’un devrilmesi yolunu onlar açtı. Bulgarlar bunu kabul etmek istemeseler de, büyük sayıda akademisyen artık bu gerçeğe vurgu yapıyor.
İkincisi 1989 Mayıs Ayaklanması anıtımız henüz dikilmedi.
Bu yeni Bulgar tarihinde en büyük ayaklanmadır. 72 bin kişi katıldı. Bulgaristan ekonomisi durdu, toplumsal yapı çöktü ve komünist rejim yıkıldı.
Eğer böyle bir anıt dikilirse herkesin gelmesi beklenebilir. Çünkü ayaklanmamız Bulgaristan anti-komünist cephesini birleştirdi. Hala ulus devlet sevdalısı olan Bulgar kamuoyu azınlıkların, Türklerin yaptığı paha biçilmez iyilik de olsa kabul etmek istemiyor. Bulgar toplumu sık sık ruhsal birlikten söz etse de Türklerin sabrını, mertliğini ve azmini kıskanıyor ve kendinden üstün gördükleriyle yakınlaşmaktan korkuyor.
Başka sebep görmüyorum.
Anma günlerine katılmaları, anıtlarımıza çiçek demeti ve çelenkle gelmeleri zaferimizi kabul etmeleri anlamına gelir.
Bu ise, onlarda olmayan bir olgunluk ister. Ben, Bulgaristan’a ziyarete gelen NATO Generallerinin de bizim anıtlarımıza çelenk koymasını bekliyorum, çünkü anti-totaliter mücadelede kardeşlerimiz şehit düşmeseydi, Bulgaristan NATO’ya asla üye olamazdı. Onlarda bu görevlerini yerine getirmeleri gerekir.
Soru Mümin TOPÇU
Bu gün “Belene” giriş kapısında burada hapis yatanların isimleri yazılı fakat burada isimlerde Türkçe isim yok. Burada Türk Yatmamış mı oluyor? Nedir bunun anlamı?
“Belene” ölüm kampı Tuna nehrinin “Persin” adasındadır. 1949’da açılmış ve 1989’da kapanmıştır. Buradan çıkamayanların adadaki toplu mezarında taş yoktur. Faşistler, toprakların kooperatifleştirilmesine ve komünizme karşı başkaldıran Bulgarlar, (bu arada büyük sayıda Türk), 1956 Macaristan İsyanına karşı koyan Bulgarlar çoktu.
1964, 1972-73’te isim ve din değiştirilmesine karşı ayaklanan Pomaklar, 1968 Çekoslovakya olaylarını kınayanlar, 1984-1989 Türk soy kırımı denemesi, Türk kültür kırımı ve Türklere terör ve zulme başkaldıranlar, Türk aydınları, Türk kimliğinden ödün vermeyenlerin hepsi bu adada işkence gördüler, isimleri burada elektrik şok altında, yara bere içinde değiştirildi. Belene Bulgar tarihinin XX.yüzyıl yüzkarasıdır. Bir anıt parkına dönüştürülmesi girişimi başladı. Fakat tamamlanamadı. Girişindeki beyaz mermer anıta adada ölen, kalan tüm kahramanların kendi isimlerinin altın harflerle yazılması kararı alındı. HÖH bu konuda susuyor. DOST da girişimci değil. HŞHP kurucusu Kasim Dal yılda bir defa törene katılıyor. Türkiye’de kafileler geliyor. Soruların hepsine cevap “Olacak!” ama ne zaman henüz bilinmiyor.
Olmasını isteriz tabii.
Şahsen ben Bulgaristan’da Türklerin nasırlı elleriyle kurulan 80 baraj duvarına isimlerinin teker teker kurulması taraftarıyım. Bulgar devlet yetkilileri Olimpiyat Şampiyonumuz Naim Süleymanoğlu’nun Mestanlı Spor Salonu önündeki anıtına da yılda bir defa çelenk koymak zorundadır. Bulgaristan, Şampiyon Naim gibi bir sporcu çıkarmamıştır. O bir efsanedir. Anıtlarımız Türk kimliğimizin onurlu bir parçasıdır.
Soru Mümin TOPÇU
Bakanlar, valiler, siyasi parti yöneticileri, belediye başkanları için de geçerli aynı durum. Misal olarak, Kırcaali Valisini hiç bir zaman Cebel’de veya Türkan Çeşme’de görmedik. Neden?
Sıraladığınız kişilerin Mleçino, Cebel ve Prestoe-Kaolinovo Anıtlarına ya da Türkan Çeşme’ye çiçek götürmesi Bulgar devlette devamlılık ilkesine ters düşer.
Bulgar toplumu geçen asrın 80’li yıllarında eğitilmiş, ideolojik su almış kişiler tarafından eğitiliyor. Toplum komünizmden arınamamış, toplumsal olumsuzlama (reddetme) gerçekleşmemiş, komünist ceset çalılık içinde yatıyor, kokuyor, toplumun burun direğini kırıyor ama herkes “bu bahar bol gül açtı, güller ne güzel kokuyor” diyor. 1989 öncesi Bulgar komünist devleti KİNTEKS şirketi üzerinden silah ve uyuşturucu ticaretiyle uğraşıyordu.
26 Haziran 2020 sabahı İç İşleri Bakanlığı ve Bulgar Polisi Organize Suçlar Şubesi yöneticileri görevden alındı. Uyuşturucu trafiğinden haraç aldıkları, uyuşturucu dağıtımına şemsiye açtıkları vs. suçlardan tutuklandılar. 320 kilo uyuşturucu birden ele geçirildi. Bu kişiler eski komünist dönemin kirli işlerinin uzantısı olup devlet yönetiyorlar. Bu adamlar bizim kardeşlerimizi kurşunlayanların ta kendileridir. Onlardan nasıl olur da böyle bir saygı hareketi bekleyebiliriz?
Biz BULTÜRK yayınlarımızda devlet yapısında değişiklik olmadığını anlatmaya ve okurlarımızı uyarmaya çalışıyoruz. Burada “devlette devamlılık” değimini en olumsuz anlamda kullandım. Söz konusu olan Bulgar monarşi, komünist ve sözde liberal demokrat devletinin faşist damarının atması ve memleketimizi zehirlemeye, halkımızı parçalamaya ve çocuklarımızı zehirlemeye devam etmesidir. Bu uyuşturucular okul önlerinde dağıtılmıyor mu? Koruyan kim?
Polis! Bu gün bizim karşımızdaki devlettir…
Soru Mümin TOPÇU
Türk etnosun temsilcileri ise, bütün resmi törenlere katılmakta. Bu demokrasi mi?
Bu olayı Kırca Ali Belediye Başkanı Müh. Hasan Aziz örneğiyle yorumlayalım. 3 Mart milli bayram gününü kutlarken, “Ruslar bizi Osmanlı esaretinden kurtardı” diyor. Bir defa Kırca Ali ve Güney Doğu Rodoplar’da daha 8 belediye Bulgar Çarlığına 1877-78 Plevne Savaşından 40 yıl sonra katıldı. İkinci, Bulgaristan 3 Mart 1878’de Osmanlı esaretinden kurtulmadı Rusya İmparatorluğu esaretine düştü. Üçüncü bir milletin esaret altına düşüşünü Milli Bayram olarak kutlamasına anlam veremiyorum.
1989’a kadar, ikinci defa Rusya (Sovyet) esaretine düştüğümüz 9 Eylül 1944 tarihini Milli Bayram olarak kutluyorduk.
Hiç olmazsa ikisini birleştirseydik, o da olmadı. Bir insan, ben Belediye Başkanı koltuğunda kalayım diye atalarımızı “Şipka Savaşında” katledenlere “kurtarıcımız” nasıl der, aklım ermiyor. Bunu kendi adına yapsa, neyse ne, ama bir de oyunu aldığı Türkler adına konuşuyor, HÖH partisi adına konuşuyor.
Ben buna OLMUŞ ARMUT derim. Dalından her an düşmeye hazır. Bu işlerin demokrasiyle alakası yok. Bunlar insan ruhunun esir alınmış, aklının da kafatasına mıhlanmış olduğu yılların tortusudur…
Biz bunlar kadar “demokrat” olamayız… Gerçek demokrasiye alışabilmemiz için monarşi, totalitarizm ve liberalizm karanlığından çıkıp, gözlerimizi ovalamaya ve güneşe alıştırmaya başlamamız gerekir. Ben Hasan Aziz gibi kardeşlerime, önce bir suya bakınız ve çevrenizi görünüz. Allah’ın verdiği gözlerle insan kendini göremez. Su aynası insanı düşündürür, düşünen insan açılır ve açıldıkça da kendinden ve yaptıklarını görmeye ve utanmaya başlar. İnşallah açılırsınız.
Soru Mümin TOPÇU
Kırcaali emniyet müdürlüğünün saat kulesinden saat başı söylenen ırkçı ve milliyetçi marşlar için ne düşünüyorsunuz? Ayrıca sizden başka bu konuyu dile getiren yok?
Dünya’da saat kuleleri zamanı göstermek için kurulur. Fakat bizde bunlar bile ırkçılık, nefret kusmak içinir. Bulgaristan’ın birçok şehrinde Osmanlı zamanında kurulmuş saat kuleleri vardır. Müslümanların zamanı namaza ve ezan sesine göre işlerken, Hıristiyanlar da çan sesine ayak uydururken, Osmanlı devleti ümmete giren etniklerin aynı zamanda nefes alması yatıp kalkması ve işbaşı yapmasını kolaylaştırmak için kurmuştur bu kuleleri.
Kırca Ali saat kulesi bir defa İç İşleri Bakanlığı Binasına monte edildiği için çok anlamlıdır. Bunun bir anlamı bu yörenin amiri polistir, işler poliste başlar, poliste biter anlamına gelir. Melodiler, Osmanlı devri Bulgar uyanış devri şairlerinin şiirlerini yaşatır. Yani biz hep daha Türk “esaretindeyiz” ama ne olur uyanın artık manası yüklüdür bu melodilerde.
Sadece İki Şarkının sözlerinden kısaca;
1- Kalk, kalk, Balkan kahramanı
derin bir uykudan uyandı,
Osmanlı hainlerine karşı
Sen Bulgarlara liderlik et!
2- Yılan henüz küçük iken,
Gelin toplanalım!
Başını ayaklarımızla ezelim,
özgürüz diyelim!
Oysa bir halk 200 sene uyanamadıysa hasta olmalı, vay haline. Şahsi fikrimi soruyorsanız, ben bu melodilerin çalmaya devam etmesinden yanayım.
Çünkü asıl esaret altında olan şu an biziz. Bir defa Rus esareti devam ederken, monarşi, totaliter ve sözde liberal demokrat 3 farklı özellikli şekilde yaşamaya devam ediyor. Bu saat bizi uyandırdığında kaldırılabilir. Şimdi işimize yarıyor. Çalsın varsın! Bu saat Türkleri uyandırır inşallah…
Soru Mümin TOPÇU
Emniyet müdürü, Türk kökenli birisi olsa, aşırı Bulgar milliyetçiliğini körükleyen bu marşlar son bulur mu?
Hayır, bulmaz çünkü bu belediyenin işidir. İsterse bir saat başı Türkçe, bir saat başı Romanca, bir saat başı Pomakça ve bir saat başı da Bulgarca melodi çalabilir. O zaman herkesin gönlü hoş olur. Herkes melodisini bekler. Samimi olan barış isteyenler bunu yaparlar…
Polis müdürünün Türk olması, Türkleri kollaması anlamında diyorsanız, bence olmaz. Kurulmasını istediğimiz eşitliğe dayanan adalet bozulur.
Biz Türkler herkese adalet istiyoruz. İnsanlar durdukları yerden “MVR Şefliğine Türk geldi de ne oldu?” derler ve hak eşitliği ve tam özgürlük davamızın özü yara alır.
Biz BULTÜRK olarak, majoriter seçim sisteminden yanayız. 16 Kasım 2016’da yapılan halk oylamasında, yeni kurulan “Var, Böyle Bir Halk!” partisinin önderi Slavi Trifonov da en fazla oy alan seçilsin derken, bu isteği liste dışı kalmıştı. Amerika’da ve birçok Avrupa ülkesinde bu iş böyledir. Cumhurbaşkanı Radev de majoriter oylarımızla seçildi. Belediye Başkanı Hasan Aziz de aynı sistemle 5 defa seçilmiştir.
Ne var ki Baş Savcıya, il ve ilçe savcılarına. Polis şeflerine gelince “olmaz” diyorlar.
Neden mi, çünkü direk oylamaya seçilen bir Polis Müdürü seçmenine kelepçe vururken biraz düşünür. Ayrım yasaktır, adalet zorunludur, eşitlik bozulmaz bir ilkedir kavramlarının özünü öğrenmeden meydana çıkamaz, halkın gözüne bakamaz. Böyle seçilen bir Polis şefi ister Türk ister Bulgar olsun, ilk işi mahzendeki sopaları kırdırmak, Kırca Ali merkez MVR binasını mahzenden en altta tavana yeniden boyatmak, boyadan sonra da binanın çekisi kokusu değişsin diye kapı pencereyi bir hafta açık tutması gerekir. Bunu yapmadan hiçbir şey değişmez.
Bir de Kırca Ali girişinde POLİSİN KULLANDIĞI CAMLI PATRUL YERİ bir an önce kaldırılmalıdır.
Çünkü burası İsim değiştirme esnasında 1984 yılında şehre giriş çıkışta kontrol için yapıldı ve halkımız onu görünce o yılları anımsatıyor. İnsanın önce nefes ettiği hava değişir, ardından kulağının işittiği paslanmış müzikler değişir ve insan, insan olmaya başlar. Bizde bu kapı henüz açılmadı. Gerçek demokraside Bulgaristan subaylarının yarıdan fazlası,
Bulgaristan komiserlerinin yarıdan fazlası, Bakanların da yarıdan fazlası, yargıçların da yarıdan fazlası vs. azınlıklardan seçilmelidir ve her biri insan haklarını koruyacağına ant içmelidir.
Soru Mümin TOPÇU
Sizce, Razgrad Emniyet Müdürü olan Rasim, yönettiği şehrin saat kulesinden, isim değiştirme olaylarında şehit edilen Türklere adanmış bir marşın söylenmesine izin verir mi?
Razgrat toplumu böyle bir marşı dinlemeye hazırsa verebilir. Ne var ki, Razgrat kamuoyu şehirdeki Rus ve Sovyet esaretçilerin anıtlarını yıkmaya henüz hazır olmadığı gibi, Türk Kahramanlar Marşı dinlemeye de henüz olgunlaşmamış olabilir.
Burada anlaşılması gereken şöyle bir özellik var.
Bulgarlar milli devrimini yaşamamış bir halktır. Milli devrimini gerçekleştirememiş halklar hamdır. Meyve vermeye başlamamış bir ağaç gibidir. Ham kimlik tuhaf, aklından geçmeyen hareketler yapar.
1913’te Pomakların üzerine toplu tüfekli ordu sürülmesi, minarelerin yıkılıp camilerin kilise yapılması, fesleri toplayıp Pomak kafasına kalpak geçirilmesi, köylerin yakılması, ismini değiştirmeyen Pomakların öldürülmesi, kadınların ırzına geçilmesi bu tip olaylardır ve ardından “birlik olalım” sözleri gülünçtür ve toplum yönetme kabiliyeti olmayan kişilerin devlet başında düştükleri gülünç durumlara örnektir. Bulgar tarihinde bu gibi örnekler çok. O korkunç aylardan bugüne bir asır geçse de, Kara Su (Mesta) boyu Pomakları köylerinde kapalı kaldılar. Korku büyük güçtür. Bir asır şehirlere inemediler, başka bir din, başka bir yaşam tarzı, başka bir medeniyet kabul etmiyorlar.
Bulgar’a el açmaktansa, İngiltere bataklıklarında boğuşmayı tercih ediyorlar. 1912’de Osmanlıya yapılan saldırı, Edirne’de Selimiye Minarelerinin bombalanması, yine bir kısa görüşlülük ve kendini bilmezlik örnekleridir. Sofya’da bir yağmur akşamında patlatılan minareleri söylemiyoruz.
Bir örnek daha vereyim: Aynı Bulgar Kralı Ferdinand 1910’da kuzeni olan İngiliz Kralı VII. Eduard’ın cenazesine katılmak üzere Londra’ya gider. Yola çıkmazdan önce, Sofya’da evde diken terzilerden birine, son Bizans İmparatoru olan XI. Konstantinos’ın resmi tören elbiselerini diktirir ve bir bavulda beraberinde götürür.
Niyeti Birmingham Sarayında yapılacak törende kendisine Bizans Kralı Tacı giydirilmesi ve matem alayına Bizans’ın yeni imparatoru olarak katılmaktır. Tabii bu hayali de suya düşer.
Razgrat Polis Baş Amiri Rasim Bey olgun biridir ve ham meyveyi dalından koparmaz.
DEVAM EDECEK