Azınlık sorunu – Tarih: 27 Eylül 2018
Yazan: Raziye ÇAKIR
Konu: Bulgaristan Türk azınlığı sorunlarının Türkiye ile olagelen bir sorun olarak gösterilmesi tamamen yanlıştır.
Bulgaristan “milli azınlık” kategorisine kendi tanımını veremedi. Etnik, dil, din ve kültür azınlıklarını tanımamak hiçbir soruna asla çözüm olmadı. “Milli azınlık” çoğunluktan farklı olan bir halk topluluğudur. Milli azınlığın tanımı anadil, din ve kültürel gelenekler esas alınarak yapılabilir. Dilimiz Türkçe, dinimiz İslam, Kültürel geleneklerimiz Doğu ve Müslüman kökenli olduğu için, anadilimizde yaratılmış edebiyatımız olduğu için, belirli yerlerde beraberce ve kendi adet ve ahlak kurallarımıza göre yaşadığımız, yeni, demokratik ve modern olanı kendi duyumlarımızla algılamaya ve özümsemeye açık olduğumuz için farklı olanlar. Farklı vasıflarımız birçok özellikleriyle emsalsiz olup yüksek değerli niteliklerdir.
Bunun için biz, çeşitlilik içinde birlik veya birlik içinde çeşitlilik sloganını yükselttik. Biz halkımızın bu şiarı bağrına basacağına inanıyoruz. 1989 Mayıs Ayaklanmasına bu şiarla gittik.
Bulgaristan’ı parçalamak istemedik. Aramıza sınır çekmek istemedik.
Çeşitlilik içinde birlik ve birlik içinde çeşitlilik hepimizin bütün yaralarımıza mehlem olacak, gözümüzü yeniden açacak, bize deniz feneri olacak bir ışıktık.
Kardeşlerimiz, daha 1989’da hak ve özgürlükleri uğruna direnişe kalkarken memleket param-parçaydı, bize silah çekilmiş, yarımız hapiste, diğerlerimiz toplama kamplarında sürgündeydi. Fakat korkmadık, kötü olanın karşısına dikildik. Bizi birleştiren bugün de BİRLİK, bu vatan hepimizin bilinci ve anlayışıdır.
Bulgar propaganda makinası, yıllar önce nalları diken, fikirsizlikten nefes alamayan Ahmet Doğan’ın Özgürlük, Sorumluluk ve Tolerans balonlara yazıp uçurtma gibi uçurmaya başladılar.
Buna vesile olarak, Eylül 2018 sonunda, ABD Büyükelçisi Erik Rubin’in Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) Sofya Genel Merkezine yaptığı 2-saatlik ziyaret kullanılmaya başlandı. Bu görüşmede ele alınan politik sorunlar ile ilgili DPS partisi bir resmi açıklamada bulunmadı.
Bu bakıma, şimdiye kadar BİRLİKTELİK olan DPS şiarının Özgürlük, Sorumluluk ve Tolerans şeklinde değiştirilmesi dikkati çekti. Aslında bu Avrupa Birliğinin sloganıdır.
17 Aralık 2015’te Doğan “Saray Konuşmasında” L. Mestan’ı partiden kovarken, liberal fikirlerden vaz geçtiğini açıklamıştı. Altında HÖH Partisinin “Ataka” partisinden Brüksel ve Sofya meclisi eski “faşist” milletvekilleri Slavi Binev ve Kamen Petkov’u HÖH listesinden milletvekili göstermişti.
Bu, Bulgaristan Türklerine “siz benim kölemsiniz” istediğimi yaparım, demek oldu.
Bu küstahlık devam ederken, isimlerimizin değiştirilmesinde olağanüstü büyük ve sonuç belirleyici rol oynayan General Semerciev ile BKP MK Politik Büro üyesi Penço Kubadinski’ye bronz anıt dikmekle yüzümüze tükürdü. Bu hain ne sorumlu, ne özgürlükçü ne de hoşgörülü biridir, sahibini ısıran bir köpektir.
“Özgürlük” Türk partisinin – Hak ve Özgürlük Hareketi -isminde ve ilk sloganında vardı.
Bulgaristan’daki Müslüman Türklerine özgürlük, ekmek gibi ekilip biçilen, buğdayla öğütülen, elenen, karılan, mayalanan, kabarınca pişirilen ve yenen bir şey olarak açıklandı. Ekmek hayatımızın olmazsa olmazıdır.
Bize hayat gücü veren ve bizimle yaşayan, devamlı ihtiyaç duyduğumuz bir şeydir. Özgürlük nefes almak, öksürmek, kendi kültür denizinde yüzmemizdir. Birlikte olmamız, umut ve mutluluğumuzdur. Özgürlük bulutlara el atıp rahmet çağırabilmemiz kadar önemlidir.
“Sorumluluk” DPS sloganına yeni işlenmiş. Bizden, 28 yıldan beri “gösterdiğimiz kişiye oy vermekten başka bir sorumluluk istenmedi ki”, oyumuzu onlara verdikçe özgürlük çemberimiz daraldı.
Hem Doğan, hem de Mestan bizden kendi tarlamıza Bulgar kimlik tohumu ekmemiz istendi. Biz yok olma özgürlüğü istemiyoruz.
İkisi de hep özgürdü. Sofya Müslüman Mezarlığı sorununu çözebilirlerdi, parmaklarını dahi kıpırdatmadılar. Türkçe TV programı açabilirlerdi, paraları barlarda harcadılar. vs. vs. vs.
Doğan Bulgaristan’daki Müslüman Türklerin huzurundan, Türk-Müslüman Kimliklerinin korunmasından ve gelişmesinden sorumluyum dedi.
Evet, 28 yılda 1 Türk anaokulu, bir ilkokul veya ortaokul açmadı. Türkçemizi neden zorunlu ders yap(ıl)madı? Bu umutlarımız gerçekleşsin diye, isimlerimizi değiştiren, cami kapılarımıza kilit takanlardan ırkçı Cumhurbaşkanlarına oy vermemiz istendi. Kolektif ihanete, küçülmeye zorlandık. Bulgar sosyalistlerine koltuk değneği olduk!.
Dahası da var. Hangi sorumlulukla Volen Siderov’a “Ataka” faşist partisini kurma parası verildi. Doğan imzasıyla 1.600.000 leva verildi.
Aşırı milletçilerle birlik olup 26 Mart 2017’de seçmen ninelerimizin sınırda tartaklanmasına, sandık baskısı uygulanmasına göz yumdunuz. Bu dolaplardan sorumlu olan siz değil miydiniz?
Şu da var. Siz düşmanlıkların yasallaşmasına göz yumdunuz!
Bulgar milletinin değişik etniklerden oluştuğu gerçeğinin yassallaşıp uygulanmasından sorumlu değil misiniz?
Türk etnikli Bulgar vatandaşlığının milli azınlık olarak tanınması Bulgar devleti (parlamento, hükümet ve yerel yönetimler) tarafından din işlerinin (diyanetin), anadil ve kültür gelenekleri öğretiminin etkin bir şekilde desteklenmesi ve toplumun her dalında eşit koşullarda etkinlik hakkı bulabilme anlamına gelir.
Müslüman Türklerinin kolektif (ortak) haklarının tanınmasıdır.
Bu hakkımızın 1991 Anayasasına işlenmesini neden istemediniz? Bulgar yasaları azınlığımızın ortak haklarını tanımıyor.
Siz bu konuda ne yaptınız? Anayasanın ve Bulgaristan’ın taraf olduğu devletlerarası anlaşmalardaki bireysel (kişisel) hakların birlikte kullanılmasına devletin angaje olmasına da aynı yasalar imkân tanımıyor. 3 defa hükümete katıldınız, ortak oldunuz. Bunu neden değiştirmediniz? Bu soruna üstünkörü baktınız. İkisi aradaki fark az gibi görünse de, olsa da, anlamı büyüktür, önemi ise çok daha büyüktür. İmtiyaz istemiyoruz, eşitlik, eşit hak istiyoruz, bizler tüm Bulgaristan vatandaşları birinci sınıf vatandaş olmak istiyoruz, ortak haklarımızı istiyoruz.
Etnik azınlık topluluklarının ortak haklarının tanınması ve entegre edilmesi problemi bir dünya problemidir.
Buna dayanarak Avrupa kurumları Milli Azınlıkların Savunulması Çerçeve Sözleşmesini ve İnsan Haklarını Savunma Sözleşmesini kabul ettiler.
1997 yılında Bulgaristan Cumhuriyeti Milli Azınlıkların Savunulması Çerçeve Sözleşmesine katıldı. O zaman İvan Kostov hükümeti iş başındaydı. Milliyetçilikleri açıkça sırıtan bir grup komünist milletvekili (DPS elitinin desteğiyle) Çerçeve Antlaşmasını Bulgaristan’ın imzalanmasına saldırıda bulundular.
Bir bütün olarak anayasa ve bazı maddeleriyle çelişki halinde olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdular.
18 Şubat 1998 tarihinde aldığı kararla Anayasa Mahkemesi isteği şu gerekçeyle reddetti: “9 Ekim 1997 tarihinde imzalanan Milli Azınlıkların Savunulması Çerçeve Sözleşmesi’nin 7.8.9.10 ve 11. Maddeleri olduğu gibi, bir bütün olarak da bu antlaşma Bulgaristan Anayasası’na uygundur.”
1998 yılında Halk Meclisi Çerçeve Sözleşmesini bir yasayla onayladı. Bu da sözleşmeyi Bulgar yasama sisteminde uygulanması zorunlu etti, sanki olay noktalandı. Olay bitse de, açık sorun kaldı, çünkü bu Sözleşme katılan devletlere anlaşmanın ruhuna bağlı kalma şartıyla anayasalarına göre “milli azınlık” kategorisine kendi tanımını yapma imkânı tanımıştır. Bulgar Meclisi 20 yıldan beri “milli azınlık” kategorisine tanım getirmiyor ve bu da pek çok soruna kaynak oluyor.
Bu konuda – milli azınlık ve milli çıkarlar, Türk azınlığının öz hakları – gibi tanımlar getiren belgelerin hazırlanmasına DPS neden öncülük etmedi??????? Nerede sizin sorumluluğunuz ??????
- Yasayla onaylanan bir Sözleşmeye konu olan bir kavrama 20 Yıldan beri tanım getirmeye yanaşmayan Bulgar Parlamentosu’nda göbek kaşıyanlar siz ve adamlarınız değil midir?
Çerçeve Sözleşmesindeki azınlık haklarına hayat hakkı tanınacak mı? 3 milyon vatandaş haksızlığa dayanamadığından gurbetçi oldu. Boşa beklemek ne zamana kadar?
- 2011 yılında yapılan resmi nüfus sayımında kendini etnik Türk olarak kaydettiren 588 318 kişinin Bulgaristan nüfusu içindeki oranı kaçtır? Bu oran azınlık olarak tanımlanmaya yeterli midir? Bu sorunun cevabında azınlık tanımına gerekli orandan daha kalabalık bir nüfus olduğunu görüyoruz. Dilleri, dinleri ve kültürel gelenekleri farklı olan bir etnikten olan insanlar – milli azınlık vatandaşlarıdır.
Şöyle ki “milli azınlık” gibi tanımı yapılmayan iki sözün oluşturduğu kavramın kullanılmasında, Bulgar milletinin çağdaş karakterine vurgu yapabilmek ve “milli” kavramının çök yönlü yorumlanmasından doğacak sahtekârlıklara kurban edilmemek için “vatandaş” kavramını da eklemek gerekir.
- Bulgar kurumları, söz konusu terimin anlamını ve önemini kendileri bilmezken, Bulgar soy kökenli grupların diğer devletler tarafından milli azınlık olarak tanınması ve anadillerini ve geleneklerini öğrenirken ilgili devletlerden destek almalarının güvence altına alınmasını hangi temele dayanarak istiyorlar?
Ukrayna ve Arnavutluk’ta elde edilenler övgüye değerdir, fakat bunlar Bulgar meclisinde onaylanmış olan Çerçeve Sözleşmesi metnini ölü sözler olarak kabul edilmesine olanak tanımaz.
Sözleşmenin 15. Maddesinde şöyle deniyor:
“Taraflar, milli azınlıklara ait olan kişilerin kültürel, sosyal ve ekonomik yaşama ve özellikle kendilerini ilgilendiren toplumsal etkinliklere verimli katılımlarına gerekli olan koşulları yaratmakla yükümlüdür.” İşsizlik bir salgın olan, mali baskı ise tütün üreticilerini iyice ezen Türk ahalisi bölgelerinde ekonomik hayata verimli katılabilmesi için ne gibi koşullar yaratılmıştır? Bu bir milli tartışma konusudur.
Bulgaristan’da Türk azınlığın tanınmasına düşman olanların öne sürdükleri sözde delillerin hepsi uydurmadır. Buradaki soru şudur. Türkiye Cumhuriyeti’nin “Bulgaristan’dan böyle bir isteği olmamıştır.”
Bulgar devletinin kurulduğu günden beri Türkiye Bulgaristan’a karşı hiçbir zaman düşmanca davranmamıştır. Osmanlı imparatorluğunun “yeni Osmanlıcılık” olarak Balkanlara dönmeye çalıştığı savları asılsızdır.
Dostane ikili ilişkilerimizin sağlam temelleri vardır.
1925 yılında Ankara’da (Angora) iki devlet arasında imzalanan Bulgaristan ve Türkiye Dostluk Anlaşması’nın 1. Maddesinde şöyle denmiştir: “Bulgar Çarlığı ve Türkiye Cumhuriyeti arasında üzerine gölge düşürülemez barış, samimi ve ebedi dostluk var olacaktır. Bu anlaşmadan kopmaz bir parça olan Ek Protokolde şunları okuyoruz: “İki hükümet, Neuilly Anlaşmasında yer alan, azınlıklar üzerindeki himaye ve hükümlerin hepsinden yararlanma hakkını, Bulgaristan’daki Müslüman azınlığa, Lozan Anlaşmasında yer alan, azınlıklar üzerindeki himaye ve hükümlerin hepsinden yararlanma hakkını ba Türkiye’deki Bulgar azınlığa tanımayı karşılıklı olarak kabul etmiştir.“
Anlaşma süresizdir. Bugün de geçerlidir. Bulgar siyasi temsilcilerinden hesap sorulmasına bu gün de gerekçe sunmaktadır.
Bulgaristan Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında Dostluk, İyi Komşuluk, İşbirliği ve Güvenlik Antlaşması olmak üzere, geniş kapsamlı yeni bir ikili antlaşma imzalandı ve 1992’de Halk Meclisi’nde onaylandı. Bu antlaşmanın 1. Maddesinde şöyle deniyor:
“Bulgaristan Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti, ilişkileri karşılıklı güven, işbirliği ve iyi komşuluğa dayanan iki dostane ülkedir. Daha önceki ikili anlaşmaların hepsinden farklı olarak bu anlaşmaya “iç işlerine karışmama” ilkesi eklenmiştir.
General Kenan Evre’nin T. Jivkovla mutabık kaldığı “eti senin kemiği benim” siyasetinin devamı olan “iç işlerine karışmama” maddesi, M. Yılmaz gibi dış işleri bakanlarının Bulgaristan Türklerinin geleceğine düşürdüğü çok büyük bir gölgedir.
Yerli Türkleri kimliksiz hain ajanlara boğdurma planları peşin çözülememiş ve 28 yıllık çok ağır bir çile yaşanmıştır.
Son ABD Sofya Büyükelçisi Erik Rubin’n sözde “Bulgaristan milli çıkarlarından” en fazla sorumlu kişi olarak lanse edilen A. Doğan’ı ziyarette, merkez basına göre, Yakın Doğu, Batı Balkanlar, Bulgaristan-Türkiye ilişkileri ve özellikle Doğan – Erdoğan ilişkileri geniş olarak ele alınmıştır.
Belirtildiğine göre, Doğan’ın, seçmenlerinin yarısının bulunduğu Türkiye, AK Parti ve şahsen Başkan Recep Tayyip Erdoğan’la olan ilişkileri stratejik önem taşıdığı gibi, aslında 2013-2018 döneminde reddin reddi yasasına uygun örnekler sunuyor. Doğan, 2017’de Sayın Erdoğan’a gönderdiği eleştirel mektupta tamamen sorumsuz davranmış, “Türkiye’ye sultanlık yerleşmesi”, “ Özgürlük veya Erdoğan” gibi terimler kullanarak, bir yandan 1 milyondan fazla soydaşımızın yaşadığı anavatanımız devlet yönetimine dil uzatmış, “yeni-Osmanlıcılığın” yeşerdiğine işaret ederek Bulgar milliyetçi faşist propagandasına alet olmuştur.
Doğan, hainliği için yakasına takılan hangi madalyaya sevinirse sevinsin, ya da bunlardan hangisini isterse Amerikan Büyükelçisi Rubin’e gösterirse göstersin, Bulgaristan’da büyük bir stratejik milli azınlık yaşadığı tanınması gereken bir gerçektir ve onların omuzuna basarak demokratik ilkelerle böbürlenmek bir sahteliktir.
Şu bir gerçektir ki, Doğan sorumsuz bir siyaset adamıdır.
Türk seçmenlerin oylarından – her oy için 11 leva – milyonlar almıştır. Bu kadar paraya karşı bir Türk Kültür Merkezi dahi kur(a)mamıştır. Onun Bulgaristan’a en büyük hizmeti rüşveti yerleştirmek, Müslüman azınlığın ezmek, Türkleri sindirmek, Müslüman Türkleri Türkiye’den Türk ulusundan ve iradesinden koparmak olmuştur. Türkiye Cumhuriyetinin Avrupa Birliği yolunu kesmek ise Bulgar totaliter komünist milliyetçilerine sunduğu en büyük hizmet olmuştur.
Hoşgörü. Avrupa kültüründe ve siyasetinde kökleri olmayan bir kavramdır. 19. Yüzyıldan beri Avrupa kimliğinde belirleyici olan kine öfke ve intikam olmuştur. 28 devleti, olanaklı oldukça diğer Avrupa devletlerini de bir çatı altına toplamaya çalışan AB, ortak dil bulabilmek için, tolerans –hoşgörü – dedi. Aslında tabandan tavana karşılıklı hoşgörü demeliydi.
Ahmet Doğan ve ekibi “hoşgörüden” – Bulgaristan’daki Müslümanlardan, kendilerine 1972-73 ve 1984-89 döneminde ve ardından 350 bin kardeşimiz yurttan söküp atanlara, baskı terör uygulayıp zulüm edenlere, kötülük edenlere, katillere aldırmamalarını, hoş görüp bağışlamalarını istiyor ve bu yönde baskı uyguluyor. Kötülüğün karşılığı ona denk bir cezadır. Hukuk üstünlüğü olan ülkelerde bu böyledir.
Adalet sağlanmasını önlemek için Doğan ilk emri T. Jivkov’u 1990’da ziyaret ettiğinde aldı. Ardından Multi Grup Şefi İliya Pavlov’la birlikte Moskova’yı ziyaret ederek “komünistlere, Türkleri öldüren katillere, sopacılara, işkencecilere ve zalimlere” dava açılmayacağını, şikâyet dilekçelerinin yakılarak imza edileceğine söz verdi.
“Soya dönüş süreci” mağdurlarını yurttan kovdurdu.
Başkaldıranları hep ezdi. Katilleri koruduğu için ödüllendirildi. Kendisini “Peygamber” yerine koyup bağışlayıcı rolü üstlendi. Hoşgörü genel bir ilkedir, Bulgaristan Türklerinin çekileri dikkate alındığında mücadeleye devam edilmesine engel değildir.
Hak arama davamız kutsaldır.
Konumuz devam edecek.
Okuyanlar paylaşmayı unutmayınız…