Öğrendik. Üç mezar taşı sipariş etmişsin:
Biri kendine,
Biri Hak ve Özgürlükler Hareketi’ne
Biri de Bulgaristan Türklüğüne…
İşittik: “Ben ölürsem, HÖH de ölecek! Türkler de gömülecek! demişsin.
“Kabrim, ‘Bunker’in avlusuna, HÖH mezarı da içindeki en derin beton sığınağın en dibinde olsun! Türkleri ise yakın ve külü uzaklara savurun! Buyurmuşsun!
Hayat böyle bir şeyki, eskiden bizim köyde çoban ölür, naşı geldiği köye gönderilirdi. Köyüne defnedilirdi.
Dedenin koyun kuzu güttüğü “Drındar”ın köy mezarlığına kabul edilir misin, bilemem. Ruh bedenden uçunca, bu işler parti, belediye, muhtarlık, istihbarat, “DC” ve “DANS” işi olmaktan çıkar. Köydeşlerin, öteki dünyada da işimizi, rahatımızı bozar ve bize iyi gün göstermez, derken, İmam “Nasıl Bilirdiniz?” dediğinde, “Vallahi huzurumuzu bozdu, ailelerimizi parçaladı, köyümüzden 7 kişinin hapis yatmasına sebep oldu!” derse, olay o noktada biter. Zaten C.Allah ne der bana KUL HAKKI VE İNKARLA Gelme der. Ayrıca burada DANS’a telefon açtırayım da bu işi bitireyim demekle bu iş olmaz. Bir defa camide telefon yok. İmam “olmaz!” dediğinde, büyük dostun T. Jivkov dirilse “yapacak bir şey yok!” köy kenarında kurda kuşa yem olursun vesselam…
Mezar taşlarına da yazık! Senin mezar taşına ancak “Bulgaristan Türk ve Müslüman halkına etmediğini bırakmayan HAİN! Bulgaristan Türklerinin LAVRENSİ Yazılır ki, bunu yazacak TÜRK ÇOK.
Herkes 1990’dan 25 yıl önce ve 25 yıl sonra, yani sen bu işleri karıştırmaya başlayalı tam 50 yıl oldu. HER GÜN, HER AY VE YILLARCA TON TON KÖTÜLÜK ETTİKTEN SONRA hak ettiğin ancak ve ancak eşek dikenleri arasına “DİRİ DİRİ VE DİK GÖMÜLMEKTIR!” Hizmet ettiğin KGB ve DC ajanlarından öyle gömülenler var.
Ne yazık ki, ne “lider” ne de “fahri lider” olmak da insanın yüzünü güldürmüyor. Şerefli bir kabir hak etmek “lider” olmak yetmez. Kişide onur da, akıl ve zekâ gibi, bir TANRI vergisi olmalı! Bulgarlar, düşmanlarımız, halkımızın canına ve maneviyatına kastedenler seni öve öve göklere çıkardı.
Neden acaba diye hiç mi düşünmedin? İsmini “Doğan” yapması, düşmanlarımızın sinsi bir planıydı. Sen dedenin peşin çoban çomağı olarak Dobruca yollarında sürünürken “sürünen düşenin halinden anlamaz” mantığını iyi bilenler arkandan plan yaptılar. Önce susun diye dedeni “SOSYALİST EMEK KAHRAMANI “ İLAN EDERK HER AY KENDİSİNE AVANTA MAAŞ BAĞLADILAR. Seni ise bahtsız buldukları için övdüler. Sen bunu anlayamadın. Aslında anlamak istemedin, çünkü işine geliyordu. Çalışamadan maaş almak, okumadan diploma sahibi olmak, hiçbir şey ödemeden hep bedava yaşamaktan iyisi yoktu. Aralarında arı gibi dolaşarak yabancı koku aradığın 1.5 milyon Türkün arasında en zavallı olan sendin oysa… Görünüşte, açtın, yalın ayaktın, çamurda ve karanlıktaydın. Sahnede ve perde ardında oynamayı böyle öğrendin. Unutma çocukluğunu ne baban ne de babalığın kabul etti. Bahtsızlar için boşuna “yazısı böyle yazılmış” dememişler. Yazgı, “Tanrı eliyle çalınır bir kez İnsanın alnına!” demek işine geliyordu. Ama Allahın defterinde böyle bir kalem ve çizgi yoktu. “Tuzağa düşürülmüş bir zavallı olduğunu anlamak istemedin. Sen ajanlığı Vatanı savunmak için değil, komşularının, okulda, üniversitede ve askerde arkadaşlarının başını belaya vermek için kullandın. Daha sonra sözüm ona “Liderliği” ise halkımı ezmek, bize zulüm ederek özümüzü eritmek Türk-Müslümanı yok etmek için kullandın, yaptığın yasalarca ağır cezalandırılması gereken yüzkarası bir zalimliktir. Oysa gerçek lider olsaydın “hain değil, doğanın üzerine eklenmiş en iyi insan olman gerekirdi!”
Sana ömür boyu “Ağız tadıyla yemeği düşünüyorsanız, börekler soğumadan masaya buyurun!… diyen olmadı, değil mi? Bu en insancıl bir davettir. 8 defa sözde evlendin ama bunu bir sabah olsun hak edemedin. Bu davet hayatın sesli anlamıdır. Buna laik olamadın.
Sen hapishane gardiyanlarından artan çorbaları süpürmek için her gün “doktora çıkıyorum” havalarına girdin. Hapiste bile sahteydin. İte, havlasın diye yemek verirler, bu gerçeği bilsen bile, bilmezlikten geldin. “Sona kalan dona kalır!” mantığıyla hareket ettin, Seni besleyenler ise, “seni köylüden kentli yaparak, 5 parmakla yemekten çatal tutmaya öğretirken, ayrı yemeye, karanlıkta ama tok yaşamaya alıştırma planını uyguluyordu!” Hani şimdi seni sözde “saray” ama aslında birin “BUNKER” karanlığına kapadıkları gibi, ne o zaman ne şimdi hiçbir şeye protesto etmediğin gibi. Düşünsene, sen artık bir salatalık haline gelmişsin ve seni hangi kavanoza kapayacakları artık umurunda bile değil.
Ha! Şunu diyecektim. Çıksana bir gün şöyle “VİTOŞA” caddesine, yaşasana olabildiğince güzel bir bahar gününü ıhlamurların altında, içkiye vurmuşsun kendini, ısmarlasana şöyle bir kadeh buzlu buzlu;
Sen hangi sarayda yaşarsan yaşa şunları yüksek sesle söyleyemezsin: “Mademki doğanın bir parçasıyım, yalnız kuru dalları değil, içimin yalnızlığını da çiçekler dolduracak! Gelen Bahardır!” Diyemedin ve diyemezsin. Çünkü o caddede demet demet açan çiçeklerin hepsi senin ölümlerine sebep olduğun bilinen ve pek çokları hiç bilinmeyen kahramanların, hep Emin’lerin, Kınço’ların ve daha yüzlercesinin mezar taşlarına konacak. Bu baharda da senin için açan çiçek yok!
Sen yalan dolan kâğıtlar dışında DOĞADA herhangi bir şeye biricik olsun imza attın mı? Atmamışsındır! Doğaya imza emekle atılır. Sen hiç çalışmadın ki! Sen bir düşman beslemesisin! Hapiste bile eğilip bükülmeden, Maşallah!, iki yerden birden bir defa bile imza atmadan düzenli maaş aldın.
Hatırlıyor musun? Biyoloji öğretmeni Nikolova, “İnsan ile Hayvan, eşit koşullar altında yaratıldılar; İkisi de doğaya karşı çaresizdir! Emek insanı ADAM etti. Hayvan hala çaresizdir!” diyordu. Sen bu dünyada canlılara faydalı hiçbir iş yapmadığın için HAYVAN kaldın.
Kendin sokağa çıkamadığın için Kasim Dal’a toplatıp Saray kitaplığında yan yana ve dik dizdiğin Karl Marx bir eserlerinde “Ürünün tek sahibi emektir!” diyor.
Sen çalışmadan nasıl zengin oldun? Yoksa Bulgar Kooperatif ve Ticaret Bankası (KTB) bankasına 300 milyon Euro borcun olduğu doğru mu? Bu parayı HÖH partisi adına çekmişsen, Bulgaristan Türklüğünün yediden yetmişe yandığı gündür. O zaman kendine değil, Bulgaristan Türklerinin toplu mezarına ÇOK BÜYÜK BİR MEZAR TAŞI al. “BU TOPRAKLARDA 600 YIL YAŞAYAN BİR HALKIN ve ÖZ PARTİSİ HAK VE ÖZGÜRLÜK HAREKETİNİN TOPLU MEZARIDIR!” yazdır şimdiden. HÖH partisine ayrı mezar ve mezar taşı gerekmeyebilir, çünkü bu hareket halkımın kalbinde yaşıyor ve kısmetse daha çok yaşayacaktır.
Unutma! Mezar taşının arka yüzünde senin de adın geçsin. Bu halka ne oldu da yok oldu sorusuna cevap olur.
Hizmetlerin ve hainliğin de unutulmaz:
Orta büyüklükte harflerle “Bu yok edişte en büyük hizmet benimdir!” diye peşin yazdır. Kendi mezarın olmayacağına göre, adın toplu mezar taşının arkasında geçmiş olur.
Şu 1000 yıl düşünürü K. Marx’ın bilinen “KAPİTAL” eserinden aktarıyorum: “Bir taş, emek olmadan, mezar taşı bile olamaz!” Bu konuda özel olarak derin derin düşünüp kafa çatlatmamıza gerek yok. Marx şöyle devam ediyor: “Şu mezar taşı meselesinin en ilkel biçimini düşünelim: Taş mezara olduğu gibi yerleştirilmiştir. Ama duruşuyla mezarın baş tarafını belirler. Bu işe insan emeği geçtiği için, o taş bir mezar taşı olmuştur!
Ahmet Doğan hep her kezden kurnaz davranarak ömrünü hiç çalışmadan, yalnız HAİNLİK yaparak geçirdi ve ömrünü mezar taşına kadar sürüyebildi. Ama en kurnaz tilki bile yakaladığı pilici yedikten sonra tüylerini döşek, yastık ve yorganda kullanmaya akıl edemez!
Bizimki de, insanlarla gönül birliği kuramadı, onları küçümsedi. Esir etti. Büyük bir hırsa kapıldı. Hürriyet arayanları oyalayıp köle etme yollarını aradı. O kendisine gösterilen saygıyı azımsadı, doyumsuzluk gösterdi ve gözlerini yukarıya dikti. Kemal noktasına da ulaşamadı. Aklı yalnız düşmanımızda gördü. Onlarla yakınlaştı. Onlara sarıldı ve bizim Türk-Müslüman kuyusunu kazdı. Budalalığını görenler ona “zekisin” dediler. O, aklın zekânın yürekle kopmaz bütünlükte olduğunu kavrayamadı ve yavan kaldı. Eline geçeni yarın yerim diye gömüp saklarken, her şeyi çürüttü.
Biz Vatan toprağımıza atı evcilleştirerek gelmişiz. Atalarımız uzun yolları at üstünde geçmiştir. Bu Vatanı atlı insana göre düzenleyen yeniden kuran onlardır. Bu topraklar hepimize Ata Vatan olalı bundan büyük zafer yaşamamıştır.
Bu açıdan baktığımızda, insanlarımız umut dolu öfke doludur ama asıl önemlisi merak da dolu bir yaratık olduğundan ve güçten emek yapmayı ürün yaratmayı bildiğinden ötürü ölümsüz ve yücedir. Emeğin mezar taşı ise henüz dikilmedi.
İnsanın alnında parlayan yıldızdır; Parlayan, atalarımızla gücün emeğe dönüşmesi utkudur. İşimizi elimizden alan ve bizi uğraşısız bırakan adam “lider” olamaz, bu gibi kişilerin mezarı başına taş dikilmez. Söylenecek iki mısra vardır o da şudur:
Seni kim tanırdı?
Seni kim tanırdı Türk-Müslüman Halkı olmasaydı!
BG-SAM