Şakir ARSLANTAŞ

Şimdi şu ikisinin de vatandaşı olduğumuz (çifte vatandaş), hatta üçünün de vatandaşı sayıldığımız Türkiye, Bulgaristan ve Avrupa Birliği (üçüz vatandaş) yapılanması arasında çok büyük farklar var. Bir defa insan yalnız Türkiye’yi iyi bildiğinde Bulgaristan’da alışıp yerleşirken zorlanıyor. Bu yetersizliği, gelip bizde Teknik Üniversite okuyup elektronik mühendisliği olmuş bir bayanla sohbet ederken bile, söz elektronikten hep “lütenitsaya” kayıyor. Varna Üniversite’sinden çıkmış gençler ise, konudan konuya atlarken “Rus turist kızlardan” söz etmeden yeni konuya geçemiyorlar.

Kuşkusuz insanın gençliğinin renkli geçmesi çok iyi, ufuk açılır.

Gençlerimizin de aktifliği sayesinde olacak, Bulgaristan’ın nüfus sayısı ve modern yatırım merkezi olarak üçüncü şehri alan Varna, geçen yıl Plovdiv’i (Filibe)  3 bin nüfusla geride bıraktı ve ikinci büyük şehrimiz oldu. Varnanın en büyük özelliği kuşkusuz Karadeniz İncisi olmasıdır.

Son 25 yılda Bulgaristan’da en fazla otel ve sayfiye merkezi Varna koylarında inşa edildi.

Bizim Bulgaristan’da henüz Anayasa Mahkemesi katlarında olan, “Yabancılara Toprak Satmayı Yasaklayan” bir kanun var. Bu yasaya göre, bir yabancı Bulgar vatandaşı olmadan gidip kendi adına istediği yerden istediği kadar taşınmaz alıp mülküne geçiremez. Fakat para sayıp almak istediği ofis ya da daire olduğunda ve seçtiği konut bir apartman binasının zemin kat üstündeyse tapulu mülk edinebilir.

İşte bu yasaya dayanarak Varna içinde ve etraf sayfiye köylerinde yeni inşa edilen konaklama merkezlerinde son dönemde çok daire satın alan Ruslar artıkça artıyor. Bu arada, gelmelerine deyeceğimiz yok, gelene “Hoş Geldin”. Onlardan artık Türkiye sınırına kadar sahi şeridi boyunca uzananlar az değil.

Varna nüfusunun üçte biri artık Rus kökenli vatandaşlardır.

Şöyle düşünmem doğru mudur, dersiniz?

Bulgar taşınmazlar pazarının inicisi olan Varna’ya bu denli akın varken, Rusya vatandaşları yarın öbür gün, henüz yakında demiyorum, örneğin birkaç zaman sonra yani Varna il nüfusunun % 51’ini oluşturduklarında, bir referandum (halk oylaması)  yaparak, (Kırımda yaptıklarını yapabilir),  durumun vaziyetini değiştirip, kantarın topuzunu Moskova’ya çevirdiklerinde, istesek de istemesek de, biz, yani hepimiz yalnız Varnasız değil, bir de VATANSIZ mı kalacağız? Diye sormaya başladım kendi kendime…

Bizde insanlar ana kara yolu ve tren istasyonları etrafına göç edip toplanıyor.

Ruslar ise, petrol boru hatları boyunca yeni yerleşim yerleri kurup, oralara odaklaşıyor, diye bilir miyiz?

Şu “Güney Akım” doğal gaz boru hattı var ya, Varna’dan başlıyor, oraya toplanmaları doğal karşılanmalı öyleyse… Yoksa yine ters mi düşünüyoruz?

Böyle saçmalarken, bazı şeyleri pek açmak istemiyorum, tabii. Nedense ağır geliyor.

Son zamanda içim sızlamaya başladı.

Varna’da artık 28 okulda Rusça okutuluyor.

Varna Belediyesinde bu konu açıldığında nedense “ana dil” tabiri kullanılmıyor.

Ruslar “ana dil” yerine, “rodnoy yazik” yani “vatan dili” diyorlar. Onlar hakikatten büyük bir millet.

VATANI analarından öne koymaları, kendi kendini anlatıyor. Yorum yapmamıza gerek yok.

İkinci Dünya Savaşı’nda da “Umirayu za Rodinu” (Vatanım için ölüyorum!” diye diye kazanmışlar zaferleri ve gömmüşler Hitler canisini cehennemin dibine.

Bu konunun büyük yazarı Konstantin Simenov’u okumaya yeni başlamışsanız, daha birinci cilt bitmeden cebinizde kuru mendil kalmaz. Çok büyüklerin hayatı hep bir trajedidir.  Onun ki de, farklı değil. Onun kahramanları “Za Rodinu!” yani (Vatan Uğruna) öldüklerinden, hayalet güçler bir gün kapısına gelip “Vatan” ı “Stalin” le değiştir, “Za Stalinu!” (Stalin için Ölüyorum!) diye yaz!,  emrini verdiklerinde, canına kıydı.

İşte böyle, o da “VATANI İÇİN ÖLDÜ!” Artık Vatanı için ölen kaç yazar kaldı ki!?

Dâhilik budur işte! Yazar olmak kolay da, büyük yazar olmak çok zor.

Hem de, oradan burada çalmadan, pudralayarak satmadan, her an kırılmaya hazır bir kalemle onu kaderin ateşinde sivriltip yazmak çok mu, çok ama çok zor bir iş…

Etrafınıza baksanıza, Ahmet Şeriften başka “Ben, Vatanımı bir Türk olarak sevdim!” deyebilen bile çıkmadı.

Yaş soğut kütüklerinden alev çıkmaz deyenler, dün olduğu kadar bugün de haklıdırlar.

Haklı olmak ne güzel bir şey, değil mi!

Ne yazık ki, haklı olmak, eldeki somun değil, parçalayıp başkalarıyla bölüşesin ve yiyenlerin hepsi haklı olmanın ne olduğunu seninle birlikte ve senin kadar olmasa da, biraz olsun, hissedebilsinler.

Haklı olmak haksız olmaktan bin defa değil, yerden göğe kadar iyidir.

Ne yapalım hayat böyle, bazen haklı ve haksız olma arasında amansız bir kavgadır hayat.

Büyük Nazım’ın Sovyet edebiyat kalemşorları arasında en sevdiği yazarlardan bir dehaydı Konstantin Simenov. Nazım “memleketim” dediği VATAN’ ı Türkiye’nin emperyalizmin ökçesi altında ezilmesine dayanamadı. Kalem ve kader dostu Simenov da Vatanını  Stalin’le değiştirmedi. Stalin’in “Kızıl Meydan”daki büstü 5 kez dikildi 6 kez söküldü. O meydandaki “sönmeyen ateş”in adı hala “Vatan İçin Can Feda Edenlerin Ebedi Ateşi”dir. Yaz kış, yanmaya devam ediyor.

Bizde memleketi için can feda edenlerin, Çanakkale’de, Sakarya’da, Edirne’de kalanların toplu adı “Mehmetçikler” dir.

Ben “ağılayan analar” sözünün Türkçemizden çıkarılmasından yanayım.

Bir ananın nasıl sevdiğini kimse bilmez. Varsın analarımızın nasıl ağladığını da kimse görmesin ve bilmesin. Ana yarasını doktorla toplum saramaz. Yaralar analar ağlamazsa sarılır.

Toprak da ağlar ama ağladığını belli etmez, çatlar yarılır ama hiç kimse çıt işitmez!

Ben Varnalıyım. Şu Kırım halk oylaması, eskiden bir Türk Yurdu olan, uğruna nice can feda edilen,  bu ana yurt parçasının Rusya’ya sözde “halk iradesi” ve isteğiyle bağlanması, herkes gibi beni de düşündürdü.

Vatan deyip de geçme. Hurmanın vatanı Basra yolu, getir de ek bakalım bizim oralara olacak mı?

Ne ki, Ruslar “yavaş çekim” bir millet, sanki hepsi dip dalgası eğitimi almış ve bizim tenimiz beyaz, Karadeniz bize uyar, değip açılıp geldiler, geliyorlar.

Şimdi Rusların dünyaya yayılması ile bizim anlayışımız arasında çok büyük fark var. Aslında modern bir terim kullanırsak, örneğin film çekiminden olan “yavaş çekim” terimini kullanırsak, Ruslar bizim buralara yavaş yavaş giriyorlar. Onlar bizden çok farkı bir millet. Bu “yavaş çekim” terimi bizim için de geçerli.. Biz de Bulgaristan’dan yani ata vatanımızdan, yavaş yavaş çekiliyoruz. Ama onlar,  bizim oralar, güzel bir memleket olduğu için gelip gelip yerleşiyor, bizse orada burada eşek dikeni var diye, oraklardan kaçıp gidiyoruz.

Hayırlı olsun, zaten insanın başına ne gelirse, dünyaya bakış açısı farlılığından geliyor.

Daha da dikkatli, bakarsak, biz Ruslarla sanki aynı yöne bakıyoruz, onlar daha kuzeyde yaşadıklarından Güneye bakıyor ve güneye kayıp yerleşiyorlar, biz de daha güneyde bulunan Türkiye’ye bakarak yeni yerleri ana vatan deyip gaslediyoruz.

Ama bizim için Türkiye’den güneyi yok.

Hem biz güneye kayarken, arkamızı boşaltıyoruz, Kuzey ise, öteden beri ve ebediyen hep onların.

İşte bizler de biraz bu konular üzerinde düşünelim ve yeni stratejiler belirleme zamanı gelmiştir diyoruz.

Üçlü vatandaş olsak, ne fayda eder! Biraz değil bu konuyu çok düşünelim deriz!

Reklamlar