Tarih: 18 Eylül 2019
Anı:  Habil Kurt
Sunuş: BGSAM
Konu:  Memleket Gerçekleri

Yıllar ne çabuk geçiyor. Nazım Hikmet’in Bulgaristan’ı ilk ziyaretinden bu yana 68 yıl geçti. Silinmeyen anılar bugün de yaşıyor. Türk kimliğimizi şiirde yaşatan en derin kaynaklardan biri Nazım Ruhudur…

Şairimiz Habil Kurt’un kaleme aldığı Anı’ya, birçok okurun kendi hatırasıyla hemen katılması ne güzel oldu bir bilseniz. Nazım Hikmet, Türk edebiyatında 2 klasikten biridir. Klasik yaratmak kolay iş değil. Klasikler derin kültürden yücelir. Hem de bir klasiğin klasik olmasına Nobel Ödülü falan almasına da gerek yok. Halk sevgisi yeter de artar.

Deha kalemin çizdiği ince Türk kimlik dokusuna ve renklerine bugüne kadar başkası o gibi dokunamamıştır. O bizim kimliğimizi “bir ağaç gibi tek ve bir orman gibi birlikte” görmüştür. O, Bulgaristan Türk kimliğini Tür Dünyası Kimliği bütünselliğine katan dehadır.

Eğer Türklük bir düşünce ve ruhsa, Nazım bu 2 niteliğin en yüksek sentezidir. N. Hikmet Bulgaristan Türklerine bilmeleri gereken gerçekleri söyleyen ”Büyük Adam”dır. O halkımıza “cennetiniz burasıdır” derken, kesin inandığı bir şeyi söylemiştir ve ondan sonra “bizi temsil” etmeyi kendilerine hak sayanlar, bu gerçeği ifade edecek dil bulamamışlardır.

Nazım Hikmet, şair Habil Kurt’un değindiği konuşmalarını, 1951’de yaparken, memleketimizdeki durum çok karışıktı. İkinci Dünya Savaşında faşizmin beli kırılmış ama ruhu kalmıştı. Bulgaristan’da yaşıyordu. Faşizm bir ejderhaydı ve “sevmediği” ırkları ve etnikleri yiyip yutmaktan zevk alıyordu. O zaman artık Hitlerin telefonları kesilmiş, Yahudiler Bulgaristan’dan tasını tarağını toplayıp gitmiş, Türkler kalmıştı. Kader belirleyen telefonlar ve emirler Moskova’dan geliyordu. Diktatör Stalin’in aklından geçenleri kestirmek zordu. 250 bin Bulgaristan Türkü’nün göçe zorlanmasını, “sınır bölgelerinde Müslüman kalmamasını, sürgün edilmelerini” isteyen oydu. Nazım’ın halk önüne çıkıp göç selini durdurması, halkın ona inanıp cebindeki pasaportu çıkarıp yırtıp atması, vatan sevgisinin üstün geldiğine kesin kanıttı.

Nazım, Bulgaristan’daki o ağır dönemde Türklük ateşini yaktı. 1958’e kadar Türk aydın ordusu oluştu, gençler anadilinde yazdı okudu, lehçelerimizden edebiyat dilimiz oluştu, halk sanatımız kına gecelerinden sahnelere taşındı, özenci topluluklarımız yaşama renk kattı. Halkın eli kitap gazete, dergi tuttu. Kulakların pası güzel Türkçeyle alındı.

Değinmek istediğim çok acı bir gerçektir, fakat Nazım Hikmet ve onun arkadaşları komünist ülkünün Bulgaristan gibi bazı sosyalist ülkelerde öz değiştireceğini, barbarlaşacağını, vahşileşeceğini, Türklerin, Tatarların, Pomakların, Romenlerin, Makedonların, Ulahların ve Gagavuzların vb etnik kimliklerin öz ve biçimini değiştirip, dil, din ve tarihlerini öğrenmelerini yasaklayıp Bulgarlaştırma yolunu seçeceğini, nereden ve nasıl bilebilirlerdi?!

Arşivler artık açılıyor. 1972’de Pomaklara şiddet başladığında ve soy kırım sınırına varan baskı ve terör yaşanırken, Nazım hayatta yoktu. Fakat onun en yakın arkadaşları Sofya’ya gelip BKP MK Politik Büro katına çıkıp “Pomaklar Türk’tür, yaptıklarınız Marksist-Leninist öğretinin özüne aykırıdır”, halkların enternasyonalizmine terstir, “zulmü durdurun!” demişlerdir. Bu gerçeklerin yaşayan tanıkları ve arşivlerde belgeleri vardır.

Çıplak gerçekleri en yalın biçimde yazmamız gerekirse, yazılacak olan, 1984’in “bocuk”  (Noel) gecesinden bir gün öncesinin anısıdır. Nazım’ın insan mutluluğu davası arkadaşlarından S. Üstüngel (Marat) Sofya’da hükümet hastanesinde tedavi görmektedir.  Günlük haberleri aldığında, Güney Doğu Rodoplar’ın Türk köylerinin kuşatıldığını, isimleri zorla değiştirme saldırılarının başlayacağını öğrenir. Bu işlerden en yetkili kişi olarak bilinen “DS” devlet güvenliği Birinci Şube Başkan Yardımcısından görüşme ister. Görüşme hükümet hastanesinde olur. Üstüngel yetkiliden, “Türklerin isimlerinin değiştirilmemesini ve politik tutukluların salıverilmesini” talep eder. Taburca olması beklenirken, S. Üstüngel aynı gece hayata veda eder.

Böylece Bulgaristan Türklerinin zorla isim değiştirme davasında ilk şehit 22-23 Aralık 1984 gecesi düşmüş olur. Yattığı yer nur olsun!. Anıtı henüz dikilmedi.

Bulgaristan Türklerinin Kimlik Davası, Türk olarak devlet tarafından tanınması, durumlarının yasallaşması,  isimlerini, geleneklerini, dil ve okullarını, dinlerini koruma mücadelesi aynı dönemde SBKP MK Politik Bürosu’nu da ikiye bölmüştü.

SBKP MK Politik Büro üyesi, Azerbaycanlı Haydar Aliev ve Türkî Cumhuriyetlerden arkadaşları, SBKP MK Politik bürosunu defalarca toplantıya çağırdılar. Genel Sekreter Mihail Gorbaçov’tan karar alıp totaliter diktatör Todor Jivkov’tan Bulgaristan’daki Müslüman Türklere baskı ve terörü durmasını, isimlerinin, insan ve din, anadil ve azınlık haklarının geri verilmesini, otonomi haklarının resmen tanınmasını, zulüm hemen durdurularak huzur sağlanmasında ısrar ettiler. Gorbaçov SBKP MK Politik Bürosu’nun Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlüklerini, Türk kimliğini destekleyen bir karar alınmasını engelleyerek, Bulgar şoven zihniyetinin Türk düşmanlığını desteklemiş oldu. Üstelik 360 bin kişinin 2 ayda vatanımızdan kovulmasını, ailelerin parçalanmasını, derin acılar ve facia yaşanmasını kınamadı, lanetlemedi.

Bütün bu gerçekler Bulgaristan Müslüman Türklerinin 20. Yüzyıl boyunca yürüttüğü hak ve özgürlük, anadil, Türkçe eğitim, din, özgün kültür hakları mücadelesinin yalnız Bulgaristan toplumunu ikiye bölmekle, etnik azınlıklarla devleti ve komünist partisini yüz yüze getirmekle, tarihsel bir mücadele başlatmakla kalmadı.  BKP’nin her örgütünü, il komitelerini, Merkez Komitesini ve hatta SBKP MK Polit Bürosunu ikiye bölmüş, ağır kararlar almaya zorlamıştır. 19 Kasım 1989’da Todor Jivkov’un yıkılmasında ve 25 Aralık 1991’de SSCB’nin dağılmasında Bulgaristan Türklerinin mücadelesi, 1989 Mayıs Ayaklanması ve  “Büyük Göç” etkili olmuştur.

Bugün de devam eden bu hak arama, özgür olma, birlik ve beraberlik kurma davamızın saflarında düşünce ve ruh olarak yer alan sevilen şair Nazım Hikmet’in 1951 Bulgaristan Türkleriyle köy ve kasabalarda görüşmeleri, toplantılar, sıradan insanlarla yemek yemesi, şarkı türkü söylemesi, fıkralar paylaşması unutulmaz anılar bırakmıştır.

BU GÜNÜN ANISI
Nazım’ın köyümü ziyareti

Geçen asrın tam ortası! Bulgaristan Türk’ünün göç ve kalım arasında tereddüt ettiği günler. Sene 1951 aylardan Ağustos-Eylül Deliorman ve Dobruca  Türklük ve dünya şairi, misafirimiz Nazım Hikmet”i karşılamaya hazırlanıyor. Okullarda çocuklara onun şiirlerini ezberletiliyor. Dobruca’da hava değişti, Nazım rüzgarı esiyordu. Yazın hükmettiği ettiği bir eylül günü, uzun boyu, dalgalı saçlı, mavi denizi andıran gözleriyle asrın dev adamı ilçe merkezi olan Dulovo’ya ermişti. Büyük bir kalabalık! Yerel yönetmenler coşku içinde!  Nazım Hikmet’in yerli Türklere konuşması derin sükûnet içinde sesleniyordu. Gönüller açılmış, doyum olmuyordu. Heyecan büyüktü,  şairi başka ilçe ve köylerde de sabırsızlıkla bekliyorlardı. Tam vedalaşırken Nazım’ın bir sorusu devrisi günün programını alt-üst edivermişti. Neydi o soru?
– Hey soydaşlarım, bize bura edasıyla “Çakıcı dağdan iner” türküsünü söyleyecek birisi yok mu? Dedi.

 Cevabını hemen orta yaşlı bir yerliden aldı.
– Var öyle ses öyle nara ki, doyamayacaksın başka türkülerine de. Ama onu seslemek ve tanışmak için aşağı-yukarı on beş kilometre bir mesafeyi geçmemiz gerekiyor. Kendisi Doğrulan (Pravda)  köyünden, ismi Elman ama Kayış Elman diye anılır…
İşitir işitmez dev şair hiç tereddütsüz hemen keser sözünü:
– Haberimi hem ona, hem oralara iletin, yarın oradayım!
Haber yayılır etraf köylerine. Devrisi gün güneş doğar doğmaz Doğrular (Pravda)  köy merkezi tıklım tıklım insanla dolar. Ağaçlar da salkım saçak insan yüklenir.
Tarih tam 17 eylül 1951.
Halk şairi merasim için özelden yapılan sahneye çıktığında gök ve yer alkışlarla çınlar. O koca elleriyle kitleyi selamlarken halk daha da coşar. O gür sesiyle “Soydaşlarım “ diye konuşmasına başladığında etrafı acayip bir sessizlik alıverir.
– Soydaşlarım, arkadaşlarım, göç etmek istiyor muşunuz. Ama biliyor musunuz ki göç harple bire bir. Ölüm kalım mücadelesidir. Yüzyıllarca dedelerimizin dedelerinin dedeleri yaşamış bu topraklarda. Sayısı bilinmeyen nesiller sıralanmış. Onun için buraları terk etmeyi, hele de unutmayı kolay sanmayın. Ben bunun canlı misaliyim, bu durumu yaşamaktayım…
Derken o devin maviş gözleri doluverir, dudakları titremeye başlar.
Sonraları kendini toparlayıp konuşmasına devam eder. Bitirdiğinde ağır adımlarla sahneden inerken gür sesler ve coşkulu alkışlar insan denizini dalgalandırır. Uzun kollarını uzatır, iri elleriyle ekseriyetle ihtiyarlarla tokalaşır, kimilerini ellerinden öper. Çocukları kucağına alır ve okşar.
Saygıdeğer dost ağabeyim, Mümün Kara, hâlân unutamıyor, babasının kucağındayken, şairin onun yanağına makas atıp eğilerek öptüğünü.
Sonraları kafile henüz yeni kurulmakta olan kooperatif avlusuna yönelir. Orada onu başkan Kütüp Mehmet ve halk ozanı Mehmet Con”la büyük bir grup sevgiyle karşılar. Ardından halk düğünlerinde ün salmış kır koşu atı, yürük ve yavrusuyla tanıştırılır. Bu anı tarihleştirme misali yavru ata Nazım Hikmet’in Türkiye’de babasından ayrı kalan oğlu Mehmet’in adı verilir. Büyünce de çok seneler Deliorman’da başarılarıyla ünlenmiştir.
Öğlen biraz geçe orman kenarında sofralar kurulur. Bol yemekten sonra içkiler içilir ve onlarla beraber şairin eşliğinde meşhur Rumeli türkülerimiz tüm Deliorman ve Dobruca’yı çınlatır.Tabi ki,bura ziyaretin sebebi olan Kayış Elman da “Çakıcı Dağdan İner” türküsünü zevkle Nazımın mavi gözlerine bakarak söyler.Nakaratlarda Bosna köyünden Duduş Mahmut eşlik eder.
Köydeşlerim o tarihsel günden sonra, evlerinde, sokakta, düğün-dernek ve bayramlarda hep Nazım’ı hasret ve sonsuz sevgiyle anmıştır. Hele de Rafet Berbere sarılmasını, göğsündeki sahte de olsa takılı madalyaları görünce. Ya da Eyüp Pehlivan’ın aksakalını saygıyla sıvazlanmasını… Herkesler etraftan olanlar dair O’na tutkun kalmışlar.
Ne mutlu bizlere ki, o koca çınar, barış elçisi, dev şair köyümüzün havasını solumuş, suyunu içmiş, ekmeğini yemiş, hitap etmiş, türküler söylemiş. Biz de ölümsüzlüğün adı o zaman koyduk ve toprağımıza bir o kadar daha sarıldık.  O, şimdi de bizimle yaşıyor! Şiirlerini okuyor, fotoğraflarına bakıyoruz, anıyoruz.
Gelen nesillerle de yaşayacaktır!

Not: Pravda Okumaevi yıllarca yüce şairin adını taşımıştı. Şimdi
70 yıl jübilesinde inşallah yine eski ismine lâyıkla kavuşur!

Habil ( Mümün) Kurt

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve yazı

Reklamlar