Baş gösteren faşizm tehlikesine karşı yaşadığınız her yerde birlikte olalım.
Suriyeliler de sen ben gibi insan, ana baba, muhtaç olmasalar el kapısında ne işleri olur.
İnsanoğlunun en büyük meziyeti muhtaç olana yardım eli uzatmaktır.
Evet, biz Bulgaristan’da faşizme uzansan onu tutabiliriz. Bize çok yaklaştı. Neden mi tutalım? Yerleşmesini engellemek, ona hayat hakkı tanımamak için tabii. İkinci Dünya Savaşından sonra Bulgaristan’da yalnız etnik azınlıklara, Müslümanlara karşı kükremişti. En sert uygulamayı 1970-72’de Pomaklara ve 1984-1990’da Türklere karşı gördük, yaşadık. En insancıl bir toplumsal düzen sandığımız sosyalizm, o zamanlar, totaliter rejim koşullarında milli azınlıklara karşı faşist yüzünü gösterdi.
Son 10 yılda adım adım ilerledi, dallandı budaklandı, köy köy mahalle mahalle girdi, artık her hanenin suyundan içiyor ekmeğinden tadıyor, herkesin her şeyini almak istiyor. Bizi memlekette insanların yasal kolektif hakları yoktur. Bireyseldir bizim haklarımız. Oy kullanmak, parmak kaldırmak, verirlerse emekli maaşı almak gibi. Hak ve özgürlüklerimiz için bile birlikte, omuz omuza ortak savaşamayız, yasaktır.
Ama faşistler köy dolusu, meydan dolusu kükrüyor. Bütün Bulgaristan Bulgarların derken ayırım bile yapıyorlar, başkalarının en kanuni ve vatan hakkı gibi en doğal haklarına bile saldırıyorlar, ama onlara henüz bir şey diyen yok.
Yok, çünkü faşistler henüz saraylar bizim demediler.
Vaktiyle Almanya’da yaşayan Yahudiler de Almanya bizim sanmışlardı ve faşizmi gemlemek için ellerini uzatmadılar, uzatanlarla birlik olmadılar ve toplama kamplarında çatır çatır yakıldılar.
Hele Türklerin, hele Çingenelerin, hele Pomakların ve başka azınlıkların yasal kolektif hakları tamamen yasaklanmıştı. Birlikte tuvalete bile gidemezler. Çok yakına gelene kadar üç kişinin bir araya gelmesinin, kendi aralarında fısıldaşarak konuşmasının suç olduğu bir toplumdan geliyoruz bizler.
Faşizmin en büyük özelliği nedir?
Bu konu çok incelendi. En önemli özellikleri henüz ortaya çıkarılamadı mı ne!
Bu kan emen, can alan, başkasını insan olarak tanımayan, öteleyen, hor gören, kovalayan, kovan vs. özellik değişik ülkelerde, farklı koşullarda ve uluslarda farklı kendini gösteriyor.
Faşizmin düşman belirlemesi çok önemlidir. Bir defa dış, ikinci iç düşman olarak iki çeşit düşman tanıyan faşizmin bir de daimi hasımı vardır. Alman faşizmi sosyalist hareketi, komünist partisini kendine rakip gördüğünden iç düşman belledi.
Alman Komünist Partisi Başkanı Ernst Telmann toplama kampında öldürüldü. Alman faşistleri Almancayı iyi konuşan, Alman kültürüne katkıda bulunan, Almanlar gibi yaşamayı seven Yahudileri toptan düşman belleyip hepsini yok etmeye kalktılar, toplama kapları ocaklarında yaktılar.
Bizde ismi değiştirilmeyen Türk kaldı mı?
İnsan ayrımı teorik meseledir. Pratikte düşman topluca giyotinden geçer.
Çarlık döneminde (1908 – 1945) Bulgar devleti de faşist darbeler yaptı.
Toplu katliamlar işlendi. Hitler faşizmine yakın durdu, faşist yöntemler kullandı.
Yahudi ailelerin ezici çoğunluğu ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
1923 ve 1934’te Bulgaristan’ı faşist süngü uyandırdı. Darağaçları, ölüm sehpaları ne kadar canlar yaktı. Büyük şair Nikola Y. Vapsarov bile kurşuna dizilmedi mi!
Son yüzyılda Bulgaristan’ı Vatan bilen Türklerin 6 defa kitlesel göçe zorlanışı, faşist ve totaliter zorbalıkların en ağır yükü altında ezilenlerin kaderi oldu.
Totalitarizm ile faşizm arasındaki benzeşme devlet erkiyle yürütme ve yargının baskı ve terör yumruğunda birleşmesinde kilitlendi. Ne faşizm ne totalitarizm Türkler, Pomaklar, Çingeneler arasında ayırım yapmadı, teker teker amma hepsini ezdi.
Devirler değişse de özür dileyen bile olmadı. Onlar bilinçli bir uyum süreci içinde bulunuyordu. Kendilerini Türk inançlı Bulgar vatandaşı saymayanlar, hatta biz “Bulgar’ız” diyenler bile dişlilerin arasından alabildiğine ezildi. “Öteki” olmayan yoktu.
Son dönemde Bulgaristan’da milliyetçilik, ırkçılık sınırını aştı.
Politikacı sosyoloğu olan Prof. Daynov’un ifadesiyle “faşizm çizgileri” almaya başladı. İlk çizgiler, devlet yönetimini nitelendirmese ve sanki devlet faşist sürülere karşıymış gibi tavır alsa da, ne Plovdiv’te camilerin taşlanması önlendi, ne Sofyada faşist futbol serserilerinin kuduruşları.
Halkın yaşayış şekli sokak baskıları altında kıvranmaya başladı. Gazetelerde, her gün bir vahşet, her gün birkaç katliam, her gün aile içinde gaddarlık, erkeğin karısını ya da kızını kestiği haberleri, yaşlı kadınlara yapılan tecavüzler, insanlar kendilerini çıra gibi yakıyor.
Kısacası Bulgaristan’da her gün 126 cinayet olayı oluyor. İnsanlar birbirine karşı kan kusuyor. Herkes öfke ve hiddet yüklü. Fırsat bulan kinini en yakınında olandan çıkarıyor. Polisin seyirci, vurdumduymaz, belediyelerin ve muhtarlıkların çaresizliği ortada. Devletin ilgisizliği vahşete son demek isteyenlere engelliyor gibi.
Oysa hepimiz bir olsak ve uzansak kötülükleri durdurabiliriz. Faşizmin durdurulması için yeni bir dünya savaşına gerek yok. Herkes etrafına bakınsa, elini uzatıp suç işlemeye hazırlanana, komşusuna, iş arkadaşına, yolda yan yana yürüdüğü kişiye “Dur ! Ne yapıyorsun? “ dese, ilk anda yeterli olabilir.
Kazanlık belediyesinin “Rozovo” köyünde toplam 17 kişiden oluşan 3 Suriyeli kiracı aileye yapılanlar akılları durgunluk verir.
“Bulgaristan Bulgarlara!” sloganını bağıran 50-60 yaşlarında kadınlı erkekli köylü kalabalık, sanki son kurtarıcı simit olarak Bulgar bayrağına sarıldı. Neredeyse kapıları kıracak ve kiracı mültecileri, savaş kurbanlarını sokağa atınca zafer elde edecekler, sanki biz artık milliyetçi, ırkçı değiliz, faşistiz diye haykırıyorlardı. Bir yandan biz “toleranslıyız” derken ağızları eğirenlerin sesi çıkmadı. Kuduranların başbuğları meydanlarda Bulgar olduklarını savunanları kutlarken “biz ulus olarak bitiyoruz” derken, bu toprak bizim, kimseye vermeyiz diye çırpınanlar, sanki Bulgaristan’ı paketleyip kendileriyle birlikte öteki dünyaya götürmeye hazırlanıyorlar.
Hem Avrupa Birliği içindeyiz, “tüm Avrupa ulusları ve insanlarıyla kardeşiz” diyeceksin, hem barıştan ve insanlıktan dem vuracaksın, bir de Bulgar devletinin vatandaşlık statüsü verdiği Suriyelilerin kiraladıkları köy evlerinde yaşamalarına bile tahammül edemeyeceksin. Sabırlı olmayan bir ulus hoşgörülü olamaz. Sabır büyük bir meziyettir, besbelli ki, her ulus bu olgunluk mertebesine henüz yetişememiştir.
Birlikte ve beraberce yaşayıp kader ortaklığı yapmak zorunda olduklarına hor bakmak, komşu olamamak, el uzatmamak, tehdit etmek, kovmak günümüze ve çağımıza uygun olmayan davranışlardır. Hele hele bir Avrupa Birliği üyesi olan bir ülke halkının ahlakına asla yakışmayan davranışlardır.
Bu olaylar Bulgar devleti ile Bulgar halkı; Avrupa Birliği kararları ve tavıyla Bulgaristan’ın yabancılar, savaş kaçakları, gurbetçiler ve yabancı işçiler konusundaki tutumu arasında bağdaşmazlık, tahammülsüzlük olduğunu kanıtlıyor. Bu, ülkemize sığınan savaş kaçakları, onların Bulgar dilini bilmemeleri, İslam dinine bağlı olmalar üzerinden geliştirilen faşizan tavır mutlaka durdurulmalıdır. “Rozovo” köyünde sergilenen tavır devam ederse, Bulgaristan Türkiye ile olan devlet sınırına kat kat tel örgüler çekmeye devam ederse, sınıra yaklaşanlara karşı toplu saldırılar şiddetlendikçe ve devlet bu bakıma gerekli önlemlerini almazsa, Avrupa medeniyetine dahil bir ulus olma iddiaları havanda su dövmekten başka bir şey değildir. Yabancı da insan. Mülteci de insan. Anaları gibi çocuklar da insandır.
Faşizm kapımıza bu defa yabancı düşmanlığı olarak dayandı.
Bu defa Bulgar ulusunun kendi içinden kükredi. Kendini sevmeyen başkasını hiç sevemez atasözümüzün haklılığı göründü.
Kıskançlık köpürdükçe köpürüyor.
Ülkenin neredeyse % 20’sini sardı. Özellikte totaliter düzen kalıntıları faşizan sloganlarla ateşlenmeye çok yatkın olduklarını herkese gösterdi. Eski subaylar, servis görevliliğinden emekli ve rahat bulamayanlar patlamaya her an hazırdır. Geç olmadan ellerimizi uzatalım, onları tutalım ve durduralım.
Durdurmazsak çok geç olacak.
Sonra tüm Bulgar halkı pişman olacak ama geciken pişmanlık para etmiyecek.
Komşu örneğine bir bakalım.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayip Erdoğan Suriyeli ve Türkiyeli gençlerin birlikte yaptığı evliliklere yirmi bin TL ödül veriyor. Medeniyetler gençlerin gönül birliğinde yuvalanır.
Evet bu gün Bulgaristan’ı yönetenler bunlardan örnek almaları gerekmez midir…
Rafet Ulutürk