Tarih: 20.05.2019
Yazan: Raziye ÇAKIR
GÜNEYE GÖÇ EDEN KUŞLAR
Güneye göç eden kuşlar,
N’olur, söyleyin bana
Nerde kaldı o güneş,
O ılık akşamlar,
O ferah?…
Neden böyle vakitsiz geldi küz?
Biliyorum, burada bir sır var
Siz yazı kanatlarınızda
götürdünüz
Güneye göç eden kuşlar…
Ama değil mi, değil mi kuşlar
Gencelmeye gitti yaz?
Değil mi bahar olarak dönecek
Yine buralara?
Ve dökülecek yerlere
Sizin kanatlarınızdan,
Gagalarınızdan,
Ilık ılk
Çiçek çiçek
Yeşil yeşil
Ferah, ferah…
Recep Küpçü
Bulgaristan Türklerinin kendilerine karşı şiddet kullanılarak Bulgarlaştırılmalarına isyan ettikleri 1989 Mayıs günlerinden 26 yıl uzaklaştık. Bu görkemli yürüyüş ve protesto eylemleri ülkemizde komünist rejime karşı 1951 köylü başkaldırısından sonra ilk kitlesel yinelemeydi. Mayıs başkaldırısıyla Bulgaristan Türkleri totaliter rejimin temellerini ciddi surette sarstı. Diktatör T. Jivkov ilk korkulu gecelerini 1989 Mayısında yaşadı. Rejim raydan çıktı. Sökülmeye başladı. Özünü terk etmiş, biçimini çarpıtmış bir yönetimin sonu göründü. Memleketin en cesur evlatlar mücadele öncüsü oldu. Politik önderliği İnsan Haklarını Savunma Demokratik Liga örgütü üstlendi. Yarı legal durumuyla halk tarafından kucaklandı. Totalitarizmi kökten sökme kararlılığıyla güç topladı.
Onur ve haklarını savunma yolunda zafer arayan Bulgaristan Türkleri Demokratik Lig ve Viyana 89’u Destekleme Derneği gibi onlarca sivil direniş örgütünde güç birliği kurdu. Mayıs sonları Paris’te düzenlenecek olan İnsan Hakları Konferansı; Avrupa’da Güvenlik ve Yardımlaşma Konferansı gibi uluslar arası olaylar direnişe hazır müfrezeleri tamamen yüreklendirdi. Bu direnişler yalnız Türklerin ve Müslümanların davası uğruna değildi. Dünyanın gözü Bulgaristan’daydı. Fransa Cumhurbaşkanı Fransoa Miteran Sofya’ya gelmiş ve farklı düşünen aydınlarla karşılaşmıştı. Yarı ömürleri hapishane koğuşlarında geçen demokratlardan Petır Manolov ile İliya Minev açlık grevlerine daha Şubat ayında başlamışlardı. Doktor Trençev köy köy memleket dolaşıyor ve halkı hürriyet ateşinde yanmaya uyandırıyordu. Zülüm üstüne zülüm yaşayan Ramadan Runtov, Hasan Byalkov ve daha pek çok daha kahramanı Pomak da işaret bekliyordu.
Açlık Grevleri.
21 Nisan 1989 sabahı İnsan Haklarını Savunma Bağımsız Örgütü üyelerinden Dulovo’lu (Ak Kadınlar) Sabahat Naimova, Naim Naimov ve Zakir Mustafaov Bağımsız Örgüt Demokratik Liga üyelerinden tutuklanması gerekçesiyle açlık grevi ilan ettiler. 6 Mayıs günü Dulovo’dan Fevzi Hüseyinov, Zakir Mustafaov, Hakkı Mehmedov, Remzi Necibov Türk ve Müslüman isimlerinin geri verilmesi, din ve ana dil özgürlüğü istekleriyle açlık grevine başladı. Direnişe daha ertesi gün Prestoe köyü ve Kaolinovo’dan daha 7 kişi katıldı. Grev haberleri “Hür Avrupa Radyosu”nda birinci haber oldu. Demokratik Liga örgütü Genel Sekreteri Sabri İskender her gün kalabalaşan grev direnişlerini desteklerken, halkın haklı demokratik mücadelesini daha da yüreklendirdi. Direniş alevleri Kuzey Doğu Bulgaristan’ı kısa sürede sardı.
Halkın haklı direnişleri karşısında totaliter rejimin tank ve topları yetersiz kalınca Demokratik Lig Genel Başkanı Mustafa Ömer ve Başkan Yardımcısı Ali Ormanlı sınır dışı edildi. Bu da yetmedi. 15 Mayıstan itibaren Demokratik Lig ve Bağımsız İnsan Haklarını Savunma Örgütleri üyeleri gruplar halinde baba ocağından koparılıp sınır dışı edilmeye başlandı. Aynı günlerde halk aydınları, en cesur Türkler, istidatlı genç aileler, öğretmenler, ustabaşılar, uzman işçiler, daha varlıklı Türkler, kamuoyu oluşturabilenler, halkın ardından sürükleme yeteneğine sahip olanlar önceden hazırlanmış pasaportları ellerinde buldular. İlk günlerde “sınır dışı” İsveç’ten Kars’a kadar uzanan uçsuz bucaksız bir dünyaydı. Ailelerini toplayıp Vatan toprağını hemen terk etmeleri şartıyla sürgünler salındı. Koğuşlar, ıssız hücreler, hapishaneler aynı şartla boşaltıldı. Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi özel yetkili kadrolarını Sovyetler Birliği’nde çalışan Türk ve Müslüman işçilerimizin şantiyelerine gönderdi. Bilinçli olarak büyük bir panik yarattı. Çile ve acısı asla unutulamayan büyük göç seli kapısı ardına kadar açıldı ve modern dünya emsalsiz bir barbarlık ve daha önce eşine rastlanmamış bir trajedi izledi.
Gösteriler ve Şehitler.
19 Mayıs günü küçük bir Rodop kenti olan Cebel’de 3 bin kişi zoraki asimilasyonla kimliklerinin eritilmesine karşı ilk kitle gösterisinde buluştu. Kent abluka altına alındı. Polis copları direnişçilerin belinde kırıldı. Sopadan geçirenler hastanelik oldu, kan kustu. Birçok kişi tutuklanırken, bütün hapishane koğuşlarını elinin içi gibi bilen bugünkü HÖH-DPS İcra Müdürü Lütfü Mestan’ın Bulgarca öğretmeni Avni Veliev sınır dışı edildi. Cebel kitle gösterisi misali ilk büyük halk gösterisi 20 Mayıs günü Kuzey Doğu Bulgaristan’da tekrar etti. Pristoe köyünden çekilen gösteri alayı Kaolinovo kasabasına giderken yollar insan seli oldu. Kalabalığı tank alayı da durduramadı. Yollardan taşanlar son hedefe yürüdü. Birkaç bin kişi birden isimlerin geri verilmesinde, d,n haklarının tanınmasında, ana dilin serbest kullanılmasında ve demokratik hak ve özgürlüklerin, doğal ve insan haklarının tamı tamına uygulanmasında ısrar etti. Kadınların, öğrenci ve küçük çocukların da katıldığı bu gösteri hedef, öz ve biçim olarak politik barışçı bir nümayişti. Gösteriye ateş açıldı. İlk şehitler düştü. Yaralıları hastaneler almadı. Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs Ayaklanmasında ilk kan o gün akmıştı. Halk tepkisi Dulovo’da 3 bin kişiyi ayağa kaldırdı. Ak Kadınlar da diriliş ve mücadele tarihimize Türk adları altın harflerle yazılan ilk 3 şehidini o gün verdi. Aynı gün öğleden sonra direniş dalgası Tolbuh’in şehrine sıçradı ve 4 bin Türk şehir merkezini doldurdu. 23 Mayısta protesto hareketine katılan Razgrat’ın Ezerce köyü de 2 şehit verdi. Halk eylemlerine ateş açan asker, polis ve kızıl baretlerdi.
Olayların gelişmesini ve direniş dalgasının kuzeyden güneye köyden köye şehirden şehre sıçradıkça alevlenişini yakından takıp edip yansıtan “Hür Avrupa” Radyosuna dünya demokratik kamuoyu, uluslar arası iletişim araçları katıldı. Totaliter rejime kesin karşı bayrak açtılar. Türklerin haklı oluşu ve en yüce adaleti hak ettikleri, tüm demokratik haklarının, insan onurunun geri verilmesinde direndiler.
Tutukluların serbest bırakılması, hapishane ve toplama kampı kapılarının sonuna kadar açılması ana isteklerin başında geliyordu. Demokratik dayanışma göklere çıktı. Bu güçlü birliktelik hareketinin başında Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümeti, soydaşlarımız, kardeşlerimiz, onların dernekleri ve sivil toplum örgütleri, dostlarımız yer aldı.
27 Mayıs günü Kuzey Koca Balkan eteklerindeki Varna’ya bağlı Medovets köyü iki Türk anayı şehit verdi. Bütün askeri güçler, tüm polis birlikleri özel birlikler Kuzey Doğu Bulgaristan’a sürüldü. Türk köy ve kasabalarına yığınak yapıldı. Olağanüstü durum ilan edildi. Türklerin kanı kabarmış, ruhları kaynıyordu.
Türk Ayaklanmasına Demokratik Bulgar Örgütlerinden Yakın Destek.
Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs protestoları bir ayaklanma niteliğinde olup, insan haklarını savunan ve farklı düşünen Bulgarların faaliyetlerini de hızlandırdı. 22 Mayıs 1989 günü Bulgaristan’da İnsan Haklarını Savunma Bağımsız Örgütü 20 ve 21 Mayıs günlerinde protestocu Türklere ateş açılmasına, şiddetlenen baskı ve hakaretlere karşı tepkisinde etnik asimilasyon politikasına son verilmesini istedi. Bağımsız örgüt üyesi Anton Zapryanov, Dinsel Hakları Savunma Komitesi’nden papaz Hristofor Sıbev Bulgaristan Türklerine karşı silahlı saldırıyı ve Türk bölgelerinde sıkıyönetim uygulanmasını şiddetle yerdiler. Bilim adamı Bayan Antonina Jelyaskova bir açık mektup yayınlayarak zorla “Bulgarlaştırma” kampanyasına son verilmesini ve vatandaşları zorla göçe zorlama politikasına son verilmesini istedi. 18 Temmuz 1989 günü şaire Blaga Dimitrova 120 Bulgar aydının imzaladığı çağırıyı Millet Meclisi’ne sundu. Bu dayanışma çağrısını imzalayanların çoğunu Açıklık ve Yeniden Tanzim Kulübü (Kulüp Perestroyka) üyeleri oluşturuyordu. Bu aydınlar Bulgaristan Türklerinin adlarının iadesinde, etnik kimliklerin korunmasında ve baba ocağından zoraki surette kovulmalarına son verilmesinde ısrar ediyorlardı. Aynı zamanda Bulgaristan Türklerine memleketi terk etmemeleri için çağırıda bulunuyorlardı.
Komünist İktidar Kendi Kapanına Düştü
Uluslar arası protestolarla ve memleket içi gösterilerle yüzyüze gelmişAçiklik ve Yeniden Tanzim Kulübü, Bağımsız “Podkrepa” Sendikası ve Dinsel Hakları Savunma Komitesi’nin aktifleşmelerinden rahatsız olan rejim Mayıs 1989 sonunda geri adım atmaya başladı. Orduyu kışlaya toplarken, geniş çapta “vatanperver kampanya” adı altında milliyetçi kampanya düzenledi. Parti politikasını desteklemek amacıyla emekçiler arasına indi. İşçiler, memurlar ve üniversite öğrencileri Sofya’da Türkiye Büyük Elçiliği, Plovdiv ve Burgas Konsoloslukları önünde düzenlenen nümayişlere katılmaya zorlandılar. Nümayişçiler “hainler ve soya ihanet edenler mahkeme huzuruna” sloganıyla yeri göğü çınlatıyorlardı.
Etnik Temizleme.
Türk ahalisinin ayaklanmasına ve anti-sosyalist sivil grupların faaliyetlerine karşı kesin karar etnik temizlemeydi. 29 Mayıs günü T. Jivkov ülkenin belirli bölgelerindeki ahalinin dış dünyanın kışkırtması sonucu vuku bulmuş olan gerilime ilişkin resmi bir beyanatta bulundu ve Bulgaristan Müslümanları adına Türkiye’nin anlara sınırları açmasını çağırısında bulundu. T. Jivkov yüksek parti yönetimi huzurunda “bizim stratejik görevimiz bu insanları Türk değil, temiz Bulgar olduklarına ikna etmektir” diyen tezden vazgeçip yeni stratejik görevin ülkeden 300 bin Türk’ün göçe zorlanması olduğunu belirti. “En azından 200 bin kişinin, hatta mümkünse bu ahaliden 300 bin kişinin göç etmesi Bulgaristan Halk Cumhuriyeti için son derece zaruridir… Biz artık İçişleri Bakanlığındaki arkadaşlara aşırı görüşlü olan kişilerin zorunlu olarak Avusturya vasıtasıyla alelacele göç ettirilmesine dair teklifte bulunduk. Bu olayları düzenleyen fanatikler kitlesel halde göç ettirilmelidir.Bu göçü örgütleyerek bizim göçten yana olduğumuzu göstermeliyiz.” Diye konuştu.
Göçmen Faciası.
Türkiye sınırları kapayıncaya kadar göç eden 350 bin kişinin göçmen trajedisi işte böyle başladı. Onlara varını yoğunu yok pahasına satmak için birkaç saat mühlet tanınıyordu. Yanlarına ne alabiliyorlarsa onunla yola çıkıyorlardı. Sınırdaki kuyruk 40 kilometreyi aşıyordu. Edirne, Çorlu, Kırklareli ve Lülleburgaz çadır kentleri gün geçtikçe artan göç dalgasını karşılayacak durumda değillerdi. Bulgaristan’da ise birçok köyler boşalıyor, evler okullar, ıssız kalıyordu, memleket yüz binlerce vatanına sadık ve çalışkan vatandaşından da mahrum ediliyordu. Göçmenler aylarca Türkiye’nin dört bir köşesine dağılıp gitmiş ailelerini arıyorlardı. Aralarından bazıları bu gerginliğe dayanamayıp hayatlarını kaybediyorlardı. Yollarda beklemek kolay mı! Göçmenler hayatlarını yenibaştan kurmaya başlayacaklardı.
Yığınsan göçün başlamasından 2 hafta sonra komünist yönetim kaybedilen iş eli sonucu ekonominin aldığı ağır darbeyi hissederek telaşla çıkış yolları aramaya başladı. Stratejik görev tekrar değişti. Göç sınırlandırıldı. Belirli kategori kişilerin, parti üyelerinin ve Pomakların göç etmeleri engellenmeliydi. Fakat bu kadar zulümden sonra onurları ayakaltına alınmış olan Türkler ya haklarının iade edilmesini veya Türkiye^ye göç etmelerine izin verilmesini istiyordu.
Totaliter rejimin asimile etme kampanyasından vazgeçip vatandaşlarını durduracak durumda değildi. Hatta 1989 Ekim ayı sonlarında T. Jivkov hezimete uğradığını ve bu girişimin dış dünyaca izoleye neden olduğunu, sosyalist sistemin mukavvadan oluşan bir kule misali çökmeye başladığı, bir anda ekonomik yaşamın bunalım yaşamaya başladığını hazmetmek zorunda kaldı.
Bulgaristan’da “tek Bulgar ulusu” oluşturma uygulaması kısmen yenilikler yaparak yeni bir stratejik görev ortaya attı. BKP MK Politik Büro üyelerinden Dobri Jurov “mümkün olduğu kadar daha fazla kişi göç ettirelim” diye ısrarını sürdürdü. Politik Büro üyelerinden bir başkası olan Yordabn Yotov ”Bulgaristan topraklarının temizlenmesinden” söz ediyordu.
Yine en kodamanlardan olan Penço Kubadinski “havanın bu ahaliden temizlenmesinden” bahsediyordu. İç İşleri Bakanı Georgi Tanev “Müslüman yığınların öteye beriye dağıtılması” tavsiyesinde bulunuyordu. Bu çabalar sürerken Todor Jivkov iktidardan indirildi. Komünist Partisi iktidarda kalma formülü arıyordu. Parti o zamana kadar olup bitenlerin, bu cümleden zorla asimile edip eritme sürecinin sorumluluğunu bir tek Todor Jivkov’a yükleyerek işin altından çıkmaya çalıştı. Bu arada hapislerde eğitilen kadrolarla Türkleri asimile etme politikasına yeni biçim arama gayretleri ağırlık kazandı.