Raziye ÇAKIR
İkinci yazımızın sonunda “Şeytanla Buğday Eken Samanını Alır!” demiştik.
Kuşkusuz 1985 te kötüden de çok kötü olacağını tahmin eden olabilirdi. “Soya dönüş” – “Bulgarlaştırma” operasyonuna tepkiden 28 mukavemet örgütü kurulacağını önceden söylemek zordu. Bu 28 teşkilattan yalnız birkaç yıl sonra yalnız birinin ayakta kalacağını öngörmek de olurlu değildi. Ayakta kalacak olanın Ahmet Doğan ve ona gizli polis servisi tarafından emanet edilen Hak ve Özgürlükler Hareketi olacağını tahmin etmek de imkânsızdı. Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlar nasıl oyuna getirildi de örgütlerini koruyamadı. Herkeste mücadele azmi vardı da, neden kimse kötünün kötüsünü sezemedi? En ağır koşullarda örgütlenebilenler daha sonra demokratikleşme sürecinde neden ayakta kalamadı? Bu yazımızda sizlere Bulgaristan Türklerinin en önemli olan ve 1989 Mayıs Ayaklanmasını başlatan illegal direniş örgütü DEMOKRATİK Teşkilatı anlatacağım:
1) DEMOKRATİK TEŞKİLAT. (İnsan Haklarını Koruma Örgütü.)
“Belene” Ölüm Kampından sonra Vratsa İli Tlaçene köyüne sürgün edilen Mustafa Ömer (Asi) tarafından 13 Kasım 1988’de kuruldu. Mustafa Ömer 1960’larda biçimlenen Bulgaristan Türk aydınlarından biridir. 2 yaşında babasız kalmış ve ağır bir çocukluk geçirmiştir. Osmanlı ordusu çavuşu, sert ve nizamlı biri olan dedesi Ömer Çavuş’un yanında yetişmiştir. İlköğrenimini öksüzler okulunda görmüştür. 1963 yılında Kırcaali Pedagoji Okulunu bitirmiş ve yüksek öğrenimine Sofya Üniversitesini Felsefe Fakültesinde devam etmiştir. Lise öğretmeni olarak çalışırken Koşu kavak’ta (Krumovgrad) tutuklandı ve “Belene” ölüm kampına düştü.
Örgütleyip kurduğu İnsan Haklarını Koruma Örgütüne Başkan seçildi. Sliven’e bağlı Alvanlar köyünden Ali Ormanlı Genel Sekreter; bir maden işçisi merkezi olan yine Sliven ili Sarıyer köyünden Sabri İskender ise Sekreterliğe atandı.
Yüksek öğrenimini 1983’te tamamlayan Mustafa Ömer daha 1984- 1985 yıllarında Güney Doğu Rodop bölgesinde Türklerin hak ve adalet uğruna direniş başlatırken öncülerdendi. Bölge nüfusunda Türklerin ağırlıklı olduğu bu yörede başta öğretmenler olmak üzere Türk aydınlar geniş bir mücadele ağı örerken tutuklananlar oldu ve birçoğu “Belene” ölüm kampına kapandı. “Belene” den çıktığında önce Kuzey Batı Bulgaristan’da bulunan “Kunino” köyüne sürüldü. 1988’de ayni yörede bulunan “Komarevo” köyüne değiştirildi.
“Belene” kampından sonra aynı bölgedeki “Tlaçene” köyünde kalırken 13. Kasım 1988’de aydın Türk sürgünlerle bir araya geldi. Bu toplantıda Mustafa Ömer İNSAN HAKLARINI KORUMAK İÇİN DEMOKRATİK TEŞKİLAT (Lig) kurdu.
Kısa bir sürede Program ve Tüzüğü’nü kaleme alan Mustafa Ömer o günleri şöyle anlatı:
“Haklarımızı ayrı değil, birlikte savunmalıydık!”
O, Lig’in Program ve Tüzüğünü kaleme alırken, profesyonelce davrandı. Vtaysa bölgesine daha önce sürülmüş hukukçulardan yardım aldı. Gerekli belgeleri hazırlayıp totaliter baskıların devam ettiği o ağır dönemde örgütün tescili için mahkemeye başvurdu. 28 Nisan 1989 günü Kotel (Kazan) Belediye Mahkemesi’ne kayıt için dilekçe ve Tüzük sunuldu. Alınan ön karara göre, teşkilatın ilk kurultayı Gerlovo’nun Alvanlar (Yablanovo) köyünde toplanacaktı. Koku alan milis Mustafa Ömer’in peşini bırakmadı. Onu ölümle tehdit etti. Sınır kapısını gösterdi. O, davayı ve örgütü yüzüstü bırakmadı, Türkiye gitmeyi ret etti. Baskıların çok tırmandığı 6 Mayıs 1989’da açlık grevine başladı. Direniş slogan ve çağrıları halk arasında yayıldı. Totaliter rejimin sert tepkilerine karşın gizliden gizliye gerçekleşen örgütlenme kalabalık bir tabana yayıldı. Açlık grevlerine katılanların sayısı büyüdü. Sımsıkı dayanışma hareketlendi. Batı radyoları onları anlatırken, milis grevci kitleyle başa çıkamıyordu. Yasak ve eziyete her gün kesilen cezalara karşın, Türklerin birbirine kaynaştığı dikkati çekti. Bulgar makamları artık bu kaleyi alabilecek güçte değildi.
Yayılan ve radyolara düşen açlık grevlerinin halkı sarmasında büyük rol oynayan öncülerden biri sekreter Sabri İskender oldu. O, iyi yürekli, cesurdu. Daha 1985 isim değiştirmeye mukavemette kendini halka sevdiren kız kardeşi Safet İskender kadınlar arasında ateşleyendi. Kotel bölgesinde yeraltı işçisi gelenekleri olan 5 madenci köyü Sarıyer, Atyar, Özencik, Yeniköy ve Çeşli’de açlık grevi bütün haneleri sardı. İsyan edenler önceleri şoför olarak çalışan ve tutulan, 1985 zulmüne boyun eğmeme kararlılığında mukavemetin omurgası olan Sabri İskender’in tutuklandıktan sonra 119 gün hücrede kaldığını, 45 dakika arayla dövüldüğünü, fakat iradesinin kırılamadığını ve Bulgar ismi almadığını açlık grevine katılanlardan herkes biliyordu. Onunla gurur duyanlar “Belene” ölüm kampında görüşmeye geldiklerinde, sanki “sen söyle biz yapalım” dercesine ağzına ve gözüne baktılar.
7 metre derin akan Tuna sularının “Belene” ölüm adasında Bulgaristan Türk kahramanlara yapılan eziyeti, görüşmelerde akan gözyaşlarını silemediği bilinir.
Safet “Belene” adasında tutuklu ağabeyi ile ilk görüşmesini şöyle anlattı: “Belene bir cehennemden beter. Ben, sanki ağabeyimle değil, bir iskeletle görüştüm. Hislerimize hakim olamadık. Hep ağladık. Açlık çekiyorlardı. Oradaki Türklerin hepsi aynı çileyi çekti.”
İki yıl “Belene”de tutulan S. İskender önce Montana ili “Kameno Pole” köyüne sürüldü. Takatsiz olduğundan 14–15 yaşındaki oğlu Hüseyin’i çağırdı, oğlu ona yardım etti. Davrandığında oğlunun da yardımıyla dere bayır demeden Yugoslavya sınırını boyladı. Tutuklandılar. Sabri İskender bir yıl ağır hapis cezası aldı. Stara Zagora hapishanesinde yattı. Serbest bırakıldığında yine “Kameno Pole” köyüne sürüldü.
İşte bu ağır mücadelede her an gönül yakınlıyla onu yalnız bırakmayanlar, 1989 Mayıs başında işi gücü bırakıp onunla birlikte açlık grevine başlayanlardı. Bu direniş erleri, Sabri İskender’in sekreteri olduğu DİRENİŞ ÖRGÜTÜ’ nün kayırsız mücahitleriydi. Onlar örgüt Tüzük ve Programının BKP MK’ne, BHC Cumhurbaşkanlığına, Baş Savcılığa, “Rabotniçesko Delo” (İşçi Davası) gazetesine, TC Sofya Büyükelçiliğine gönderildiğini biliyordu. Her akşam radyo dinliyorlardı. Açlık grevi dalgasının Gerlovo’dan taşarak Deliorman’a, Dobruca’ya, toplama kamplarına, sürgün mekânlarına, hapislere, karanlık hücre zindanlarına yayıldığını ve ışık aradığını biliyordu.
Açlık grevi devam ederken Safet İskender ile örgüt Genel Sekreteri Ali Ormancı’nın kızı Duranca ile birlikte Stara Zagora hapishanesinde mahpus ziyaretine gitme bahanesiyle 8 Mart 1989 günü “Hür Avrupa” radyosunda Rumyana Uzunova ile temas kurup, grev dalgasının yayılışını anlattılar. Birkaç defa daha temasa geçip direnişlerin çok güçlendiğini bildirdiler.
Birkaç gün sonra tutuklandılar. Hemen Türkiye’ye kovuldular. 1989 Mayıs İsyanı’nda devrimci mücadelemizin başını çeken en yürekli, en gözü pek kadrolar birer birer tutuklandı ve yargı önüne çıkarılmadan, sağlam çeneden sağlam dişlerin iğnesiz çekilmesi örneğinde olduğu gibi sökülüp yurt dışına atıldılar.
Eli boş, cepleri beş parasız Ata Vatan’dan kovuldular. Bunlar hep o zaman devlet beslemeliğinde bulunan ajanların ajanı, hain Ahmet Doğan’a ihanet sahası açmak için yapılıyordu ve göçe zorlama, seçkinleri kovalama uzun süre devam edecekti.
Yıllar sonra Safet İskender şöyle dedi: “Tüm uluslar gibi, Türk ulusu da sağ salim yaşasın, var olsun! Ben, başımıza gelen soy kırımın, kültürümüzü yok etme saldırısının bir daha tekrar etmemesini temenni ediyorum. Bir daha dünyaya gelsem, aynı yüreklilikle aynı fedakârlığı bir daha yapardım, diye düşünüyorum. Türk kalabilmek, kendi hak ve özgürlüklerimizle yaşamak için hepimizin her zaman elinden geleni yapması şarttır!”
Bu ağır direniş koşullarında, sürgünde bile, Bulgar halkı Türklerin yok edilmesine kör kalmamıştır. Mustafa Ömer’in kaleme aldığı çağrılar, Sabri İskender’in teşebbüsüyle Romam kasabasından Bulgar Bayan İvanka tarafından Batı Radyolarına iletilmişti. Bu çağrılarda 35 yıl devam eden totaliter baskılara göğüs geren Bulgaristan Türklerinin “bir azınlık olma hakkından asla ödün vermeyeceği” tüm dünyaya duyurulmuştu.
Ve işte şimdi soruyoruz: Bulgaristan Türkleri açlık grevlerine başladığında daha sonraların sözüm ona lideri Ahmet Doğan ve arkadaşları ne yapıyordu. Arkadaşlarına deyeceğimiz yok, çünkü o onları kullandı.
Unutmayalım bizim “lider” Bulgar ve Rus generallerle “şerefe” kadeh kaldırıp viski içerken, işler mayalanıyor diye seviniyordu. Unutmayalım. Biz kimseye laf olsun diye ne ajan, ne hain dedik. Arşivde 10 cilt gammazcı dosyası var. Hainlik olaylarını birer ikişer açıklıyoruz.
16 Mayıs 1989’da teşkilatın Sekreteri İskender ile Nazım Salim Bulgaristan’dan kovuldu.
18 Mayıs 1989’da Mustafa Ömer da Bulgaristan’dan kovuldu.
19 Mayıs 1989’da Mustafa Ömer’in başlattığı açlık grevleri ülkeyi sardı. Öncüler, aydınlar, teşkilatlı kadro ülkeden kovulmaya o zaman başladı. Sınır kapısını zorlayan sel güç toplayarak akıyordu.
İşte tam bu gün, 6 Mayıs 1989’da başlayarak Bulgaristan Türklerinin oluşturduğu sağlan inci diş gibi güçlü örgütsel çenesinden en sağlam dişler, Mustafa Ömerler, Ali Ormanlılar, Sabri İskenderler, Nazım Salimler, Safet İskenderler ve daha kimler kimler birer ikişer değil, gruplar halinde sökülüp Edirne’ye, Belgrad’a, Viyana’ya ve daha nelere gönderilmeye kovulmaya başladı. Aslında bu çok büyük zorlamaydı. Aydın ve militan kesim, önderler, başı çekenler, örgüt üyeleri kovarak saha boşaltılıyordu. Bu derin operasyon Bulgaristan Türklerini başsız bırakmak için yapıldı. Adına “büyük seyahat” denen Türk göçü sel gibi aktı. Başkaldıran kitleyi Türkiye’ye akıtmak ise, hem onlardan ebediyen kurtulmak, Bulgaristan’ı Türk unsurdan arıtmak hem de kimlik davasında kenetlenmiş azmi kırmak ve dağıtmak için yapıldı.
O zaman hala sözde Pazarcık hapishanesinde kalan ve her gün “Batak” Balkanındaki devlet villalarına lüks “Volga” arabayla çıkarılıp gizli servisten generallerle ve Rus diplomatlarla kadeh kaldırıp Bulgaristan Türklerinin kaderini daha da karartma yolları üstüne sohbet ederken Ahmet Doğan’a ayrıntılı bilgi, öğütler veriliyor, yol gösteriliyordu. Kimliğini savunan Türk aydınları ve halkıyla mücadeleye sürülen sahte “lider” arasındaki kapışma uzun soluklu olacaktı. Önce devleti, sonra da oligarşiyi ardına alan A. Doğan bu savaşımda halen geçici bir dönem için de olsa, galip durumdadır.
Ahmet’in ilk ödevi ve hedefi başkaldıran Türkü ve Müslüman aydınları, örgüt kadrosunu ekarte etmekti. Türkleri tamamen başsız ve kimsesiz kalmanın yolları aranıyordu. Olaya 1989 Mayıs isyanı açısından bakıldığında direnişin safları seyreltiliyor, mukavemet güçleri arasından öncüler eziliyor ve ülkeden kovuluyordu. Polisin planlarına göre, başsız bırakılan Türk mukavemet hareketinin yeniden toparlanması 1990’dan sonra gizli ajanlar önderliğinde olacaktı. 1990 Hak ve Özgürlük kükremesi uğul otu gibi bir şeydi. Amaç ayaklanmadan ve “büyük göçten” sonra Ata Vatan’da kalanları Hak ve Özgürlük Hareketinde toplamaktı. Bu açıdan, yeniden başlayan legal “büyük dava”nın hezimeti kafeste keklikti. Bu arada “lider” beğenmediklerini ya da gerçekleri bilenleri Bulgaristan’dan kovsun ve sahada aydın ve şerefli kimseyi bırakmasın diye A. Doğan’a 50 bin vize bile sağlandı. Güvenilir adamlar otobüs kiraladı. Bizim milletin sırtı yere gelmez, çünkü o artık göreceğini gördü, çekeceğini çekti.
Son olarak ama bundan 25 yıl önce Hak ve Özgürlük Hareketi ile aldatılıp esir alınan halkımız A. Doğan’a umut bağlarken sözde yeni ve aydınlık, gerçekte ise zifiri karanlık yeni bir tünele girdiğinin henüz farkında değildi.
Devam edecek.