kelimelik.com’a özel söyleşi veren Bulgar Bilimler Akademisi üyesi Prof. Georgi Markov’a göre nefreti çıkarmak için tarihi deşmemeliyiz.
– Tarih, Bulgaristan’daki Bulgar ve Türkleri ayırıyor mu sizce?
– Bizim Osmanlı İmparatorluğu ile asırlara dayanan ortak geçmişimiz var. Osmanlı uzmanı değilim, ama o zaman Türk değil Osmanlı deniliyormuş. Türk ulusu, genç, siyasi bir ulustur. Bundan dolayı da Mustafa Kemal’e Atatürk diyorlar. Diğer halkların milli kimlik benimseme süreci devam ederken, Osmanlı Türklerinde bu süreç gecikiyor. İlk girişim, Tuna valisi olan Mithat Paşa tarafından geliyor. Yeni Osmanlıların önderi olarak Mithat Paşa, 19. asrın sonlarında Avrupa’da milletler, milliyetçilik varken, bu sürecin Osmanlı İmparatorluğu’nda geciktiğini fark ediyor.
Burada resmi belgelerde de hatalar var. Örneğin Rus Türk harbi deniliyor. Bu savaş Rus Türk savaşı değil ki, burada Rusya ve Osmanlı, yani iki imparatorluk savaşmış. Her yerde, sözleşmelerde bile Türk deniliyor. Bizler, yani Bulgarlar da hata yapıyoruz, örneğin Balkan Harbi hakkında Genel Kurmay Başkanlığı’nın 7 ciltlik resmi tarihinde “Bulgaristan’ın Türklere karşı savaşı” deniliyor. Ama bu savaş Osmanlı İmparatorluğu’na karşı! Geçen sene, Kırcaali’de, Ahmet Doğan, Balkan Savaşı bir özgürlük savaşı olmadığını, etnik temizlik olduğunu iddia edince ben, “bu savaş Türkiye’ye ve Türklere karşı değil, çünkü o zaman Türk ulusu daha yoktu” dedim.
Mustafa Kemal’in, Atatürk’ün Türk olmadığı, daha 30’lu yıllardan beri biliniyor. Daha 1935 yılında, Hitler, Mustafa Kemal’den renkli bir portre hediye alıyor. Hitler şöyle diyor “Biz üç büyük devlet adamıyız – ben, Stalin ve Mustafa Kemal. Çünkü o, bir imparatorluğun harabelerinden modern bir devlet kurmayı başardı.” Ve Hitler, yanındakilerine şöyle diyor – “bakın, sarışın, mavi gözlü, o bir Ari!”
Mustafa Kemal’in babası Arnavut. Annesi konusunda biz şu anda Yahudilerle tartışıyoruz – Yahudi mi yoksa Bulgar Muhammedi mi. Ama bence bu mavi gözleriyle bize daha yakın.
Dolayısıyla Türk ulusu, Mustafa Kemal’in kurduğu bir ulustur. Demek Balkan Harbi de ne Türkiye’ye, ne Türklere karşı. Savaş, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı.
– Fakat daha İvan Vazov “Türkiye düşecek” diyor.
– Evet, evet. Daha Osmanlı İmparatorluğu’ndan gelmş bu görüş. Önemli olan onlar kendilerini nasıl belirliyormuş, ki onlar Osmanlı diyormuş.
Tarih, bir ayrım hattı olmamalıdır. Çünkü şimdi burada Bulgar Türkü var, Bulgar Türkü diyorum. Burada bir kitap yayınlanmıştı, orada Bulgaristan’da Türkler deniliyordu, ben bunu çok eleştirdim. 1933 yılında, Türkiye Başbakanı İsmet İnönü buraya geliyor. “Ben Sofya’ya geldim ama Deliormanı da görmek isterim” diyor. Ve oraya gidince şaşkına dönüyor. “Ama bunlar kavuklu, şalvarlı. Ne yapıyorlar” diyor. Ve o, Türk ulusunu yarattıkları Türkiye’deki Türkler ile Bulgar Türkleri arasında farkı görüyor. Ve hatta o “Onları pek anlayamıyorum” diyor, “Soydaşlarım çok geri kalmış” diyor.
– Çünkü Türkiye’de Atatürk var ve reformlar yapılıyor.
– Evet. Ben, Bulgar Muhammedilerin bir kültür eğitim teşkilatı olan Drujba Rodina eşbaşkanıyım,Bulgar Muhammediler, Mustafa Kemal’den örnek alıyorlar. Mustafa Kemal çıkıyor ve “Bunlar camilerde ne yapıyorlar, onlar Arapça bilimiyor ki” diyor ve Türkçeye tercüme ediyor. Bizde de Bulgar Muhammediler Kuran’ı Bulgarcaya tercüme ediyor.
– Kuran’ın Bulgarca tercümesi şimdi de var. Bu normal bir şey ki.
– Evet, ama onlar ibadetlerini de Bulgarca yapıyor. 1937-1944 yılları arasında.
Bulgaristan Çarlığı uzmanı olarak şunu söyleyebilirim ki, Kemalist devriminden sonra, Mustafa Kemal’in modern bir devlet kurduğu Türkiye Cumhuriyeti ile daha muhafazakar olan bizim Türkler arasında farklar gözle görülür olmaya başlıyor. Ayrıca, Mustafa Kemal’in kovduğu çoğu hoca buraya kaçıyor ve bizde eğitim vermeye başlıyor.
Tarih bölebilir. Ancak bana göre bunu edebiyat daha çok yapıyor. Örneğin Vazov. İşte, son 23 yılda Papaz Krıstö aklanmaya çalışılıyor, ki o gerçekten Levski’yi ele vermemiş. Fakat Vazov onu lanetlemiş. Unutulanların Destanı’da onu lanetlemiş. Shakespeare’in 3. Richard’ı lanetlediği gibi. Üçüncü Richard da bir zalim değilmiş. Fakat Shakespeare, Birinci Elizabeth’in zamanında yazdığından onların gönlünü almak için 3. Richard’ı öyle göstermiş.
Şu anda Osmanlı İmparatorluğu’yla ilgili Davutoğlu’nun neoosmanizmi güncel bir konu. Davutoğlu’nun bir kitabı var, orada, 19. yüzyılda Osmanlı’nın reformlar yaşamaya başladığını iddia ediyor. Bize göre ise bu imparatorluk artık çökmeye mahkummuş. Fakat biz isyanlardan, savaşlardan söz ederken Osmanlı İmparatorluğu demeliyiz. Ancak günlük hayatımızda bile “o Türkler” diyoruz.
– Öyle. Sizce bu Bulgaristan Türklerinin kalbini kırmıyor mu? Onları uzaklaştırmıyor mu?
– Öyle. Ben bir tarihçi olarak onlara anlatmaya çalışıyorum. Batak, Peruştitsa katliamlarında Türklerden söz edemezsiniz, Osmanlı İmparatorluğu demelisiniz. Bir imparatorluk kılıç üzerine kurulur. Başka imparatorluklar da yok etmiştir. İmparatorluklar öyledir.
Bundan dolayı ben Bulgar Türklerine şöyle diyorum – bu Osmanlı İmparatorluğu’nu benimsemeyin. Aldanmayın. Çünkü, örneğin Türkiye Cumhuriyeti’nde Davutoğlu “Türkiye Cumhuriyeti ne ki, 90 yıllık. Osmanlı İmparatorluğu ise 600 yıl, üç kıtada” diyor. Örneğin şu anda da bir dizi gösteriliyor, Kanuni Süleyman hakkında. Ama bu 16. yüzyılın başlarında, imparatorluğun zirvede olduğu bir dönemde!
Osmanlı İmparatorluğu’nun yeri artık tarihte. Biz, Bulgarlar, “Osmanlı İmparatorluğu’nda o Türkler bize neler yaptı” diyemeyiz. Onlar bu Türkler değil. Osmanlı Türkleri de katılmış olsa bile, Yeniçeriler var, Arnavutları var, kimler yok ki Osmanlı İmparatorluğu’nda.
– Sizce Bulgaristan Türkleri hangi tarihi benimsemelidir?
– Bulgar Türkleriyle ortak vatanımız var. Ben onları Bulgar halkının bir parçası olarak kabul ediyorum. Biz, Bulgaristan’da Türk milli azınlığı olmadığını söylüyoruz. Bizim Türklerimiz bizimdir. Biz onlarla asırlarca birlikte yaşamışız ve umarım yaşamaya devam ederiz.
General Vasil Delov skandalı da Kırcaali bölgesinde yaşayan Türklerden değil, göçmen derneklerinden geldi. General Vasil Delov gibi bir şahıs hakkında onların söz hakkı olmadığını düşünüyorum. Tartışma, burada, Kırcaali’de olabilir. Ama onlar, dışarıdan, General Vasil Delov’un kim olduğunu ve Balkan Savaşı’nın onlar için ne ifade ettiğini söyleyemez. Burada bir müdahale söz konusu.
Buradaki Türkler, Botev’i okurken güceniyor. Ben de onlara diyorum “Ama o Osmanlı İmparatorluğu”. Biz tarihten sayfalar koparıp atamayız. Milletvekilleri bana, “sayın profesör, Botev’i okuyan bir Türk çocuğunun yerine koyun kendinizi” diyor. Ben de onlara “Siz Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasını benimsememelisiniz. Sizin hiçbir bağlantınız yok”. Biz, Botev veya Vazov’u kaldıramayız.
– Ama biz Osmanlı İmparatorluğu’dan dolayı şimdi burtadayız. Bağlantı bu değil mi?
– Doğru. Ancak ben Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki kanlı olaylardan bahsediyorum. Şimdi birileri çıkıp da size “200-300 yıl öncesindeki olaylardan sorumlusunuz” diyemez. Bu yolda çalışmak lazım.
Balkan Harbi’yle ilgili olarak tüm Bulgaristan’ı dolaştım ve İsperih’e de gittim. Orada bir okul müdürü bana “burada biraz daha dikkatlice, Bulgarlarla Türkler yarı yarıya” dedi. Benim için fark etmez. Ben Osmanlı İmparatorluğu’ndan bahsediyorum.
Kircaali’de söyledim: biz Balkan Harbi sayesinde Avrupa Birliği’ndeyiz. Bundan dolayı da Slavyanovo’da Osmanlı askeri anıtı inşa eden o iki kardeşe de karşı çıktım. Böyle bir şeye yer yok. Heykel dikmişler, oysa ikisi Belçika’da oturuyor, Bulgar vatandaşı olarak. 2004 yılında Süleyman Paşa anıtı için bir komite kurulmuştu, o zaman BTV’de birisiyle tartışmıştım. Bana “Bulgaristan’da kaç Müslüman yaşıyor, biliyor musunuz, çiçek bırakacak bir yerleri olmalıdır” demişti. Anıt var. Yukarıda, tepede özgürlük anıtı var. Biz, farklı anıtlarla bölünemeyiz.
Bizi din ayırıyor, ancak benim için bu önemli değil. Örneğin, Blagoevgrad valisine karşı çıkıyorlar, Bulgar Müslümanmış. Ne biçim slogan bunlar böyle! Ben onu destekliyorum. Onun vali olma hakkı var.
– Bu yanlış bir siyaset değil mi?
– Onlar onun Bulgar olduğunu bimiyor ki! İslam dininden olan Bulgarlar var. Din, 21. asırda beraber yaşamamıza engel olmamalıdır. Protestan ve Katoliklerin birbirlerini katlettiği, Almanya’nın yarısının yok olduğu 16-17. asırlarda yaşamıyoruz. Biz burada dini kavgalar yürütemeyiz. Ancak halk psikolojisinde çok birikintiler var. Her iki tarafta da. Blagoevgrad’dan o kişi Bulgar vatandaşı. “Onu istemiyoruz, çünkü Blagoevgrad’da Türk yok.” Nereye gitsin, Kırcaali’ye mi? Ben tabi ki bir vatanseverim, ancak bazılarının yaptığı gibi sokak ve meydanlarda bağıramam. İstemiyorlarmış, vali olamazmış! Böyle gerekçe olmaz ki!
– Vatanseverlik, diğerine karşı nefret beslemek değildir, herhalde.
– Hayır. Nefret olmamalı. Balkan Harbi’nden bahsederken “Türkleri mağlup ettik” diyemezsin. Türkleri mağlup etmedin, Osmalı İmparatorluğu’nu yenmişsin. Tarih zıtlaştırmak için kullanılmamalıdır. Böyle olmaz. Türkler, Bulgar Türkleri bizim yurttaşlarımızdır, ortak kaderimiz var. Zorlukları beraber çekiyoruz.
– Evet, çekiyoruz.
– Tabi! Birbirimize yardım etmeliyiz, örnek olmalıyız. Nefret çıkarmak için tarihi deşmemeliyiz. Çünkü çok fazla birikintiler var – halk türküleri, hatıralar, destanlar, efsaneler. En azından biz entelektüeller birlik için çalışmalıyız.
– Söz konusu türküleri dinlerken, destanları, edebiyatı okurken bizim ne hissetiğimizi tahmin ediyorsunuzdur.
– 1989’dan sonra sansür kalktı. Bazı zaman “maalesef” diyorum, çünkü artık herkes istediğini yazabiliyor. Örneğin bizim tarih enstitümüzde bile, birisi çıkmış ve kitap yazmış – Levski asılmamış, onun bir ikizi öldürülmüş, Levski ise İtalya’ya kaçmış. Botev, Diyarbakır’a kaçmış, uzun yıllar orada kalmış.
Tarih bilimdir. Üstelik ciddi bir bilim. Maalesef kimi zaman çok saçmalıklar da oluyor.
– Tamam, tarih bilimdir. Fakat, birikmiş nefret olmaması için bu bilim, halka nasıl ulaşsın?
– Evet, işte şimdi Levski’nin idam edilmesi. Levski’yi Türkler asmamış, Levski, Osmanlı İmparatorluğu’nun kararıyla idam edilmiş. Biz, Levski’yi kimin astığını anlatmalıyız. Çünkü halk “Türkler asmış” deyiveriyor. Kelimeler dikkatli kullanılmalıdır. Tarihi değiştiremeyiz. Tarih, olduğu gibi öğretilmelidir. Siyasi amaçla kullanılmamalıdır.
– Ama kullanıyorlar.
– Kullanıyorlar. Evet. Üstelik çeşitli seviyelerde kullanıyorlar. Oysa öyle omamalıdır. Ve ortak kaderimiz olduğunu bilmeliyiz. Hayra mı şere mi bilmem, ama durum böyle.
Ben çok sehayat ediyorum. Örneğin, Almanya’da farklı. Orada Türkler, göçmen.
– Evet, aramızda kıyaslama yapılmamalıdır.
– Onlar göçmen, Bulgar Türkleri ise asırlardan beri burada yaşıyor. Kıyaslanamaz.
– BNT’deki Türkçe haberlerle ilgili olarak da “Türkçe haber isteyen, Türkiye’ye gitsin” diyorlardı. Niye gitmeliyiz?
– Olmaz. Bu herhalde Ataka’dan geliyordur. Türkçe haberler niye rahatsız ediyor ki?
Camideki namazlıkları yaktıklarında ben sert tepki göstermiştim. Nasıl yakarsın? Dünya haberlerine girdik! Ne yazık ki, her zaman böyle insanlar olacaktır, tarihin siyasi amaçlara hizmet vermesi gerektiğini düşünenler. Siderov çıkıp “Türkler geliyor. Osmanlı İmparatorluğu’nu unutmayın” diyor. Hangi Osmanlı İmparatorluğu? O çoktan tarihte.
Neoosmanizm hakkında benim farklı bir görüşüm var – bu imparatorluk içerisinde bizim iyi yaşadığımız iddialarını kabul edemem! Bu imaratorluğu geçmişte bırakın. Bu imparatorlukta özgüven aramayın. Bizimkiler de, 1989’dan sonra, Kubrat öncesini, 165 yılını araştırmaya kalkmışlardı. Tarih önemli, ancak şimdiki özgüvenimiz için kilit önem taşımıyor. Buzdolabı boşsa bir insanın nasıl özgüveni olabilir? Örneğin bugünlerde Türkiye Cumhuriyeti’nde “ne kadar da büyük bir imparatorluğumuz vardı, üç kıtada” diyorlar. Evet, ama bu ne zamanmış? Tarih geri dönemez. Zamanı kimse geri çeviremez.
Dolayısıyla biz bir denge aramalıyız ve tarihte bizi yakınlaştıran şeyleri bulmalıyız. Örneğin, Balkan Harbi’nde, Osmanlı ordusu çekilirken, Bulgarlar Türklerin yanında gizleniyor, daha sonra Türkler Bulgarların yanına sığınıyor. Komşu komşuya sığınıyor. Her savaş, yangın, yağmalama, katliamlara neden olmuştur. Savaş bu işte!
Yani, biz yalnız Batak ya da Tımrış’a sabitleşmemeliyiz. “İyi de, ordunuz Tımrış’ta neler yapmış. Bakın nasıl duvarlar bırakmış” diyorlar. Ama diğerleri de “Ahmet Tımrış, Peruştitsa’da katletmedi mi?” diyor. Bırakın, çünkü böyle bilmem nereye ulaşacağız. Herkesin söyleyecek bir sözü var. Şiddet, şiddet doğurur.
Balkan Harbi’nin araştırdığım için biliyorum, Kuzey Doğu Bulgaristan’da 4. Preslav tümeni için özel bir plan geliştirilmiş. Varna ile Kavarna arasında düşmanın muhtemel çıkarma yapması durumunda,isyan çıkma ihtimali varmış. Çünkü orada Türkler yoğunlukta. İstanbul’a doğru ilerlediğimiz sıralarda hiçbir isyan yaşanmamış. Çünkü Birinci Dünya Savaşı’na kadar Türkler askere gitmezmiş, askeri vergi ödüyorlarmış. Savaş sırasında, orduya lojistik destek veriyorlarmış. Birinci Dünya Savaşı’nda ise omuz omuza savaşmışız, çünkü o zaman Osmanlı İmparatorluğu’yla müttefiğiz.
– Omurtag kasabasının merkezinde, Bulgaristan için hayatını kaybedenler anıtı var. O anıtta çok Türk ismini de görebiliyoruz.
– Evet, biliyorum. Örneğin insan kaçırma olayları – 1916 yılının son baharında General Stefan Toşev Dobruca’da taaruza geçince, Rumenler hem Bulgarları hem Türkleri kaçırıyorlar. 25 bin ölünün arasında hem Bulgar hem Türk isimleri var.
– Dobruca’da Türk askerleri mezarlığı da var.
– Evet- Dobriç ve Tutrakan’da iki tümen varmış. Çünkü o zaman müttefiğiz. Makedon cephesinde de Türk askerleri varmış, ama orada daha az. İşte, Balkan Savaşı’ndan iki yıl sonra müttefik oluyoruz.
Biz Osmanlı İmparatorluğu’nu kurtarmışız ve Churchill o zaman bizden nefret etmeye başlıyor. Çanakkale operasyonundan dolayı. Churchill ile Lord George, bize Midiya Ena hattını teklif ediyor, ancak karşılığında Osmanlı ordusuna arkadan vurmamızı istiyor. Bundan dolayı Churchill bizi İkinci Dünya Savaşı’nda cezalandırıyor.
Dolayısyla, Balkan Savaşları var, Birinci Dünya Savaşı da var. Genel olarak konuşamayız.
– Basit cevaplar yok, basit çözümler de yok.
– Evet, basit cevap yoktur. Ama bazı meslaktaşlarımız dalıyor ve ben onlara şunu söylüyorum – biz tarihçiyiz, şair değiliz. Şairler yapabilir, Vazov ve Shakspear gibi, ve maalesef onların duygusal etkisi daha büyük oluyor. Çünkü tarih roman ve destanlardan okunuyor. Bu her ülkede böyle.
– Bugünlerde filmlerden de okunuyor.
– Filmlerden de, tabii. İşte, Kanuni Süleyman dizisi. Osmanlı uzmanı değilim ama sanki Güneş Kral’ın sarayı! Çok saçmalık var.
Bizi birleştirenleri aramalıyız. Tarihi çarpıtmadan. Hele biz. Osmanlı İmparatorluğu hakkında yazarken Türk demeliyiz. 1923 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu var. Tabii, Osmanlı bir teokratik imparatorluk, bundan dolayı da ben neoosmanistlere katılmıyorum. Osmanlı İmparatorluğu’nda insanlar ikiye ayrılıyor – Müslüman ve kafir. Farklı dinden olanlara şans tanımıyor. Farklı dinden insanlar da olmalıdır.
Ben, Ortodoks Hristiyanım ama, dini İslam olan yurttaşlarıma da hak veriyorum. Bulgar Muhammedilerden bahsediyorum, onlar çok düzgün insanlardır. Ama Sofya’da bana “Nereye gidiyorsun? Ne işin var o Pomaklarla” diyorlar. Nasıl Pomak, ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu? Onlar o kadar dürüst insanlar ki, öyle güzel, eski Bulgarca kullanıyorlar ki! Örneğin, onlar, Sofya’dakiler gibi “ayran” demiyorlar, “bırkanitsa” ya da “mıtenitsa” diyorlar. Ben onların yanında kendimi daha iyi hissediyorum.
– Onların arasında da ayrım yok mu?
– Belli bir ayrım var. Dışarıdan gelen propaganda var. Suudi Arabistan ile bağlantılı vakıflar var. Biz çok büyük bir hata yapıyoruz. Biz NATO üyeyisiz ya, İran, İslamist İran, diyoruz. Fakat Suudi Arabistan da siyasi İslamın var olduğu bir devlet. Suudi Arabistan, ABD ile müttefik, dolayısıyla bizimle de müttefik.
Bu vakıfların çoğu Suudi Arabistan’dan. Orada imam yetiştiriyorlar. Bundan dolayı da biz daha geçen yıl, Sofya Üniversitesi’nde İslam eğitimi veren bir fakülte kurulmasını önerdik. Hatta fakülte için bir bina da bulduk. İmamların bizde eğitim görebileceği bir fakülte olmalıdır. Bizim geleneksel İslamı okumalıdırlar. Burada söz artık Başmüftülüğünün. Çünkü onlar Suudi Arabistan’a gidince orada etkileniyorlar. O İslam, bizim İslam değil. Ve bundan da bazı belalar doğabilir. Sofya’da bir fakülte açılmalı ve bunun bizim geleneksel İslam olduğu bilinmeli. Biz, geleneksel İslamımızı korumalıyız.
SÖYLEŞİ: İZZET İSMAİLOV / KELİMELİK.COM
Reklamlar