Liderlik -1-
Tarih: 22 Ağustos 2018
Yazan: Rafet ULUTÜRK
Konu: Aslanın ensesi özgür olduğu için kalındır.
Bin Bir Gece Masallarında, Birinci Dervişin Öyküsünde, Allah’ın emri buymuş, ne denir ki!.. Konumuza ilişkin en güzelini şair söylemiş:
Bırak alınyazısı tamamlasın kendini
Ve yalnız şu yeryüzündeki yargıçların hatlarına çare düşün!
Hiç bir şey karşısında sevince kapılma
Ve keder de duyma hiçbir şey karşısında…
İçin daima rahat olsun:
Şunu iyice bil ki
Bu dünyada hiçbir şey kalıcı değildir!
Talih’in her birimiz için çizmiş olduğu
Yoldan yürümekteyiz biz yavaş yavaş…
Ve bu yoldan sapmak söz konusu olamaz,
Çünkü Talih o yolu bütün her şeye egemen olan Ulu Tanrı’nın emriyle çizmiştir.
İngilizce bir söz olan ve ÖNDER anlamına gelen LİDER, yukarıda yazılandan farklı olarak, büyükbabası Türk olan Johann Wolfgang von Goethe’nin (1749-1832) “Garplı Müellifin Şark Divanı’nın – Doğu Batı Divanı – “Sıkıntı Kitabı”nda şöyle ifade ettiğine göre,
“Yalnız başına akıldır muktedir.”
Goethe bu fikri, Hafızı okuyup Alman diline tercüme ettikten, Kuran’ı Kerim’in Baron Joseph Hammer-Purgstall (1774-1850) tarafından Farsça ve Arapçadan yaptığı Fransızca tercümesini Almancaya çevirdikten sonra yazmış ve Divana almıştır.
Bu konuda Kuran iktibas ederken:
“Onlar eskiyi konuşur, yeniyi ilave ederler;
Şaşkınlık günden güne büyür böylece
Ey kutsal Kuran! Ey ebedi huzur!”
Ve konuya karışan “Timur der ki!”
“Allah beni solucan yaratmak dileseydi,
Elbette solucan olarak yaratırdı beni.”
Türkler ve liderlik, Müslümanlar ve Liderlik gibi, tarihsel ve aktüel olağanüstü önemli bir konuya devam edebilmem için, ek bir açıklamada bulunarak, biz Türkler neye öncülük ve önderlik yaptık, tarih katlarında hangi katların yerini değiştirdik vs gibi birkaç soruya yanıt aramam gerekiyor.
Doğa’daki bilgiler hikmetlerini, daha iyi anlaşılsın diye efsane, masal, hikâye, vecize ve atasözleriyle süslerler. Yazıma “Bin Bir Gece Masalları”ndan bir alıntıyla başlamamın nedeni burada gizlidir.
Onlar hikmetli sözleri kafiyeli söylemeye önem verirler. Öyle ki, bilim insanları, doğal bilimleri öğretirken bile hikmetli ve kafiyeli sözlerle iddialarını savunmaya ve temellendirmeye gayret etmişlerdir.
Bu yüzden Araplar, Allah’ın kendilerine böyle bir üstün kabiliyet bahşettiğine inanmışlardır. Bunun haricinde dört hususta Allah’ın kendilerini diğer halklara üstün kıldığını savunurlar.
Birincisi türban ki, kralların taçlarından daha çok kendilerine yakıştığına ve süslediğine inanırlar. İkincisi olarak çadır kurma kabiliyeti. Araplar, kendi çadırlarının fevkalade mimari eserlerden ve binalardan daha güzel göründüğüne inanırlar.
Araplar, kılıç yapmayı da çok önemserler. Birer sanat eseri olan kılıçlarının kendilerini, muhkem kalelerden ve hisarlardan daha iyi koruduklarını iddia ederler. Ve son olarak şiir konusunda aşılamaz olduklarını, kendi şiirlerinin başka halkların tüm yazılarından ve kitaplarından üstün olduğunu iddia ederler.
Dünya görüşünü belleğine çizip Arap’ların kutsal sayıp övündükleri değerleri Anadolu’ya, Rumeli’ye ve Batı’ya taşıyanlara önderlik eden, türbanı bin bir renkli baş örgüsüyle değiştiren; çadırların yerine saraylar, köşkler, cami, medrese, hamamlar ve köprüler yapan; kılıçı -ateşli silah, topu- tüfekle değiştiren; Arap şiirini, Divan şiiriyle, tasavvufla, Arap müziğini yüzlerce yeni makam ve ritimle zenginleştiren ve Batı’ya yeni bir uygarlık olarak taşıyan kim? Biz Türklerizdir.
Bu bir toplumsal önderliktir. Pek tabi ki bu evrim ve devrimler, sosyal gerekler Alpaslan, Sultan Mehmet, Atatürk ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan gibi ulusal ve uluslararası liderlerin öncülüğünde gerçekleşmiştir.
Bu bakıma Türk milletinin liderlik gelenekleri başka hiçbir halkta rastlanmayacak kadar zengin ve erdemlidir. Bu anlamda öze sadık kalarak şekilsel değişikliklerle kendilerinin yetiştirdikleri liderlerin önderliğinde tarihi bugünlere taşıyan bin yıllık serüveni gerçekleştiren de Türklerin ta kendisidir. Bu istidadın içinde belirleyici olan Türklerin devlet kurma becerisi başta gelir. Bu bakıma 2018 yılı çok anlamlıdır. Sayın Recep TAYYİP ERDOĞAN liderliğinde Türkiye Cumhuriyeti devlet sistemi çok partili parlamenter düzen içinde BAŞKANLIK SİSTEMİNE yükseltilmiştir.
***
İnsan topumdan önce, ama toplum yaratmak için dünyaya gelmiş olabilir. Toplumsal olayların yönlendirilebilir olması da toplumun kendi içinden liderler sivrilmesini zorunlu kılmıştır.
Lider, zeki oluşu ve cesaretiyle öncüdür.
İyilikseverliği, sabırlı oluşu ve atılganlığı ikinci sırada gelir. Ne var ki her duruma, olayın görkemine ve zaman kesimine göre bunlar değişir. “Su testisi su yolunda kırılır” atasözümüz bu durumlar için söylenmiştir. Suya giden, taşlar arasında suyun sığlığını dikkate almadan, testiyi sallayıp suya batırırsa kırar. Dereyi görmeden paçayı sıvama. Akıllı olan dereyi görduğunde derin değilse daha ufak uygun bir kap ile su alıp testiyi doldurur…
İslam kültür ve uygarlığının Ortaçağda Batı kültür ve uygarlığından çok daha ileri ve üstün olması ve 1071’de Malazgirt’ten başlayarak bu iki uygarlığın giderek yer değiştirmesi gereği, birçok dev dev İslam liderleri doğurmuştur.
Yeni ruh ufuklarına işaret etme ustalığıyla ünlü ulusal şairimiz Yahya Kemal 1029-1072 yılları arasında yaşayan ve savaşan Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Alpaslan’ı “Alpaslan’ın Ruhuna Gazel”inde bir lider olarak anlattı.
Bu liderlik Türklere aşamalı akınlarla ana-vatanı fethetme stratejisini getirdi. Bu strateji gökten gönderilmedi, insan zekâsı bilgeliği olarak uygulandı. Horasan Devleti’nden gelen Alpaslan devlet kararlarını kademe kademe uygularken git gide bir önder haline gelmişti. Selçukluların başarısı böyle uzun vadeli bir stratejinin değişen taktiklerle uygulanmasının neticesidir. Bu liderliğin çok önemli çizgilerinden biri dinde ve halk arasında birliği sağlamasıdır. Türk zaferlerinin temelinde yer alan bu erdem, bir deneyimdir ve asla unutulmamalıdır. Türk birliğini parçalamak düşman için çalışmak anlamına gelir.
Şu da var: Fetihler bir zümrenin refahı için yapılmamış, bütün Türk ve Müslümanların hepsine ana-vatan açılması, bu vatanın asla geri alınmaz, küçültülemez, kırpılamaz, hediye edilemez, Türklük kalesi olması için gerçekleştirilmiştir. Bu asla unutulmamalıdır.
Anavatan toprağımızın Tuğrul Beyin, Alpaslan’ın ve diğer Sultanların yönetimi altında elde edildiği için, onlar bizim Büyük Liderlerimizden biridir.
19.ve 20. y.Yıllarda Osmanlı’nın Balkan bozgunlarından sonra sıkıştırılıp göçe zorlanan Müslümanlar, hiç birinin etnik kimliğine bakılmaksızın Türklük Kalesi Anadolu’ya – Türkiye Cumhuriyeti’ne – sığınmak zorunda kalmışlardır.
20. Yüzyılın sonunda ve 21 yüzyılın başında “Arap Baharı” ateşine düşen Akdeniz kıyı devletlerinde yaşayan Müslüman kardeşlerimiz, Suriyeli terör ve savaş mağdurlarına, daha önce Kerkük ve Musul’dan gelenlere vs vs açılan kapılar ana-vatan kapısıdır. Ana-vatan Türklerin, Müslüman kardeşlerimizin ortak yurdudur. Günümüzde de Suriye’den misafir ettiğimiz 4 milyon kardeşimizle bu ortak nimetimizi paylaşıyoruz.
Biz bugün Devlet Başkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’A Büyük Yeni Türkiye lideri diyorsak, Türkiye’yi, Balkan ve Orta Doğu Türklüğünü, İslam Dünyası’nı Büyük Selçuk Devleti’nin kurucusu Sultan Tuğrul Bey, Bizans’ı Malazgirt’te (1071) dize getiren ve ilk kez olmak üzere Türk Selçuklu Devletine bağlayan Sultan Alpaslan’ın belirlediği yolca ilerlediği, bu yoldan sapmadan, Atatürk’ün bağımsızlık, egemenlik ve istiklal ilkelerine bağlı kaldığı ve yücelmemizi sağladığı içindir. Liderlerin küçük hedefleri olmaz olamaz.
Çünkü düşman aynı düşmandır.
Günümüzde, PKK, DEAŞ, PYD saldırılarında, içte ve dışta tuzaklara, 16 Temmuz 2016 FETO alçak darbe denemesine, peşince gelen hain tuzak ve pusulalara, güncel papaz senaryolarına, ambargolara, dalgalı döviz kurlarına, kredilendirme notlarına, güven ibresine vs vs son hesapta bizi köle etmek isteyen düşman nefes almaya devam ediyor. Güney Doğu’da karşımıza 4 bin TIR ve 1000 uçak dolusu silah depolayan düşman 900 yıl sonra ikinci bir Malazgirt yüzleşmesi heves ve kurgusuyla yaşıyor.
Türk İslam sentezini o zaman dize getiremeyişleri yenir yutulur bir yenilgi değildir. Hele şu an 1960’lı yıllardan beri hazırlık içinde oldukları FETO komplosu karaya oturunca, tüm umutlarının alabora olması dinecek bir sızı değildir.
Bu cümleden olmak üzere, tek mihveri (kutbu) Amerika olan dünyanın çatırdaması ve 2 ya da 3 mihverli yeni bir küresel dengenin Türkiye Cumhuriyeti ve Sayın Devlet Başkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN olmadan gerçekleştirilememesi hazmedilebilir bir durum değildir.
Bir nitelikten daha yüksek yeni bir niteliğe geçiş – Türkiye’de tek partiliden çok partiliye ve ardından da demokratik Devlet Başkanlığı Sistemine başarılı ve sarsıntısız geçişi – yenir yutulur ve hazmedilebilir bir olay değildir. Yeni dünyanın iki mihverinden birinin bayrak gönderleri Türkiye Cumhuriyeti olması, ulusallıktan bölgeselciliğe büyüyen devletimizin, yeni toprak fetihleri yoluyla değil, 21. Yüzyılda insanların gönlünü kazanarak, adı çekim gücü olan halkları etrafında birleştirme, içine alma ve kendine dâhil etme yoluyla yeni bir yücelişe yepyeni bir devinime ve evrime tanık oluyoruz. Türkiye’nin yalnız gölgesi değil, yaptırım gücü de büyüyor.
Olaya bu kadar derinden girme nedenlerinden biri, günümüzde hakiki lidersiz kalan Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının hala maskeli liderler tarafından yönetilmeye, temsil edilmeye devam edilmesidir. Ve bu maskeli kuklaların ulusal ve uluslararası sahnede fotoğraf çektirmeye, kadeh kaldırmaya ve gasp ettikleri temsil hakkını kullanarak, imza atmaya, para almaya, anlamsız konuşmaya devam etmesidir.
Bu temsilcilerin birisi olan Ahmet Doğan, Bin Bir Gece Masallarını ve Goethe’yi okumadan girdi sosyal yaşama…
Zaman değişti, yaratanın sayfası kapandı, “DS” telsizinden gelen vahilere göre idare yöntemleri uyguluyor. Türkiye’deki soydaşlarımızdan ve Bulgaristan’da yaşayan Müslümanlardan “gak” dedikçe bir parça et yani OY istiyor. Oy paralarını da kendisi atıp “saray” kotrasında yaşıyor ve kötü yaşayanlardan uzaklaştıkça onların dayanılmaz dertlerini unuttuğuna, iniltilerini işitmez olduğuna ve herkes cahil olduğundan kimseden mektup da almadığına sanki seviniyor.
Bir gün sakallı ve bir gün de sakalsız resim meraklısı bir başka “lider” heveslisi daha var. Onu HÖH bataklığından çıkarıp lider asfaltına çıkarmaya çalışan DS çok zahmet çekti. Hevesliler başı mağdur havalarına girmiş. Ankara’ya gidiyor karşılayan yok.
Kendisine “lider” havası ve süsü veren, bilinmeyen kişiler tarafından siyasetin katran kazanına itilmiş olduğunu artık unutan ve kaynayan katran kazandan çıkmak isteyen kardeşlerimizin her birini 2016’dan beri dibe çeken bu “kıyımın yeni lideri” genç kadrolara göz dikmiş. Etrafında genç ve doğru dürüst Türkçe konuşan kimseyi istemez olmuş.
Yıllardan beri gayretlerimiz hep boşuna gitti.
Gerçek liderleri yaratan sosyal, ekonomik ve siyasal olayların kendisidir, halk kitleleridir diye anlatmaya çalıştık. Anlattık da anlayan olmadı. Bizdeki “Liderlik Kitapları” eski kavramlarla yazılmış. Örneğin kopye edilen lider, tepeden inen lider, yedirip içirdiği için yükseltilen lider ve bir de gizli ipleri çekilerek yükseltilen lider gibi kavramlar var.
Lütfi Mestan HÖH partisinden tekme tokat atılan lider kapsamına giriyor. Çatlak karpuzu kimse almaz ama ona sahip çıkanlar oldu işte…
Lütfi Mestan toplumun yükünü taşımadı bunu herkes gördü. Yönettiği partinin öncü ekibinden olan ve onunla birlikte Ankara’ya davet edilen öteki gözde konuklardan ayrı durdu, salonda ayrı sırada oturdu, ayrı masalarda yemek yediler, çay sohbetlerini farklı kişilerle yaptılar.
Ankara’nın L. Mestan’dan beklentileri ne olabilir?
Bu konuyu eşelemek istemiyorum. Çünkü ömründe birkaç ay öğretmenlikten başka hiçbir iş tutmamış bir kişiden emeklilik öncesi ümitlenmek yanlış olur.
Bu olaylar bize L. Mestan’ın 18 yıl Hak ve Özgürlük Partisinden milletvekili olduğu yıllarda bir ceviz kabuğu dolduracak iş yapmadığını da hatırlattı.
Biz yazılarımızda yıllardan beri lider vasıflarına değerlendirdik.
Bulgaristan Müslümanlarının hak ve özgürlük, demokrasi ve adalet, vatandaş toplumu kurma ve etniklerin de devlette temsil edilmesi, anadilimizle, din ve geleneklerimizden su alan kültürümüzün yaşatmayı hedefleyen davamıza sadık kadroları ağır taşları arasında öğütüp ruhlarını rüzgârlı bir havada savuran bir yel değirmeni olarak ve daha değişik biçimlerde yazdık ve anlattık. Her liderin kıblesi olur. A. Doğan’ın kıblesi Moskova hainliği olduğunu defalarca kanıtladık. Lütfi hangi Tanrıya dua ettiğini gizli tutuyor. Yakındır ortaya çıkar.
İzlemeye soyunduğu siyasetlerin “liberalizmin sağ ve solundan”, NATO’culuktan, AB askeri üslerinin Bulgaristan’a konuşlanmasına ve dolandırıcılık çarkıyla dönen Avrupa Birliği sofralarının Bulgaristan’da kalması taraftarlığından şaşmayan Lütfi Mestan, düne kadar “Türkiye gölgesi çok serin” derken, şimdi bu gölgeye boydan boya uzanmış, tek başına şekerleme yapmaya hevesli görünüyor.
Son görüşmelerden birinde “yapılacak iş göremiyorum” demiş. Her karalamasında “Aslanın ensesi özgür olduğu için kalındır” tezini savunan şairlerimizden Habil KURT bu defa şunlara işaret etmiş.
ZORUNLU GÖÇÜN ABİDESİ
Kabristanın tam eski tarafı
Dikili duruyor yıllar yılı
Küçük molozdan bir mezar taşı…
Hiç bir yerinde de yok yazısı
Sadece belli acı yazgısı;
Buralarda yalnızca kalışı.
Soru sual ettim: kimin nesi?
Çok tuhaftı verilen cevabı…
Zorlu göçün,en net abidesi!
Zaten her haliyle de belliydi;
Yosun bürümüştü her yerini…
Burada kalmamıştı kimsesi!
Mestan’ın bu konu üzerinde çalışmasına ne dersiniz. Oy istemeden önce duran hayatı canlandırmak. Oy istemeden önce şehitlerimizin ruhunu yaşatmak! Ve buna benzer konular. Belli oldu o anadil, okul, kitap gibi sorunları zaten çözemeyecek…
Ne yazık ki kurallar konurken, ayarı denk yapılmamış!…
Örneğin Ahmet Doğan’ın 1987 Pazarcık Hapishanesinden, Paşmaklı (Smolyan) çamlığındaki Rus Büyükelçiliği dağ evinde ve sözde “demokrasi” döneminde Devin “Sarayında” ve daha nice nice yerlerdeki görüşmelerini hep alaca karanlıkta ya da gece yarısından sonra, teke tek yaptı. Şimdi de Kara Deniz’deki köşkünde iktidardaki faşistlerin gözü kör olası şefleriyle randevularını zaman olarak gizli tutuyor. Bu, bir lider vasfı mıdır bilinmez! Çünkü insanlar toplum içinde yaşamak için doğmuştur. Yaşadıkça ayakta ölen yalnız ağaçlardır.
Mestan doluya tutulmuş tavuk gibi. 2 defadır Ankara’da da tüneyecek bir yer bulamıyor. Fotoğraflara dizdiği aziz ve kıdemli kadroların hepsi son imzasını atıp emekli olmuş saygın kişiler. Kahve içmeyen, çayın açığına kanat eden kişiler…
İşte bu gelişmeler Mestan’ın Bulgaristanlı Tükler arasında bir hareketlenmeyi temsil etmediğine kesin kanıttır.
Kardeşlerimiz arasında HÖH’ten kopma eğimi devam ediyor. Ayrılanlar DOST’a katılmıyor. Halen sivil toplum örgütlerinde bekliyorlar. Bulgaristan Türkleri’nin 2. Milli Kurultayı tartışılıyor. Bu bekleyiş içinde siyasi partilerin kurultayda yer alması istenmiyor. Kimse kısır tohum ekmek istemiyor…
Birinci bölümün sonu.
Devam edecek.
Bir zahmet paylaşınız.