Filiz SOYTÜRK
“İtil, atıl ama satılma!” Deneye bizim halımızdır.
Biz Türkler olarak başarıyı nerede bulmaya çalışırız. Önce bir olayın bir öyküsü, masalı efsanesi yoksa ona sıcak bakmayız.
Bir anket yapılsa ve ilhamı ya da ibreti hangi kaynaktan alıyorsunuz diye sorulsa ve cevap olarak altına:
- Efsanelerden, tanınmış ve tarihe geçmiş kimseler hakkında hikâyelerden;
- Kitaplardan;
- Okulda anlatılandan;
- Tarikatlardan;
- Vasiyetnamelerden gibi yanıtlar verilse, eminim halk arasında dilden dile dolaşan,
Yaşlılardan gençlere geçen, dinlenmesi kulağa hoş gelen hikâye, efsane, masal, öykü vs. yaygın eğitim araçları en fazla puan alırdı. Bu, bizim Bulgaristan’da da böyledir. İnsanımız başka bir ülkeden dinlediğine “lakırdı” ya da “saçmalık” derken, bizim öz geçmişinden olanı sevgiyle dinler ve bu anlatılanda benim de işime yarayan bir şey var mı acaba diye düşünür.
Biz Bulgaristan Türkleri Doğu ve Batı kültürlerinin kesişme noktasındayız. Sık sık İslam – Türk ya da Türk İslam uygarlığı ve kültürü ile mukayeseli konuşuruz. Şöyle düşünün lütfen, eğer Batı uygarlığı, dolayısıyla bu uygarlık bir palto ise içindeki gömlek yani kültür birçok konuda bizim öz kültürümüz ve uygarlığımızla mukayese bile edilemez. Çünkü Amerikan kültürü ve dolayısıyla edebiyatı masallara dayanmaz, efsaneleri eklektiktir, yani öteden beriden çalınmış ve birbirini tamamlar duruma getirilmiştir. Bizim halk kültürü zenginliğimiz, bir de bizim toplum olarak değişmemiz gerektiğini anlatır. Bizi buluşçu olmaya zorlar. İşte bir örnek:
KELOĞLAN KENDİNİ GELİŞTİRİYOR
Bu öykü ders kitaplarında da vardır. Keloğlanın hayat amaçlarından birini kendi usulüyle şu şekilde gerçekleştirdiğini anlatmak için seçilmiştir.
Keloğlanın yaşadığı ülkede Padişahın kızının güzelliği dillere destandır.
Bir gün Keloğlan annesinden Padişahın kızını kendisine istemesini ister.
(Keloğlan büyük düşünmeye ve beklentilerinin standartlarını artırmaya kararlıdır.)
Ancak annesi “bu imkânsız, biz kim, Padişahın kızı kim” der.
(Kendisine hedef belirleyen Keloğlan annesinin tavsını işitince ilk engel ile karşı karşıya gelir. Keloğlanın annesi geleneksel Türk edebiyatının misyonunu ifa eder. Çocuğunun amacına ulaşmaması için ilk engel kendisi olur.)
Bunun üzerine Keloğlan anasına: “Bu senin analık görevin. Hem ne korkuyorsun Padişah da bizim gibi insan” der.
(Keloğlan uzlaşmacı ve kararlı bir tutum sergiler. Reddedilemez argümanlar kullanır.)
Annesi Keloğlan’ın ısrarlarına dayanamaz ve padişahın kızını istemeye gider. Durumu sezen padişah kadıncağızı hiç konuşturmaz ve ona bulgur ve un gibi yiyecekler vererek geri gönderir. (Keloğlan ikinci engel ile karşı karşıyadır. Elde ettiklerinin yeterli olduğunu ve daha fazlasını elde edemeyeceğini düşünerek pes edebilir ya da değişik bir taktik ile, daha kararlı bir şekilde yeniden harekete geçebilir.)
Bunun üzerine Keloğlan işin başa düştüğünü anlar. (Kendi kendine kendi işini kendin hal et, der.)
Padişaha gider ve “ben bunları değil, kızınızı almaya geldim” der.
Keloğlanın haline bakan padişah: “Eğer etrafa gündüzken bile ışık saçan bir saray yaptırırsan kızımı sana veririm” der. (Keloğlan üçüncü engel ile karşı karşıyadır. Padişahın sözünde duracağından nasıl emin olabilir? Acaba pes mi etmeli yoksa dirayet mi göstermeli? Hem ışık saçan sarayın maliyet sorununu nasıl çözecek?)
Keloğlan eve gelir. Anası ile helalleşir. Ancak annesi: “Benim akılsız ve kel oğlum. Tek başına nereye gidersin, ne yaparsın?” diyerek engel olmaya çalışır.
Keloğlan: “görürsün ana, padişahın kızını alıp geleceğim” der ve kendine bir erzak çantası hazırlayıp yola koyulur. (Keloğlan böylece bir engeli daha aşmış olur. Bakalım nasıl bir yol bulacak.)
Keloğlan giderken yolda çocuklar tarafından taşlanan bir kedi görür. Onu kötü çocukların elinden kurtarır ve yanına alır. Yolda bir tane de at arabası altında ezilerek yaralanan bir yılan yavrusu bulur. Ona da yardım eder. Hep beraber yürürken karnını doyurmakta zorlanan topal bir fareye rastlarlar. Onu da yanlarına alırlar. Keloğlan tüm yiyeceğini bunlarla paylaşır (Geleneksel Türk kültüründe “iyiliğin karı” en iyi başarı taktiği olarak vurgulanmıştır.)
Derken kedi dile gelir.
Padişahın dilinin altında sihirli bir yüzük olduğunu, bu yüzükle her şeyin yapılabileceğini, söyler.
Beraber plan Kurarlar.
Fare: “Ben padişah uyurken kuyruğumla burnuna dokunarak onu hapşırtırım” der.
Yılan ise: “Ben de yüzüğü gövdeme takar getiririm” der.
Plan icra edilir. Saray yapılır. Padişah da sözünde durum kızını verir.
(Her ne kadar fantastik bir stratejiyle sonuç alındıysa da, hikâyede “iyilikten doğan ilişkiyle sonuç alma” eğiliminin gösterilmesi ilginçtir. Ayrıca padişahın sonradan sözünden dönmemesi de ilginç noktalardandır.
Ama bu sadece “bir masaldı, bu kadar uzatmaya da ne gerek vardı” derseniz, cevabımız şu olurdu:
“Asırlardır anlatılan masallar gerçeklerden daha güçlüdür. Onların toplum üzerindeki etkisi gerçekten çok fazladır.”