Sevilcan YÜCE
Bizim orada Kocabalkan’ın eteklerinden doğal göletler vardır. Duvarında elektrik jeneratörleri gürleyen barajlardan ya da sulama amaçlı gerilen bentlerin arkasındaki irili ufaklı su birikintilerinden söz etmiyorum. Ova havuzudur bizimkiler. Taş küvet gibi, suları ne azalır ne taşar. Dolayları ılgınlık ve yaşlı salkım söğütleriyle çelenklidir. Gönül serinleten, güzeller güzeli farklı yerlerdir bunlar.
Yeri gelmişken sorayım. Salkım söğütler dallarını neden su aynasına bırakır! Yaprakları neden hep suya bakar bilir misiniz? Bilmeyenlere anlatayım. Onların baharı müjdeleyen püskülleri milyonlarca yeşil tırtıl üretir. Uzayıp irileştiklerinde ilk yağmurla göl aynasına inmeye başlarlar ve sazanların en sevdiği lokma olurlar. Bizim gölet sazlıklarımız balık doludur. Etrafları da serin mola yeridir. Çiftçiler, çapacılar, orakçılar ikindi sıcağında bu serinlikleri arardı. Karşılarına bütün heybetiyle dikilen Kocabalkan doruğunda yaz kış erimeyen beyaz şapka da başka bir gönül serinliğiydi.
Ben size göletlerimizin dolayındaki yaz serinlerini ya da şu günlerde büyük bir canlılıkla geçen balık hasadında köylüler arasında sepetlerle balık paylaşımını anlatmak istemiyorum. Dilimin altında yatan, bu bu yılki gibi çok sisli geçen sonbahar günlerinden bir anıdır.
Sisten göz gözü görmeyen havada konmak için su mıntıkası arayan göçebe ördekler göletlerden gelen sesleri kılavuz edip konmaya yer arar. Puslu havalar uçar avı zamanıdır. Bizde avın bu türüne “möre avı” denir. Mörelerse yaban ördekleri yanlarına çeken aldatıcı melez ördekleridir. Sesleri daha fazla yaban kilere çalar. Sis duvarını aşamayan ve havada dönenen çağır esiz göçebeler onların sesli davetini hemen kabul eder. Bu ortamda onların işi hile yapmaktır. Bu amaçla onları yaz boyu besleyip yetiştiren avcılar av gecesi kümes kapısını açar ve uyku semesi aldatıcıları kolayca tutar. Küreği andıran sarı ayaklarını birer metre arayla bu iş için özel örülmüş iple sımsıkı bağlar ve beşi bir yere kapaklı sepete yerleştirir. İyi bir avcının 4 sepet möresi ve göllük bölgede av köpeği vardı. Gölet kenarında sepetler kayağa taşınır. Sisten şakıyan suyun tam ortasına çakılmış ahşap kulübeye yaklaşınca sepetler açılır ve birer ayakları yedi sekiz metre uzun ipe bağlı aldatıcı gruplar kulübenin dört yanına salınır. Kaçıp dağılmamaları ve fazla uzaklaşmamaları için iplerin bir ucu kulübeye iliştirilmiştir. Su bir iki batınca heyecanlı telaşları geçen möreler gökte dolaşanlarla temasa geçip onları buyur etmeye başlarlar. Belki de benim kız değil oğlan olmamı isteyen babam, bir defasında saçlarımı şapkama sıkıştırdı, bacağıma pantolon ve ayağıma lastik çizme, bana böyle unutamadığım bir yaşantı yaşatmıştı.
O gece bizim aldatıcıların göçebeleri kandırması uzun sürmüştü. Cümbüş gece yarısından sonra başladı. Bu işin meraklısı çok olur. Babamın avcı dostları da kulübeye doluştu Ben bir ara sızmışım. Tüfek sesinden uyandım. Daveti kabul edenler suya pike ederken kulübe deliklerinden ateş püskürdü. İçerde barut kokusundan nefes alınamıyor, inerken ürkmesinler diye kapı ve pencere de açılmıyordu. Her yöne ateş püskürenlerin saçmaları bizim möreleri buluyordu. Gölette değil tuzağa düştüklerini anlayanlar havalanmaya çalışırken kanat çırpışını izlemek bende unutulmaz izlenim bıraktı.
Bu serüvende, çok sevdiğim kuşçu “Aleksi” çalıştırmak, gece vurulan ve suyun yavaş yavaş kenara ittiği yaban ördekleri gölün çevreleyen salkım söğütlerin suya inmiş dallarının ardında ve ılgınlıkta bulup toplatmaksa benim vazifemdi.
Bu yaşantım tekrar etmedi. “Kız çocuğu gece avına mı gider!” yaygarası koparak anneannemin sesi fazla yükseldi. Fakat babamın möreli avda olduğu o sisli ve soğuk gecelerde ben yalnızlık çekmezdim. Nenemin koynuna sokulur, ocak başı masallarını dinledikçe dinlerdim. İşte onlardan biri:
KUĞU KIZI PERİ KIZI
Yalçın kayaların tepesindeki bir şatoda, genç bir prens
annesiyle birlikte yaşarmış. Bu prens havanın çiçek
kokularıyla dolu olduğu bir bahar günü avlanmaya gitmiş.
Av peşinde dolaşırken akşama doğru ağaçların arasında karşısına
gümüş renkli minicik bir göl çıkmış.
Birden uzaktan kanat sesleri duymuş ve ağaçların
arkasına saklanmış. Üç tane uzun boyunlu narin kuğu gökten
süzülmüş. Gölün kıyısına konan kuğular
beyaz tüylerini bir elbise gibi çıkarmışlar.
Genç prens gördüklerine inanamamış; kuğular birbirinden güzel
genç kızlara dönüşüvermişler.
Kızlar göle girip yıkanmış,eğlenmişler.Sonra da kıyıya geri dönüp,
tüyden elbiselerini sırtlarına geçirip kanatlanmışlar.
Kızların üçü de çok güzelmiş, ama en küçükleri dünya güzeliymiş.
Prens o günden sonra başka şey düşünemez olmuş. Varsa yoksa kuğu kız!
Sonunda annesine durumu anlatmış.
“Eğer kuğu kıza kavuşamazsam, onunla evlenemezsem, ben bu dünyada
yaşayamam” demiş.
Prensin annesi çok kederlenmiş. “Ah yavrum! Sen kuğu kızı unut” demiş,
“O bir peri kızı. Peri kızları da insanların yanında yaşamaz” diye dil dökmüş.
Prens annesini seviyormuş, gerçekten yürekten seviyormuş,
ama kuğu kızı daha çok seviyor olsa ki, vazgeçememiş.
Kızı unutamamış. Kuğuları gördüğü göle geri dönmüş,
sabah akşam arada kuğuların geleceği günü bekemeye başlamış.
Bir gece uzaktan yine kanat sesleri duyulmuş. Prens heyecanla gözlerini
gecenin karanlığına dikmiş. Sonunda üç zarif kuğu göl kıyısına konmuş.
Kuğular, beyaz tüyden elbiselerini üzerlerinden atıp yine dünya güzeli
birer kız haline gelmişler. Suya girip yıkanmaya başlamışlar.
Onlar orada yıkanırken genç prens, en küçük kızın tüyden elbisesini
kaptığı gibi kaçmaya başlamış. Arkasına bile bakmadan koşmuş.
Kız kardeşler de hemen kıyıya yüzmüşler. İki kardeş elbiselerini
sırtına geçirip uçmuş. En küçük kız ise tüyden elbisesi olmadığı için
uçamamış.Prensin peşinden koşmuş.
Onu yakalayınca da önünde diz çöküp elbisesini geri vermesi için yalvarmış,
yakarmış. Ablalarının peşinden gidebilmek için diller dökmüş.
Prens kararlıymış. Kuğu kızıntüyden elbisesini vermemiş.
Sırtına bir pelerin sarıp, kızı şatosuna götürmüş ve onunla evlenmiş. Bir süre sonra kuğu kızı peri kardeşlerini unutmuş. Tüyden elbisesini unutmuş. Gümüş renkli gölü unutmuş.
Aradan altı bahar geçmiş.
Ağaçlar yedinci defa çiçek açmaya başladığında, kuğu kızı peri kızı, prense bu şatoya ne zaman ve nasıl geldiklerini sormuş.
Kız beyaz ışıklar saçan elbisesini bulup eline almış.
Denemek ister gibi sırtına geçirmiş ve bir anda tekrar uzun boylu narin bir kuğu olup, açık pencereden uçuvermiş!
Prens o günden bu yana her baharda gümüş renkli gölün kıyısına
gidermiş.Göl kenarında oturur, gece uzaklardan duymayı ümit ettiği
kanat seslerini dinler kuğuların geleceği anı beklermiş.
Ama kuğu kız bir dahagelmemiş.
Kuğu kızı peri kızını o günden sonra kimse görmemiş.