Rafet ULUTÜRK
Masa Başında Kurulmuş Devletler ve Türkiye’nin Gerçekçi Yolu: Reklam Değil, İşini Yapmak
Dünya, özellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da büyük bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Bu değişim, yalnızca devletlerin sınırları ve egemenlikleriyle ilgili değil; aynı zamanda küresel güç dengelerinin yeniden şekillenmesiyle de ilgilidir. “Masa başında kurulan devletler”, genellikle dış müdahalelerle ve çıkar hesaplarıyla şekillendirilmiş, yapay sınırlarla varlıklarını sürdüren yapılar olarak kalmaktadır. I. Dünya Savaşı sonrasında çizilen sınırlar, bu coğrafyalardaki etnik, dini ve kültürel farklılıkları göz ardı ederek, birçok bölgede kalıcı sorunlara yol açmıştır. Suriye, Irak, Libya gibi ülkelerdeki iç çatışmalar, bu yapısal kırılmaların ve dış müdahalelerin doğal bir sonucudur.
Ancak, bu kaotik ortamda bir şeyin altı çizilmelidir:
Türkiye, bu sürecin reklamını yapmak yerine işini yapmaktadır.
Türkiye, bölgesel krizlere sadece bir gözlemci olarak yaklaşan bir ülke değil, aynı zamanda etkili bir aktör olarak çözüm sürecine dahil olmaktadır. Türkiye’nin bölgedeki gücü, sözde değil, fiili olarak ve başta Suriye, Irak, Libya gibi ülkelerdeki doğrudan müdahaleleri ve uzun vadeli stratejileriyle kendini gösteriyor.
Türkiye’nin Bölgesel Gücü: İstikrarlı Bir Müdahale Stratejisi
Suriye, Irak ve Libya gibi ülkelerdeki sorunlar, yüzeyde görünenin çok ötesindedir. Bu ülkelerdeki krizler, yalnızca içsel çatışmalarla ilgili değildir; aynı zamanda büyük güçlerin çıkarları doğrultusunda şekillenen, müdahale edilen ve yönetilmeye çalışılan karmaşık süreçlerdir. Ancak Türkiye, bu süreçlerde her zaman işini yapmayı seçmiştir.
Reklam yaparak değil, gerçekçi adımlar atarak bu bölgelere müdahil olmuş, bölgesel güvenliği sağlamak için hem diplomatik hem de askeri müdahalelerde bulunmuştur.
Suriye’deki iç savaş, Türkiye için sadece bir komşu ülkenin krizi olmaktan çok daha fazlasıdır. Türkiye, başlangıcından itibaren, hem sınır güvenliğini sağlamak hem de bölgedeki mülteci krizine çözüm üretmek için aktif bir şekilde sahada olmuştur. Aynı zamanda, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirdiği askeri operasyonlar, PKK ve YPG gibi terörist örgütlere karşı verdiği mücadeleyi de içermektedir. Türkiye, içi boş söylemler yerine, sahada olup gerçek adımlar atarak, sadece kendi sınırlarını korumakla kalmamış, aynı zamanda Suriye halkına da destek olmuştur.
Benzer şekilde, Irak‘ta da Türkiye’nin müdahalesi, bölgenin istikrarı ve güvenliği için önemli bir adımdır. Türkiye, PKK’nın ve diğer terör gruplarının Kuzey Irak’taki varlığına karşı operasyonlar düzenleyerek, hem kendi güvenliğini sağlamakta hem de bölgesel istikrarı desteklemektedir. Ancak Türkiye’nin bu müdahalesi, sadece askeri operasyonlarla sınırlı değildir; aynı zamanda ekonomik yardımlar, altyapı projeleri ve diplomatik çabalarla da bölgeye katkı sağlanmaktadır. Türkiye, bu bölgelerde sadece “varlık gösteren” değil, sürekli ve sürdürülebilir çözümler üreten bir aktör olarak yer almaktadır. Yani kısaca Türk derin aklı iş başında demektir.
Libya’da da durum benzerdir.
Türkiye, BM tarafından tanınan Libya hükümetine yönelik verdiği askeri destekle, ülkede dengeyi sağlayan bir güç haline gelmiştir. Libya’daki Türk varlığı, sadece bir askeri strateji değil, aynı zamanda bu ülkenin yeniden inşası için bir taahhüttür. Türkiye, Libya’da verdiği destekle, hem bölgesel dengeyi sağlamış hem de daha geniş bir diplomatik alan yaratmıştır.
Reklam Değil, Gerçek Strateji
Bölgedeki bu süreçlerin en dikkat çeken yönlerinden biri, Türkiye’nin müdahale biçiminin herhangi bir “reklam” amacını gütmemesidir. Türkiye, bölgedeki çatışmalara müdahil olurken, sadece kendi ulusal çıkarlarını değil, aynı zamanda bölgesel güvenliği ve halkların refahını da göz önünde bulundurmuştur. Bu yaklaşım, bazen “reklam yapmak” isteyen dış güçlerin aksine, “işini yapmak” olarak kendini göstermektedir. Türkiye artık gerçek büyük devlet gibi gereken adımları emin adımlarla atığını hissedebilirsiniz.
Dışarıdan bakıldığında, Türkiye’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki stratejik hamleleri, bir tür reklam gibi görünebilir. Ancak, bu hamlelerin gerisinde Türkiye’nin uzun vadeli planları ve bölgeye duyduğu sorumluluk vardır. Türkiye, sadece çatışmaları izleyen bir ülke değil, çözümün parçası olmayı tercih etmektedir. Türkiye’nin bölgedeki stratejisi, işini yapma anlayışı üzerine kurulu olup, halkla ilişkiler çalışmaları yapmayı değil, çözüm odaklı ve sorumlu bir aktör olmayı amaçlamaktadır. Dünyada olan bitenden sorumlu bir devlet var o da Türkiye bunu herkes yakında görecek.
Gençler ve Gelecek Perspektifi
Bölgedeki bu gelişmeler, gençler için önemli fırsatlar ve sorumluluklar yaratmaktadır. Türkiye’nin bölgedeki rolü, sadece hükümetin politikaları ile sınırlı değildir; gençler, bu sürecin şekillenmesinde kritik bir rol oynamaktadır. Gençlerin, bölgedeki barış süreçlerine, insani yardımlara, altyapı projelerine ve diplomatik çözümlere katkı sağlamaları, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerdeki etkisini daha da artıracaktır. Türkiye, gençlerin sahip olduğu dinamizm, yenilikçi fikirler ve çözüm odaklı yaklaşımlar sayesinde bölgedeki istikrarı ve barışı pekiştirebilir.
Reklam gösteri yaparak değil, işini yaparak Türkiye’nin bölgedeki rolü daha güçlü hale gelecektir. Gençler, bu sürecin tam ortasında yer alarak, yalnızca kendi geleceğini değil, aynı zamanda bölgenin geleceğini de şekillendireceklerdir. Türkiye’nin Orta Doğu’daki gücü, yalnızca askeri müdahalelerle değil, aynı zamanda diplomatik beceri ve bölgesel işbirlikleri ile de pekiştirilmektedir. Türkiye’nin hedefi, yalnızca kendi çıkarlarını korumak değil, aynı zamanda bölge halklarının daha iyi bir yaşam sürmesi için katkı sağlamaktır.
Sonuç: Gerçekçi Bir Güç Stratejisi
Türkiye’nin bölgedeki etkinliği, reklam yaparak değil, işini yaparak gerçekleşen bir başarı hikayesidir. Türkiye, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki kaos ve kriz ortamında sadece dışarıdan izleyen bir güç değil, fiili olarak çözüm üreten ve bölgesel güvenliği sağlayan bir aktördür. Bu süreç, Türkiye’nin uzun vadeli stratejileri, bölge halklarıyla kurduğu ilişkiler ve sorunlara yaklaşım biçimiyle şekillenmektedir. Gençlerin, bu süreçte daha fazla sorumluluk alması, Türkiye’nin küresel alandaki gücünü ve etkinliğini pekiştirecek, bölgedeki istikrarı sağlama yolunda önemli bir adım olacaktır.
Yüce Allah (cc) Yar ve Yardımcınız Olsun
İslam sancağı, şanlı Müslüman Türk milletine tekrar dönecektir. Bir avuç aslan yürekli mücahit, dimdik ayakta durarak bu mukaddes davanın yılmaz savunucuları olmaya devam edecektir. Allah’ın izniyle, milletimizin gücü ve inancı, tüm zorlukları aşarak İslam’ın bayrağını en yükseğe dikecektir. Bizlere düşen, bu kutlu yolculukta bir arada olmak, gücümüzü birlik ve dayanışmadan almak ve davamıza sahip çıkmaktır.
Yüce Allah (cc), yar ve yardımcımız olsun.
Müslüman Türk milleti, her zaman hür, güçlü ve şanlı olarak yoluna devam edecektir.
Reklamlar