Tarih: 04.04.2020
Hazırlayan: Semra YUSUFLAROĞLU

Şimdi “Covid-2” kazanına düştük. Biz Türkler genelde Bulgarlarla aynı virüse yakalanmayız. “Domuz Gribi” bizi kıramamıştı. Şimdiki mini mikrop güneşten yani sıcaktan en çok korkuyormuş.

Bir iş aksine gidecekse gider, hepimiz Nisan Güneşi beklerken, Bulgaristan’a yarım metre ıslak kar düşünce, kuşlar atılan yeme sevindiği gibi, bir yere yapışmadan 1-2 metreden fazla yol alamayan yeni virüs yolunu 7 metreye uzatmış. Başa gelen çekilirmiş, sevişmeden, sarmaşmadan, tokalaşmadan yaşamak varmış kaderde, ee bizde uymak zorundayız. Uzak dur evde kal sağlıklı kal.

Biz Bulgaristan Türkleri olarak birçok defa toplu katliamdan kurtulmayı başarmış bir milletiz. Hele şimdi, iş işten geçti, deyip asla teslim olamayız… Olmamalıyız!

Bulgarlar virüsle mücadelede “sucuk taktiği” uyguluyor. Rakı içerken sucuğun ucundan kesip meze ettikleri gibi, ancak Brüksel’den emir gelince bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Anlaşılan Avrupa Birliği merkezinden “paranızı ona buna kaptırmayın, harcamayın” emri gelmiş olacak ki, meclis toplanmayı boykot etti. Meclis toplanmadan paraları paylaşma yasaları onaylanamıyor. Evet, hükümetin eli kolu resmen bağlandı. Aslında “Covid-2” aşısını bulandan bir aşı da istemek gerek, bizdeki rüşvet, el altından para alma, 300 bin leva rüşvet alma gibi olayların yolu aşılanmalıdır.

Başbakan Borisov hükümetinden istenince “yardım eli uzatan Hak ve Özgürlükler (DPS) Hareketi” parlamentoyu dağıtmak için “Dr. Hasan Ademov korana virüse yakalandı” haberini yaydı. Nedense, bu defa Başsavcı Geşev, bütün doktorları ve Sağlık Bakanlığını ve Halk Meclisi Başkanı Bayan Karayançeva’yı elinin tersiyle kenara iterek, Dr. Ademov’a “Sen hasta falan değilsin, hadi işinin başına” dedi. Önemlilere bu iş biraz ağır geldi, çünkü Bulgaristan meclis başkanı anayasal bir görevli olduğundan, toplum sanki manipüle oldu ve korktu. Korku fışkırmasıyla birlikte manipülasyonun ikinci aşamasına geçildi ki, kriz yönetiminden anlamayan hükümet düşerse, meclis toplanamazsa, seçim yapılamazsa gibi sorular sivrildi.

Burada yönlendirilen (manipüle edilen) halkın kendisidir. Halka “siz işi bize bırakın, ötesi bizim işimiz” diyenler belirdi. Devlet yedeğinden çıkarılan 4.5 milyar levaya siz el sürmeyiniz, biz dağatırız, ama 10 milyar Avro dış borç alalımda şu “virüs can verene kadar rahatımız bozulmadan yaşatalım” diyenler, her şeyi kıymık kıymık söylüyorlar.

Devletin tüm etki güçlerini kullananlar yalan dolanla Bulgaristan’ın “el ele verip iyi günlere birlikte adımlayalım” planlarını 35 yıl gerilere itmek istiyorlar. Bu Bulgar halkını manipüle etmeyi amaçlayan son plandır.

Bunlar “hayatı yeniden başlatma” hayalleriyle Bulgaristan’ı bir devlet olarak, göstermelik “demokrasinin” yönlendirme butonlarının yarısını Rusya’ya öteki yarısını da Washington’a satma hesapları ve paraları cebe indirme planlarının parçalarıdır. Biz Müslümanların kader düğmemizi Türkiye’nin bastırmasından yana kullanıyoruz.

Bulgaristan Müslümanlarını manipüle etme planları daha 1878’de başlamıştır.

Bu yönlendirme öncelikle hafızamızın – belleğimizin – yanlış görüş, fikir, niyet ve anlayışların meşrulaştırılmasıyla başladı. Bu cümlenin anlamı şudur. 1878 Berlin Anlaşması Bulgar Prensliğinde yaşayan Müslümanlara “eşit haklı vatandaş” statüsü tanısa da, kapıya dayanan, önde çeteciler arkada Rus asker ve subayların “Size yol güründü” baskısıyla yüzbinlerce kardeşimizi topraklarından söküp atmalarıyla yol aldı. “Bulgarca bilmiyorlar” gerekçesiyle 1979’da Tırnova Kurucu Meclisine seçilen Türkler köylerinde kaldı. Bulgar yalanlarının devletin ve kurumlarının temellerine dökülmesi ve sözde Müslüman kamu vicdanın bunu doğru bulması, işlerin daha ilk günde karıştığına bir delildir.

Buradaki amaç insanımızın yüzüne gülerek aldatılması ve kurulacak devlete katılmasının önlenmesidir.

Buna esas olarak “dil” ve “millet” unsurları kullanılmıştır. Müslüman nüfus çoğunluğu ortadayken Türk dilinin ikinci resmi dil olarak kabul edilmesi gerekirken, kenara itilip önemsizleştirilmesi ve ikincisi de ortada çok kültürlülük varken, “biz tek milletli Bulgar devleti” kuracağız sloganıyla, Türklerin, Pomakların, Roman-Çingenelerin, Gagauzların, Ulahların, Makedonların vb ötekileştirilmesi 142 yıl aşılamamış olan bir hendek, bir set, bir gerçektir.

·    Bulgar devletinin kurulduğu ilk günden itibaren, eski şanımız ve şöhretimiz, adaletimiz, bilgeliğimiz bastırılıp unutturulmaya çalışıldı, ortak tarih istemediklerini vurgulayıp, Ruslara tarih yazdırmaya başladılar, Osmanlı’dan ayrılma yolunda İstanbul devleti ile birlikte biz yerli Müslümanları da aldattıklarını gizlemediler.

·   Komitacı Vasil Levski’nin Türk evlerinde konakladığı, Tuna nehri üzerinden Kayıkçı Kemal Beyin kayığıyla götürülüp getirildiği,  Türkün hiçbir komitacıyı ele vermediği, “1876 Nisan Ayaklanması ve Batak katliamı” gibi uydurmaların asılsızlığı açıklansa da Türk düşmanlığı ve Müslümanları kimsesizleştirme planları değişmedi. Devrim programında “Türklerin memleket hakkı, demokratik cumhuriyette birlikte olma eşit haklı birlikte olma ilhamı vs” önemli ilkeleri yalan çıkınca, aldatılanlar bir daha ömürleri boyu onlara güvenilemeyeceği gerçeğini anladılar. Bu, 140 yıldır halen mehlemi bulunamayan bir yara oldu. Birlikte yaşanan olayların bize ters anlatılacağını, kitaplara çarpık yazılacağını ve dünyaya taşınacağını beklemedik ve bilemedik.

Kuşkusuz biz burada ortak geçmişimizin öykülenmesine Bulgarların ve Türklerin selektiv (seçici, lehlerinde olan ayrıcalıklar öne çıkarılarak) öykülediğini görüyoruz. Bu yaklaşımda, Türklerin olumlu nitelikleri unutturulmaya çalışılırken, kötülenip lanetlendiler.

Türk düşmanlığı milli çizgi oldu. 

Uydurma negatif (olumsuz, kötüleyici) niteliklerin bize yakıştırıldığını, olumsuzlukların abartıldığını yaşadık. Manipüle edilmiş insanları kendi bilgileri dışında veya istemedikleri, dilemedikleri bir ortamda etkileme, onlara güvenmeme, aleyhlerinde olanla etki altında bırakılmalarına gayret etme veya teker teker farklı alanlara yönlendirme ve yollarını kaybetmelerini sağlama bir siyaset olduğunu gördük. Bu alanda Müslüman gençlerin İnşaat Erlerinde manipüle edilmesi yöntemleri henüz araştırılıp yazılmadı.

Amaçlarında köle ruhlu kişilik yaratmak vardı.

Öte yandan, 1946’da okullarımız devletleştirilirken susmamız; 1950’lerde kooperatifleşmeye karşı ayaklanmalarında “Belene” kampına düşmemiz; 1958’de Bulgar ve Türk okulları birleştirilirken susmamız; 1994’te Bulgar okullarında zorunlu Türkçe dersi olması için ayaklanmamız ve 114 bin Türk öğrencinin okulları doldurması; daha sonra aynı çocukların Türkçe derslerine özendirilmemelerinde ve başka birçok örnekte bunlar yaşadık. Bu yönlendirme ya da etki altında bırakma durumu kişilerin ve toplumumuzun davranışlarında ya da davranış biçimlerinde çeşitli değişikliklere ya da farklılıklara sebep olmuştur.

1878’den sonra Bulgar devleti ile Müslüman azınlığın arasındaki ilişkiler sanki Osmanlı devleti ya da daha sonra Türkiye Cumhuriyeti devleti hakemliğinde Sofya hükümetiyle imzalanmış ve uyulması gereken bir geçici gizli barış anlaşması varmış izlenimi bıraktı.  Manipüle edilmiş bir kişinin ve topluluğun bu konu hakkındaki kanaatinde her zaman ciddi bir değişiklik ve farklılık meydana gelebilirdi. Bu yöntemlere, gerçeklerin gizli tutulması, insanların oyalanması ve gerçek durumu görebilmelerinin engellenmesi için başvuruldu. Bu işlerde, uygulanan yöntemler kurnaz, istismar edici ve aldatıcıdır. Devlet politikası, basın, yayın, TV ve radyolar, tüm baskı araçları kullanılır. Bulgar propaganda araçları Türk nüfus lehinde yayın yapmamış her zaman manipüle edici yayın yapmıştır.

Tarih açısından örneklediğimizde, Paris’te doktora tezi savunan tarihçi Prof. Ahmet Sadullov “Osmanlı Tarihini”, Prof. Dr. Cingiz Hakov da “Türkiye Cumhuriyeti Tarihi” gibi eserler kaleme almış bilim adamları olsalar da, Bulgaristan Türkleri tarihini asla konu etmemişlerdir. Bulgaristan Türkleri Tarihini kaleme alan Doç. Dr. İbrahim Yalımov ise, çalışmalarına kaynak olarak, kimliğimiz ve tarihimiz olmadığını, “İslamlaştırılmış Bulgar olduğumuz” tezini savunan, isim ve kimliğimizin değiştirilmesine ve belleksiz bırakılmamızın uydurma ideolojisini biçimlendirip toptan manipüle edilmemiz kampanyasına katılmış olup, kafamızı bulandırma işlerinin temellerini atan Prof. Dr. Petır Petrov’un eserlerini kaynak aldı. Bu arada NÜVVAP tahsilli, Dr. İsmail Cambazov’un ateizm konusunda doktora tezi yaptırılması da dikkat çekicidir.

1967 – 1984 yılları arasında esaret altında olduğumuzdan sık sık söz edemiyecek kadar manipüle edilmiş, korkutulmuştuk.

Bu bir gerçektir ve bu “sarhoşluktan” uyanmamızın tek terapistinin (tedavi edicimizin) ancak ve yalnız, bir tek kendi tarihimizle, Türklük ve Osmanlı tarihiyle, Türk Dünyasının gerçek Tarihiyle kucaklaşmamız olabileceği bilincine varamamış olmamızdır.
Bizi uyandırıp normalleştirecek bir halk önderi, lider, akıllı, cesur birinin sahneye çıkamamış, çıkmamış olmasıdır. O ağır yıllarda hepimize amorf olmuş, seme-sakin yaşamaya alışmış, biçimsizlikle uzlaşmış, belleğimizin yalan dolmasına açık tepki göstermez olmuştuk. Bu, alışılmış bir durum, değiştirilebilmesi imkânsız gibi gözleniyordu. Propaganda “dünya çatlar, komünizm yıkılmaz” marşlarını söylemekten yorulmuyor, her kafayı seme ediyordu.

Bu durum bizim belleğimizde 3 çeşit iz bıraktı:

1) Belleğimizde kimliğimizi taşıyan sağlıklı hücreler ve izler ezilip öldürülmüş, silinmiş ve yerlerine yalan yanlış, tamamen çarpık bilgiler aşılanıp doldurulmuş ve gerçeği göre bilmemizin yolu kesilmişti. Bunu, 1989’da Hak ve Özgürlük Hareketi kurulurken birçok öğretmen ve aydının eski Bulgar faşistlerinin partisi olan Demokratik Güçler Birliği (CDC) ve bize zülüm eden komünistlerin eski BKP yeni Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) saflarına yamanışını izledik. Hatta Doçent Dr. Yalımov BSP milletvekili seçilmişti vs. Bu örnekler, Türk kimliğinin manipüle edilmişlikten kurtulamayıp anti-Türk şeklinde yeniden biçimlendiğine kanıt oldu. Bireysel baskı dönemi yaşandı. Aynı türden bir örneği de, GERB’li Kültür Bakanı Vejdi Raşidov’un Kırca Ali Devlet Türk Tiyatrosu bütçesini % 50 kısmasında ve annesininadına-Türk teatrosunu kapatmasını görebildik. Bu örnekler çoktur.

2) Psişik izler – Sürgüne gidip gelmiş, hapse girmiş çıkmış, vatanından zorla atılmış kardeşlerimizin hepsinde, hatta 1993’te HÖH kurultayında Ahmet Doğan’ın mutlak liderliğine karşı oy kullanan delegelerin hepsinde görebiliyoruz. Hele hele dövüldükleri, işkence gördükleri için yaralı ve sakat kalan, işsizler ordusuna itilen ve hayatla başa çıkma yolu bulamayan kardeşlerimizin hepsinde ruhsal etki belirleyici oldu. Burada yüzlerce somut örnek üzerinde durabiliriz. 1989 Ayaklanmamızda “kültürel otonomi” ve hemen Türk okulları açılması isteklerimizin yerine getirilmemesi, 30 yıl askıya alınması ve Müslümanların yeni bir kudretle ezilme yolları aranması, “Bulgar Etnik Model” saçmalığı birçok kardeşimizi tımarhanelik etmiştir ki, kendilerini ipe çeken, köprüden atan, yakanların sayısı da az değildir.

3) Belgesel izler. Tarihimizi aktif hatırlamamızı sağlayan bu izler çok önemlidir. Ben burada bir trafik kazasından sonra insanın 5 ay boyunca kazayı rüyasında yaşayıp bağırıp çağırarak uyanıp yataktan fırlamasını belirtmek istemiyorum. Ama gözlerimiz önünde kardeşlerimiz kurşunlandı, tank altında kaldılar, kuyuya atıldılar, baraj buzlarının altında kaldılar, kayıplara karışanlar var, Türkan kızımız 5 bin kişinin önünde anasının sırtında kurşunlandı, bu unutulur mu? Unutabilmemiz mümkün müdür. Bu vahşete hangi ruhsal durum dayanabilir?

Tüm gerçekleri manipüle ettiler ve kabul ettirdiler

Bu gerçekleri manipüle edenler birçok kitap yazdı, kafa karıştırmaya devam ettiler, her şeyi yanlış belgelediler, “Türkleri yendik tarihi biz yazacağız” dediler, Türklerin katillerinden hiç biri tutuklanmadı, yakalanan ve yargılanan olmadı, 30 yıl yalan bir senaryonun tiyatro sahnesini izlemeye zorlandık. Halk yeni yeni görmeye başladı.

Türklere karşı işlediği cinayetten Bulgar cezalandırılamaz, diyenler Moskova’da yemin ettiler.

Bu işin katillerinden biri büyük hain Ahmet Doğandı. Hedef belgelerini yok ettikleri ve belleğimizden sildikleri büyük suçların katilleri ile kurbanların uzlaşmalarını sağlamaktı. Ahmet Doğan ve Lüütfi Mestan’ın ana ödevi buydu. Ne var ki istenen olmadı. Yapamadılar. Eski komünist Sergey Stanişev ile HÖH lideri Lütfi Mestan Sofya’da “Kartal Köprüde” sarmaşıp öpüştüler ama netice çıkmadı, kırılganlığın hendeği derin, yaralar derin, belleğimizin aldığı darbeler ağır ve yarına umut oklarını birlikte atmamıza hala izin vermedi. Bizim belleğimizin üstünlüğünden, tarihimizin zenginliğinden, Büyük Güçlü Türkiye atılımlarından ilham almamızdan korktular, korkuyorlar.

Fazla uzatmak istemiyorum.

Değerli okuyucularım Sizleri çok seviyoruz ve dışarı çıkmamanızı arzu ediyoruz. Ben yarın sizlere “Bulgaristan Türklerinin Kötü Niyete Yönlendirilmesi Yöntemlerini” anlatacağım. Yalnız okumakla kalmayınız, aranızda tartışınız ve yanlışlarımı bana yazınız. Her şeyi tartışın ki, gerçekler meydana çıksın, tartışmaktan çekinmeyiniz. Bizim yolumuz birdir. Hak ve adalet yoludur, zafer bizim olacaktır.

Kendinize iyi bakınız, dışarı çıkmayınız, odalarınızı havalandırınız, ellerinizi yıkayınız, bol bol su içiniz ve alıyorsanız ilaçlarınızı almayı ihmal etmeyiniz. Bu zaten bizim kültürümüzde olan şeyler bunlar bize yabancı değil, yine de dikkat edelim. Az daha sabır, kalın sağılıcakla,

Dostlarınzla Paylaşınız. Evde kalmaya devam ediniz…
Hepinize Sağılıklı Günler Dileriz

Reklamlar