İbrahim SOYTÜRK

Tarih: 01 Mart 2017

Lider yaşadığı toplumun kavgası içinden çıkmalıdır. 

Mücadele eden, geleceğini tırnaklarıyla kazıyan her toplum gibi Bulgaristanlı Türkler de lider sorunu yaşadı ve yaşıyor. Bosna Müslümanları sorunu Aliya İzzet Begoviç’le çözdü. Çek halkı Gustav Havel’le çözmüştü. Lehler ise Leh Walensa’yı yetiştirdi. Halktan gelen lider olmadan hiçbir toplumsal dönüşüm gerçekleşemez, süreçler yarım, toplum yaralı, halk gerçekleşmemiş bir belirsizlikle kalır.

Bulgaristan’da demokratik dönüşüm kendi liderini doğuramadı.

Sahneye çıkanların her biri geni değiştirmiş bitkiler gibi olduğundan hiçbir fikir tutmadı.

Devlet görevine başlayan davasını unuttu. Örnekleri anımsamak kolaydır…

Bu durumun nedenleri var.

Bulgar halkı demokrasi için kelleyi kotluğa almadı, mücadele vermedi. Hapis yatmadı. Kurşunlara göğüs açmadı. Aydın eylemleri kitle eylemi değildir. Bulgar halkı totalitarizme karşı kükremedi hatta bugün o dönemin nostaljisiyle yaşıyor. Çünkü yerel ortamdaki sıkıntılar komünist baskıları aratmaya başladı. Muhtarlar “kral” kesiliyor. Halk soyuluyor. Çıkış yolu arayanlar eziliyor. Baskıya dayanamayanlar ülkeden kaçıyor.

Komünizme karşı demokrasi mücadelesinde Bulgarlar arasından düşen can yok.

Ağızdaki çürük (komünist) dişler çekilip atılmadı. “Aman dursunlar, ağırınca çektiririz” demdi. Ağzımız bugüne kadar totalitarizm kokuyor. Kangrenli kökler ve sallanan bozuklar çenenin hem solunda hem de sağındadır. Çene hastadır. Etler dişlerden çekilmiş olsa da kendileri kök sökemiyor. Bu  işi yapacak toplumsal güçlerin dirilişi ve hareketlenmesi de yoldadır.

Sararıp kararmış, yerinde oynayan ama kendiliğinden bir türlü düşmeyen ön cephe de tamamen bozuktur. Demek istediğim yeni Bakanlar Kurulu atanırken bile doğru dürüst kadro bulunamıyor. Yeni başbakan Ognyan Gercikov’un öğrencilik yıllarında özürlü olması ve hiçbir konuda asla atılım göstermemiş olması toplumu sarstı.

Bugün yeni yeni sahneye sürülenler  “biz demokratız” havalarına girsek bile totaliter-komünist ağız kokusu etrafı boğuyor. Bu kuşak 27 yıldan beri bu durumunacısını ve çilesini çekti. Ahmet Doğan ve etrafındaki tayfa ise kangrenli çürüklerin üstünde altın kaplama ile sırıtıyor.

Bulgar toplumunda 1989’dan sonra lider sorunu yaşamaması gereken bir tek topluluk varsa o da Müslüman Türkleriydi. Çünkü Milli Ayaklanmadan geçmişlerdi.

100 yıllık mücadelede, tüm yasalara ve tarihsel istemlere uyarak 3. kuşak ayaklandık.

Faşizm-komünizm ve totalitarizmin üçüne de birden “Defol!” dedik.

1989 Mayıs Ayaklanmamız kendi önder karakterlerini yaratabilmişti.

Özverili ve yiğitlikleri ile mücadelemize damga vuranlar aramızdan yetişmişti.

25 – 30 – 35 yaşlarındaydılar. Pırıl pırıl parlarlardı. Kendileriyle bugün de gurur duyuyoruz.

Güçlerin güç katan, halkımızın dirençli ruhuyla kaynaşmış olmalarıydı.

Birçokları totaliter zulümle mücadele meydanlarında kurşunlandılar. Şehit düştüler!

Hiçbir kimse yılmadı. Mücadele bayrağı yere düşmedi. Düşürülmeyecektir.

Bugün, 26 Kasım 2017 Sofya meclis seçimleri öncesi bile Bulgar demokrasi ruhlu güçleriyle mücadele meydanlarında buluşup kaynaşamıyoruz. Bu gerçeğin çok esaslı ve derin nedenleri var. Biz bugün çöküş halindeki Bulgaristan toplumunu kurtarmak için birlik olamıyorsak, Bulgarların kendi öz geçmişlerinden, bize karşı devlet ve çoğunluk olarak işledikleri cinayet ve suçlardan utanmaya başlamış olmalarıdır. En kötü insanın bile vicdanı gün gelir uyanır. Uyanmak için doğmuştur. Evlatlar dedelerinin ve babalarının, işlediği suçların kâbusunu görür, acısını çeker. Olay yaşananda gizlidir.

Gözümüze bakacak gözleri olmayışındadır. En ağır zulme dayanabilmek büyüklüktür, karakter sahibi olmaktır, yüceliktir. Bu ruh hali karşısında olanı her zaman yener ve ezer. Dünya böyle kurulmuştur. Başkası yalandır.

Verdiğimiz mücadele yıllarında ceza evlerinin yeraltı koridorlarında birbirimizle defalarca vedalaşmıştık. Her birimizin gözlerinde halkıma sevgi, saygı ve öz güven, davamıza zafer selamları okunuyordu. O zaman şehit düşen kardeşlerimizin Türk isim ve soy atlarının Batı radyolarından, işitilmesi ulusal ve uluslar arası referans oluyordu. Dünyada insan hakları için dayanışan direniş denizi güç kaynağımıza dönüşüyordu.

O ağır mücadele yıllarında kavga zamandı.

1972’de Pomakların isimleri değiştirilirken Taşılı (Malko Kamenyane) köyünden olan eşinin anne soyunda karışıklık olduğu sözde tespit edilen Koşukavak’ın (Krumovgrat) Hacıoğulları köyünden Hasan Mehmedov’u hatırladım. 1989’un Ağustosunda Türkiye sınır kapısı açılana kadar 2 çocuğuyla birlikte Vitoşa Dağının eteklerinde saklanarak yaşadığını,  zenginlere dağ evi inşa ederek geçindiğini, çektikleri, sayısız çileyi hatırladım ama hatırlatmak istemiyorum, çünkü acıyor. Onun gibi yüzlerce aile vardı. 1972’den 1989 arası 17 yıldır. Totaliter bir ülkede, Türklerle Pomaklara karşı tüm devlet gücünün ayaklandığı baskı ve terör ortamında 17 yıl illegal yaşamanın öyküsünü yazan olmadı. Göç edip Bursa’ya, İzmir’e yerleşmek, hatta her sabah su böreği ve baklava yemek, çekilen acıları unutturamaz, ruh acısı pansuman edilemez, temizlenmez…

Bulgaristan Müslüman Türklerinin ağır ceza mahkemelerinin duruşma salonlarından anıları da yazılmadı.

Kendini halklı bulanlara, hiçbir suçu olmayanlara “casusluktan” ağırlaştırılmış ömür boyu ceza veriliyordu. 15 – 17 yıl illegal yaşamak zorunda kalanların totaliter toplumla çelişkisi, eşinin ve çocuklarının ismi için yıllarca çekenlerin kahramanlığı kaleme alınmadı. Aslında bizi Türk eden, Türklüğümüzü pekiştiren, birbirimizi kokumuzdan, bakışımızdan sezmemizi ve tanımamızı sağlayan bu ağır kavganın çilesidir. Çekmiş adam bellidir.

Yaşanan zulüm asla unutulamaz.

Kolları kelepçelenen kardeşlerimizin, dövülerek öldürülenlerin çekisi hiçbir zaman unutulamaz. Ayrılık acısını unutmak mümkün değildir. Birçoklarımız vuruldu. Ve daha nice çile bizim mücadele nasırlarımızı oluşturdu. Hak ve Özgürlük davamızın gerçek önderleri, en yürekli liderler bu nasırların altında bitti. Ayakaltına alınıp ezilenlerin, ata ocağından kovulanların toplam sayısı 10 binden fazladır.  Onlar zafere kadar bitmeyecek olan bir kavganın öncüleriydi.

Biz halen, kendi içine çekilen ve halkla göz göze gelmekten kaçan, Hak ve Özgürlükler Partisi’nde (DPS) son parçalanmalardan beri yeni bir lider arayışı içindeyiz. Halkımız eski çobandan ve kendi gelen damattan köy ağası olmaz demiştir. Fikri olmayan, olsa bile her gün ve her yerde değişen “öncü” olarak dayatılan ve geçinmek için çırpınanlar gerekince aranan yerde bulunmaz.. En aktüel konu olan – dosya konusu – gündemdedir de…

Tüm dosyaların okunması bile hiçbir kimseyi adam etmez. Yaşlı komünistler Sofya’da saman pazarı kurmuş, saman satıyor. Eksen ekilmez, yesen yenmez. 27 yıl sonra bize alın şu balyaları “Alın, altınız ıslanmış, kurulanın” diyorlar. Bizi bu duruma getirenler, kendim iziz ve bizi aldatmayı başaeranlardır, oyalandık, itiraf etmek de insan haklıdır…

Hiçbir suçu olmayan kahramanlarımızı suçlu çıkardılar. Gözden düşürme makinesini gece gündüz çalıştırdılar. “3- 5 sene içerideydim ama dosyam yok” diyenlere inanmayınız.

Onlara hatırlatmak istiyorum: 

1986’da İç İşleri Bakanlığının tüm hapishanelere, tutuk evlerine, toplama kamplarına, milis müdürlüklerine, gizli polis “DS”ye gönderdiği bir genelge var. İlk ve son söz: “İçeri düşen her Türk muhbir ağına kazanılsın!” Birçok mapusçunun bugün bile evlatlarının ve torunlarının gözüne bakamamasının, gittikleri her yerde gözlerini kaçırmasının, hep yere bakmalarının, dört söyleyecek olsalar hep kekelemelerinin temel nedeni budur.

Vicdan azabı çekiyorlar… Bu da savmaz bir yaradır. Pansuman edilemez.

Davamıza aşılanan yeni önderler ve kendisini “önder” kaderli sayanlar insanlarımızı seçim arifesinde kravat defilesine topluyorlar. Türkiye de bizim aramızdan adam gibi adam yetiştiremedi… Yeni liderler halkı kasnağa vuran Bulgar davulu dinlemeye alıştırıyorlar.

Seçim görüşmelerinde yüksek sesle söylenen ve yeni fikir olarak satılmak istenenlerin hepsi GMO’ludur. Kısım kısım saçsak bile hiç birisinden hiçbir filiz göremeyeceğiz.

138 yıllık çekilerden sonra biz artık kavak yellerine inanan bir halk değiliz.

Şu iyi bilinmelidir. İnsanlık tarihinde “çöküş medeniyeti” diye bir şey yoktur. Bulgaristan 27 yıldan beri dağılma, çökme ve pes etme, yok olurken vatandaşlarını memleketten kovma süreci yaşıyor. İnsansız, vatandaşsız kalan bir toprakta devlet kurulamaz, kurulsa da ayakta kalamaz ve kimse kimseyi bundan böyle aldatmamalıdır. İnsanlarımızın kovulmasının temel nedeni totaliter komünizmi temelden sökecek bilinçli birleşik ordunun oluşmasını önlemektir. Bu temel sürerci engellemektir. Totalitarizm sökülüp çöpe atılmadan Bulgar’da demokrasi kurulamaz, adalet tesis edilemez, özgürlük hamalların hayali olarak kalır. Her seçimde “demokrasi” oyunu oynanıyor. Boş konserve kutuları, taş kafalar, yalan haber makineleri, gön suratlar meclise doldurulup, eski hamam eski taş dalavere, dolandırıcılık, rüşvet oyunu devam ettirilmek isteniyor. Ne ki, son hesapta ya seçime katılmayız ya da bülteni karalar ve “bakın işinize” deriz, çünkü soydaş olarak sandığa gitmezsek listeden silinmemiz tehlikesi de sarıldı başımıza.

Bu gidişle ve bu ayak oyunlarıyla toplumsal çöküş durdurulamaz.

İyi biliniz.  3–4 sene sonra biz büyük devletlerden birine gidip “izin verin de köleniz olalım!” demek zorunda kalacağız. O gün her an yaklaşıyor. Makinemizin yağı bitiyor ve kendiliğinden “Stop!” edebilir.

Bir iktidar barışçı bir dönemde vatandaşlarının yurdu terk etmesine engel olamıyorsa, yok oluşa “Dur!” deyecek lider yetiştiremiyorsa, vay canına!… Çöküp yıkılmış bir binadan odun, kapı, pencere çalmak kolaydır! Gece soygunu yapmak da kolaydır. 200 leva emekli maaşıyla eli kolu bağlı yaşlıların yaşadığı köpekleri zehirlenmiş köyleri basmak kolaydır. Fakat yeniyi yaratmak ve bir çocuğu yetiştirir gibi eğitmek, toplumu diriltmek ve mutluluğa götürmek çok zordur. Büyük olay da budur aslında. 2 milyon emekli yaşluının hepsi ölünce MUTLULUK geleceğini bekleyenler de boş hayallerin hamalıdır.

DPS lider takımı büyük suçlar işledi.

Bir kuşak pırlanta gibi gencimizi FETO yerleşkelerinde eritti, kimsizleştirdi, toplumdan kopardı. Hepsinin kalbinden Türk ruhunu çıkardı. Hepsini vatan ve insan düşmanı, ihanet iğrençliğine itti. Medeniyete uyananların alayına katılmalarını bilerek engelledi. Bu gidişe henüz son verilmiş değildir. Toplumun içinde büyük sayıda sönmüş lamba var.

Son çeyrek asırda çok derin ve acımasız komple planlarına kurban olduk.

Hiçbir ağıcı tozlaşamayan, meyve bağlaması imkânsız bir ormandayız.

Belki de dışardan geni temiz tohum almamız, bu kadar körleştirildikten sonra lider ithal etmemiz gerekecek!!! Düşünün kardeşlerim. Dertleşme günümüz yakındır. Anlaşılan bu defa birinci durağımız dertleşme buluşmalarımız olacak. Şöyle bir yeni durum da var. Artık “DS” nin bizim için biçip diktiği gömlekler bir beden dar gelebilir. Öfkemiz, kin ve nefretimiz tekmelendikçe kabarıyor.

Reklamlar