İsveçli psikiyatrist, yazar ve dokuz çocuk babası David Everhard “Çocukların iktidarı ele geçirmesi” başlıklı kitabında çocukların terbiyesinde, liberal yaklaşımın çöküşünü konu ediyor. Batı Avrupa’da ve özellikle İskandinav ülkelerinde milyonlarca çocuğun yetiştirilmesinde uygulanan liberal yaklaşımın, yani çocuğun kendisi için en iyi olanının ne olduğunu bilmesi, velileri ve öğretmenleri ile eşit şekilde görüş belirtme ve karar verme hakkına sahip olması, büyüklerle “eşit” olması düşüncesinin artık ortada olan sonuçları, sevince vesile vermiyor.
Uzmanlara göre sınırların, kuralların ve yasakların olmayışı, çocukları çocukluktan mahrum bırakıp gençler arasında hayal kırıklığı ve depresyonlara yol açıyor. Çocuğun küçük bir “yetişkin” olmadığına dikkat çeken uzmanlar, çocukların günlük yaşamda ve hayatta yapılması icap eden seçim ve tercihlerden sorumluluk üstlenmek için gerekli tecrübe ve bilgiye sahip olmadıklarını ileri sürüyorlar.
Çocukların isteklerine aynen uyulması, velilerin suçluluk duymalarına yol açıyor, çocukları ise birer kaprisli diktatör haline getiriyor.Öte yandan şiddet uygulamak ve çocuklardaki her bireysellik ifadesini bastırmak hariç, sözüm ona “otoriter” terbiye, çocuklarda güven ve özgüven duygusunu oluşturuyor.
Geleneksel terbiyeyi çocukların, ebeveynlerin ve yetişkinlerin rollerine ilişkin çağdaş algılarla bir araya getirmek mümkün mü?
Bu konuda Veneta Gavrilova, psikolog ve psikoterapist İrina Dragolova ile söyleşti.
“Liberal terbiye modelinde herkesin hakları olduğu ileri sürülüyor. Doğrudur. Fakat bu modelde sınırların konulması zor oluyor. Sonsuz özgürlük çocuklar için çok ta sağlıklı bir şey değil” diyen uzman psikolog, geleneksel terbiye modelinden farklı olarak liberal modelde çocuğun düşüncesine önem verilmesinin, bu yaklaşımı cazibeli kıldığına dikkat çekerek liberal yaklaşımı “otoriter” terbiye geleneğine tepki ve ebeveynlikte isyan olarak değerlendirdi.
“Sık sık kimin en “cool” baba olduğu, kimin çocukları ile en yakın arkadaş olduğu yarışını izliyoruz. Anne ve babalar evlatlarının düzeyine inmeye, çocuk gibi arkadaşça davranmaya çalışıyorlar. Oysa bu doğru değil, biz onların arkadaşı değil, ebeveyniyiz.”
Liberal terbiye modelinin çok yaygın olduğu Batı Avrupa ülkeleri ve İskandinav devletlerinin deneyimi ne gösteriyor sorusu üzerine İrina Dragolova şunları söyledi:
“Bugünkü ergen çocukları ve gençler, her ne kadar dünyanın bu bölgesinde bundan önce görülmemiş derecede yüksek refah düzeyine sahip olsalar da aslında kendilerini mutlu hissetmiyorlar. Güven eksikliği ve kafa karışıklığı gibi hisler içinde olduklarını paylaşıyorlar. İstatistik verileri, depresif veya endişeli durumlar yaşayanların çoğalmakta olduğunu gösteriyor. Yani yanlış giden bir şeyler var. Çocukları, yetişmekte olanları son derece kırılgan ve istikrarsız bireyler olarak algılarsak onların büyük bir bölümü kendilerini öyle algılamaya başlayacak. Çünkü onlarda eleştirel düşünme kabiliyeti gelişmiş değil. Dolayısıyla diğerlerinin söyledikleri ile, tavırları ile verdikleri mesaj onlarda savunmasız, aciz oldukları düşüncesini yaratır” diyor uzman psikolog ve şunu da ekliyor:
“Ebeveyn, çocuğun hayal kırıklığı yaşamasını engellemeye çalışıyor. Velilerin söyleminde gittikçe daha sık “travma” ve “stres” sözcükleri yer alıyor. Çocuklar da aynı ağızdan konuşmaya başlıyor, öğretmenim ve eğitim sistemi kişisel ihtiyaçlarıma uymadığı için, hangi derse gireceğime, ne zaman oyun oynayacağıma, dersleri çalışıp çalışmayacağıma dair karar vermeme müsaade etmeyerek bende travma yaratıyor diyorlar. Bu konuda büyüklere sorumluluk düşüyor. Çocukların hüsrana ve başarısızlığa uğramasını pahası ne olursa olsun engellemeye çalışmak, “hayır” cevabını alınca travma olacağını, üzüleceğini düşünmek” doğru değil. Hayatta evet ve hayır diye iki cevap var ve başarısızlık yaşayınca bu durumun üstesinden gelmeyi bilmeyenler, bunu tecrübe olarak görmeyenler, kendilerini birçok başarısızlık ve “hayır” cevabı ile karşı karşıya getirecek olan dünyada yaşamak konusunda zorlanacaktır.”
Ebeveynleri tarafından koruma altına alınan, “hayır” cevabını duymaya alışık olmayan bir çocuk nasıl bir bireye dönüşür, ruh hali ne olur sorusu üzerine konuğumuz şu cevabı verdi:
“Bir yandan endişe düzeyi artar. Çünkü dünyanın meydan okumalarını karşılamayan biri “ben yeterince iyi değilim” düşüncesi ile ya endişeye, ya da depresyona kapılır. Ayrıca dünya benim istediğim gibi işlemiyor diye agresif, saldırgan olması da kuvvetle muhtemel” diyor konuğumuz ve liberal terbiye modeli sonuçlarının etraftakiler için de rahatsız edici olabileceğini belirtiyor. Örneğin Yunanistan’da çocuklu aileler kabul etmeyen oteller var artık. Yani hoşgörüsüzlüğe hoşgörü gösterilmiyor. Dolayısıyla çocuklara diğer kişilere ait olan alana saygı duymalarını öğretmemiz lazım. Bağırıp çağırmak istersen buna müsait yerler olduğu gibi müsait olmayan yerler de var. Dünyanın kişisel ihtiyaç ve duygulara göre dönmesi söz konusu olamaz.
Peki otoriter ve liberal terbiye modelinin ortası var mıdır? İşte psikolog Dragolova’nın yanıtı:
“Örnek vereyim. Çocuğun ana okula gitmek üzere giyinmesi gerekirken otoriter olan ebeveyn “Şunu giy” deyip itiraz kabul etmiyor. Liberal olan “Ne istersen onu giy” der. Tabii, bunun üzerine küçücük kız, kış ortasında pembe tül elbise seçer, hoşuna giden bu olur. Oysa orta derecede otoriter veya liberal olan ebeveyn, çocuğunun seçim yapmayı ve soumluluk üstlenmesini de öğrenmesi gerektiği düşüncesi ile hareket ederek kendisine iki seçenek sunar – bu iki bluz veya pantolondan hangisini giymek istersin diye sorar. Yani çocuğun belirli bir çerçevede seçim ve tercih hakkı olmalı” diyen psikolog bir örnek daha verdi:
“37-38 yaşında olan bir adam diş problemleri çektiğini paylaştı. Küçükken de dişlerindeki problemlerden dolayı dişçiye gitmesi ve tel taktırması gerekiyormuş. Kendisi diş doktoruna gitmeyi kesinlikle istememesi, konu her açıldığında ağlaması üzerine anne ve babası pes etmişler. Sonuçta evde kavga çıkmamış, çocuk “travma” yaşamamış. Hastam olan bu adam, velileri onun aklına uydukları için üzüldüğünü paylaştı. “Bunu yapmamış olsalardı eğer şimdi bu sıkıntıları çekmezdim” dedi.
İrina Dragolova, konuşmasının sonunda velilerin vicdan azabı konusuna da değindi.
“Mükemmel ebeveyn olma isteği söz konusu. Çocuk daha anne rahmindeyken ne tür müzik dinleteceğimizi bilmeliyiz. Aksi halde iyi anne olmayız. Brokoli yedirmezsek iyi anne değiliz, en iyi ve güvenli bebek arabası veya araba koltuğunu almazsak iyi ebeveyn değiliz düşüncesi ile vicdan azabı çekiyor, çocuğu desteklemeye, yardım etmeye, gelişmesi için en iyi şartları sağlamaya çalışıyoruz. Bir yandan özgüven sahibi olmalarını, empati göstermelerini, aynı zamanda rasyonel olmalarını, analiz etmelerini, kuşkucu olmalarını, tek başına eleştirel şekilde düşünmelerini istiyoruz. Fakat çocuklarımızın isteklerimize bire bir uymaları ve gelişmeleri mümkün değil. Bu anlamda ebeveynin kendi rolünü büyütmemesi ve kendi eksikliklerinden çok fazla korkmaması önemli. Çünkü çevrenin etkisi de çok büyük ve belirli bir yaştan sonra okul arkadaşlarının etkisi ağır basmaya başlar. Bunun bir örneği ana okuldan dönen çocukların evde kullanmadığımız kelimeleri kullanmasıdır”.
BNR