Ertaş ÇAKIR

Tarih: 30 Ocak 2017

Bize bakınca ne görüyorlar?

Ambar sıçanı, sıçan enceği, gemi faresi yoksa başka bir şey mi?

Çuvalı Kemirip Özgürlüğe Kavuşma Zamanı

Her yöneticinin bir yönetme usulü vardır. Bu yazımda yönetici sözünü “lider” kavramı yerine, usulü de yöntem (metot) olarak kullanmak istiyorum. Bulgarlar bile Ahmet Doğan’a “lider” diye hitap ederken, siz “lideri” neden kullanmak istemiyorsunuz sorusunu soracaksanız, hemen cevap vereyim. Ben, Ahmet Doğan’ı bir “lider” olarak tanımıyorum ve tanımak da istemiyorum, çünkü liderler hayırlı iş yapanlardır. Şahsen ben onun hiçbir hayra vesile işini görmedim, görebileceğime de inanmıyorum.

Bir defa o, Bulgaristan Müslüman Türklerini aldatarak, yalandırarak, sahte “hak ve özgürlükler” tuzağına düşürmüş ve halen orada her birimizi ayrı ayrı boğarak yok etmeye çalışıyor. Hak ve Özgürlüklerimiz için verdiğimiz mücadele bizim aziz, kutsal, uğruna ayaklandığımız ve can verdiğimiz davamızdır ve o bu davamıza ihanet etmiştir ve bu ihanetin adı HAİNLİKTİR. İhanetin hainlikten başka adı yoktur ve tarih boyu ihanet edenlere halk mahkemelerinin hepsinde kalem kırılmış ve karar infaz edilmiştir. Doğan’ın günleri de sayılıdır.

Aynı konuyu işlediğim önceki 2 yazımda, 27 yıldan beri devam eden DOĞANCI İHANET SİYASETİNİ analiz temeli olarak, hainin yakın arkadaşlarından, Bulgaristan Türklerini bir eşek olarak gören, ömrünün üçte biri sırtımızda “diği, diğiii” diyerek ve bizi nodullayarak geçen eski Hak ve Özgürlükler Hareketi Milletvekillerinden İvan Palçev’in “Kentavırlar Zamanı” eserini aldım. Anlatmaya çalıştıklarımın daha net kavranması için şunu önceden yazmak zorundayım. 1990’dan sonra, Ahmet Doğan’ın yanına işe alınan, milletvekili seçilen, Hak ve Özgürlükler Partisi Merkez Konseyine üye alınan kişilerken (Bulgar Türk fark etmez) hepsi olaya Bulgar milliyetçiliği penceresinden bakan, burunları Bulgaristan Türklerine ihanet edenlerin kokusu almayan, ijanet kokusunu kavrayamayan taş kafa ve ruhen yetersiz kişilerdir. Bu yazımda size bunu ispat etmeye, kanıtlamaya çalışacağım.

Fakat önce,  Bulgar milli istihbaratı (gizli polis) “DS”,  Bulgaristan’da görev yapan Rus Dış Ülkelerde Casusluk Teşkilatı “KGB”, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP), daha sonra adını değiştiren ve Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) olanla da noktalanmayan. Ayrıca Bulgar totaliter, otoriter, özellikle Türk ve azınlıklar düşmanı olan,  insan kardeşliğini ayakaltına alan Jivkov’un diktatörlük rejiminin yetkili temsilcilerini aktif katıldıkları ortak uyumlu çabalarla yetiştirilip kalıplanan A, Doğan tipinin sınırsız yetkili yönetiminde edilen özetle şudur. Biz Müslüman Türklere karşı 1990’dan bu yana izlenen, hainlikle nitelenen siyaset çizgisinde elde edilen başarıyı kitabın 336. sayfasında psikoloji Profesörü Lüdmil Georgiev’in kaleminden okuyoruz: O şunları yazıyor:

“Somut olarak, ülkedeki Türk etnik topluluğuyla ilgili olarak, “demokrasi ve serbest Pazar ekonomisine” geçişle karşılaştırıldığında, bugünkü kıstaslarla değerlendirdiğimizde “Bulgarlaştırma süreci” oldukça yufka bir uygulama olarak ortaya çıkıyor. Biz bugün Bulgaristan Türkleri hakkında elimizi kalbimize koyarak, hakları ve özgürlükleri uğruna isimlerini geri almak için, okullarda ana dillerinde eğitim ve öğrenim almak için mücadeleye kalkıştıklarında birbirine sımsıkı bağlanmış,  kenetlenmiş hareket eden 26 yıl önceki Türklerden çok daha farklı bir tablo görüyoruz. Bugün bizim Türklerimiz daha önceki yıllara kıyasla her zamankinden daha fazla “Bulgarlaşmıştır.” Nedenine gelince, Bulgarlar arasında olduğu gibi onların arasında, kolektif (ortak) hedeflerden vazgeçip bireysel paçayı kurtarma eğilimi ağır basmıştır. Bulgarların arasında olduğu gibi Türklerin de arasında ortak ve uyumlu değerler şarkısını çağdaş kapitalizm en kaba bir şekilde ayaklar altına alarak ezdi. Başka bir değişle “Bulgar halkı nasılsa, Türkleri de öyledir, değimi yerleşti.”

Bu görüşte kitabın yazarı olan İvan Palçev işle Prof Lüdmil Georgiev birleşiyor ve elde edilen büyük başarı olarak, Bulgaristan’da Türklerin birlik ve beraberliğinin, Türk kimliğini belirleyen anadil, din, eğitim vb konularda bizim parçalanarak dağıtılabilmemizi kendi açılarından en büyük başarı olarak değerlendiriyorlar.

Sosyoloji uzamanı L. Georgiev, Türk ruhunu parçalayarak kardeşlerimizin tüm tüm dört bir yanına dağılmasına götüren ve bize “Ay karanlık bulamadım yolumu, felek kırdı kanadımı kolumu. Garibim aman, ben dayanamam!” türküsünü söyleten  “başarı” yolunda “lider” Ahmet Doğan’a kılavuz olan şu Türk halk fıkrasına yer veriyor:

Sırtına büyükçe bir çuval almış bir adam, bir köyden geçiyormuş. Yüz adım gidince çuvalı sırtından indirerek birkaç kere yere vurup yoluna devam ediyormuş. Bunu gören yerli köylülerden biri yolcuya yaklaşmış ve şu yaptığının anlamı nedir diye sormuş:  Yolcu “Çuvalda iri sıçanlar var, ara sıra çuvalı sırtımdan indirip yere atmazsam birbirlerinin sırtına basarak yukarı tırmanıyorlar. Çuvalı birkaç defa yere vurunca eski yerlerine dönüyorlar.” Cevabını vermiş.

Bu uygulamanın halk dilimizdeki özeti şudur:  “Başını kaldıranı ez, bitir!”

Sosyolog L. Georgiev son yıllarda Hak ve Özgürlükler Hareketi’nde “iri sıçanlarla” çok ciddi mücadele verildiğini, onları “Türk milliyetçileri” olarak karakterize derken şu kardeşlerimizin verdiği mücadeleyi anlatmadan geçemiyor.

İlk çarpışma 27 Şubat 1991’de Sofya “Balgaria” Oteli salonunda 7 saat sürmüştür. Büyük Millet Meclisi milletvekili Yaşar Çaban Bulgaristan Müslüman Türkleri sıçan gibi içine doldurulmak istendiği çuvalın iplerini daha ilk anda kesmek için ilk isyan eden oldu. 36. mecliste milletvekili Mehmet Hocov, Ahmet Doğan liderliğine karşı isyan bayrağı dalgalandırdı. Bu halkımızın namusu olan bu bayrak son 27 yılda hiç yere düşmedi, Güner Tahir’den sonra, Osman Oktay, ardından Kasım Dal, Korman İsmailov ve sonunda Lütfi Mestan çuvalı kesip halkımızı kurtarmaya çalıştı. Sıçan çuvalı siyasi edebiyata Bulgaristan Türklerinin kapsülleşmesi, “Bulgar Etnik Modeli” ve başka şekillerde girdi ve her zaman ve her yerde Türkleri Bulgar toplumuna entegre ederek asimile edip eritme ve yok etme stratejik görevine hizmet etti. Şu dönemde bu hainliğin ana hedefi dilimizi unutturmak, belleğimizden tarihimizi ve kültürel kimliğimizi silmek veya söküp atmaktır ve hepimizi lağım kuyusu üzerine bağlamaktır.

Bu çirkef olaya biz de bir İngiliz masalıyla ışık tutmak istiyoruz:

İngiltere’nin kuru yük gemilerinde neden kendi yoktur bilir misiniz?

Anlatayım: İngiliz kuru yük gemilerinde şöyle bir gelenek vardır. Tayfalar bilir. Ambarlara dolan ayçiçeği, mısır, buğday, arpa vb olabilir. Gemi demir alırken gemideki sıçanlardan biri kuyruğundan yakalanır ve boş bir zeytinyağı tenekesine atılır. Aç susuz bırakılır. Esir sıçan bir deri bir kemik kıvrana dursun, öteki sıçanlar ambarda bayram eder. Derken yeni doğmuş yavrularından biri de kuyruğundan tutulup ölümlerden ölüm seçen sıçanın yanına atılır.  İşi hiç uzatmadan yavruyu yiyip yutan tenekedeki sıçan yedikçe değirmen fareleri gibi irileşir, güçlenir ve ambara salındığında artık acımasız ve amansız bir yamyamdır.

Biz, Ahmet Doğan’ın “sarayda” beslenmesine bu anlamı veriyoruz. Hakkında yazılan kitaplar saman dumanıdır. Amaçlarında hepimizin Türk “lideri” olarak yetiştirilen bir yamyama yem edilmesi var. Zamanlar değişti “yeni bir Bulgarlaştırma süreci yapamazlar” fakat bizi kendilerinin yetiştirdikleri bir yamyam eliyle yok edebilirler, vatanımızı terk etmeye zorlanabiliriz, açlık tehlikesi, Türk ve Müslüman düşmanlığı daha da şiddetlenirse, 3 milyon kardeşimizin gurbetçi olduğu gibi biz de bavul sıkmaya zorlanabiliriz. Onun için zaman, Ahmet Doğan’ın sırtındaki içi sıçan dolu çuvalı kemirmek ve hürriyete kavuşmaktır. Doğan ve ekibine bu seçimlerde oy yok. Verilen her oyun anlamı sıçanlara yem atmak, düşmanımızı beslemek olur.

Devamında:  Lağım kanalı – 4

.

Reklamlar