Nevzat ÖZTÜRK

Kurban kelimesi sözlük anlamı olarak yaklaşmak, yakınlık, Allah(c.c)’a  manevi yakınlığa sebep olan şey demektir. Kurban, Arapça “yaklaşmak, yakın olmak” mânalarına “kurb” gelen kelimesinden gelir. Terim anlamında ise, Kurban Bayramı günlerinde Allah Teâlâ’ya yaklaşmak maksadıyla kesilen ve belirli şartları taşıyan hayvana verilen addır.

Kurban, Allah Teâlâ’ya yaklaşmak maksadıyla yapılan bir ameldir. İnsan, psikolojik olarak önce kendine, ailesine, akrabasına, komşularına, arkadaşlarına ve tanıdıklarına yakın olmayı ister. Aslında insanların menfaat beklemeksizin birbirlerine yaklaşmak için gerçekleştirdiği faaliyetler, Allah Teâlâ’ya yaklaşmak için birer basamak teşkil eder.

Ancak bütün bunları yaparken en büyük ve üstün yakınlığın Allah’a olan kurbiyet(yakınlık, yakınlaşma) ve bağlılık olduğu unutulmamalıdır. Kurbiyet, Allahu Teâlâ hazretlerine, O’nun ibadet ve taatine ve neticesinde Hakk’ın tevfîkine(ihsanına, merhamemetine,yardımına) ve inayetine yakın olmak demektir. Yakınlık ise karşılıklıdır. Kul Rabbine yakın olduğu gibi Rabbi de kuluna yakın olur. Kendisine bir karış yaklaşan kuluna Allah-u Teâlâ bir kulaç yaklaşır. O, kuluna şah damarından daha yakındır.

Rabbi ile kulu arasındaki yakınlık zaman ve mesafe itibariyle değildir. O kuluna muhabbeti ile, rızası ile, yardımı ve lütfu ile yakındır. Kul ise Rabbine farz ve nafile ibadetlerle ve en önemlisi de bu ibadetleri îfâ(yerine getirirken) ederken ki edebiyle yaklaşabilir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Âdem’in iki oğlunun Allah Teâlâ’ya kurban takdim ettiklerinden şöyle söz edilir: “(Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.” (Mâide, 5/27)

Âyette açıkça ifade edildiği gibi Allah Teâlâ, muttakilerin/Allah’ın emirlerini yapıp yasaklarından kaçınanların ve O’na derin saygı duyanların, yalnızca O’nun emrine itaat ve rızasına ermek maksadıyla kurban kesenlerin  kurbanını kabul etmektedir. Sırf O’na yaklaşmak, rızasına ermek, O emrettiği için  kesilen kurbanlar Allah katında makbuldür. Kurban ya da diğer amellerin bir bakıma kabul olmasının temel kuralı; niyet, ihlas ve samimiyettir.

Kurban, sadece dış görünüşü, et veya derisi ile  değerlendirilmemelidir. Allah(c.c) her şeyden münezzehtir. Allah(c.c), kurbanın etine, kanına, dersine, hasılı hiçbir şeyine muhtaç değildir. O’nun, kulunun hiçbir ibadetine, yalvarış ve yakarışına, zikir ve tefekkürüne ihtiyacı yoktur. Esas bunlara ihtiyacı olan kuldur. Bu yüzden mümin, kurban kesmekle Allah’a olan bağlılığını ifade etmiş ve O’na olan derin saygısını ortaya koymuş olur. Kurban ibadetinin özünü takvâ, yanî Allah’tan korkma ve O’na olan derin saygı teşkil eder. Nitekim bu konuda; “Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi…” (Hac, 22/37) buyurulmaktadır.

“Biz her ümmete (Kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah’ın adını ansınlar diye kurban kesmeyi meşrû kıldık…” (Hac, 22/34) âyeti, insanlık tarihi boyunca ilahî dinlerin hepsinde kurban uygulamasının var olduğunu göstermektedir. “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” (Kevser, 108/2) ilâhî fermanı ile de ümmeti-i Muhammed’e kurban kesmek meşru kılınmıştır. Kurban’ın, peygamberlerin sünneti/yolu/uygulaması olduğunu hadislerden de anlamaktayız. Ashâb-ı kirâm, kurbanların kesilmelerinin sebeb-i hikmetini Peygamber (s.a.v)’e sorduklarında Hz. Peygamber “Bu, babanız İbrahim (a.s)’ın sünnetidir” buyurmuştur. (İbn Mâce, Edâhî, 3). Hicretin ikinci yılından itibaren kurban kesmeye başlayan Peygamber Efendimiz, hayatı boyunca kurban kesmeyi hiç terk etmemiştir. (Ali Bardakoğlu, DİA, Ankara, 2002, XVI, Kurban maddesi, s. 436; Diyanet İlmihal, Ankara, 2001, s. 2).Demek ki, kurban peygamberlerin bizzat yaptıkları bir ibadettir.

Kurban ibadeti, bütün ümmetlere meşru kılındığına ve peygamberlerin sünneti olduğuna göre, şeran kurban kesme şartlarını haiz olan müminlerin bu görevi icra etmeleri, onların imanlarının bir alameti ve Allah’a bağlılıklarının ve teslimiyetlerinin bir tezahürüdür. Öncelikle mümin, Allah’ın emri karşısında “semi’nâ ve eta’nâ/işittik”, itaat ettik ve teslim olduk şeklinde tereddütsüz bağlılığını ve inkıyadını gösterir. Kurbanı da bu çerçevede anlamak gerekir. Kurban ibadeti hakkında aldatıcı propagandalara kanarak bu ibadetin ifasında gevşeklik/zafiyet göstermek müminlik sıfatına yakışmaz. Her mümin Kurban konusunda öncelikle İbrahim (a.s)’ın teslimiyetini örnek almalıdır. Kur’an onun ve oğlunun bu teslimiyetini şöyle haber vermekte ve bu konuda onun örnek alınmasını istemektedir.

“Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla. Biz de ona, uysal bir oğul müjdeledik. Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi. Nihayet her ikisi de teslim olup/Allah’ın emrine boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: “Ey İbrahim!” Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. “Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.” Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık. (Sâffât, 37/100-107)

Görüldüğü gibi kurban, bir boyun eğişin, Allah’ın emrine tereddütsüz teslim oluşun bir ifadesidir. Bir sadakatin ve bağlılığın göstergesidir. Apaçık bir sınavdır. Bütün bunları başardıktan sonra da Allah’tan gelen büyük bir vaade kavuşmak ve teselli olmaktır. Kurban bu duygularla kesilir ve anlaşılırsa hedefine erişir ve neticede İbrahîmî bir tefekkür ve inkıyadla Allah’a adanışın zirvesine ulaşılır.

Kurban kesmek, infak etmenin ve sehâvetin tadını yaşamaktır. Kurban, yoksulları, garipleri ve muhtaçları sevindiren, akraba ve komşular arasındaki irtibatı ve sıla-ı rahmi temin eden bir ibadettir. Mü’minler, kurban keserlerken Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in Allah yolunda gösterdikleri fedakârlığı ve teslimiyeti hatırlarlar; onların sadakatini, yaşayarak, gerekirse Hak uğrunda itaate hazır olduklarını gösterirler. Kardeşliğin, dayanışmanın ve paylaşmanın mutluğunu ve güzelliğini yaşarlar.

Allah için kesilen kurbanlar, toplumda kardeşlik bağını kuvvetlendirir ve birlik ruhunu canlı tutar. Sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunur. Kurbanın etlerinden ve derilerinden birçok muhtaç insan istifade eder. Kurban Bayramı, Allah’a yakınlığın zirveye ulaştığı bir zaman dilimidir. Bu sayede Mü’minler, yakın ve uzakta bulunan Müslüman kardeşleriyle maddî ve manevî yakınlaşma yaşarlar.

Kurban kesmek bir ibadet ve Allah’a yakınlaşmanın bir vesilesi olduğuna göre Kurbanlık hayvanlara saygılı olmak, onları incitmemek ve eziyet etmemek de ibadetin bir parçasıdır. Ayrıca onların gerek eti, gerek derisi, gerekse sakatat olarak ifade edilen bütün kısımları zayi edilmemeli, yenilmeyecek kısımları ulu orta bırakılmamalı ve toprağa gömülmelidir. Bu şekilde hareket etmenin de ibadetin bir gereği ve parçası olduğu unutulmamalıdır.

Kurban, ibadeti ile ilgili olarak her yıl İslam’ı kötülemek, Müslümanları aşağılamak için adeta bir kampanya başlatılıyor. Kurban Bayramlarında, İslam’a saldırmak için propaganda yapanlar, hayatlarında et dışında başka bir şey yemeyen, kendi zevki için hayvanların katledilmesine ses çıkarmayanlar olunca, iyi niyetli olmadıkları kolayca anlaşılmaktadır.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde okurken öğrencisi olmakla gurur duyduğum, Prof Dr.Ali Murat DARYAL(Din Psikolojisi Uzmanı) “Kurban Kesmenin Psikolojik Temelleri(Marmara İlahiyat Vakfı Yay.1994,İstanbul)” adlı eserinde medeniyetleri; Kurban Kesen Medeniyetler, Kurban Kesmeyen Medeniyetler olarak ikiye ayırdıktan sonra kurbanın psikolojik temellerini irdeler.

Hoca eserinde, “Bugün kurbana acıyanlar, süt kuzusu ve ciğeri yiyorlar.. Adamlar bu kuzunun etini yiyor sonra da kurbana saldırıyorlar! İslam, koyuna 1-2 sene yasama hakki tanıyor. İslam kurban kesmeyi emrettiği zaman diyor ki; 1,5 yaşını doldurmayan bir hayvani kurban edemezsin! Bu ne demektir? Her doğan canlıya saygı duyacaksın… Onun normal yaşını, hayatını yaşamasına müsaade edeceksin… İslam buyuruyor;“45 günlük kuzuyu kurban edemezsin!” Neden? O doğmuştur ve kendi sınırları içerisinde hayati yasayacaktır. Sığır 3 yaşına kadar bırakacaksın hayatını yasayacak. Deve,5 yaşına kadar otlayacak, çayır görecek vs. O bakımdan kurban kesmek, hayvanlara ek bir külfet getirmiş değil… İslam buyurmuyor ki, doğar doğmaz kuzuyu kurban et.. Bunu kurban olarak Kabul etmiyor ve vebal sayıyor…İslam dini kadar hayvan hakkini koruyan kim var sanıyorsunuz?

 

Hz. Peygamber buyuruyor ki; “At üzerinde giderken durmak gerekirse attan ininiz, ona yük olmayınız.. Ava gittiyseniz; hayvanlar su içerken, suya gittikleri zaman öldürmeyiniz. Güneş battıktan sonra yuvasına hücum edip tedirgin etmeyiniz.. Yavruladıkları zamanlarda onların yavrularını öldürmeyiniz! Hamilelerine dokunmayınız” İslam’ın hayvan haklarını ne kadar koruduğunu görüyorsunuz..

Hocamız, bu eserde kurban kesen ve kesmeyen milletleri (medeniyetleri) mukayese ederek, milletlerin davranışlarında kurbanın etkisini gözlemlemeye çalışmış.  Buna göre her kültürde kurban vardır. Ancak Maya ve Aztek kültüründe görüldüğü gibi bu kültür bozularak insan kurban etmeye kadar uzanmıştır. Bunun sebebi de insanın doğasında olan kan görme ve şiddet isteğidir. Allah,  bu nefret hissini kurban ile belli bir amaca yöneltmek istemiştir.

Ali Murat hocamız, kurban kesmeyen medeniyetlerdeki spor müsabakalarını, sporcular açısından ve seyirciler açısından sonu kan, ateş ve ölüm olan sporlar olarak ikiye ayırmaktadır.

Sporcular açısından sonucu kan, ateş ve ölüm olan sporları incelersek şunu görürüz ki, batı medeniyetinin mensupları ne kadar çok kan ve ölüm görürlerse o kadar memnun olurlardı. Boğa güreşleri, horoz dövüşleri ve canlı hedeflere atış gibi sporlar, hayvanların eziyetinden haz alan sporlardır. Eski Roma’da mermer üzerindeki güreşler ve gladyatör dövüşlerinin sonu mutlaka ölümle bitmekte ve seyirciyi coşturmaktadır. Bu müsabakalar yanında görülen at arabaları yarışları da her türlü müdahalenin serbest olduğu oyunlardır. Bu oyunların uzantısı olan boks, kickboks ve tai-boks gibi sporlar da kanla beslenmektedir. Fiyatlar ringe yaklaşıldıkça artar. Çünkü ne kadar yakın olursa o kadar çok kan görülür.

Seyirciler açısından kan ve ölüm olan spor ise futboldur. Voleybol ve basketbol gibi diğer takım sporlarının aksine futbol müsabakalarında sık sık olaylar çıkmaktadır. Bu olaylar mağlup takımın taraftarları arasından çıktığı gibi galiplerin de bu olaylara karıştıkları görülmektedir.

Kurban kesmeyen medeniyetlerde görülen eğlenceler de başkasına alay etme, onları küçük düşürme gibi durumlara yöneliktir. Bu eğlenceler, zevk ve haz prensibine dayanır. İnsanların azmasına müsait zaman (gece) ve mekân (loş ortamlar) seçilir. İçki, dans ve gayri meşru ilişkiler bu eğlencelerin temel direkleridir. Oyunlar da, ihtiras ve intikam hislerinin yoğun olduğu trajedi ve alay etmenin önde geldiği stand-up şeklinde vuku bulur.

Batı’da ateş tutkusu da göze çarpar. Engizisyon zulmü ile yüzlerce insan canlı canlı yakılmıştır. Ayrıca kurban kesmeyen medeniyetlerde, intihar, alkolizm, tehlikeye karşı düşkünlük, linç, kumar, harp tutkusu, işkence ve anlaşmazlıkların çözüm yolu olarak görülen düello gibi hadiseler normal olan çeşitli insan davranışlarıdır. Kurban kesen İslam medeniyetinde ise sporlar, güreş, okçuluk gibi insanı geliştiren ve hasımlarına bir zarar iliştirmeyen sporlardır. Ata sporumuz cirit ise hayvan ile insanın iç içe oluşunu gösterir. İslam Medeniyetinde eğlenceler gündüzdür. İnsanın izzet-i nefsine dokunmayan, eğlendirirken hisse veren oyunlardır. Meddah, Karagöz-Hacivat, hokkabaz ve Orta oyunu bu meyandadır. Ayrıca batının sınıflaşması ve zulmü karşısında, doğuda İslam kardeşliği vardır.

Hocamıza göre; bu gibi davranış farklılıkları, yaratılış itibariyle kan dökücü ve fitne çıkarıcı olan insanın, kurbanın akıtılan kanıyla birlikte içindeki kinin çıkmasıyla mümkün olmaktadır. Çünkü kurbanda esas olan kan akıtmaktır. Kan akıtmak farz, et dağıtmak ise sünnettir.

Müslümanlar olarak bize düşen, gerekli şartlara haiz isek, ibadet maksadıyla kurbanlarımızı kesmek, bu vesile ile faniliğimizin farkına varmak, yaratana yaklaşmak, yoksullarla yakınlaşmak, paylaşmaktır. Bunu yaparken de; her türlü gösterişten uzak olmak, ihlas ve samimiyetle Allah’ın emrini yerine getirmektir. Çocuklarımıza milli, manevi değerlerimizi yaşayarak/yaşatarak öğretmektir. Onları, hırslarımızın, ihmallerimizin kurbanı etmemek, onları değerlerine, ülkesine, milletine kurban olabilecek şuurda yetiştirmektir. Müslümanlığımızın simgesi, tezahürü olan ibadetlerimize sahip çıkmaktır.

Diğer taraftan; kurbanların satış  ve kesim işlemleri yaparken çevre temizliğine önem verilmesi, bu yerlerdeki atıkların kaldırılması ve herhangi bir kirliliğe sebep olmasını engelleyecek  şekilde önlemlerin alınmasının sağlanması önem arz etmektedir.

 

Bu vesile ile, “Rabbimden niyazım; keseceğimizin kurbanlarımızın Allah’a yakınlaşmaya vesile olması, yeryüzünde akan kanın durmasıdır. Rabbim, Kurban Bayramının birlik beraberlik ve kardeşliğimizin devamına, acıların dinmesine, Türk İslam dünyasının uyanmasına, oynanan oyunların farkına vararak şuurlanmasına vesile olmasını dilerim”

Hepinizin Kurban Bayramını tebrik ediyorum.

Reklamlar