Nevzat ÖZTÜRK
Duygusuz olmak kadar dünyada lakin derd yok;
Öyle salgınmış ki me’lun: Kurtulan bir ferd yok!
Kendi sağlam… Hissi ölmüş, ruhu ölmüş milletin!
İşte en korkuncu hüsranın, helakin, haybetin!
Mehmet Akif Ersoy
Ölümünün 82.yıldönümünde Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u hatırlamak, yad etmek, bir nebze de olsa vefa borcunu yerine getirmek için O’nun bir yönünü anlatmak, paylaşmak istedim. Akif’in Kur’an’a bakış açısı ve bu yönünü ele almaya çalışacağım.
“İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin!
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için”
Mehmet Akif ERSOY
Mehmet Akif Ersoy gerçek bir Kur’an şairiydi. O, “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” diyen bir Kur’an aşığıydı. Ve Kur’an’a çamur atılmasın, o kötü niyetlere alet edilmesin diye hayatının son on yılını adadığı Kur’an mealini hiç düşünmeden, bir anda silip atabilecek kadar iman sahibiydi. Hayatının büyük bir kısmını adadığı eserini bir çırpıda atmak kolay değildir. Çünkü o senin artık çocuğun gibidir. Çocuğunu bile bile nasıl kurban edebilirsin ki? Fakat insan Hz İbrahim gibi olursa çocuğunu da, çocuğu gibi sevdiği her şeyi de feda edebilir Allah’a. İşte Akif’teki de böyle bir iman güneşiydi.
Mehmet Akif’i anlamaya çalışalım anmaya değil. Çünkü anmak değeri geçmişe hapsetmektir, anlamak ise onu buraya ve şimdiye taşımaktır. Akif’i anlayalım. Yani onun Kur’an’ı nasıl bir ömür boyunca hayata müdahil etmeye çalıştığını, yani onu hayatın aktif öznesi yaparak onunla hayatı inşa etmeye çalıştığını görelim. Bizim de amacımız Akif gibi Kur’an’ı anlayıp onu hayata taşıyabilmek olsun. Asıl amacımız “Rızay-ı İlahi”’ye ulaşmak olsun.
Bugün, İstiklal Marşımızın yazarı, Türkiye’nin son yüzyılda yetiştirdiği en önemli mütefekkirlerden biri olan, Kur’an Şairi Mehmet Akif’i ve mücadelesini çok daha iyi anlamaya muhtacız. Bu milleti ayakta tutan değerlerimizi, bizlere en güzel bir şekilde anlatan Mehmet Akif Ersoy, bu milletin ta kendisidir ve O’nu ne kadar iyi anlar, ne kadar iyi anlatabilirsek, millet olarak şahsiyetli bir toplum olma yolunda da o ölçüde ilerler, güçlenir ve dünyada söz sahibi olabiliriz. Ondan ne kadar uzaklaşırsak da bizi biz yapan değerlerden o kadar çok uzaklaşırız.
Biz, Mehmet Akif Ersoy’u ‘iman şairi’ olarak tanırız. Aslında o, aynı zamanda bir müfessir, iyi bir hatip, iyi bir gözlemci, seyyah, siyasetçi, bütün ömrünü, bütün varlığını vahye bağlamış bir halk adamı, bir Kur’ân sevdalısıdır. Mehmet Akif, hayatının hiçbir safhasında Kur’ân çizgisinden ayrılmamıştır. Kur’ân, onun hem semavi kitabı, hem ahlakı olmuştur.
Mehmet Akif’in hayatında yazdığı ve neşrettiği ilk şiir ‘Kur’ân’a Hitab’dır. Bu hitap onun genç ruhundan semaya yükselen sonra bütün ömrünce onun ruhuna sağanak sağanak feyiz yağdıran bir rahmet olmuştur. O, şiirlerinde âyetlere yer verdiği gibi, insanları eğitmeğe, onlara birlik, beraberlik, sabır, azim ve irade ruhunu vermeye çalışmıştır.
Gençliğinde ve olgunluğunda ona daima Kur’ân rehber olmuştur. Her fırsatta Kur’ân’ı ve Kur’ân tefsirini okumakla meşgul olmuş, şiirlerinin çoğunun başında âyetlere yer vermiş ve şiirini ona göre yazmıştır. Onun şiarı olan “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhâmı/ Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı.” (s.349) mısraları, Mehmet Akif’in dünya görüşünün kendi kaleminden çıkmış çok açık bir özetidir. O, erdemli bir milleti oluşturmadaki en büyük etkenin Kur’ân’ın ahlakıyla ahlaklanmak olduğunu tarihin yaşayan tanığı olarak tecrübe etmiştir.
Mısır’a çekildiği zaman bütün zevki Kur’ân’ı daha iyi yaşamak ve Kur’ân’ın bütününü hafızasında ve ruhunda canlandırmak olmuştur. Buna o derece muvaffak olmuştur ki, namazlarını hatimle kıldırmış, Kur’ân’ın o nurlu ipine sarılarak ilahi yolculuktaki miracı yaşamıştır.( Ömer Rıza Doğrul, Kur’ân’dan Âyetler ve Nesirler, Önsöz, s.3-4, İstanbul 1944)
1925 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Mehmet Akif Ersoy’a, Kur’ân’ın Türkçeye tercüme edilmesi görevi verilmiştir. O, yedi sene gibi uzun bir sürede bu görevle meşgul olmuş, bitirdiği halde bir türlü tam göremediği meal çalışması ile ilgili olarak şunları söylemiştir: “Kur’ân tercümesini hakkıyla yapamadığıma kaniim. Bundan dolayı neşretmedim. Maamafih bu çalışma benim Allah ile pazarlığımda çok semereli oldu. Halimde büyük değişiklikler oldu. Kimseye bir şey vermedim. Fakat ben çok şeyler aldım. Duyduğum nevî feyz çok büyüktür.” .( Eşref Edip, Mehmed Akif: Hayatı Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları.s:8-12)
Kur’ân Akif’in gönlüne ve beynine taht kurduğu gibi, sözlerine ve yaşayışına da aksetmiştir. Onun his ve duygularını, fikir ve düşüncelerini Kur’ân şekillendirmiştir. Süleyman Nazif’in dediği gibi Akif, Hakk’a, Hz. Peygamber’e, selefin büyüklerine, cemiyete ve özellikle de insaniyete ilan-ı aşk etmiş kâmil bir mümindir.
Onun yaşadığı dönemde Kur’ân’ın hayat veren ruhundan ve buyruklarından uzaklaşılmıştı. Kur’ân’ın toplumu ıslah eden prensiplerini tatbik etmeyen Müslüman, onu mezarlık kitabı, muska veya mûsıkî vasıtası haline getirmişti. “İnmemiştir hele Kur’ân, şunu hakkıyla bilin: Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!”
Âkif’e göre Kur’ân, toplumun yaşadığı problemlerin teşhisini yaptığı gibi, onlara çözüm önerilerini de göstermekteydi. Akif’e göre Müslümanların bölünmüşlüğü, gerilemesi ve zillet içerisinde kıvranması Kur’ân’ı doğru anlamamak ve onun gereklerini yerine getirmemekten kaynaklanmaktaydı. Çözüm ise Kur’ân’ı iniş gayesi doğrultusunda doğru bir şekilde anlamak ve onu hayat rehberi edinmekti.
Mehmet Âkif’in şiirlerinde Kur’ân’ın birinci sırada bir kaynak oluşu, şairin hayatında Kur’ân ile olan yakın ilişkisi ve bu ilişkinin tabii sonucu olan inançları, düşünceleri ve dünya görüşü ile yakından alâkalıdır. Mehmet Âkif, Osmanlı-Türk toplumunun uzun süren çöküş ve çözülüş süreci esnasında Kur’ân-ı Kerîm’i, imanı ve inançları kadar, dünya görüşü ve toplumsal projesinin de merkezine yerleştirmiştir.
Âkif, Kur’ân hakkında konuşma ve yazmanın sorumluluk gerektiren bir iş olduğunun farkında idi. Bu yüzden, ilmî ve resmî çevrelerce Kur’ân mealini yazmakla görevlendirilmek istendiğinde, bu görevi almakta tereddüt göstermiştir. O, Kur’ân üzerinde yazıp söylemenin bu ağır sorumluluğu altında ezilmemek için, Allah Kelâmı hakkında yanlış bir şey söylerim yahut Kur’ân benim meâliyle yanlış işlere alet edilir endişesiyle yedi yıllık göz nuru emeğinin yakılmasını istemişti. Buna rağmen o, Kur’ân üzerindeki bu çalışması ile kendisi pek çok şey kazanmış, ilim, irfan ve imanını artırmıştır.
Allah’ın Kelâmı Kur’ân, eşsiz lafız ve sonsuz manalarıyla kıyamete kadar insanlığın yolunu aydınlatmaya, insanları gerçeklere çağırmaya devam edecektir. Kur’ân, müminlerin iman ve fikir kaynağı, onların dünya ve ahretteki sadık dostudur.
Pek çok şiir ve nesir yazıları, bu çalışmalarında serdettiği fikirleri, farklı ve çarpıcı bakış açıları, en önemlisi de inandığı gibi yaşama azmi, âyetleri günümüze taşıma kaygısı ve bu doğrultudaki macera dolu duruşu, aktif iyi olma yolundaki direnişi ile inceleme ve araştırılmaya değer olan Kur’ân Hafızı, Kur’ân Muhafızı, Kur’ân Uzmanı ve Kur’ân Şairi olan Âkif günümüze de ışık tutmaya devam etmektedir.
Neden bugün Akif’lerin sayısı az diyorsak, Kur’ân ile olan ilişkimizin ölçüsüne bakmalıyız. Her bireyin asli görevi Akif’in bıraktığı o kutlu mirası omuzlayıp, vahyin nurlu ışığından azami ölçüde faydalanmaktır. Bugün Akif’in bize bırakmak istediği âyet dolu sayfalar değil içinde ki mesajıdır. Evet, onun meali elimizde değildir, fakat Akif’in misyonu omuzlarımızda ağır bir yüktür. Süleyman Nazif’in dediği gibi “Eğer Allah Kur’ân’ı Türkçe inzal etseydi Akif’in lisanîyle inzal buyururdu.”( Süleyman Nazif, İki Secde, Servet-i Fünun)
Bizler dinimizi öğrenmek ve onun öğretisinde yaşamak için, bizzat elde Kur’an çaba harcıyor muyuz? Eğer hiçbir çaba harcamıyor da, birilerinin sözleriyle yaşıyorsak imanımızı, doğru bir yol üzerinde olduğumuza, asla emin olamayız. Allah sizleri doğru yola ulaştıracak, Kur’an’ı(Furkan’ı) gönderdim diyorsa, onu anlayarak ve düşünerek mutlaka okumalı ve yalnız Kur’an ın hükümleri doğrultusunda yaşama gayreti içinde olmalıyız. Gelin Kur’an şairi Akif’e kulak verelim:
“İbret alınmaz her gün okuruz ezbere de;
Bir ibret aranmaz mı ayetlerde?
Ya okur geçeriz bir ölünün toprağına
Ya açar bakarız nazm-ı celilin yaprağına
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne teze mezara okunmak, ne fal bakmak için
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne duvarlara asılmak, ne el sürülmemek için
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne tezhip, ne sülüs, ne hat yazmak için
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne tapınak, ne nutuk, ne vaaz dini için
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne meslek kaygıları ne kariyer hesapları için
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne erkeği yüceltmek, ne kadını aşağılamak için
Ne Araba paye vermek, ne Acemi hor görmek için”
M.Akif(Safahat)
Mehmet Akif ne güzel anlatmış değil mi, içinde yaşadığımız acıklı halimizi. Allah’ın bizlere rehber olsun diye indirdiği kitabı, bizler eğer anlamadan okumaya devam ederde aklı, düşünmeyi devre dışı bırakırsak, mutlaka birileri bizleri Allah ile aldatacak ve kendi şahsi emellerine alet edecektir. Bu kaçınılmaz bir sondur.
Onun içindir ki Rabbimiz, bizlerin Kur’an’ın ipine sarılarak, ayetler üzerinde düşünmemizi ve Kur’an’ın sınırlarını asla aşmadan inancımızı yaşamamızı emreder. Çünkü Allah çok açık bir hüküm vermiş ve sizleri yalnız Kur’an’dan hesaba çekeceğim diye bizlere bildirmiştir. Her gün Kur’an ı okuyoruz ama ibret alamıyoruz, çünkü anlamadan okumanın faydasını göremiyoruz diyerek, bu konuya dikkat çekiyor. Çünkü okuduklarımızı anlamadığımız için, ayetlerin hikmetini de, maksadını da düşünemiyoruz. Yaptığımız en büyük yanlışta, hayatımıza yön vermek için kendimize okumamız gereken Kur’an ı, bizler ölülerimize okuyoruz. Kur’an’ın iniş amacı, ölülerin ardından okumak için değil, dirilere doğru yolu göstermek için indirilmiştir diyerek, yapılan yanlışlarımızı çok güzel şiirinde dile getirmiştir Mehmet Akif.
Kur’an-ı Kerim mükemmel bir kitaptır. Biz insanlar mükemmel cümlelerle ve hayatınıza çeki düzen vermek için indirilen Kur’an’ı Kerimi anlayıp, Allah’ın bizden istediklerini yapmak yerine Onu sıradan bir kitap gibi boş gözlerle okumamalıyız. Çünkü Kur’an’ı Kerim ölüler için değil Allah’ı kavrayıp Onun istediği ölçülerle yaşayabilmesi için indirilmiştir.
Ey Kur’an Şairi Akif!
“İnsanların kaç yüzü olduğunu sayamadığımız bu yalan çağda senin gibi sözünün eri insanlara ne çok ihtiyacımız var. Sen ki Beylerbeyi’nden Yeniköy’e fırtına demeden, yağmur demeden yürüyor, “Bu havada kimse yola çıkmaz diyerek seni beklemeyenlere “Bir söz ancak ölüm ya da ona yakın bir felaket sebebiyle yerine getirilemeyebilir” diyerek altı ay dargın kalabiliyordun. Biz biliyoruz ki senin bu soylu davranışın cihanın güneşinin bizlere tavsiyesi idi. Akif’in güzellikleri bağlı olduğu imandan, ilham aldığı Kur’an’dan, Allah’a ve O’nun güzeller güzeli Resulüne olan deruni bağlılığından kaynaklanıyordu. Akif’i anlamak için İslam’ı çok iyi öğrenmek ve anlamak lâzım gelir desek sanırım hata etmeyiz…
Hele senin küçük yaşta babanı kaybetmene, çocukken evinizin yanmasına, fakr u zaruret içinde bir hayat yaşamana rağmen dünyalık önünde asla eğilmemene, hiçbir ödüle iltifat etmemene, odanda üzerine oturduğun tek kilimini mahallendeki fakire vermene, “kuru fasulye ve bulgur aşı yedikten sonra gâvura boyun eğmem” demene ne demeli bilmem ki? Cimrilik, ikbal şımarıklığı, kibir ve para, senin en nefret ettiğin şeylerdi. İnsan nefret edecekse Akif gibi etmeli…
Öldüğün zaman sırtından çıkartılan elbisen, yeni bir şapka, bir mavzer tüfeği, istiklal madalyası ve bir iki lira paran çıkmıştı yastık altından. Peygamberi örnek edinen derya bir insandan başka ne beklenebilir ki? Ah bu soylu davranış çağımız insanına rehberlik edebilse. Bölüşmeyi ve dünyayı tekmeleyecek kadar tok olmayı öğrenebilsek yeniden.”(https://dergi.altinoluk.com/index.php? sayfa=yillar&MakaleNo=d274s049m1)
Seni anlatmak yerine anlamaya çalışmak yapılacak en doğru iş olsa gerek…
Kabrinde rahat uyu. Ruhun şâd olsun!