Alptekin CEVHERLİ
Milletlerin kültürü parmak izi gibidir der Abdülkadir Duru, gerçekten de bir milleti diğerlerinden ayıran en önemli unsur kültürdür. Günümüzden 3 bin yıl önce yaşamış bir kavmin zamanımıza ulaşan bir çömleğinden, o çömleğin üzerindeki desenlerden, kullanılan kilin cinsinden ve kimyasal yapısından, çömleğin şeklinden, sırrından, pişirilmesinden hangi millete ve medeniyete ait olduğu pek rahat anlaşılır. Sadece bu fiziki kültürel öğeler için böyle değildir. Aynı zamanda sözlü kültür için de soyut kültür varlıkları için de bu böyledir.
Ve milletler bu özelliklerini korudukları müddetçe varlıklarını, isimlerini ve cisimlerini devam ettirebilirler. Kendi kültürlerini terk etmeye başladıkları andan itibaren kabul ettikleri kültüre ait millet içinde asimile olmaya başladılar demektir.
Türkler, yaklaşık 2300 yıldır Balkanlar’da hâkimiyet tesis etmiş, sayısız devlet kurmuş ve hatta Balkan yarım adasının en eski milletlerinden biri olmuşlardır. Bugün Balkan milletleri olarak bilinen pek çok kavim, Türklerden sonra Balkanlar’a gelmiştir.
Ancak Batı tarafından bizden çok daha fazla Balkanlı veya Doğu Avrupalı kabul edilmişlerdir. Meselâ Slavlar veya Germenler buna en güzel iki örnektir…
Türkler Hunlar, Kıpçaklar, Kumanlar, Oğuzlar, Peçenekler, Samiler, Ugurlar, Hazarlar, Tatarlar vb. pek çok boy veya devlet adıyla Balkanlara yerleşmiş ve yaşamışlardır.
Ancak konu başlığımızdan da anlaşılacağı gibi askerî yönden elde edilen başarılar ve sürdürülen hakimiyet kültür alanında gösterilemediği için bu saydığımız Türk kavimlerinin neredeyse tamamına yakını asimile olmuş ve hatta zamanla Türk Milleti’nin ve İslâmiyet’in baş düşmanı haline gelmişlerdir.
Türklerin 2300 yıllık Batı’ya göç serüveni sayesinde dünya tarihinde “kavimler göçü” olarak adlandırılan ve bugünkü dünya siyasi haritasının temellerini atan insanlık tarihinin en büyük göç hareketi yaşanmıştır. Bu sayede Saksonlar kıta Avrupası’ndan İngiltere adasına, Vizigotlar Doğu Avrupa’dan İspanya yarımadasına, Slavlar kuzey doğu Avrupa’dan Balkanlar’a, Vandallar Doğu Avrupa’dan Afrika’ya, Franklar Orta Avrupa’dan Batı Avrupa’ya vb. pek çok kavim de başka yerlere göç etmişlerdir. Böylece bugünkü dünya haritasındaki milletlerin temelleri atılmıştır. Buna neden olan Türkler ise askeri yönden zayıfladıkları andan itibaren asimile edilmeye başlanmışlar, millî benliklerini, kültürlerini unutmuşlardır.
Hıristiyanlığın Avrupa’da yayılması ve Roma İmparatorluğunun resmi dini olmasıyla birlikte ise askeri başarısızlıkların sonuçlarının yanı sıra misyonerlik operasyonlarıyla da Türklükten uzaklaşmaları ve hatta asıllarını inkâr ederek adeta birer mankurt gibi azılı birer Türk düşmanı haline gelmeleri sağlanmıştır.
İşte Todor Jivkov dönemi Bulgaristan’ı bunun en açık örneğidir. Bulgarların önemli bir kısmı genetik olarak Türk olmalarına rağmen Belene hapishanelerinde Müslüman Türklere akıl almaz işkenceler gerçekleştirerek onların dinlerini, isimlerini ve dillerini gasp etmeye ve zorla Slavlaştırmaya çalışmışlardır. Bu aynı zamanda soyut ve somut kültür varlıklarının da soykırıma tabi tutulmasını elbette beraberinde getirmiştir…
Bugün Finliler, Estonlar, Bulgarlar, Macarlar, Samiler vb. pek çok Türk boyu kültürel soykırıma tabi tutularak millî benliklerini kaybetmişlerdir.
9’uncu yüzyılda Kuman ve Kıpçak Türkleri Balkanlar ve Doğu Avrupa’da kurdukları büyük devlet ile bölgeyi hakimiyetleri altına alırken, zamanla Hıristiyan misyonerlerin etkisiyle asimile olmuş ve Anadolu’ya düzenlenen Haçlı seferlerinden de nasiplerini alarak Balkanlarda ciddi askeri baskılara maruz kalmışlar ve zamanla Hıristiyanlaşarak özlerini kaybetmişlerdir. Slavların kuzeyden güneye doğru hareketleriyle de Slavlarla karışmışlardır.
Hatta Kuman Türklerini Hıristiyanlaştırmak için yapılan çalışmalar öyle boyutlara varmıştır ki, dünyada ilk kez 12’nci yüzyılda Latin alfabesi ile Türkçe İncil ve Latince’den Kuman Türkçe’sine sözlük yazılmış ve Türk ülkelerinde dağıtılmıştır. Bugün için sarı saçlı mavi gözlü olarak bilinen Slav tipi aslında Kuman-Kıpçak Türklerinin tipidir.
Fin –Ugur Türkleri de 9’uncu yüzyılda Ural Dağları’nın bulunduğu bölgeden Batıya doğru göç etmiş ve bugünkü Finlandiya ve Estonya’nın bulunduğu bölgeye gelmişlerdir. Ancak kurdukları devlet kısa bir süre sonra İsveç Krallığı tarafından işgal edilerek 900 yıla yakın bir şekilde asimilasyona maruz kalmışlardır. Ta ki 19’uncu yüzyılda Ruslar tarafından bölge işgal edilene kadar Fin Türkleri Hıristiyanlaştırılmışlardır. Rus işgali ardından Rusya’daki 1917 Ekim Devrimi kargaşasında yani yaklaşık 1000 yıl sonra bağımsızlıklarını yeniden kazanmışlardır. Bugün için Finlandiya’da ve Estonya’da gelişen Türkoloji çalışmalarıyla Türk soylu olduklarına dair bir bilinç oluşuyorsa da henüz çok yetersizdir.
Macarlar ise zaten kendilerine ‘Hungary’ yani ‘Hunlar’ demektedirler. Ancak onlar da Avusturyalılar ve Almanlar tarafından çok ciddi bir asimilasyon sürecine tabi tutulmuşlardır. Hatta o kadar ki, Osmanlı Türk Devleti’nin Doğu Avrupa’da ilerleyişini yavaşlatan ve durduran güçlerden biri de Macarlar olmuştur. Buna rağmen Osmanlı idaresinde kaldıkları yaklaşık 150 yıllık süre zarfında ortak Türkçe kelimeler ve henüz yok olmamış bazı adetlerin ortaklığı bir bilinç sürecinin oluşmasını sağlamış ve din farkına rağmen ve gelişen Türkoloji çalışmalarının neticesi Macaristan’da Türk partisi Jobbik 2002 yılında kurulmuş ve yaklaşık % 15 – 20 civarındaki oy ortalaması ile ülkenin en önemli siyasi güçlerinden biri haline gelmiştir.
Laponlar ve Samiler de yine 9’uncu yüzyılda Batı’ya ve Kuzey’e doğru harekete geçmiş ancak tam bir hakimiyet kuramamışlar ve İsveç Krallığı’nın, Slavların ve Vikinglerin işgalinde 1000 yılı aşkın bir süredir kalarak dinlerini ve dillerini önemli ölçüde kaybetmişlerdir. Ancak halen Finlandiya, Norveç ve İsveç’in kuzeyi ile Rusya’nın kuzeyinde ve Sibirya’da dağınık halde yaşamaktadırlar.
Bulgarlar ise Büyük Bulgar Hanlığı’nın doğu ve batı diye ayrılması ardından Doğu’da kalanlar Kazan kenti etrafında Müslüman olarak Volga boylarında Tataristan’ı kurarlarken, Tuna boylarına göç eden Bulgarlar ise İstanbul’u birkaç kez kuşatmış fakat Bizans’ın ve ardından Slavların baskısıyla önce Hıristiyanlaştırılmış ve ardından asimile edilerek Slavlaştırılmışlardır. Hatta o kadar ki Balkan savaşlarında Osmanlı Türkleri’ne karşı en acımasız baskıyı yapanlardan biri de Bulgarlar olmuştur. Diğer yandan Volga boylarında kalan Müslüman Bulgarlar ise Türk Dünyası’nın önemli bir öğesi durumuna gelmişlerdir.
Peçenekler asimile olmalarına rağmen nispeten varlıklarını devam ettirmiş ve Müslüman olarak bugün Pomak olarak bilinen Türklerin oluşmasını sağlamışlardır.
Görüldüğü gibi kültürel asimilasyon genelde din yoluyla gerçekleştirilmiş ve ardından nasılsa aynı dine inanıyoruz denilerek diğer milletlerin içinde asimile olmaları sağlanmıştır. Bunun tek istisnası Moldova’daki Gagauz özerk devletinde yaşayan Gagauz (Gökoğuz) Türkleri olmuştur. Hıristiyan olmalarına rağmen millî benliklerini korumuşlardır. Ancak şu da var ki, sayıları hızla azalmakta ve Özellikle Yunan kilisesi tarafından hızla asimile edilmeleri üzerine çalışmalar yapılmaktadır.
Osmanlı döneminde Balkanlara giden Müslüman Türkler ise millî benliklerini ‘kısmen’ koruyabilmişlerdir. Ancak şu anda ise Balkan Türkleri hızlı bir Arnavutlaştırma politikasıyla karşı karşıyadır. Bu konuda acil olarak bir çalışma yapılması şarttır…