Neriman KALYONCUOĞLU
Tarih: 31 Aralık 2020

Medeni kültür ile teknik kültür birbirinden ayrı şeylerdir. Kimliği etkileyen medeniyet kültürüdür.

Bulgaristan Türklerinin medeni kültür gönderi (Ufku) 1989 Ayaklanmasında 5 istek şeklinde belirlenmiştir.

  • Güya “isim değiştirme” adı altında gerçekleştirilen soy kırım denemesi mağdurlarına tazminat ödenmesi;
  • Türk isimlerinin kültürel hakların geri verilmesi, Türkçe eğitim;
  • Türk dili başta olmak üzere azınlık dillerinin serbest kullanımının yasallaştırılması;
  • Din özgürlüğünün tanınması ve
  • Türkiye Cumhuriyetine serbest göç hakkı tanınması.

Bu istekler dünyaya duyurulmuştur.

Bir halka zulüm edilmesi ne kadar yasalsa, zulme ve teröre karşı mücadele de yasaldır. Mücadele biçimini mazlumlar kendisi belirler. Zalimlere karşı mücadele edenler “terörist” değildir.

2020 yılının son gününde bu konuya dönmemin nedenlerinin başında, 30 yıldan beri çözülmemiş olmasıdır. Ne kardeşlerimiz tazminat alabildi, ne özürlülerimiz görüldü, ne çocuklarımız Türk okullarına gidebildi, ne de bilimiz, kültürümüz serbest bırakıldı ve ne de ufkumuz açıldı.

Ne var ki, ne de olsa 2020 kimliğimiz üzerinde önemli izler bıraktı. Bulgaristan Türkleri birçok konuda etkiledi. İnsanımızın gözü bir daha açıldı. Bu daha 2005’te başlayan yeni sürecin devamı oldu. 15 yıl önce kendini gösteren süreç ise şudur:

1950’lerden başlayarak değişik ülkelerden, Birleşik Amerika, Kanada ve Batı Avrupa’ya göç edenler artık üçüncü kuşak etnik ve kültürel kimliklerini korudular. Büyük devletlerin anayasalarından hiç birinde “milli kimlik belirleme özgürlüğü” yer almasa ve devlet ve hükümet yöneticileri görmek istemeseler de, insanların hayatında önemli rol oynayan özgün ihtiyaçlar ve menfaatlerin kimlik belirlemede çözümleyici rol oynadığı ortaya çıktı. Bu özellikler, el öpmeden, aynı sofrada aynı kaseden çorba içmekten, mezarla defnedilmeye kadar çok çeşitlidir. Uçakla sık yolculuk yapanlar bilir. Yıllar önce Almanya’da hayata gözlerini yuman Türklerin tabutları uçak hangarlarında memlekete götürülürdü. Köy mezarlıklarında defnedilirlerdi. Artık bu sorun birçok yerde çözüldü, Alman Eyalet makamları Müslüman mezarlığı için yer ayırdılar ve sorun çözüldü. Yalnız Sofya’da çözülemiyor bu sorun…

Hatırlayacağınız üzere 1960’lardan başlayarak Bulgaristan’ın sanayileşme başlamasıyla, el emeğinin makinalarla değiştirilmesiyle ve teknolojinin etkisiyle kimliğin değiştiği, ortak sosyalist kimlik oluştuğu yalanları savrulmaya başlanmıştı. Yılların geçmesiyle manevi hayatın ve kimliğin teknolojiden değişmediği ortaya çıktı. Türkler,  Türkler kaldı. Çingeneler Çingene, Bulgarlar da Bulgar… G-4 devrine girdik, durum aynı.

Ayrıca 1980’li yıllarda yalanla pudralanmış baskıların da kimlik değiştiremeyeceği kanıtlandı. Fakat bencil ve çıkarcı insanların para pul hırsına kapılınca Türk kimliğinden ödün vermeye yatkın olduğunu bugün de görebiliyoruz. Örneğin, 2017 seçimlerinde Kasım Dalın HŞHP’ne Genel Sekreterlik yapan Orhan İsmailov artık Türklükten ve Bulgarlıktan vazgeçmiş ve “dünya vatandaşıyım” diyor. Ne ki, dünya vatandaşının kimlik çizgileri belli değil. Kimliksiz biri olan Ahmet Doğan’ın “erkek sekreteri”, (aramızda olmayanlardan söz etmenin iyi olmadığını bilsem de) Ahmet Emin de “mason teşkilatında maske taktığında” ben dünya vatandaşıyım havalarına girmişti. Kör kurşuna kurban gidince köyünün mezarlığına gömüldü. Bizim dünyamız köyümüzdür.  Ahmet Doğan İç işleri Bakanlığı Kadroları önünde 1986’da “Doktora tezi” savunmuş ama Varna Mahkemesinde yargılanırken, mahkeme kararında “diploması ve yezi geçersizdir” yazıyor, ama bugün gene “doktor” falan filan geçiyor. Bunların hepsi balon. Bunun için diyorum. Bizim maneviyatımız, Bulgar milli maneviyatından farklıdır, biz doğru dürüst, kalbi temiz Allah adamıyız.

İnsan kimliğinin korunmasında öncelikle kişisel hak ve özgürlüklerin yasalarla güvence altına alınması, hukukun üstünlüğü ve demokratik haklar olağanüstü büyük rol oynadı. Bu bakıma, 20. yüzyılda Bulgaristan Türklerinin Müslüman Türk kimliği uğruna verdiği kimliksiz biri. Kahramanlık dolu mücadele pek çok kişiye örnek olmuştur. Bu bakıma 26 Aralık 2020 sabahı “Türkan Çeşme” anma törenlerine 30 yıldan sonra ilk kez olmak üzere, bazı Bulgar siyasi partilerinin çiçek ve çelenk göndermesi, verilen demeçler olağanüstü önemlidir.  Yüzkarası geçmişinden kurtulmayan toplum uzlaşma sağlayamaz, ileri adım atamaz bilinci üstünlük sağlamaya başladı. Bu yolun yakın durağı Bulgaristan Türk kimliğinin resmen tanınması olmalıdır. Ve olacaktır.

Buraya ilave etmemiz gereken bir ilave var. Biz politik kimliğimiz yolunda yıllarca hiç arasız savaştık. 55 örgüt kurduk. Bulgarlar bizi anlatan çok kitap yazdılar ve hedeflerinde hep olayları karıştırmak, bizi birbirimize düşürmek, suyu bunaltmak, kafamızı sislendirmek vardı. Bu olayı size şöyle de anlatabilirim. Bir yol var. Hayat bolumuz, Biz politikleşmek, partileşmek ve siyasi sahneye çıkmak için direndik, örgütlendik, bayrak diktik, 150 müebbetlik kahramanımız Eski Zara –Stara Zagora hapishanesindeydi. Sofya Hapishanesinde kurşunlanan kahramanlarımız var. Toplama kamplarında yatanlara ve sürgünlere de “terörist” dediler. Oysa hak aramaz davamız doğal ve yasaldı. Bu bizim partiye uzanma davamızdı. Kısacası şudur.. Kardeşlerimizin kararı siyasete olgunlaşan irademizin ifadesidir.

Biz politik örgütlenme emrini dışardan almadık.  Bulgar Bilimler Akademisi (BAN) Kültür Tarihi Araştırmaları Profesörlerinden Valeri Stoyanov, Hak ve Özgürlük Hareketinin ilk dönemine ilişkin 2 ciltlik araştırma eseri yayınladı – Valeristica Polyhistorica.  Gerek Bulgaristan Türk Milli Kurtuluş Hareketi (BTMKH) ve ardından Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH-DPS) örgütlerinin Bulgaristan İç İşleri Bakanlığı Devlet Güvenlik (DS) örgütünün “B – 1396” n.o.’lu emriyle (direktifi) kurulduğunu yazıyor. Cilt 2, sayfa 592.

Halkımızın “kendini bir şey sayanlar” sözü vardır. Onlardan biri olan, polis ve ajan okul, enstitü ve akademilerinde “Bulgaristan’da Türk düşmanlığı aşamaları” dersi hocası, Veliko Tırnovo’da askeri Akademi bitirmiş “askersiz Yüzbaşı” Orhan İsmailov “ben Bulgaristan Türk azınlığını ve Türk kimliğinin tanınmasına karşıyım, ben bir dünya vatandaşıyım” derken, siyasileşme kanalını kazarken bizimle beraber olmadığını kanıtlamış oluyor. Ama gözü lider olmakta. Bu kendine hayran kişi, Türk dilinin Bulgaristan’da ikinci resmi dil olmasını isteyen Kasım Dal politikaya davet etmiş ve kurduğu HŞHP Genel Başkanlığına atamamla yanlış yapmış, halkımıza dayatmak istemiştir. Ne ki bu istekler, halkımızın kaderini belirlemede özgür davrandığının ifadesidir. Başka bir halk olmak, başka bir dille konuşmak ve başka bir kimlik sahibi olmak istemeyişinin ifadesidir.

Bu kişilerin, kendi aralarında,  Türk Milli Kimliği meselelerinde anlaşamamaları ve ayrılmaları isabet olmuş. Son yıllarda olduğu gibi bu yıl da Batı Avrupa ülkelerinde Müslüman kimliğinin yaşadığını ve güçlendiğini görebildik. Bu kaynaşma ve kendinle olma meselesidir. İşler insan hakları alanına gelince, her devletin enstitülerini geliştirmesi zorunludur.

Geçen sene bu konuda Almanya’da ilginç eserler çıktı.

Alman Sosyal Demokrat Partisi Berlin Maliye Bakanı, araştırmacı yazar Tilo Sarrazin Münih’te “Düşman Bizi Yutuyor” başlıklı bir kitap yayınladı. Konusu İslam ve Müslümanlar. Aynı yazar daha önce de “Almanya Kendini Nasıl Yok Ediyor?” başlıklı bir araştırma yayınlamıştı. 26 baskı yapan 2. eserde beş başlık yer alıyor:

  • İslam dinini Doğuşu;
  • İslam devletleri sisteminin kurulması;
  • Müslüman cemaatlerin yapısı;
  • Batı Avrupa ülkelerindeki Müslüman Cemaatleri ve
  • Müslüman kimliğine karşı nasıl savaşmalı?

Yazar çalışmasında 2-3 kuşağa kadar Avrupa’nın İslam ve Müslümanlar tarafından tamamen ele geçireceğini ve kıtanın İslam’ın egemenlik alanı olacağını kanıtlamaya çalışmış.  Kültür olarak Hıristiyanlıktan da etkili ve disiplinli bir yaşam tarzı sunan İslam dininin Avrupa’da hızla yayıldığına dikkat çekiyor.

İslam ülkelerinin Fas’tan Kazakistan’a kadar Hristiyan dünyasını kuşatmış olduğuna yer verilen bu araştırmada, Batı Avrupa ülkelerinde Hıristiyan nüfusun yılda ortalama % 1,25 artış gösterirken Müslüman ailelerin % 2.5 hızla çoğaldığı bildiriliyor. Müslüman Asya’nın da Hıristiyanlarından öteki kesimden çok daha hızlı çoğaldığına vurgu yapıyor. Almanya’nın kalkınma ve ilerleme için yabancılara gerek duymadığı savunulan bu eserde, ancak Alman toplumuna bilgisi, hüneri ve çalışkanlığı ile yardımları ve katkıları bunan yabancı ailelere sosyal yardım verilmesi görüşü savunuluyor. Teknik ve teknolojik gelişmelerin Müslüman medeniyetini etkilemediği anlatılıyor, örnekler veriliyor. Avrupa’daki fakir ve yardıma muhtaç yabancılara sosyal yardımların kesilmesini isteyen yazar, Avrupa’nın topluma yararlı olmayan yabancılardan temizlenmesini istiyor. Fakir ülkelere yardım yapılması sorunlarını da irdeleyen araştırmacı yazar, yoksul ülkelere ancak isabetli öğütlerle yardım etmeliyiz diyor. Bu halklara maddi ve mali yardımların kesilmesini isteyen Sarrazin, o ülkelerde birkaç kişilik bir yönetici elit grubu yetiştirilerek paranın o kişilere verilmesinde ısrar ediyor. Bu yoksul kitle yöneticileri özel eğitilirken kafalarına “sorunlarınızın çözümü sizin kendi elinizdedir” fikrinin zorla aşılanması  ve alınan tepkiler üzerinde duruyor.

Asimilasyon siyasetinde uygulanan şiddetle ilgili bir Bulgaristan örneği vermek istiyorum:

BKP MK Aralık 1989 toplantısında baskı kullanılarak “etnik olarak tek vücut Bulgar ulusu” oluşturma politikası ve elde edilen kötü sonuçlar eleştirildi. Halkın tepkisi, etnik nüfusun yaşadığı bölgelerde halk hareketlerine, gösterilere, mitinglere ve grevlere neden oldu.  İsimlerin iade edilmesine karşı çıkan Bulgarların ise  etnik haklar ve Türklerin kimliği konusunda bir referandum yapılmasını istediği, ifade edildi.

 Şunu hemen belirtelim hiçbir halkın kimliği halk oylamasıyla belirlenemez. Aynı yanlışlığın Makedon kimliği ile ilgili yaşandı.

Aynı kitabın 333. sayfasında Avrupa’ya gelen sığınmacılardan % 70’inin güçlü, sağlıklı, genç erkekler, öğrenim görmüş, fakat Almanya’nın aradığı uzman kesimi düzeyine yetersiz kişiler olduğunu ve iş hayatına adapte olabilmeleri için şimdiye kadar 700 milyar Avro harcandığını açıklıyor. Toplum kimliğini koruyanlar etrafına toplanıyor. İslam insanları huzura çekiyor. Son 2 yılda Almanya’ya Yakın Doğu ülkelerinden 2.5 milyon Müslüman sığınmacı gelmiş. Bunlardan en büyük kısmı Suriye, Irak ve Afganistan’dan gelmiş. Suriyelilerin okuma yazma kültürü olduğuna, Almancayı kolay öğrendiğine, Afganistanlıları ise iç savaşın içinden, okul görmeden geldiklerini, Almanca öğrenmekte zorlandıklarını ve toplumla kaynaşamadıklarına işaret ediyor. Berlin’de 80 cemaat ve 80 cami var. Dış ülkelerde de ana dili, din ve milli kültür Kimlik korunmasında çok önemli rol oynuyor.

“Alene Bach” ajansının yaptığı bir araştırmaya göre, katılımcıların % 63’ü İslam ve Müslüman kimliğinin Almanya’nın bir parçası olmadığını iddia ederken, % 23 bu soruya “Evet” cevabı vermiştir. Avrupa Müslüman Türk kimliğinin yıkayıp kurulamakla, yasaklarla değiştirilemediğinin bilincine varmış durumdadır. Türklerin öz kimlikleri için can feda etmeye hazır olduğuna inanmışlardır. Ve bir Türk için Türk kimliği ile var olmanın, kariyer yapmanın hayat anlamı olduğunu fart etmişlerdir. Bu bakıma bir Avrupa’da artık büyük bir dönüşüm yaşandığını görürken, Bulgaristan’da bu algıya ters bakılması, ayrımcılık temelleri oluşturmaya devam ediyor.

2020 yılında şunu özellikle belirtmemiz yerinde olur. Kültür ve İlerleme (tekniksel yükseliş) arasındaki çarpışmalarda her zaman galip (üstün) gelen kültür olmuştur. Kültür dendiğinde, Türklerin hayat tarzını, yaşam biçimini belirleyenden söz ediyorum. Geleneklerini yaşatmalarından. Biz hayata kültürün önemsiz olduğunu, belirleyici olmadığını, isimlerin, dinlerin, örf ve adetin değiştirilebileceğini iddia edenleri gördük. 1985’te “Bunovo tünelinde” vagon patlamasına “terör” dediler. Dağlık Karabağ’da öç toprağı ve vatan için can verenlere yıllarca “terörist” dediler. Bunu Kırımda, Ukrayna’nın Donbas bölgesinde, Paris’teki patlamalarda yaşandı. İnsanları düşünmeye iten şöyle olaylar oldu. “Terör” en gelişmiş kentlerde en iyi koşullarda yaşayanların sokaklarında, kahve içtikleri mekânlarda yaşandı. Ve “terör” olayının cebinde parası olmayan, ruhunu satan insanların, işi olmayanların kimliğinde değil, binlerce insanın “terör” eylemine katılmayı kurguladığı ortaya çıktı. En basit hakları elinden alınanlar hak arama davasına örnek oldu ve terör eylemleri gerçekleştirdi. Bu tepki insanların kendi kültürel ortamından alınmasına, kültürel ortamın değiştirilmesine, insanların kendilerini yabancı kültürle zehirlenmiş hissetmesine tepkiydi. Ve kültürel kimlikleri değiştirilen insanlar hiçbir zaman yeni düştüre alışmadılar, hep tepki gösterdiler, onları değiştirmek isteyenleri kendine benzetmeye çalıştılar ki, bugün Bulgarların yarısı memleketi terk etmiş ve ne zaman dönecekleri belli değildir. Dış ülkeler gidip okuyup dönmeyenlerin sebebi ise, dönünce bilgilerini uygulayacak kültürel alan bulamamalarıdır.

Bu kültürel olay 2020’de belirmedi. Daha önce totalitarizm yıllarında ve Bulgar kültürü dayatma zulmüne karşı tepki olarak kükredi ve yanar dağ gücüyle toplumu etkilemeye devam ediyor.  Dış ülkeden gelen ve 3. Nesilde yeni ortama adapte olma süreci 2015’ta durdu. Bu nedenledir ki, GERB Partisinin Boyko Borisov hükümeti Orta Doğudan gelecek ve Bulgaristan’a yerleşecek Müslüman kitlenin toplum kurup Bulgaristan Müslümanlarıyla kaynaşma ihtimalinden de korktu. Sınırı tel örgülerle kapamalarının sebeplerinden biri de budur. Yerli Müslüman azınlıklar ve Müslüman göç seli hakkında nitel değişme 2020’de daha da pekişti diyebiliriz.

Bulgaristan’da, Balkanlarda ve Batı Avrupa’da modern Türk kimliğinin yerleşmesinde ve güçlenmesinde en büyük rolü 2020 yılında da Türkiye Cumhuriyeti ve Büyük önder Sayın Recep Tayyip Erdoğan gördü.

Yeni yılınız kutlu olsun.

Hepinize sağlık ve mutluluk diliyorum.

Kendinize iyi bakınız!

Reklamlar