ŞAkir ARSLANTAŞ

 

Bu hafta, köydeşim Ahmet Doğan’ın 10 ciltlik gizli servis dosyasında olmayan büyük bir olay kabak çiçeği gibi açtı. Cumartesi (25 Nisan 2015) saat 18’de Bulgar kamuoyu NOVA TV ekranına kilitlendi. Bir hafta öncesinden başlayan tanıtımda “Hak ve Özgürlükler Hareketini kuran Ahmet Doğan değil, başkasıymış!” diyenler aslında, “KRAL ÇIPLAK” demek isterken, ben gibi sıradan seyirciler SARAY KURDU DA SAHTEYMİŞ anlıyordu.

 

Dobriç’e bağlı Bakalovo (Baraklar) köyünde Necmettin H Hak’ın doğduğu evin misafir odası, şimdi saman dolu. Samanlığın dış kapı sürgüsü çekilince yere düştü. Kapı kendiliğinden açıldı ve içim birden aydınlandım. “Biz, üç kişiydik. 5 yıl sonra, 4 Ocak 1990’da’ Varna’da Emin Hamdi’nin dairesinde 33 kişiyle kurduğumuz Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin temellerini biz kendi aramızda, şu odacıkta,  1985’in Mayısında atmıştık. ” diye anlatmaya başlayan kurucu başkan Necmettin Hak’ın ta kendisiydi. Arkadaşlarım da Zahid Vahid ile Mümün Mustafa’dır.

 

Necmettin Hak 30 yıldan beri politik sahnede yoktu.  Orta boylu, toparlak yüzlü, kurucu kahraman artık altmış beşe basamak dayamış, fazla beyazlanmamış saçlarının verdiği gururla olacak, 24 Aralık 2014’te Kırcaali’ye bağlı “Türkan Çeşme” şehitleri anma, isim değiştirme ve kültürel soykırım kitle mitinginde mikrofonu aldığında sözleri suyu birikmiş bir ayazma gibi akmaya başladığında, herkes ona kilitlemişti. Ele verilmiş, tutuklanmış, sorgulanmış, acıları derin işkenceler görmüş adamın sesi açıldıkça samımı, namuslu, iyimser, fedakâr ve halkını seven biri olduğunu ele veriyordu. Yalın bakışlarının ardında Dobrucalıların nabzını tutmuş, zeki bilgeliğinden hiçbir şey yitirmeden olgunlaşmış bir hatip vardı.

 

Hakkında belki bin, belki 5 milyon ve daha da fazla kez “terörist” denmişti. Sofya’da “Razvigor” milli polis sorgulama merkezinde, zemin katın bilinmez kaç kat dibinde, 6 ay gece gündüz sorgulanmıştı. Sözle, bakışla, masaya yumruk vurup başına lastik balyoz indirerek öğrenemediklerini, günlerce aç-susuz tutmakla elde etmeye çalışmışlardı. Kulaklarını, kaşlarını, gözlerini kemirsinler, kanını emsinler diye kaldığı koğuşa her gece iri iri aç fare ve kene salıyorlardı. Bu da fayda etmemişti ki, bir deri, bir kemik kaldığında adalelerine topuklu iğne ve birkaç defa enser kakılmıştı.

 

Türk olan herkesin her şeyini aldıkları zaman onun ailesinin de her şeyini almışlardı. Henüz otuz beşindeydi. İçinde büyüdüğü ova gibi düz, aynı ovanın yolları gibi doğru, derin kuyulardan çekilen sular gibi berrak, içi dışı bir, biriydi.

 

Onu ele veren köstebek, anneannesi tarafından akraba olduklarını yazmıştı. Baraklar köyüne gitmiş, Necmettin, Zahid ve Mümün’ün isimlerini ve Türk kimliklerini, ibadet haklarını birlikte istemek ve almak için birlikte kurdukları BULGARİSTAN TÜRK MİLLİ HAREKETİ’NİN adını kendileri bulmuş, ilk bildirileri el yazısıyla karalamışlar ve köydeşlerini fazla zorlanmadan çalışmaya davet etmişlerdi. Onların isimleri ve Türk olarak tüm hak ve özgürlükleri kendi köylerinde ellerinden alınmıştı. Köyünde ve herkesin önünde geri verilmeliydi. “Diken battı yerden çıkar!” deyenler haklıydı. Bu sebeple, şoförden sürat yapmaması; biçerdöverciden bir günlük işi iki günde yapması; inek bakıcılardan buzağıları daha fazla emzirmesi; öğretmenlerin değişik neden uydurarak okula gitmemesi vs. isteniyordu.

 

Okumuşlardı, o da köyünde, Köseler rüştiyesinde (Telerik), traktörcü, pompacı, kamyon şoförü olmak hevesiyle II. Teknik Liseyi de bitirdi ve babasının da ısrarıyla bir sanayi ve teknik merkezi olan Gabrovo kentinde Yüksek Teknik Öğrenim aldı ve köylülükten silkinerek Dobtriç’te Ulaştırma Meslek Lisesi’ne öğretmen atandı. Aklından geçmeyen şeyler başına gelmeseydi, hayatı evden okula, hafta sonunda köye, kızların düğünleri, torunlar gelip geçecekti. Dünyanın başına yıkılacağını nereden bile bilirdi?

 

Belalar ve kötülükler kimseye geliyorum demediği gibi, ne Necmettin’e, ne köstebek Ahmet’in hayatlarını oyduğu 8 dava arkadaşına, ne Drandarlı olup Varna “Georgi Dimitrov” tersanesinde çalışan 10 işçiye; ne köy muhtarına, ne sağlık ocağı şefine ne de öğretmenlere geliyorum dememişti. 2006’da ajan dosyalarının açılmasıyla Ahmet Doğan’ın Türk ve Müslümanlarının karaciğerini, beyninin özünü oymayı hedef alan körleştirilmiş bir köstebek olduğunu anladıklarında şaşakalmışlardı. TV yayınında, N. Hak, ajanlara saldırmadı, Türklerin büyük yürekliliğini öne çekerek, “eden kendine eder” derken, ben kimseyi şahsi bir iş için dava saflarına çekmedim, bu bizim ortak davamızdır, ajan ve hainlerle hesaplaşmak vazifem olmadı ve değildir, şeklinde konuştu.

 

Bulgaristan Türk ve Müslümanları kişisel intikam peşine düşmeseler de, onlar

İlahı Adalet” olduğuna inanıyorlar. “İşte bak, ben sokakta yürüyorum, Dobriç’ten Sofya’ya geliyorum, pastaneye girip çay içiyorum, dostlarımla sohbet ediyor,  mitinglerde konuşuyorum!” bunu yapamayanlar, halkın gözüne bakmaktan çekinip korkanlar, düşünsün diye ekliyor.

 

Kurduğu BULGARİSTAN TÜRK MİLLİ HAREKETİ’NİN terörist bir örgüt olmadığını, komünistler de dahil, saflarında herkese yer olduğunu, halk davasının tamamen haklı ve ortak olduğunu, 1985 “terör olaylarını gerçekleştirenlerle” uzaktan yakından hiçbir bağları olmadığını anlattı ve şöyle dedi: “Barışçı araç ve yöntemlerle mücadele ettik, bildiri dağıttık, halkı uyardık, toplantı yaptık.” Tüm Türklerin ayaklanmaya zaten hazır olduğunu herkesin biliyordu deyen kurucu başkan, “Ahmet Doğan”ı 3 yıldan beri görmediğini söyledi.

 

Direniş biçimlerinin 1989 Mayısı’nda da değişmediğini ve Pazarcık hapishanesinde eşiyle yaptığı görüşmelerde “başkaldıranların kalabalık gruplar halinde yürümemeleri”, “direnişin oturma grevi şeklinde yürütmelerini” önerdiğini bir daha hatırlattı.

 

1989 Mayısında Paris İnsan Hakları Konferansına, A.Doğan’ın ceza evinden bir Bildiri gönderip göndermediği sorusunu da yanıtladı. N. Hak, Prag’a yolculuk etmeye hazırlanan Lozenets’lı bir TIR şoförüne bir yazı verildiğini, ne ki, şoförün dövüldüğünü, nefes alamaz bir durumda yol kenarına itilmiş bulunduğunu, öldüğünü ve daha öte yazının kaderini bilmediğini açıkladı.

 

Dosyalarda olmayan bu ayrıntılara dikkatinizi çekerken, 22 Aralık 1989’da Ahmet

Doğan ile Necmettin Hak’ın Pazarcık ceza evinden aynı ende serbest bırakılmıştır.  Aynı polis aracıyla Sofya’ya getirilseler de birbirlerini görmemişlerdir. Serbest bırakılınca 4–5 gün A. Doğan’ın Sofya’daki dairesinde kalan N. Hak ve arkadaşları yeni bir parti kurma konusunda hemen karara varır. Burada anlaşılmayan noktaysa şudur: Bulgaristan’da 23, 24, 25 Aralık günleri Noel Bayram tatili olduğu gibi, 31 Aralık ile 1 ve 2 Ocak günleri de tatildir. 1989 Kışının olağanüstü ağır ve aynı yılın 28 29 ve 30 Aralık karlı günlerinde Bulgaristanlı Pomakların Sofya’ya toplanıp Halk Meclisini bloke ettiği, 30 Aralık Gecesi isimlerimizin ve dinsel haklarımızın geri verildiği dikkate alındığında,  iplerin uçları birbirini yine tutmuyor. Çünkü Sofya’daki Pomak yürüyüşlerini yakından izleyenlerden biri N. Hak’tı. Meclis binası karşısındaki “Sofya” otelinin ikinci katındaki kahvesine girip çıkıyor ve çay içiyordu.

 

Burada N. Hak’ın da açıklayamadığı şu nokta hala cevap bekliyor. 1985’te olduğu gibi, 1989’da cezaevinden çıktığında Ahmet Doğan’ın BULGARİSTAN TÜRK MİLLİ HAREKETİ’NDE resmi bir görevi ve konumu yoktur. 30 Aralık 1989’da alaca karanlık basarken,  lapa lapa kar altında, polis aracından elinde bir hoparlörle inip “Kurtarıcı Çar” meydanına toplanan Pomaklara hitaben “isimleriniz iade edilecek garantör benim” demesi ve aynı polis aracıyla Bulgar Ulusal TV Birinci Programı’na çıkıp “Türklerin ve Müslümanların isimlerinin geri verilecek” müjdesini vermesi çok anlamlıdır. N. Hak bir parti program ve tüzüğü yazılması konusunda mutabık kaldıklarını, ama bu birkaç günün içinde bu belgelerin nasıl hazırlandığını ve  22 Aralık 1989 ile 4 Ocak 1990 günleri arasında 7-8 resmi tatil günü olması rağmen, bu evrakların nasıl tasdik ettirildiğini, bu kadar sıkışık bir ortamda Varna mahkemesinde nasıl tescil ettirildiğini, 33 kişinin katıldığı Emin Hamdi’nin dairesinde nasıl olur da, hiçbir kimsenin bu iki ana belge üzerinde tartışma açmadığı, yeni partinin isminin Hak ve Özgürlükler Partisi olmasında direnen ve önerisi kabul edilen Halim Pasajov’tan başka hiçbir kimsenin görüş beyan etmediği anlaşılır gibi değildir. Bu arada, Kurucu Kurultay’a sunulan partinin taslak isminin ne olduğu bile 26 yıldır sır kaldı.

 

Ahmet Doğan dosyası 10 cilt olsa da, bu gibi ayrıntılara açıklık getirmiyor.

Kendisiyle yapılan kişisel görüşmelerimizde, N. Hak – 1985 Mayısında başkanı olduğu BTMKH başkanlığından neden vazgeçtiğini gerekçelendirmek istemiyor.  HÖH parti başkanlığına neden aday olmadığını da gün ışığına çıkarmıyor. Halk tarafından bu denli sevilen bir liderin nasıl olur da bu denli sindirilebildiği ilgi uyandırmaya devam ediyor.

 

Bilindiği üzere, 10 Şubat 1990’da Necmettin Hak ve ailesi Bulgaristan’dan sökülüp atıldı. Türkiye’ye kovalandılar. “Halk tarafından sevildiğimiz için” kovulduk dese de, A. Doğan’la kişisel ilişkilerine değinmeden verilen bir yanıt, inandırıcı gelmiyor. N.Hak ile H. Pasajov’un Bulgaristan’dan kovulmasından sonra A. Doğan HÖH başkanlığında koltuğunu ısıtmaya başladı. Bir iki yılda Demokratik Lig Başkanı Mustafa Ömer’i de saf dışı etti. Sabri İskender ve arkadaşları daha 1989 Mayısında kovulmuşlardı.

 

1989’un Mayısında N. Hak ailesi Bulgaristan’a geri döndüğünde artık köprülerin altından çok su akmıştı. Anlatılanlara bakıldığında Hak’ın HÖH’e katılmasını engelleyen Kasim Dal oldu. Partide görev alma yollarını kontrol altına alan K. DAL Bulgaristan Türk aydınlarının halkımızın uyanmasına hizmette bulunmalarına en büyük darbeyi indiren olmuştur. HÖH Başkan Yardımcılığı ve Örgüt sekreterliğinden ayrılması da aynı hainliğe yanı Türk ve Müslüman aydınların halkla kucaklaşmasını baltalamaktır ve bugüne kadar başarılı olduğu konusunda k7uşku yoktur.

 

Böylece zaten aralarında organik bağ olmayan 1985’te kurulan BTMKH ile 1990’da kurulan HÖH partilerinin arası açılmaya daha ilk günde başladı. Çünkü köstebekler başı HÖH’ ten tavsiyeleri ve kadro kıyımını daha 4 Ocak 1990’da Varna’da başlatmıştı.  BTMKH ile HÖH partileri A. Doğan’ı politik olarak yükseltme ve “lider” yapma noktasında birbirinin devamıdır. Diğer tüm hususlarda birbirini tanımayan iki hain düşmandır. Bugünkü HÖH yönetiminde, meclis grubunda ve Dobruca il ve ilçe örgütlerinde BTMKH elemanlarından hiç birine görev verilmediği gibi kendilerine devamlı engel olunmuş ve köklerinden sökülüp yurt dışına atılmasına gayret edilmiştir. Köstebeklik yıllarlını “lider” pozisyonundan devam ettiren günümüzde “sarayda” oturuyor.

 

Devam edecek.

Reklamlar