Şakir Arslantaş
Konu: Bilinmeyenden Korkulur mu?
Kimi defa bazı şeyleri söylemek kolaydır. Ona faşist, buna komünist, diğerlerine İslamcı, daha başkalarına hain deyip yol alanlar var. Ben Bulgaristan Türkleri arasında olup gerçek Türk ailelerinde, Müslüman ortamında yetişip memleketimize, dinimize ve ahlakımıza, geçmişimize ve geleceğimize kahreden biri olabileceğine inanmıyorum. Daha doğrusu inanmak istemiyorum.
Müslüman ailede Müslüman yetişir deyenlerimiz her zaman haklıdır.
Bu memlekette bizden asil, bizden günahsız ve âlicenap, içindeki insan sevgisi bizimkinden büyük olan insan sever yoktur, deyenler de bizimledir.
Tabii bizde Türklük ve İslam ruhu, yücelik ve cesaret de atmaya başlayan her minicik yürekle yeniden hayat hakkı kazanıyor.
Şahsen ben komşularımıza, köydeşlerimize, uzak yakın köylerden hemşerilerimize karşı tek kötü söz söylenmemiş bir ailede yetiştim. Aynı şeyi Suvorovo köylerinden Bulgar için de söyleyebilirim, onları bizden sayar kötü görmek, karalamak istemiyorduk. Pazarlarda kendileriyle da alış verişimiz olurdu. Toplumu bir arı kovanı gibi gördüğümüzde bal toplayan arılarla kovan bekçileri arasında kavgadan kimseye fayda olmayacağına herkes peşin inanmıştı.
Dün akşam Varna bölgesel TV yayınına baktım. Belediye encümenliğinde yumruklaşıyorlar. Nedeni? Geçen sene evlerini sel götüren Çingene vatandaşlara inşa edip daire dağıtılması plan tasarısı görüşülüyordu. Belediye Başkanı, Belediye meclisi üyeleri ve felaket mağdurları razı, Avrupa Birliği’nden de “olur, ödenek sağlarız” denmiş, fakat bu defa yerli halk “olmaz!” diyor. Apartmanların kurulacağı yer denizi en iyi görüyormuş. Denize açılan manzarayı kıskanıyorlar. Gemileri seyretmeyi Çingenelere çok görüyorlar. Kıskanıyorlar işte, denizin neyini kıskanıyorlarsa! “Deniz, bakanken insanın karnını doyurmaz ki!” desek. Karar alamadılar. Yankılanan nedir. Kıskançlık yerel idare organlarını felç edecek duruma gelmiş, haberimiz yok. Kıskançlık (egoizm) bir hastalık mıdır?. Toplumsal felaket olabilir mi?! Bunun adı, kaşarlı Bulgar kıskançlığından başka, bir de ırkçılık, ayrımcılık değil de nedir!
Harmanlı’deki “savaş kaçakları kampında kalanların şehir havuzunda serinlemesi yasaklanmış.” Nerede serinlesin bu insanlar?
Köküm Dobruca’lıdır. Bizim oralar fazla alçaklı yüksekli, dereli tepeli sayılmaz.
Ses yankılanmasına, koyun güzü ardından önce, köy hamamında şaşırmıştım. Yankıda her şeyimizin yansır, yankı insan aynasıdır.
Bir defa mantar toplamaya gitmiştik. Kız kardeşimin ayağı bir çalıya takıldı ve o boş bulunup ansızın yere düştü. Canı acıyınca çığlıkla “Anacığım!” diye bağırdı. Sesi “Anaaa!” diye döndü. Korkmuş olacak, ayağa kalkmaya çalışırken “Ağabey bu da kim?” diye sordu. Ben henüz yanıt vermeden, hafifçe bir sesin “Ağabey bu da kim?” dediği kulağa geldi.
Kardeşim şaşırdı. Ne olduğunu anlayamamıştı. Sesi ilk kez yankılandığından, korktuğu her halinden belliydi. Oysa korkacak bir şey yoktu.
Hafifçe anlattım. “Yankılanan sesin aslında HAYAT” olduğunu söyledim. Hayat, insanın ona verdiğini her zaman geri verir: “Kötülük yapan, kötülük bulur!” “İyilik yapan hayır bulur!” sözlerinde kökü budur, derken şunları da ekledim: “Daha fazla sevgi istediğin zaman, daha çok sevmelisin; daha fazla şefkat istediğinde, daha çok şev katlı olmasın!” gibi öğütlerde bulundum. Hayatın yokuşunda ilk adımlarını atmaya çalışan kardeşime sesinin hayat boyu yankılanacağını, yankılanma durduğunda endişeli ve korkulu günlerin kapı çalacağını ilave ettim.
Bireysel düzeyde hayat sanki çok güzel de, sosyal hayatta yıllar yılı başımıza gelenlerin, bize yapılan kötülüklerin, öfkeli, kinli ve nefretli kudurmuşların icatı olan zulmün hesabı ne zaman sorulacak, bu olaylar mahkemelerde, ağır ceza duruşmalarında ne zaman yankılanacak?
Büyük göçten sonra ardınızda ezgin bir kuşak kaldı. Bir asır boyu Türklere karşı uygulanan baskı ve terör, sindirme ve ezme, kovalama, sürgün etme, yargısız infaz ve zulüm siyaseti derin izler bıraktı. Bu çekinin yankısı bugün de derinden gelen bir inilti değil de nedir?
Kaynağının çok derin olduğunu söylemek istediğim, kap tutmuş yaraların yankısı seda şeklinde değil, zonk zonk olarak, her gün yüreğimizi iğneliyor. Bu kapanmış bir sayfanın, dürülmüş bir defterin, unutulmuş bir geçmişin aynası olamaz! Yankılanan yakın tarihimizde halkımızın ağır çekileridir.
İstesem de istemesem de düşmanlığın düşmanlık olarak yankılandığını itiraf ediyorum. Bir de birçok yaramız o denli derindir ki, acı yankılanma henüz yüze vurmamıştır. Üç kuşak Türklüğün okulsuz ve medeniyet kaynaklarından yoksun bırakılması 21. asır boyunca zonklamaya mahkûmdur.
Olayı, şöyle bir örnekle açmak istiyorum: Başımıza gelen olayların içinde gizli amaçlar, sırlar var. Bizden hala gizlenen gerçekler var. Bunlar gün ışığına çıkmadan gerçek asla yankılanamaz, hayat aynası gerçeği gösteremez. Eskiden olduğu gibi bugün de hayatın önemli sırlarını bilen hep üç beş kişidir.
26 Nisan 1894’te Mısırın liman şehri olan İskenderiye’de doğan, Alman Nazilerinin en önde gelenlerinden biri düzeyine yükselen Rudulf Hess, 17 Ağustos 1987’de, son 42 yılını geçirdiği Berlin’in Spandau Hapishanesi’nde, 29 yıl önce öldü. İkinci Dünya Savaşı suçlularının yargılandığı Nürnberg Mahkemesi’nde sustu. Daha sonra da ağzını açıp Hitlerin ne sebeple iktidara getirildiğini dünyaya anlatmadı. O, ne hükmetse son 70 yılda hoşgörüden ve aftan yararlanamayan tek Nazi’dir. İçerdeyken ona gazetecilerle görüşme izini verilmedi, yani geçmişi basında yankılanmadı. Hess, bu dünyadan sırlarıyla birlikte göçtü.
Ancak ilginçtir ki, 1942 yılında, İngilizlerin eline geçince kendi serbest iradesiyle verdiği ifadeler, belgeler ve bilgiler, İngiliz hükümeti tarafından, 75 yıl açıklanmaması kaydıyla, arşivlerde saklandı. Öyle ama o gün bu gün neredeyse 74 yıl tarihe karıştı ve şimdi soruyorum: 2017’de Hess’in İngiliz M 16 servisine anlattıkları yayınlanacak mı? Dünya 50 milyon kişinin canına kıyındığı o dehşetli trajedi hakkında bilmediklerini nihayet öğrenebilecek mi? Almanya tarihi yendem mi yazılacak?
Hess, 1942’de bir askeri uçağa binip kendi isteğiyle gitmişti İngiltere’ye, uçaktan atlamış, teslim olmuş ve anlattıklarını kendi iradesiyle paylaşmış, yazmış çizmişti. Bu dosyalar İngiltere tarafından 2017’de açıklanabilir. Sadece açıklanabilir diyorum, çünkü bu Londra hükümetinin arzusuna bağlıdır. Gerekli görürse bir 75 yıl daha açıklamayabilir.
Konuya bu kapıdan giriyorum, çünkü sayın okurum sizi başka bir kapıya götürmek istiyorum. Geçen hafta Bulgaristan’dan dönen hemşerilerimden biri bana, totaliter dönemde Bulgar gizli istihbaratı VI. Dairesinin Türkiye Masası 4. Amirliği şefliğinde görev alan, doğduğu yer bir Razgrat köyü olan Albay V. Bojkov’un Bulgaristan Türkleri ve Türkiye konulu 6. kitabını getirdi. Ayak tırnağından saçının son teline kadar her hücresinde Türk ve Müslüman düşmanlığı şakıyan bu ruhu zehirlenmiş Bulgar albayın daha önceki kitaplarında işlediği şöyle bir konu vardı. Her şeyin fazlasına bizzat tanık olmuş olan bu istihbarat subayı yeni eserinde şöyle demiştir: “Ahmet Doğan, Pazarcık hapishanesindeyken, onu belirli aralarla siyah bir “Volga” sabah erken cezaevinden alıp SSCB Sofya Büyükelçiliğinin Orta Rodop Dağları’nın Smolyan şehri mevkisindeki, dışardan bakılınca dikkat çekmeyen, hatta gözle görülmeyen ‘Rus Köşküne’ götürüyordu. Köşkte kendisiyle gün boyu görüşülüyordu. Ona vazifeler o zaman ve orada verilmiştir.”
Albay Boşkov, o yıllardaki Bulgar gizli polis servislerinin en önemli şubesinin otoritesine toz kondurmamak amacıyla “biz bu Dağ Köşkü’nün her köşesine böcek yetiştirmiştik. Rus istasyon şeflerinin onunla ne konuştuğunu, ona ne gibi vazifeler verdiğini vs böcekler aracılığıyla dinleyip kaydettik ve kayıtlar saklanıyor.” diye yazdı.
Soru: Bu kayıtlar açıklanmadan çıbanbaşı akar mı? Gerçek yankılanır, yorumlanır mı? Bu yapılmadan korku ve dehşet kalkar mı? Halkımızı o gün bu gün korku içinde yaşatmak için bir tuzak var ortada ve Ahmet Doğan gerçeği açıklamak ve Rus dış istihbaratı tarafından kendisine verilen gizli ödevleri kamuoyuna anlatmak zorundadır. Onun “DS” dosyasında bu ödevlerden söz edilmemesi, onu aklamaz. 30 yıldan beri halkımıza karşı kin ve öfke dolu sır küpü gibi susması, artık tehlikeli olmaya başladı. Herkesin bildiği üzere, kaldığı “saray” döküntüsünden 200 milyon US Dolar para kaybolmuştur. Arkasında 3 yetim bırakan Ahmet Emin kurşunlanarak öldürülmüştür. Çalınan paralar HÖH partisinin yani halkımızın parasıdır. Bu konularda yeni Başkan L. Mestan’ın da gece gündüz susması onu da aklamaz, o da bir muhbirdir ve bu oyunların içinde olduğu için sorumludur. Olaylar gizli tutulmaya çalışılsa da Sofya sokaklarında, kahvelerde, soydaşlarımız arasında yankılanıyor, geçmişin aynasına çarpıyor.
Ve şöyle bir durum da var. Gün gelip tüm sırlar mutlaka açıklanmalıdır. Gerektiğinde kapı kapı dolaşılıp imza toplanacak! HÖH Kurultayı toplanacak! Yüz karası olaylar gündem olacaktır.
30 yıllık gizem kutusunu açıp halktan gizlenen sırlar ortaya konduğu zaman Ahmet Doğan’ın hainlik öyküsü; Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin, (DPS) gerçek tarihi ve Bulgaristan Cumhuriyetinin son 30 yıllık geçmişi yeniden kaleme alınacaktır. Rus Dağ Köşkünde yapılan ve hala gizli tutulan kayıtlar deşifre edilip açıklanmadan, halk gerçekleri öğrenmeden, yayınlanmadan memlekette huzur ve güven olamaz. Bu işin içinde devlet ihaneti varsa savcılık soruşturması tamamlanmadan ve mahkeme kararı çıkmadan gerçek tarihimizi yazamayız. Yankılanmayı beklemek zorundayız. Hainler susarak zaman kazanıyorlar. Artık gün gibi ortada olan, şu “dosya” komedisinin, büyük ihanet oyunundan ancak küçük bir güldürü sahnesi olduğunun görülmüş olmasıdır. Şöyle de bir gerçek var.
- Doğan hakkındaki çabalar halkımızı aldatmayı, sem eleyip uyutmayı hedefliyor. Ahmetlerin Lütfülerin geçmişinden gelen yankı baştanbaşa sahtedir.
İngilizler, Rudolf Hess itiraflarını 75 yıldan beri nasıl saklıyorsa “DS” ve Ruslar da, en az 30 yıldan beri, Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarla ilgili A. Doğan’ın üstlendiği “önemli vazifeler” gizli tutuluyor. Halkımız huzursuzdur. HÖH liderlerinin suskunluğu halkımızı korkutuyor. Bulgar halkının ve Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının gerçekleri bilme zamanı gelmiştir. Korkunun ve endişenin gizlendiği yer bilgi yetersizliğidir.
Şu da ortadadır ki, bu ihanet iftiralarını sır gibi koruyan bir tek Moskova gizli servisi KGB değil, öz olarak Bulgaristan devletine karşı doğrudan doğruyta bir ihanet darbesi olan ve seve seve üstlenilen bu “önemli” ödevler, affı gayrı mümkün suç teşkil etmektedir. Bu nedenle A. Doğan tutuklanıp sorguya çekilmelidir.
Bu arada, aynı dönemde, Bulgar devlet düzeni, ekonomik alt yapı, mali sistem, eğitim, sağlık, adalet düzeni, etnik azınlıklar siyaseti, dış ve iç politika baştanbaşa yere saplanmış ki, ne tutuklanan, ne sorgulanan, ne de cezalandırılan var. Suçlular “saraylarda” kuş sütüyle besleniyor. Geri gidiş vitesindeyiz ve tam gaz ilerliyoruz. Halkımız bu batışın hesabını sormak istiyor. Yalnız 2014’ten beri dış borcumuz % 51 artış kaydetti. Bizi Yunandan daha kötü günler bekliyor. Bu gidişin yankılanması, beklenen ölü dalga hepimizi süpürecektir.
İnsanın aklından değişik fikirler geçse de, biz çekenler olduğumuzdan, yere en yakın uçanı kuyruğundan çekip içini görmek istiyoruz. Şu dönem Bulgaristan ile Rusya’nın arası iyice açıldı. Mal alıp veremiyoruz, Nataşalar kumsallarımızdan çekildi. Varna’da aç kaldı. Çingene daireleri için birbirine girdi. Burunlara gelen bir iç savaş kokusudur.
Ukrayna Cumhurbaşkanı Proşenko: “Putin’in bir sonraki hedefi Bulgaristan” diye uyardı. HÖH partisi NATO-oculukta ve Avrupa-Atlantik yaltaklığında başı çekerken, bilip de söyleyemedikleri, kusulacak bir şeyler varsa, kusup kurtulma zamanı, değil mi? Yoksa bizim salak Ahmet sahtecikten yattığı hapishaneden aman zaman beni kurtarın diye yalvarırken imzaladığı evraklarda “Korkunç İvan’ın Müslüman Düşmanlığını Balkanların göbeği Bulgaristan’da Türklere, Pomaklara diğer Müslümanlara karşı uzun vadede mutlaka uygulamayı ve hepimizin dinini, imanını, öz kimliğini öyle böyle ama kaçınılmaz surette unutturmayı, ezip suyunu çıkarmayı” üstlenmiş olabilir mi? Bunun için mi böyle gece gündüz korunuyor, dersiniz. Ruslar, Sofya makamlarına “A.Doğan’ı yok ederseniz, size savaş açarız!” notası çekmiş olabilirler mi? Proşenko’nun bildiği bir şeyler var. Hayır olamaz! Çünkü Rus dış politikasından şahsın hiçbir önemi yoktur. Öyleyse bu işin içinde bir kurt yeniği var. Bütün mesele yankılanmada, şimdi Rusya’ya kızmışken, Smolyan Balkanı’nda yapılan böcek kayıtları birden bire bir açıklansa, halkımız davulun sesini işitse, tokmak bir daha kafalarında balyoz gibi patlamadan, birazcık kenara çekilseler, diyorum.
Yani şu yakın tarihimizden beklenen yankılanma, bizi bir daha korkutacağa benziyor. Kız kardeşimin mantar toplamaya giderken kendi sesinden korktuğu gibi biz de, sözde bizden biri olarak geçinen ve 30 yıldan beri kuyumuzu kazandan korkuyoruz. Çingenelere “sizden sabun yaptıracağım” dedirten A. Doğandır. Bu sözler için 1.600.000 leva ödemiştir Volen Siderov’a…
Bilinmeyen gerçekler en büyük korku kaynağıdır. Konuşandan değil, susandan kork!, deyenler haklıdır. A. Doğan’ı konuşmasın diye sımsıkı kapadılar. Ha çıksın bakalım çıkabilirse… Belki de artık Rus istihbaratı bile kurtaramayacak.
Biz Bulgaristan Türkleri olarak, “A. Doğan Şeytanlık yaptığını biliyoruz.” Biz artık “saray” olayına bir “cin şişesi” gözüyle bakıyoruz. “Cin şişeden çıkarsa” sözünü işitmişsinizdir. Çıkarsa olay biter. Çıkar ve şişeye bir daha geri dönemez. Rus istihbaratının bizdeki sırları da böyledir. Totalitarizmde 1 200 ajanları vardı, ancak 120 kişi kalmışlar. Sıçan gibi gizleniyorlar. Bizimki “saraydan” çıkamıyor.
Siz de düşünün taşının, isterseniz Ekim ayında yerel seçimlerde topluca sandık başına gitmeyelim, oy kullanmayalım. Ses çıkarmazsak yankılanma olmaz. Yankılanma olmayınca kimse ürkmez korkmaz.
Bunu yaparsak boyaları çıkar, balon patlar, şişe kırılır ve biz de korkuyu ebediyen yeneriz ve korku dediğin her gün her fırsatta yankılanıp durmaz… Albay Boşkov bile sözde her şeyi biliyorum ve yazdıkça yazıyorum derken, Smolyan Dağ Köşkünde yapılan böcek kayıtlarının ne zaman yayınlanacağını bu kitabında da açıklayamadı. Bu iş yine bize kaldı. Biz korkmayız diye korkuyorlar. Sandığı boykot edersek olay biter. Bu zulüm 100 yıl daha devam edemez.
Olay bu….
Okuduğunuz için teşekkür ederim.