Konu: Bir gencin köyünün, dedesinin ve nenesinin ismini unuttuğu gün, köksüz kaldığı ve bittiği gündür.

Biz Bulgaristan Türklerinin kendi ordumuz, deniz ve hava kuvvetlerimiz yok ve hiç olmadı. Bize silâhaltında askerlik bile yaptırmadılar. Kürek salladık, kazmayla kazdık, mertek taşıdık, tuğla dizdik, yol yaptık, tünel açtık, baraj duvarları yükselttik, ray dizdik, köprüler, fabrikalar kurduk, bacalar dizdik vs. Hep bedava işledik. Tamamladığımız işlerden hiç birine, hiçbir çeşmeye, baraja, semte, köprüye bazım adımız verilmedi. Yüzlerce park kurduk, bizim çocuklarımız da oynasın diye ama asla oynayamadılar.

Bizim tarım kooperatiflerimizin adı bile yabancıydı. Ya “Pobeda” (Zafer) ya “Kosmos” (Uzay) ya “Nadejda” (Umut) ya da “Çerveno Zname” (Kızıl Bayrak) vb idi. Bu arada birçok şehrimize, bulvar ve sokağımıza 1978’de ve ikinci defa da 1944’te ülkemizi istila eden Rus ve Sovyet orduları komutanlarının adı verildi. General Suvorov (Suvorovo – Suvorov’un şehri) birinci istilayı gerçekleştirmiş, Üçüncü Rus Ordusu Mareşali Tolbuhin’in adı Dobruca’da bir il şehrine verilmişti;  Bir Bulgar köyünün adı hala General Gurko adını taşıyor. O da Rus saldırı komutanlarından biridir. Graf İgnatiev, 3 Mart 1878’de Rus İmparatoru adına San Stefano Anlaşmasını imzalayan diplomattır, birçok okul, yüksek okul, kültür merkezi vs Rus bilim ve kültür adamlarının isimlerini taşıyor.

Bu olayları düşünüp uygulayanlar adım adım üzerimize geldiler. 1970’te Bulgaristan’da sosyalizm ve yaşatmaya çalıştığı hümanizm bitti. 1972’de Pomak kardeşlerimize karşı isimlerini ve dinlerini değiştirmek için genel saldırı başladı. 2016 baharında bu konu Yakurudalı Bay Arifin trajedisiyle gündem oldu. Babasını Stara Zagora hapsinden kurtaran Salih Mümün Salih’im Bulgar yapumcı Mihaylov’un film kahramanı olmasıyla dikkatleri üzerine çekti. Henüz öldürülenlerin toplam sayısının açıklanmasından, sakat kalanların isimlerini açıklamaktan ve sürgün faciasını açık açık anlatmaktan korkulduğuna şahidiz.

Pomaklardan sonra 1984/85’ye 1 250 000 Türkün ismi değiştirildi. Türk ve Müslüman oldukları unutturulmaya çalışılıyor. Türklüklerinden vazgeçemeyenlerden 500 bin kişi vatanlarından kovuldu. Son derece büyük bir trajedi yaşandı.

Bu arada ilk kez olmak üzere Amerikan yazarı Casti Makkarti’nin Balkan faciasını anlatan kitabı çıktı, ilk kez Bulgaristan’ın Birinci ve İkinci Balkan Savaşlarında, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında 4 defa çöküş yaşadığı, bu yıllarda Türklerin ve Pomakların tarihte eşi görülmeyen eziyet ve zulüm gördüğü kitaba girdi, filmleşti. Bu olayların HÖH-DPS partisi ve halen ilk adımlarını atmaya çalışan DOST partisi tarafından işlenmemesi, halkın aydınlatılmaması, yeni bakış açısı geliştirilmemesi, hiçbir işe yaramayan tezlerin boş boş tekrar edilmesi tamamen anlamsız bir yönde olduğumuza kanıttır.  L. Mestan NATO, NATO diyor ama Türkiye’nin bölgede en önemli Büyük Devlet olduğunu söyleyemiyor. Avrupa’nın bugün Türkiyesiz olamayacağını tanıdığına bile değinmekten çekiniyor. Eski unla yeni taze hamuru karılmaz. Yeni fırın açacaksanız, yeni un, yeni maya ve tuz ve su bile taze olacak, fırında yaş söğüt kesikleri yakmayacaksınız, kayın, gürgen ve meşe kömürü kullanacaksınız. Ancak o zaman fırın kapısında kuyruk olur. Böyle yapılmazsa Bulgar ve Rus milliyetçilerine koltuk değneği olmaya bir adım yakınsınız.

Her yerin ve her şeyin isminin Bulgarlaştırılmayı ya da Ruslaştırılmasıyla ve bunlara cesaret bulup tepki gösteremeyerek sanki bir her gün biraz daha küçülüyor, eriyor ve bitiyorduk.

Dağların, köylerin, mahallelerin, sokakların isimlerinin değiştirilmesi 138 yıldan beri devam eden bir süreçti. Bulgaristan tarihinde Türk ismiyle yer alan yalnız beş kişi kaldı desem bilmem yanlış olur mu?

Bunlardan biri Osman Paşa’dır. O bir Pleven Kahramanıdır. Gazidir. Onun adı geçmeden ne Bulgaristan ne de Rus tarihi yazılabilir. Fakat bu memlekette bir Osman paşa caddesi, Osman Paşa mahallesi, bir Osman Paşa çeşmesi yoktur. Yalnız halkın gönlünde yaşıyor. Şöyle bir gerçek vardır. “Tuna Nehri akmam diyor, kenarımı yıkmam diyor!” türküsünü bilen ve yolda yürürken mırıldayan hiçbir Türk’ün Türk kimliği, vatan sevgisi, içsel yüceliği asla ezilemez, kırılamaz ve küçültülemez. Bulgaristan Türklerinin Osman Paşaya olan hayranlığı ve sonsuz sevgisi 24 ayar Türk kimliği ölçütüdür. Osman Paşaya hayran olan gençlerimizden hiç biri başka bir millete, ne Bulgar’a ne de Rus’a 1Koltuk Değneği” olmamıştır, değildir ve olamaz.

Bulgarların her şeyi Bulgarlaştırmaya ve Ruslaştırmaya çalıştığı en ağır zulüm günlerinde halkımız Osman Paşa için şiirler yazmış, türküler yandırmıştır. İşte bunlardan biri.

Osman Paşa

Moskof Tuna’yı atladı

Karakolları yokladı

Osman Paşa’nın kolunda

Yüz bin top birden patladı

 

Karadeniz akmam diyor

Ben Tuna’ya bakmam diyor

Ünü büyük Osman Paşa

Plevne’den çıkmam diyor

 

Kılıcımı çaldım taşa

Taş yarıldı baştanbaşa

Şanlı yiğit Osman Paşa

Askerinle binler yaşa

Gazi Osman Paşa hayatının sonuna kadar eşsiz bir komutan olarak askeri görevini devam ettirmiştir. 1900 yılında hayata gözlerini yummuştur. Vasiyeti üzere, naşı Fatih Camii’nin hazinesine gömülmüştür. Gaziye özel saygı duyan II. Abdülhamit tarafından kendisine muhteşem bir türbe yaptırılmıştır.

Memleketimizde mutlaka bir anıtı olması gereken tarih kahramanlarından birisi de Süleyman Paşadır. Kocabalkan’da bükülüp kaynaklarından su içtiğimiz Şipka tepesinde anılmıştır. Türk tarihine Şipka kahramanı olarak girmiştir. Büyük kahramanı unutturmak için tepeye bir anıt dikilmesine henüz izin çıkmadı. Hem Rus’a hem de Bulgar’a bu tarihi çarpıtma siyasetinde 26 yıldan beri koltuk değneği olan Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) milletvekillerinin toplam sayısı artık 500’den dazla olsalar da hiç biri bu konuda Sofya parlamentosuna bu şerefli konuda bir yasa önerisi sunmadı. Oysa biz de her kavgada bedel verdik. Bizi temsil edenler biz halkımızın kavgasıyız diyorlar, ama gerçekleri yaşatmak istemiyorlar.

Şipka tepesinden hepimiz geçmişizdir. Fakat bu savaşın özelliklerini ve şehitlerimizi biliyoruz. Bu iş şöyle ki, bir şehitlerimizi bilirsek, yenilmeyiz, tarihimizle yaşarız. İşte birkaç özel nokta:

Şipka Geçidi günümüzde Bulgaristan sınırları içinde, Kuzey ve Güney Bulgaristan’ı karayoluyla birbirine bağlayan 1.150 metre yüksek bir dağ geçididir. Şipka Geçidi Tuna nehri boyundaki Rusçuk kentinden başlar ve Edirne’ye kadar uzanır. 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Balkanları aşarak İstanbul’a doğru saldırıya geçmiş Rus Ordusu için büyük bir engel oluşturuyordu. Şipka Geçidi’ni ele geçirdiği takdirde Edirneye kadar Rus ordusunun önü açık olacaktı. O yüzden burada Osmanlılar ve Ruslar arasında 4 değişik savaş olmuştur.

Rus saldırısını durdurmak için Osmanlı komutanı Süleyman paşa 1877 yılının Haziran ayında sayıları 5 bin kişi olan birliğini Karadeniz yoluyla ve ordusunu da Dedeağaç’tan kara yoluyla Şipka Geçidine yöneltir. Ne ki, Temmuz ayında Tuna nehrini geçen bir Rus birliği Şıpka Geçidi’ne daha evvel ulaşır. Bu geçit için 4 savaş olmuştur.

Birinci Şipka Geçidi Savaşı 17–19 Temmuz 1877 yürütülmüş ve bu savaşta Gurko geçidi ele geçirmiştir.

İkinci Şipka Geçidi Savaşı 21–26 Ağustos 1877 olmuş ve Süleyman Paşa birlikleri Geçidi geri almak için taarruza geçmiş fakat geri püskürtülmüşlerdir.

Üçüncü Şipka Geçidi Savaşı 13–17 Ağustos 1877’de yapılmış, Osmanlı ikinci bir taarruza geçmiş ama geri püskürtülmüştür.

Dördüncü Şıpka Geçidi Savaşı 5–9 Ocak 1878’de yürütülmüş ve Osmanlı güçleri Geçitten geri çekilmiştir. Bu savaşta yenilgiye uğramasına rağmen Süleyman Paşa Şipka Kahramanı ilan edilmiştir. Fakat bu tepede onun şanını yaşatan kahramanlığına laik bir anıt henüz dikilmemiştir.

Bulgaristan’da Birinci ve İkinci Balkan Savaşlarında büyük başarı gösteren Türk generallerin adının anılmamasına büyük özen gösteriliyor. Bu komutanlar arasında Edirne savunması komutanı Şükrü Paşayı saygıyla anmak gerekir. Şükrü Paşa 1912 Ekirn’e savunmasında en fazla Rodopl’u er ve subaylara güvenmiştir. O dönemde Osmanlıya ait olan Batı ve Güney Doğu Rodoplar’dan gençler Edirne savaşına gönüllü olarak katılmış ve büyük kahramanlık göstermiştir.  Bu kahramanlıkların unutturulması, tarih kitaplarına alınmaması, okullarda ders kitaplarına gerçekçi bir yazımla alınmaması vatan bilincinin oluşmasına engel olduğu gibi, halk belleğimizin boşaltılmasına çalışanlara da hizmet etmektedir. O yıllardan kalan “Halilim” türküsü Rodop köylerimizde hakla söylenir ve dinlenir. Şunu da eklemek yerinde olur. Balkan Savaşlarına Dobrucalı Müslümanlar da katılmıştır. Bu savaştan sonra 1918’de Dobruca’da Rus Ordularına karşı yürütülen savaşlara ise Bulgar ve Osmanlı orduları omuz omuza katılmışlar ve Rus ordularını konuşlandıkları yakın mevzilerden kovmuşlardır. Bu olayların güncel önemi çok büyüktür, çünkü 138 yıllık tarihi olan Bulgar devleti, 3 Mart 1818’de Bresk Litovsk’ta galip ülke olarak barış antlaşmasına imza atarken ilk ve son kez Osmanlı generalleriyle aynı safta yer almıştır.

Bu savaşlarda yüksek başarı gösteren Türk komutanlar arasında Mahmut Muhtar Paşayı, Nazım Paşayı ve Aşi Riza Paşayı da saygıyla anmamız Türk kimliğimizin yüreklerinde her zaman dürtü olur. Köylerimizin, kentlerimizin, geçitlerimizin isimlerinin değiştirilerek unutturulmasına general ve mareşallerimizin isimlerinin anılmasının yasaklanması ve anıtlarının dikilmesine izin verilmemesi ve bu uğurda mücadele etmekten vazgeçmemiz de düşmana koltuk değneği olmaktan başka bir anlam taşımaz. Hedeflerinde olan, bizim Türk Müslüman kimliğimizi eriterek bitirmek ve hafızamızı silmektir.

Bir gencin köyünün, dedesinin ve nenesinin ismini unuttuğu gün, köksüz kaldığı gündür.

Reklamlar