Dr. Nedim BİRİNCİ
Konu: Bulgaristan’da siyasi muhalefeti kimin yöneteceği Komünist Partisi gizli oturumunda kararlaştırılmıştı. Hainler o gün bu gün görev başındadır. İşleri soyabildiklerini söymaktır.
Burada durduk kaldık
10 Kasım 1989’un üzerinden çeyrek asır geçmesine rağmen, komünist totaliter rejimin bir türlü arınamaması, demokrasinin gemlenip kazığa bağlanmış durumu, ülkedeki ileri adım atılmasının imkânsız duruma gelmiş bulunması herkesi düşündürmeye başladı.
Sonu sonunda her şeyin insanlara bağlı olduğu ortadadır. Toplumu yaratan insanlardır. Toplum insanlar için vardır ve insanlar tarafından yönetilir.
“Berlin Duvarı” yıkılırken, “Soğuk Savaş” isterisinin de güya sona ermesiyle bir şeyin mezarının kazılması, cesedin gömülmesi ve duasının okunması gerekiyordu. Can çekişen sosyalizm, komünist parti, totalitarizm ve rejimin baskı ve terör aygıtıydı. Çok geniş ve derin bir mezar kazıp bizim için kara kehanet yaratan bu olguyu gömmemiz gerekiyordu.
Ölümü yaklaşanların vasiyet yazdığı gibi, bizde de Komünist partisi vasiyetini şöyle yazmıştı.
10 Kasım 1989’dan önce, BKP Merkez Komitesi Politik Büro üyesi ve diktatör Todor Jivkov’un özel kalem odası şefi Milko Balev yönetiminde toplanan Merkez Komitesi oturumunda, Bulgar muhalefetini kimlerin yöneteceğine karar verilmişti. Bu cetvelin içinde 120 kişinin isimleri ve soyadları sıralanmıştır. Bu cetvelin bizim için ilginç yanı, sıralamada 3 Bulgaristanlı Türk isminin de yer almasıdır.
Bunlar: 1) Ahmet Doğan; 2) Şerife Mustafa ve 3) Osman Oktay üçlüsüdür.
Bu kişilerin totalitarizme karşı direniş yıllarında birbirini tanımadığı bilinir.
Kırım Tatarlarının çoban soylarının birinden gelen ve öğrenimini de siyasi polis itelemesiyle zar zor bitiren Ahmet Doğan, Türklerin işlerine karışmayı kabul ettiğinde, dedesi Hüseyin çoban “aman yapma, bize yakışmaz, onların kapı kuluyuz” demesin diye hemen adamcağız Sosyalist Emek Kahramanı yapıldı. Çoban maaşına ek olarak 200 leva ek maaş bağlandı.
Necmettin Hak halkın çilesinden çatlayan bir tohum olarak direnişleri başlatan, isyan ateşini yakan kahramandır. Doğan aralarındaki uzak yanın akrabalıkları vesile ederek Dobruca köylerinde kurulan direniş örgütüne bulaşmayı başarınca yarı yolu almış oldu. Artık hapisçi maskesi takabilir ve değişik sayfiye merkezi ve dağ evlerinde polis amirleriyle votka – viski içip kahve falı bakabilirdi. Bu onun demokrasi kursuydu. Ondan hiç kimse bir şey yapmasını, bir şey öğrenmesini veya birilerine bir şeyler öğretmesini istememişti, çünkü onun ağzından çıkan sözleri önceden çiğneyip onun ağzına sıkıştıracak kişiler vardı. O, yağmurda ıslanmaya, karda donmaya, biraz da rüzgâra dayanmaya alışıp bir bostan korkuluğu olmayı kabul eden bir şerefsizdi.
Şerife Mustafa, Filibe’ye bağlı Sopot belediyesinin “Anevo” köyünden olup Faşizme ve Kapitalizme Karşı Aktif Savaşçı listelerine girebilmiş, komünistin üstü komünist geçinen, böbürlenmeyi seven, herkes sürgün ve hapishanelerdeyken damatları Türklük kalesi Kırcaali ilinde kestiği kestik totaliter savcılarından biriydi, halkın gözündeyse en büyük şerefsizdi. O da Ahmet Doğan gibi Bulgar dili okumuş ve Bulgarcasıyla övünmekten kendini alıkoyamayan biriydi.
Osman Oktay ise, övünecek tarafı olmayan yoksul bir köylü çocuğudur. Dobruca – Deliorman köyleri sağlık ocaklarında Türklere hapcık dağıtırken topladığı istihbarat bilgilerini yağlı ballı pansuman ederek “adam” olmuştur. Komünizm yıkıldıktan sonra Bulgaristan Türk-Pomak ve Çingene Müslüman etnik azınlık topluluğunda işleri toparlayacak ve komünist totaliter devletin mezarı kazılsa bile, duası okunan ceset yerine, mezara boş tabut salınmasına razı olan bir genç olarak, totalitarizmin ayakta tutulabilmesinde Bulgar görevlilere yardım edecekti. Kitap okumayı sevmezdi. Bazı şeyleri ezberlemişti ve önemli olan ezberindekileri ısıtıp ısıtıp satmaktı. Üstlendiği zor bir ödevdi. Seçilen 3 kişiden hiç biri ötekini tanımıyordu. Ortak yanları Türklük ve Türkler üzerinde konuşmayı sevmemeleriydi. Bir de Türk olan Türk’e yardım etmeme konusunda yemin etmişlerdi. Onları birbirine bağlayan işte bu yemin olmasa, aralarında bağ denen hiçbir şey yoktu. Siyasi polis kendi işini yaparken onlar yalnızca tapışlayacaklardı. Şerife ekmek karmayı bilmediğinden tapışlamanın ne olduğunu bilmiyordu. Ahmet nenesini hamur üstüne un serpin elinin tersiyle sıvazladığını görmüştü. Osman da görmüştü de adının tapışlayış olduğunu bilmiyordu.
Ahmet ile Şerife Bulgar Filolojisinde okumuşlardı. Osman’ın gördüğü eğitim ise köy sağlık ocağı memuru olmasına el veriyordu. BKP MK aldığı gizli kararda siyaset okumuş, halk arasında çok sevilen soylardan birini aramadan, siyasi polisten gelen teklife ve 6. Şube Amiri Dimir İvanov’un ısrarına uymuştu. Üçünün de komünist partisi üyeliği yoktu. Hiç birinin Kâbası İnsan değildi. Komünistlikte disiplin, onur ve dürüstlük gibi erdemler arandığı oluyordu, bunlar göbeği hainliğe bağlanmıştı.
Onların aktif bir biçimde katılacağı, Bulgaristan’ı sosyalist bir rejimden kapitalist bir düzene dönüştürme planının özünde hiç bir kimsenin kafası değiştirilmeden, insanların uyuşturulmuş beyinleri ve zehirlenmiş kanları korunarak, hatta gözlerinin körlüğü de muhafaza edilerek yapılacak çok iş vardı. Eski rejimin suçlularına, katillerine dokunmadan, tutuklanmalarına ve yargılanmalarına, darağaçlarında sağlandırılmalarına yol verilmeden sözde değişikler yaşanacaktı. Totalitarizm döneminde çok suç ilenmişti, hele Türkler, hele Pomaklar, hele Çingeneler çok çekmiş, ezilmiş, zülüm görmüştü, ama kimsenin elinde bir belge yoktu. Kırılan kemikler kaynaşmış, yaralar şişmiş inmiş, morlar silinmişti. Onlardan istenen dert dinlemek ama derman olmamaktı. Hedef büyük ve basitti.
Stratejik planın şöyle bir yanı da vardı. Ekonominin ve ticaretin komünist devletin elinden alınıp öncelikle komünist soydan gelen ya da yandaş ailelere devretmek (satmak) ve böylece örgütleniş iktisat biçiminden ve kırsaldaki kooperatifçilik yok olacak, kimsenin kimseden alıp vereceği olmayan yeni bir durum oluşturulacaktı. Alandan çalandan hesap sorulmayacaktı. Yani çalıp çırpma hakkı saklıydı. Hırsızlık nimetlerinden önce “Mustigrup”, ardından Ahmet Doğan etrafındaki “şirketler çemberi” ve daha sonra da Rus isteklerine de bağlı olarak Delyan Peevski’nin oligarşi-mafya talancı-rüşvetçi ahtapot yapılanması oluştu.
Bu ballı börek sofrasından Şerife Mustafa’ya da büyükçe pay düştü. Müdür olarak atandığı bankanın sıçan deliklerinden ve arka kapısından kaçırılan paralar kayıplara karışmasaydı iyi olacaktı da, hırsızlıkla geçinmeye sevdalı bir milletin içinde, bu başarıya ulaşmak zor tabii.
Olmayınca halen baba evinde psişik tedavi görüyor.
Babası çalmak kapmak nedir bilmeyen Osman Oktay 2000 yılına kadar seçimden seçime elinden geçen paralardan toz kalmamasına özellikle dikkat etti. İlk zamanlar vicdanını kirletmek istemezken, birden bire değişiverdi. Ahmet Doğan’ın çekmecelerinde Leva, US Dolar ve Euro için yer kalmadığını gördükçe, “ben artık boş tabut gömme merasimlerine katılmayacağım” demeye başladı, Birkaç deste parayla alın yazısını değiştirmeyi seçti. Sonunda el-kol pansumancılığından kurtuldu ve kendilerini içimde bir yara sızısı var diye Bulgarlara falcılık-muskacılık benzeri siyasi büyücülük yapmaya sıvandı ve başarılı olduğunu söyleyenler var.
Kuşkusuz bu gelişme seyrinde NATO’ya ve ardından da Avrupa Birliği’ne girerken yapılan irili ufaklı yemlemeden, Ramadan Atalay, Mehmet Dikme ve birkaç bir kaç başkaları da zenginlere yakışır kravat takıp insan arasına katılma imkânı bulabildi.
Ben bu yazı dizimin 7 bölümünde Hak ve Özgürlükler Partisinin Bulgar siyasi yaşamında, mecliste ve toplumsal yaşamın değişik yerlerinde totalitarizmi ayakta tutmaya çalışanlara koltuk değnekliği olma biçimlerini anlatmaya çalıştım.
Bu yazımda size, olaya bir başka açıdan bakma fırsatı sunarken, son 26 yılda olanların hiç birisinin rastlantı olmadığına birkaç önemle işaret etmek istiyorum.
Üçüyle yapılan ayrı ayrı dört göz arası görüşmelerde her birine Türk’e yardım edilmeyecek, şartı koşulması çok önemlidir. Bunun anlamında onları yanınıza çekip suyunu alacaksınız, fakat devlet gücüyle kimseye yardım etmeyeceksiniz denmiş olmasının anlamı derindi. Bu Türk aydınlarını, girişimci iş adamlarını, otorite sahibi olanları kapana düşürüp ezeceksiniz anlamına da geliyordu ki. Kemaller (İsperih) doktoru, Belediye başkanı ve milletvekili Nihat Tavakov bu tuzağa düşürüldü. Halen Varna cezaevindedir. Komşu kasaba olan Ak Kadınlar’ da (Dulovo) Güney Seferin başına da savcılık ve icra sarığı sarıldı. Şumnu’da kültür evi başkanı ve şaire, il HÖH örgütlerinin kurucusu ve büyük girişimci aydın Nurten Remzi’nin evinin birkaç defa aranıp taranması, bilgisayarlarına el konması hep aynı sivrilen Türkleri ezme dizisinden örneklerdir. Ahmet Doğan’a “Yeter!” deyen genç Oktay’ın da Sofya mahpushanesinde gün sayması ibret verici bir örnektir.
Farklı bir örnek olarak ise şunu ele alabiliriz.
1990’da 1 milyon 200 bin kişilik bir kalabalığın Sofya’nın “Kartal Köprü” meydanında toplanmasından çıkarılacak çok sonuçlar var. O zaman tüm topluma ve dünyaya “Bulgaristan demokrasiye uyanıyor!” deyebilmiştik. Bizde “Demokrasiye Geçiş, Özgürlük ve Adalet!” isteyenlerin kalın kafalı komünistlerden çok daha fazla olduğunu, kamuoyunda çok daha ağır bastıklarını gösterebilmiştik. Sonunda bir şey olmamasıdır düşündürücü olan. Aynı meydana toplanmış, sıkılmış yumruklu sağ kollarını havaya kaldırmış insanların aralarında onları birleştiren harç olmayınca, sanki kum yığını gibi dağılıp birbirlerini tanımaz ve selamlamaz olduklarını izliyoruz, izledik. Bu harç onların totalitarizmi söküp yerine demokratik düzeni monte edebileceklerine inanmalarıydı. Bunu yapamadılar, çünkü önce totalitarizmi sökülemedi. Demokrasi bayrağı dalgalandırmak isteyenler kendi çaresizliklerine inanmak zorunda kaldılar. Bu davada çok önemi faktör olan biz Türkler de beklediklerimiz olmayınca felç geçirdik. HÖH’ten sonra 5 Türk partisi kuruldu ama biri tutmadı. Sanki hasta yatağını sevmişti. Türk Müslümanlar, bizi aldatmayı başaran Ahmet Doğan takımına inandık. Aldatıldığımızı kabul etmek istemedik, kendimize direndik. 90’lı yılların başından beri ciddi bir gösteri, protesto yürüyüşü yapamadık. Cebelli Tütüncülerin, Haskovo yollarında, Kara Su nehri boyundaki köylerde, Deliorman harmanlarında tütünlerini yakarak direnenleri unutmadık, fakat bu direnişler büyük kötülüğün dışında olan irili ufaklı başkaldırılardı. Demokrasi mahmurluğundan ayılmamız, uyanıp, dünyayı yeniden görmemiz uzunca sürdü. Bizi maymuna döndürdüler.
“Kartal Köprü” mitingine dönersek, biz bu tarihsel mitingin düzenlenmesine vesile olduk ama biz orada yoktuk. Halkın karşısına geçip onu coşturan hatiplerle ilgili yapılan kişisel analizler yapılmazdan önce her birinin Faşizme ve Kapitalizme Karşı Aktif Savaşçı soyundan, komünist kökten gelirken özel olarak seçilmiş kişiler olduğunu görebiliyoruz.
2 dönem Cumhurbaşkanı, Demokratik Güçler Birliği (SDS) kurucusu ve lider olan Dr. Jelü Jelev’in de komünist partisi üyesi olduğu, kayın pederininse Faşizme ve Kapitalizme Karşı Aktif Savaşçı olduğu kimseyi şaşırtmadı. Çünkü komünist tümör toplumda öyle metastaz etmişti ki, kitlenin önüne geçecek başka kimseler sanki kalmamıştı. Bu öne sıçrayan kişilerden hepsi en yüksek akademilerde okumuş olsalar da, bilim tarihinde özel mülkiyet toplumundan daha yüksek bir gelişim aşaması olarak kabul edilen ve hala böyle olmadığı olumsuzlanmayan kamu mülkiyet biçimi – sosyalizmden geriye dönüşün ne kuramı ne de pratiği var olmadığından, söylenenlerin hepsi parmaktan emmekti. Bu anlamda ballı konuşanlar ve ağızlarına baktıranlar halkı aldattıklarının farkında olduklarından, o gün birbirlerinin gözlerine bakamadıkları gibi, bugün vicdan azabı çekiyorlar. Düşüne biliyor musunuz, bu yıl 100 bin Bulgaristan genci Amerikan çiftliklerinde çalışmak için yazılmış ve vize almışlar, bizim domates ve biberleri toplayacak adam yine yok. Bizdeki gelişme öyle oldu ki, yoksulluk çitası altındakiler Toplumun % 90’nı ve hiç birinin banka hesabı yok. Toplumsal geri dönüş sanki üstümüze yıkıldı. Hepsimizi ezdi. Başka bir değişle silindir gibi üstümüzden geçti. Hepimizi asfalt üzerine yasladı.
Adı sosyalizmi yıkmak ve kamusal olanı çökertmek olan bu geri dönüşü yeniden izlememizi sağlayan dizi henüz çekilmedi. Zamanı gelmediğinden kitabı da yazılmadı. Konuşanlar çok da, demek istediğim Fransız Devirim’inin psikolojisini Gustave Le Bon gibi anlatan, Rusya’daki toprak köleliğini Gogol gibi “Ölü Canlılar” da yazan, Türkiye tarih, bugün ve geleceğine Prof. Onur Bilge Kula gibi inen biri henüz ortaya çıkmadı. Bu bir özleyiştir. Yukarıda değindiğim hamurdan parça parça koparıp kızgın yağılı tavaya atılan çöreklerin cızıltısını özledim. İş Allah o günlerde beraber oluruz. Çünkü 15 bin sanayi ünitesini yok etmenin, 15 koyunu yok etmenin, binlerce dönüp sulanır araziyi çoraklaştırmanın vs vs insanın içini yakması var. Beliren bir boşluk var ki, onu henüz doldurmak bir yana, anlatmak da çok zor.
Sonra başka bir şey daha var ki, eski “DS” ve şimdiki gizli “DANS” ajanları Türkiye’den para kopartmak için, yeni tuzak kurmaya devam ediyorlar.
Sofya “NOVA” TV yayına demeç veren, birinci derece mahkemelerde yolsuzluk davaları devam eden, Doğan’ın yakın adamlarından, Mestan’la birlikte milletvekilliği yapan Ak Kadınlı Güney Sefer, 2013’te yapılan HÖH 8. olağan genel kurultayında delegeydi.
Doğan kürsüden atıldıktan ve başkanlıktan kaydıktan sonra Kurultay Kararlarında Başkan olarak L. Mestan’ın tescil edildiğini, kararların onun elinde olduğunu ve HÖH Başkanlığından çekilmesine gerekçe olmadığını söyledi ve şöyle dedi:
“Kanımca, 17 Aralık 2015 gecesi “sarayda” meydana gelen kapışma kalabalık önünde oynanmış bir sahnedir. T.C.den para kopartmak için oynanmıştır ve başarılı olmuştur. Ahmet Doğan dediği diye mahkeme kararı bozulmaz. DOST partisi T.C. den para kopartmak için düşünülmüştür.”
Bulgaristan’ı bugünkü yürek acısı duruma getiren fena kehanet planını gerçekleştirmekle görevli ilk dönemin üçlü troykasında, görüldüğü üzere Lütfi Mestan da katılmıştır. Kötülüklerin başı Ahmet Doğan hep görevinde kalmıştır. Efendileri memnun ki, “Sarayda” yaşatılıyor. Tarihte yıkım kahramanı yoktur. Bizde de Doğan’dan başkası yok. Hiö kimse hayatın kendisinden daha akıllı değildir.
Soruyorum: “Doğan’ın Bulgaristan yıkımına koltuk değneği olmaktan başka görevi var mıydı?” Onun kahramanlar kahramanı yapılması için 35 yıl köle gibi çalışan Türklerin haklarına el koymaktan başka hedef olabilir miydi? Plan çok daha derin ve kapsamlıydı.
1995–97 yılları arasında Bulgaristan’a başbakan olan Jan Videnov, bütün sanayi ve tarım, bankalar yok edilerek toplumun dönüştürülmesi planıyla tanıştıktan sonra, o planı okurken 24’üncü maddede duraklamıştı. Bu maddeye göre, Bulgaristan’da 3 milyon insan kalacaktı. O zaman artık Türkler yarı yarıya kovulmuştu. İşler Türklerle bitmiyordu. Vatandan kovulanların geri gelmesi de açık bir sorundu. Bulgar nüfusun 3 milyona düşürülmesini kabul etmeyen Başbakan Videnov, bankalarımıza yapılan siber saldırıya dayanamadı ve kısa sürede devrildi.
Ahmet Doğan ve daha beslemelerinin ayakta kalması ise istenen her şeye evet demelerine bağlıdır.
26 Şubat 2016’da HÖH Merkez Yönetimi bir bildiri yayınladı. Anlaşılan olay artık maddiyata dayanmıyor. Millet aç kalmış kimsenin umurunda değil.
Bildiride şimdiki durum 1990 yılına benzetilirken şöyle deniyor:
“Çok kısa bir süre önce meydana gelen olaylar, aldıkları yöne bakılmaksızın, bizim için aynı karakteristik özellikleri taşıyor – bunalım yaratıyor, dünyanın değişik yerlerinde çatışmalara neden oluyor. HÖH partisi günümüz sorunları doğru görebilen ve çözüm sunan tek partidir. Bu bakıma ödevimiz şiddetli uluslar arası gerginlik ve cepheleşme koşullarında hak ve özgürlüklerin, barışın, güvenliğin ve huzurun korunmasıdır.” Devam eden ikiyüzlülük budur. Tanınmamış haklar verilmiş gibi gösteriliyor. Söndürülmüş özgürlükler tanınmış gibi anlatılıyor. Kültürel, dini, eğitim ve diğer geleneksel edinimlerimizden asla söz edilmez oldu. HÖH’ ün yalanları bu noktada düğümlüdür. Olmamışı olmuş gibi göstermekte ustalaştılar. Avrupa fonlarını, devlet bütçesini soydukları yetmezmiş gibi, kendilerini T.C. devletinin düşmanı terörist başı PKK ve PYD koynuna atacak kadar ileri giderken, Ankara’da para kopartmak için partiyi 5. kez parçaladılar.
HÖH üçlü yönetiminin analiz bildirisinden şu tespit ilginçtir.
“Yıllarca savunduğumuz ilkeler ve yargı değerleri yeniden sınanıyor, bizim eski durumu savunmamız gerekiyor. Aynı zamanda, topluma açık bir karar aldık, HÖH-DPS partisinin temellerini oluşturan hedef ve yargı değerlerini kabul etmeyenleri partiden atıp onlardan kurtulabildik.” 25 yıllık parti başkanı 19 yıllık parti meclis grup başkanını partiden atıyor. Hem de parti kurultayı aynı kişi olan genel başkan ve meclis başkanı üzerine tescilliyken. Bunların yapmayacağı yok. Türk seçmen DPS’li olmaktan utanır olmuş, % 15 oranında GERB’e kayma var.
Bu tespitler çok önemlidir. Bu gelişmelerle demek istenen, “Bulgarlaşmayı kabul etmeyenlerden, köle gibi yaşamayı kabul etmeyenlerden, kendilerini ezmemizi istemeyenlerden, Türk Müslüman kimlikleriyle yaşamak isteyenlerden kurtulmaktır!
Görüldüğü üzere, sırat köprüsünden geçiş günü günlerden bu gündür.
Dünya görüşümüz, olayları algılayışımız, yargı değerlerimiz, erdemlerimiz ve hedeflerimiz birbirinden kökte farklaşmış durumdadır. Onlar 1990’dan beri BKP MK özel kararlarını yerine getirmeye devam ediyorlar. BKP dağılırken kulis ardına çekildi. “Kartal Köprü”de Sosyalist Parti lideri Sergey Stanişev’le ebedi dostluk için öpüşen Lütfi Mestan’dır. Bu olay unutulmamıştır. Bu erkek erkeğe öpüşme, “olan olmuş, bitmiş ve unutulmuş” anlamındadır.
Doğan’ın bu işleri yaparken devletin pekmez kazanından parmağını hep yaladığı için, hainlikten vazgeçmeye niyeti yoktur. Gerçeklerin analizi, bu hain çetesinin tuzak ardından tuzak kurmaktan memnuniyet aldığı ortadadır. Herhangi bir Türkü HÖH partisinden atmak, ezmek ve hakkında jurnalcilik yapmak, bu arada Bulgar ve Türk devletlerinden para koparmak gelenek oldu. Bu böyle gelmiş ama böyle gitmez!