Dr.Nedim BİRİNCİ
Konu: Gizlenen gerçeklik kokuşmaya başladı.
Henüz kimse SEÇİM sloganı kaldırıp meydanlara yürümedi ama Bulgar toplumsal kazanı artık kabarcık yapıyor. Siyasetin suyu ısınıyor. İktidardakilerin işbaşından çekilme zamanı kapı çalıyor. Yeni durum budur. Analiz edelim.
Yeni durum gizlenmek istense de, artık gizlenemez oldu. Siyaset tarihinde iktidarların başını yiyen en büyük düşman kimdir? RÜŞVET PAŞADIR. Bizde rüşvette bir de fıkra düzdüler:
Adama yol yapmak için para vermişler.
O yolu yaparken parayı ceplemiş.
Parayla kendine en pahalılarından bir araba almış.
Araba çöken yeni yolda kaza yapmış.
Paralar tamirciye gitmiş.
Özet: Devletten çalınan paradan hayır gelmez.
Siyasi anlamda kullandığımız RUŞVET, devlet paralarının kişisel çıkarlar için çar çur edilmesi, devletin soyulması, toplum kanının emilmesi, çaresizliğe düşünce de iktidarın devrilmesidir.
26 yıl önce devlet damarına yapışan ve emdikçe emen kenelerden birinin bizdeki adı Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) lideri Ahmet Doğan ve onu çevreleyen, dalavere çevirmekle geçinen oligarşi yaması mafya grubudur. Bu çete, bizde kahramandır, ödüllendirilir ve övülür, ama dünyanın gözünde beş para etmeyen, yok edilmesi gereken hayırsız ve huysuzlardır.
Bu grup çeyrek asır halkımızın varına yoğuna el atmakla yetinmedi. Devlet eliyle AB fonlarıyla emekçi halka, sıradan işçi, memur ve emekli katlara, öksüzlere, özürlülere, sefillere, muhtaçlara yöneltilen tüm imkânları, ödenekleri, sosyal yardımları, hizmetleri kendine bağladı, kontrol altına aldı. Hiçbir kimseye hiçbir zırnık bile sızdırmadı, kaptırmadı. Her fırsatı aç kurt gibi paramparça edip ya yarın yerim diye gömdüler ya da yiyip bitirdiler ve yeni saldırılara geçtiler. Bu aç kurt sürüsünün başında Ahmet Doğan’ın olmasından utandık, utanıyoruz.
Eski Eğri Dere (Ardino) Belediye Başkanı ve HÖH milletvekili ve basık Tarım Bakanı Mehmet Dikme son olaylarla ilgili konuştu. “Saray’da” yılbaşı töreni düzenleyenler Doğan’ın iplerini çöekenlerdir, dedi. Öyleyse HÖH’te iç darbe yaptırıp Lürfi Mestan ve arkadaşlarının başını kaydırtanlar da onlar. O, iç darbe nedenlerden birine şöyle değindi: Bu, polis senaryosudur. 17 Aralık 2015’te “saraya” davet edilen şahısları polis belirlenmiştir. Bir de şu var: L. Mestan Doğan kör sofrasındaki su böreğinden daha büyük bir parça istemiştir. Yani devletimizi emen RÜŞVET KENESİNDEN kendine daha büyük pay talep etmiştir.
Ne yazık ki, ancak meclis oyunlarında kullandığı siyasi parti yönetimini kendisine devreden Doğan, L. Mestan’a ekonomik ve mali kazanç payından daha fazla kaptırmak istemediği için onu yiyip bitirmiştir.
Olayı bir de geriye dönük analiz edelim.
HÖH Genel Başkan yardımcılarının başını yiyen hep kör sofradaki su böreğinden daha büyük pay talep etmeleri olmuştur. Güner Tahir, Osman Oktay ve Kasim Dal vicdanlarını önlerine koyup ellerine açsalar parmaklarında paraya uzanma izleri göreceklerdir. Şöyle ki, RÜŞVET HASTALIĞI kanser gibi bir şeydir. Yakalanan gider. Dönüşü yoktur. Doğan’ı götürecek olan da odur. Yetim hakkı insanı bitirir. Doğan’ı değil, önümüzdeki Nisan ayında 9. HÖH kurultayında Mustafa Karadayı, Ruşen Riza ve Çetin Kazak beraberce sarıp sarmalanıp troyka olarak çöpe atılmazsa parti de gider. Allah nazardan korusun da, dünkü çocuk şu Çetin Kazak’ın ensesine baksanıza bir, bu kuru ekmek kabuğundan olamaz, köfte katmerleri ortadadır. Her şeyin bir sınırı olmalı! Öyle ki, partiyi derleyip toparlayacak alçak gönüllü ve gözü tok saflardan gelen yeni bir Genel Başkan bulunamazsa, parti de gidecek benziyor. Bu kalın enseli başkanları gören hiç kimse bizim aç ve sefil olduğumuza inanmaz.
Ve şöyle bir şey daha var.
K.Dal, G. Tahir ve O. Oktay HÖH Genel Başkan yardımcılığından çürük elma gibi düştükten ya da Doğan tarafından iç darbesiz çöpe atılır gibi ıskarta edildikten sonra, “şunu yaparız, bunu yaparız demelerine rağmen, hiçbir şey yapamamış olmaları” kurdukları yeni siyasi oluşumlarla kendilerini emekliye ayırdıklarını bilmeyen kalmadı. Çünkü “lider” olma heveslisi bu şahısların hiç biri Bulgar gizli polisinin bizim için hazırladığı “hak ve özgürlükler” emziğinin yerine yenisini koyamadı. Üç defasında da bebe emziksiz kaldı, ağlayıp katıldı. Eski parayı yasaklarken yerine geçerli yeni akçe basmak zorundasın. Hiç kimse buzağısını başkasının ahırında besleyemez. Ahır yapıp içine buzağı bağlamış olsalardı, mutlaka kazanacaklardı. Yeni akçeyi basmış olsalardı yine kazanacaklardı. Hatta bir emzik bulamadılar.
Bu olayın yazısı buysa, turası da şudur.
Hiç birimiz boş mideyle dolaşmak istemediğimiz gibi, sosyal alem, siyaset ve toplum da boşluklardan hoşlanmaz.
Hiç bir bahçıvan, güzel meyveler vereceğine inanmadığı bir fidanı dikmez, ona bakmaz, yetiştirmez.
Kuşkusuz siz yazılarınızda “HÖH-DPS kısırdır” dediğimizi defalarca okudunuz. HÖH partisinin halka meyve vermesi için dikilmiş bir ağaç olduğunu hepimiz yıllarca gördük. Haklısınız. HÖH-DPS partisinin Bulgaristan Türk Müslümanlarına faydası dokunmadı. Bir şeyler yapacağına da inanmıyoruz. Çünkü bu parti “duvar çalısı” rolü görmek için dikilmiştir. 1980’lerin ikinci yarısında Bulgarlara şiddetli hiddetlenip öfkelenmiştik ya, o zaman bizi birbirimizden ayırmak için çekildi bu çit, bu diken çalısı. Yani Bulgar köpeklerini bizden korumak için bugün de oradadır. Doğan’ın sözü bize değil, bize angajmanı, verilmiş sözü, ettiği yemin yoktur. O, işledikleri cinayetleri bilen, suçlu oldukları akıllarından çıkmayan Bulgarlara ben sizi “onlardan korurum” sözü vermiştir. Bu amaçla çekilen dikenli duvar hiçbir güvence değildir. Bu dikenli çalı dişe takılan meyve vermez, özelliği ancak dikenli olmasıdır.
Yalanın en büyü de şudur:
Bugün insanlarımızın karşısında konuşan ve “Bulgaristan’da son 26 yılda barışı Ahmet Doğan’a borçluyuz” diyenler, bile bile yalan söylüyorlar. 600 yıllık ortak tarihimiz boyunca bizim komşumuz, hemşerimiz, birlikte aynı mahallede, köyde ya da şehirde yaşadığımız Bulgar ahaliyle sorunumuz olmadı, olmamıştır. Biz, 600 sene “hoşgörü mevlidi” okuya okuya bu günlere gelen bir milletiz. 1980’lerin ikinci yarısında isimlerimiz zorla değiştirilirken, yargısız sürgün edildiğimiz, hapsedildiğimiz yıllarda kapışmamız, derdimiz ve kavgamız Bulgar halkıyla değil TOTALİTER BULGAR DEVLETİYLE idi. Biz devlet terörüyle ezildik. Bulgar komşularımız bize el kaldırmadı. İsimlerimiz değiştirilirken kapımıza komşumuz olan İvan dede ile Penka nine gelmedi. Devlet kapımıza, iş yerimize silahlı milis, asker, bereli güçler gönderdi. Köylerimize giren zırhlı araçlar ve tanklardı. En ağır günlerimizde bile Bulgar ahaliyle kapışmadık. Hiö bir Bulgar bana Türkler şunu yaptı bunu yaptı diye şikâyet etmemiştir, hakkımızda açılan dava yoktur. Üzerimize ateş açanlar sivil ve üniformalı güvenlik güçleriydi. Tekrar edelim, Bulgar komşularımızla tarih boyu sorunumuz olmamıştır. Hoşgörü mevlitlerimizde onların da sağlığı, sofrasının bereketi ve mutlu olmaları için dua etmişizdir. Onları hep aşureye davet etik! Geldiler! Biz totaliter Bulgar devletinin ayakta kalmasına dua etmedik, ona karşı ayaklandık, şehitler verdik, muzaffer olduk. Başımız diktir! Bugünkü anti-Türk, anti-İslam, anti-Müslüman kışkırtması da boş iştir. Evet Pazarcıkta, Sırnıtsa’da, Haskovo köylerinde Müslüman haneler, camiler basıldı, din kitapları toplandı. Yargılananlar oldu. Baş Müftü Mustafa Hacı’nın şu sözlerine katılmamak yanlış olur: “Bulgarcaya tercüme edilen İslam dini kitapları çarpık çevrilmiştir. Müslümanların bu işte suçu yoktur!”
Bu olay bana şöyle bir örneği hatırlattı.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’de Kuranı Kerim’i İstanbul Türkçemize tercüme ederken ve bir yandan Arapça ve Osmanlıcadan tercüme işleri ilerlerken, öte yandan da daha karşılaştırmalı olsun diye, Fransızcasından da çevirelim, diyenler işe sarılmışlar. Fransız tercümanlar, yukarıdan gelen emirlere uyarak, Fransızları İslam dininden uzak tutmak hatta tiksindirmek için olacak, “oğulların anneleriyle ve kız kardeşleriyle çiftleşmesi sevaptır” gibi yamalamalarda bulunmuşlar. Buna rastlayan Türk tercümanların divit ellerinde donmuş ve hemen olayı Büyük Mustafa Kemal Atatürk’e iletmişler. O da, görüyorsunuz işte, bizim namusumuza saldırılar Kuranı çarpıtarak da devam ediyor, demiş ve Fransızcadan tercümeyi durdurarak, olaya parmak basmıştır.
Bize kötülük edenler çeteleşmiştir.
Yeni durumdan söz ederken, anlatmak istediğimiz öncelikle şudur: Bizi Bulgaristan’dan kovan totaliter-komünist Todor Jivkov rejimi yıkıldı gibi oldu ama yıkılmadı. Yıkılıp mezarı kazılıp gömülmesine engel olanların başında gelenlerden biri ise, gizli servis ajanı Ahmet Doğan ve emrine verilen Hak ve Özgürlükler Partisi’dir. Bu partinin sıradan üyeleri veya partiye yakınlık duyanlar, herkes nereye ben de oraya değip partiye oy veren Müslüman Türkler değildir. PARTİ LİDERİ VE LİDER ETRAFINDAKİ ÇETEDİR. Halkımızın, seçmenimizin Bulgar totaliter yapısının ayakta kalmasına bilinçli katkısı olmamış ve olmayacaktır. HÖH’e oy verenler, seçtikleri milletvekillerinin bu denkli büyük kötülük yapanlara karıştıklarını öğrendiklerinde, partiden tiksindiler. Bugün artık Doğan ve çetesine başkaldıranlar ordusu oluştur. Bu ordunun Bulgaristan ve Türkiye kanadı kenetleşmiş durumdadır.
İşte bu yeni noktada biz, HÖH-DPS partisi yönetimi ile tabanı arasında uçurum belirdi dedik. Bu uçurum hem Bulgaristan köy ve kasabalarında hem de partiye oy veren çifte vatandaş soydaşlarımızın arasında oluşan aşılmaz derinlikli ve büyük boyutlu bir hendektir. Bu yalnız devlet soygununa katılmak ve RUŞVET bataklığında boğulmak istemeyen insancıklarımızın içgüdüsel tepki ve isyanı olmakla kalmadı,, bilinçli ve örgütlü eylem alayı oluşturdu. Seri tepkiler birbirini izliyor. Yılsonunda yapılan yerel seçimlerde Deliorman ve Rodoplar’da HÖH-DPS’nin belediye ve muhtarlıklardan atılması; Kırcaali il belediye meclisi üyelerinin toplantılara girmemesi; parti il başkanı Bahri Ömerin partiden ayrılması, 17 Aralık 2015 HÖH içi darbesi; HÖH meclis grubunda ve il örgütlerinde beklenen yeni parçalanmalar art arda yeni ufuk açarken, önü asla alınmaz ve tartışma kabul etmeyen kanıtlar sunuyor. Bu parti tabanımızın HÖH yönetim çetesine karşı başkaldırısıdır. Bu yeni durumda 9. Kurultay’da HÖH-cü delegeler partide iç değişiklik, strateji, taktik ve kadro reformu yapacak, Dğancıları partiden uzaklaştıracak birt yeni LİDER ortaya çıkmazsa, HÖH yeniden art arda parçalanacak ve büyük bir olasılıkla L. Mestan grubu seçim barajını aşacak kadar oy alabilecektir. Tabii önceden bu yeni partinin Tüzük ve Programını görmek, incelemek, tartışmak ve halka indirmek gerek…
Son durumun utanç verici yeni benekleri var:
Yazıma başlarken, kazanda kabarcıklar kabarıyor, suları ısınıyor dedim de, olay çok daha ciddidir. Kazan kulplarını tutanlar “hıçkırınca patlayınca yiyin” çığlıklarıyla kazanı asalakların önlerine boşaltmak istiyor. Türkçemizde isyanın bir adı da “kazan kaldırmaktır.” Görülen yol buraya çıkacak. Kazan bu defa “saray kör sofrasına toplananların” kafasına dökülecek ve o gün hepsinin eline birer kürek verilip “bu pislik sizindir, hadi temizleyin!” denecek.
Gelen baharla yeniden yeşermek isteyen toplum her gün geçen seneden kalan son yapraklarını da dökmeye başladı.
Yazdıklarımı şöyle açmak istiyorum.
- Yargıçlar:
Bulgaristan’da ortalama yargıç maaşı 2015’te 720 leva idi. 25 yıl bir yargıç 720 leva maaş almış olsa bunun toplamı 215 bin leva eder. Soyulup köpeklere atılan KTB Bankasında 184 mahkeme başkanı (yargıç –hakim) hesaplarından 1 milyon levadan fazla yani gelirlerinden 4 defa daha fazla para çıktı. Böyle bir toplumda adaletin adı Rüşvet değil de nedir?
- Milletvekilleri:
65 milletvekilinin yalnız bu bankadaki kişisel hesaplarında milyon levadan fazla para bulundu. Bizde milletvekili maaşı 2 500 levadır. Bu adamlar gün boyu rüşvet düşünmez de ne iş yapar acaba!
- Bakanlar.
50 bakanın hesaplarından milyonlarca leva bulundu.
Bizde bir bakan maaşı 3000 levadır. Bu rüşvet yapılmamış reformların ön ödemesi mi oluyor?
- Savcılar.
152 savcının banka hesaplarında en az birkaç milyon leva para olduğu tespit edilmiştir.
Bizde bir savcının maaşı 870 levadır. Bu paralar 25 yılda birikmemiş, son yılda toplanan rüşvetlerle kabarmıştır. Savcının rüşvet aldığı bir ülkede devletin adı ne olabilir?
Şu an iktidarda olan B. Borisov hükümetinde yalnız 56 gün Ekonomi Bakanı Yardımcısı görevinde bulunan Dimitır Çohaciev 2 ayda milyon levadan fazla rüşvet almıştır. Bunu basın yazıyorsa, bizim yorumlamamıza gerek var mı?
Bunlar yalnız çökertilen bir bankadan örneklerdir.
Biz bu işin içinde başrol oynayanlar HÖH lideri Ahmet Doğan- HÖH milletvekili Delyan Peevski- Baş Savcı Tsatsarov üçlüsüdür, derken şuna işaret etmek istiyoruz.
Böyle bir ortamda adalet, hak ve özgürlük için çırpınmak beyhudedir.
Toplum rüşvete teslim olmuştur.
2007’den beri artık neredeyse 9 yıldır Avrupa Birliği üyesiyiz. Brüksel bize aman Avrupa’nın en sefil ülkesisiniz deyip sağlık, sosyal yardım, eğitim, sanayileşme, çevre sağlığı için tomar tomar program parası gönderdi. Bu paraları paylaştırma ödevi (kendisinin de itiraf etti üzere) sağ ve sol iktidarlara “koltuk değneği olma şartıyla” Doğan’a verildi. Doğan bu paralardan kırıntıları Dobrucalı, Deliormanlı birkaç ve birkaç da Rodoplu Nedelino Belediye Başkanı gibi ve bazı milletvekiline paylaştırırken hepsi hakkında ardından dava açtırdı, iştahları kursaklarında kalsın diye ve çok hevesli olanların burnunu bir yumrukta kırmak için Ak Kadın’lı (Dulovo) Doktor Nihat Tabakov gibileri Varna hapsine attırdı. Birçok kişi tartaklandı, tehdit edildi. Hiç kimse Avrupa yatırım parasına proje sunmaz oldu. Yani paralar hep sahte evraklarla işleri idare eden, soygun çetesinin sadık elemanlarından Tadarıkov gibilere kaldı. Doğan’la paylaşıp paylaşıp sakladılar. Düşüne biliyor musunuz? Tolbuhin’e yakın her birinin kapasitesi 1000 piliç olan 40 kümesli “Altın Piliç” (Zlatno Pile) tesisi vardı. Doğancı Tadarıkov onu bile mülküne geçirmiş. Bunların aç gözlülüğünün başı sonu, doyumu yoktur. Çünkü arkalarında besledikleri koskocaman bir gizli polis ordusu var. Hırsızları koruyan, savunan, onlara dokundurmayan, uykuları kaçmasın diye saray kapılarında nöbet tutan bostan korkuluğu çetesi hep ayaktaydı ve şimdi de ayaktadır. Ve tüm olanların içinde en kötü olan ise bizim bu kirli soygun talan işlerine bir etnik azınlık olarak alet edilmemiz oldu. Hırsızlığın bizim adımızdan ve üzerimizden yapılmış olması oldu.
Son günlerde yeni bir balon patladı.
İktidara “koltuk değneği” olmak var da, hükümetin de koltuk değneğini yağlayıp yaprak laması, kullanmadığı günlerde kılıfta tutması, kuru olmasına dikkat etmesi var ya, işte bu noktada oldu yeni balon patlaması. Bir ayağı HÖH DPS partisini temsil eden oligarşi uzantısı HÖH milletvekili Delyan Peevski; ikinci koltuğu da Rusya’nın Bulgaristan’daki ekonomik çıkarlarının bekçi başı Vasil Zlatev, % 50’ye % 50 bölüşmek şartıyla, danışlı dövüş Sofya – Varna anayolunun “Hemus – 2” lotunu inşa etme yükümlülüğü ile iki şirket sahibi olarak “ihale” kazanmışlardı. Her şey yama üstüne yama ve dolandırıcı kılıflarına zorla sığdırılmış olduğundan, itirazlar oldu, davalar açıldı. Tabii bizde dava kazanmak zordur. Bunu bilen,
başbakan Borisov, hükümet kararıyla “ihaleyi” geçersiz kıldı. Gerekçe olarak da, bu yolu yaptırmak için devlet bütçesinde 800 milyon ile 1 milyar leva arasında para olmadığını gösterdi. İlk kez olmak üzere, 15 aydan beri iktidar yorganını hep kendi üstüne çeken GERB Başkanı Borisov, “koltuk değneği” ücretini ödeyemeyeceğini alenen itiraf etti. Bu onun sonu anlamına gelmez mi?
İkinci iktidarını dalgalı sözleşmelere bağlayan Borisov zor durumdadır.
15 aydır zar zor dayanan GERB hükümeti’nin anlaşmalı koalisyon ortağı olan Reformcu Blok (RB) parçalanıyor. Hem iktidar hem de muhalefet olmak zorundadır. Son seçimde 300 bin oy alan ve sırtını 1997–2001 yılları arasında Başbakan olan İvan Kostov’a dayayan Güçlü Bulgaristan Partisi (RB) dan çıkmaya kararlı olduğunu açıkladı. Şu anda Sosyalistler ile hak ve özgürlükçülerin meclis grupları “gen soru” vermiş olsalar da, hükümeti düşüremeyebilirler. Fakat RB içinden Güçlü Bulgaristancıların 3 bakanla iktidar ortaklığından çekilmesi yeni genel erken seçime vesile olabilir.
Yeni durumda biz Türk Müslümanlar ne yapacağız?
Bundan böyle sol ya da sağ Bulgar partilerine “koltuk değneği” olmak, zenginlerin daha da zenginleşmesine, oligarşinin ciğerimizi yemeye devam etmesine, “saray” sofralarında yenen yemekleri düşünürken, tükürük yutkunarak karın doyurmaya devam etmek istemiyorsak, her zamankinden daha sıkı birlik, daha yakın kardeşlik, dayanışma ve omuz omuza olma azmiyle birbirimize kenetlenmemiz, bu ateşle yanmamız, örgütlenmemiz ve kararlı hareket etmemiz gerekecektir. Türkiye’den gelen telefonlar, her gün bu konuyu tartışan “Belene” kahramanları, eski tüfeklerin, mahpusçuların, bölünmüş ailelerin kin ve nefreti buna işaret ediyor. Bizi bölmek ve parçalamak ve bir daha ensemize basmak isteyenlerin hesapları boşa çıkmalıdır.
Yeniden kabaran mücadele dalgasında Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTĞRK, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi’nin, diğer derneklerimizin, bağımsız aydınların, kulüp ve federasyonlarımızın rolü çok büyük olacaktır. Yeni günlerde dik durmamız zorunlu oldu! Bizi unutanları, bizi aldatanları ve umutlarımızı budayanları saflarımızdan uzaklaştırmak zorundayız! Yeni yolu açarken ilk adımlarımızı atmaya hazır olalım!
Devam edecek.