Direk yönetim: Tarih: 17 Mart 2019
Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ
Konu: Yeni Anayasa için Halk Oylaması ve Erken Seçim.
Cumartesi günü Sofya İmamı ikindi ezanını okurken Halk Meclisi önündeki meydan bayraklı gençlerle dolmaya başladı. Güneyden esen ılık bahar rüzgârı 3 renkli bayrakları kuzey yönde dalgalandırdığından dolayı, etraf sokaklardan meydana yönelen polislerin neyi korumak için mevzilendiğini kestirebilmek güçtü. Göstericiler “Yeni Anayasa!”, “Borisov İstifa!”, “Dolaysız Demokrasi!” ve “Seçim Sistemi Değişsin!” gibi pankartlar gerdi.
Yazılar fazla kalabalık olmayan gösterinin siyasi niteliğini ortaya koydu. Ne yazık ki, bu gösteride Bulgaristan’daki etnik nüfustan hiçbir temsilci yoktu.
Olayı yansıtmaya gelen gazeteci ve fotografçılar Meclis basamaklarına mevzilenirken ve kameramanlar objektifleri fokuz ederken, ansızın arbede yaşandı. Göstericilere göz yaşartıcı gaz sıkan polis saflarından “yandım” feryadı yükseldi. Şiddetlenen esinti zehirli gazı maskesiz polislerin yüzüne vurmuştu. Protestocular güvenlik engellerini aşıp Bakanlar Kurulu, Cumhurbaşkanlığı ve şehrin ana caddelerini dolaştıktan sonra Meclis önünde miting yaptılar.
Bu gösteri Fransa’da “sarı yeleklilerin” sokağa çıktığı ve bir kilise yaktığı, komşu Belgrat’ta Cumhurbaşkanlığı binasını kuşatan kalabalığın da polis kordonunu ezip geçtiği anlara rastladı.
Sofya gösterilerinin ardında duran politik güç meydanda yoktu
Yeni hareketlenme, Sosyalist Parti (BSP) ile “Volya” adlı Mareşki partisinin Meclisten dönmemek üzere çıktığı, Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) 26 milletvekilinin de kayıt yaptırmadan meclis salonunda oturduğu yeni dönemi simgeliyor. İktidar ortaklığı – GERB ile 3 sözde “yurtsever” aşırı milliyetçi ve ırkçı ortağının (toptan 122 milletvekili varken) 240 kişilik mecliste her sabah 121 kişilik çoğunluk toplayabilmek için ter dökülürken patlak veren bu hareketlenme bir başlangıç oldu ve Pazar gün tekrar etti.
Duyurulan gerekçelerden biri de, 26 Mayıs’ta yapılacak olan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimiyle birlikte erken genel seçim yapılması zamanının kaçırılmış olmasıdır. Yeni ortamda ana talep, “Erken Seçim!” ve “Yeni Anayasa!” olsa bile, basında vurgulandığına göre, “dolaysız demokrasiye geçişi sağlayacak bir sistem değişikliği için milli halk oylaması istendi.”
Bugün Bulgaristan 1991 Anayasasına göre parlamenter demokrasiyle yönetilen bir sosyal devlettir. Ne var ki, son 30 yılda ülkede adalet sağlanamaması ve dolandırıcılık ile rüşvet çetelerinin hükumeti ve devleti esir aldığından dolayı, demokrasi kurulamadığı gibi, hukukun üstünlüğünden söz edilmesi de olanaksız oldu.
Gösterilerde tempo ile haykırılan slogan “Borisov İstifa!” olduğu için siyasi bir uyanış ve hareketlenmeye işaret ediyoruz. Başbakanın Şubat ve Mart aylarında aldığı kararlar, mesela 8 adet US “F-16” savaş uçağı için 1 800 000 000 (bir milyar sekiz yüz milyon) ödenmesi kararı ansızın değişti. Savunma Bakanı aşırı milliyetçi K. Karakaçanov’un birden bire 2 800 000 000 (iki milyar sekiz yüz milyon) gibi yeni bir rakamdan söz ederken Bulgar levası mı, ABD Doları mı yoksa Euro mu demeden konuşması, işitenlerin dilini damağına yapıştırdı.
Bununla birlikte, bir parlamenter demokrasi ülkesinde, Halk Meclisi Müslüman Diyaneti Baş Müftülüğünün 8 milyon leva birikmiş borcunu “silme” kararı almışken, Başbakan’ın bu kararı sabah onaylayıp akşam bozması, politik yönetimde ve devlet zirvesinde diktatörlüğün kapı açtığına yeni kanıt oldu.
Kuşkusuz bu gelişmeler, anı, tesadüfi, akla esince hemen olmuş bitmiş türden değildir. Her birinin çok derin kökleri ve öz niteliği var.
Aklıma, Avrupa’da 30 ve 80 yıl süren din savaşlarını ve reform sürecini noktalayan Vestfalya Antlaşması olarak tarihe giren, 1648’de Münster’de imzalanan belge geldi. Milli Devlet fikri Avrupa’da o zaman doğmuştu. Ne yazık ki, bu olaydan sonra millet olamamış birçok Avrupa kavmi “kendi” devletini kurdu. Almanya’da 36 eyalet devleti kurulmuştu. Eski kıta yerli diktatörlerin zulüm eden iktidarlarınca yönetildi. Devlet dikmeyi kendi iradeleriyle yapabilecek durumda olmayan Bulgar kavmi gibi kavimlere Avrupa Krallıkları Aleksandır Batenberg, Ferdinand Saks Koburrgotski, II. Simeyon gibi Kont, Prens, Knyaz, Çar, Kral vs gönderdiler. Gelenlerin ve gönderenlerin iki büyük eksikliği vardı.
Bir, işgal ettikleri topraklardaki sosyal ve nüfus yapısını bilmiyorlardı. Örneğin 1878’de Rus çizmesinin bastığı Balkan topraklarında Müslüman, Hristiyan ve Katolik olmak üzere 3 din, 20’den fazla etnik unsur, bir resmi dil ve konuşulan 80 lehçe vardı. Çok dinliliği, çok dilliliği, çok kültürlülüğü yok etme ve bir millet, bir devler formülü seçildi ve dibe çeken bunalım sarmalı dönmeye başladı.
İki, Avrupa krallıklarında farklılıkları yönetme kültürü olmadığından işgal ettikleri topraklarda da milli unsur dışındaki azınlıkları reddetmeyi, hatta yok etmeyi seçtiler. Günümüzde Bulgaristan’da en fazla tartışılan konu olan, “Yahudi ve Çingene soy kırımı olmuş mudur, olmamış mıdır? Çar III. Boris Yahudileri Nazi kamplarında yakılmaktan kurtarmış mıdır, kurtarmamış mıdır?” kızışmaya devam ediyor. III. Boris’in oğlu olan II. Simyon, 50 yıl mültecilikten sonra 2001’de dönünce Başbakan (2001-2005) ve daha sonra da Sosyalistlerin Stanişev hükümetine (2005-2009) Türk partisi (DPS) ile birlikte ortak oldu. 2019’da II. Simeyon yeni bir kitap bastı. Bu eserinde, Bulgar Yahudi ve Çingenelerinin Hitler faşizminden kurtarılmasında babası III. Boris’in çözümleyici rolünü anlatıyor. Ne yazık ki, III. Boris ordularının Vardar Makedonya’sı ve Ege Trakya’sını silah gücüyle işgalini “kurtardılar” ifadesiyle açıyor. Babası tarafından yönetilen Bulgar Çarlığının işgal edilen bölgelerde yaşayan Yahudi ve Çingenelere vatandaşlık hakkı tanımadığını yazmıyor. Onları tutuklatarak yük vagonlarına doldurup aralarında yaşlı ve çocuklar da olan mazlumları “Treplika” ölüm kampına gönderdiğini, belgeleri babasının bizzat imzaladığını, bu faciadan geri dönen olmadığını gizliyor.
1943 yılında Sofya Yahudileri bire dek evlerinden çıkarılmış ve kamplara sürülmüştü. Her Yahudi’nin yakasında bir sarı rozet vardı. Dükkânlara girip alış veriş yapmaları bile yasaklanmıştı.
Bu olayları anımsatmamın esaslı nedenleri var. 1648 Vestfalen Anlaşması Milli Devletlerde etnik, din ve dil farklılıkları görüp azınlık haklarını tanımamıştı. 291 yıl sonra İkinci Dünya Savaşı’nda meydana gelen parçalanma da bir türlü bütünleşmedi. Bizdeki Yahudiler 1946’da gemilere binip Bulgaristan’ı terk ettiler. Sultan Süleyman zamanında Rumeli’ye İspanya’dan yine gemilerle 5 bin kişi olarak gelmişlerdi. Giderken 50 bin kişiydiler. Bu vahşetin temelinde Nazilerin yarattığı kanımızdan ve dinimizden olmayanı yok etmeyi öngören faşist ideoloji vardı. 1942-1944’te İnsan düşmanlığı Bulgar Çarı’nın da kanına işlemişti. Almanlar “Almanya Her Şeyin Üstünde!” diye ulurken, Bulgarlar da “Bulgaristan Her Şeyin Üstünde!” diye bağırıp çağırıyordu.
Bölünmüşlük bugüne kadar derinleşti. 1913’te isimleri ve dinleri değiştirilen, camileri yıkılan, 1934-1944 yılları arasında isim ve din değiştirip eritilmek istenenleri, 1964’ten sonra isim değiştirip dinden uzaklaştırılıp, ateist ve deist yaparak kimliksizleştirerek asimile edilmeye çalışılanları – Müslüman Pomaklar – Bulgar Milli Devleri ile bütünleştirebilir mi? Aynı kişiler ve aileler 1972-73 zulmünde isim, din ve kimlik değiştirme saldırılarında çok kurban verdiler. Halkın özünden çıkan Ay Yıldızlı bayrak Kornitsa köy cami minaresinde dalgalandı. Bu azınlık Milli Bulgar devletiyle bütünleşe bilir mi?
Ruh hali belirleyen bu tabloyu Türker’de, Makedonlar ’da, Ulahlarda, Romenlerde, Gagavuz ve Tatarlarla Çerkezlerde de izliyoruz. Farklı olduklarından dolayı Milli Devletin özü ve gölgesi dışında kalanların öz yönetim aradığını 3 milyon vatandaşımızın yurdu terk etmesinde, gurbetçiliği kader kabul edenlerin gözlerindeki yaşta, Türkiye’deki soydaş kitlesinde görüyoruz.
Bu soruna çözümün çok kültürlü, .çok etnikli, çok dilli ve farklı gelenekli bir Bulgaristan’da gördüğümüzü daha 1990’da beyan etmiştik. Bulgar milli çıkarlarının tanımlanmasını ve ders kitaplarının, anayasanın birinci sayfasına yazılmasını istemiştik.
29 yıl sonra, Hak ve Özgürlük Partisi Başkanı Mustafa Karadayı köyü Barutin’de “isim değiştirmeyi lanetleme” ve “şehitlere saygı mitinginde” yaptığı konuşmada bu isteklerimizi hatırlattı. O, politik partileri yuvarlak masa etrafında toplanmaya ve mecliste ve meclis dışında bunalımlar sarmalında kıvranan ve geleceği karanlık olan ülkemizde “politik önceliklerin tanımlanmasında” ısrar etti. Bu isteği biz, “Bulgaristan milli menfaatlerinin tanımlanması” şeklinde dile getirmiştik. Ve bu isteğimizin bir an önce yerine getirilmesinde birlik kurmaya el uzatanların hepsi ile işbirliği yapmaya hazırız. Bulgaristan, milli devletinin ayakta durabilmesi için, tüm azınlıkları, dilleri, kültürleri ve dinleri kucaklamalı ve ulusun milli menfaatlerinin kırmızı çizgisini çizmelidir. Bu yapılmadıkça yol ırkçılığa, milliyetçiliğe ve ötekileştirmeye çıkıyor ki, ufuk karanlıktır.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Dostlarınızla Paylaşınız lütfen.