BG-SAM
Dünya politikasını ve hak ve özgürlük işlerini pek anlamayan bir başkanın söylevleri
Dünyanın önemli merkezlerinde kıran kırana devam eden bir savaş var. Çatışma merkezleri değişiyor. Bir kıtadan başkasına kayıyor. Bazen kavga birkaç yerde birden başlayıp uzunca sürüyor.
Toprak, deniz ve okyanus içinde, hatta dibinde dağların kökleri (temelleri) olduğu gibi, ayaklanma, çatışma ve devrim şeklinde patlayan sosyal olayların da ülkelerin ekonomi ve yaşam biçimlerinde derin bir yerlerde kökleri var. Sebep olmayan hiçbir yerde netice olmadığı gibi, öz olmayan yerde şekil, kızışma olmayan yerde de ateş ve duman yoktur.
Dünyanın en büyük yüzölçümüne sahipti Avrupa ve Asya’da 15 devleti çatısı altına toplayan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB). Soğuk Savaş’ın bitmesiyle sanki ipleri koptu ve dağıldılar. Herkes bağımsızlığını ilan etti. Yeni sınırlar gönüllü çizildi. Büyük işleri insanın yalnız iki elliyle ve kendi başına yapamadığı gibi, devletler de öyle daha kolay yol alabilmek için yeniden birleşmek zorunda kalıyorlar.
Aynı zamanda bir başka eğilim de var, bir topluluktan kopan devleti başka bir topluluk içine çekiyor. Bulgaristan da öyle olmadı mı? SSCB yörüngesindeydik, Ekonomik Yardımlaşma Konseyi (Comecom) üyesiydik, Varşova Paktına (VP) katılıyorduk. Sosyalist dünya dağılınca Avrupa Birliği’ni (AB) seçtik, Kuzey Atlantik Paktı (NATO) üyesi olduk.
Bütün ülkelerle aynı şey olmadı tabii. Örneğin Ukrayna 1990’dan beri hiçbir pakta ve konseye katılmadan bağımsız kaldı. Bu devlette sosyalist düzen, Rusya harikaları olan ağır demir çelik ve kimya sanayi harikaları kurmuştu. Bu denli büyük bir ekonomiyi dönüştürmek hiç de kolay olmadı. Sonra İkinci Dünya Savaşında omuz omuza savaşan ve savaşın ağır çilesini birlikte çeken Rus ve Ukrayna halkları birbirine yakınlaşmış, dil birliği ve kültür birliği kurma yolunda çok ilerlemişti.
Ukrayna Cumhuriyeti’nde tek partili ve tek devlet düzenine dayanan sosyalist esastan demokratik ve çoğulcu toplumsal yapıya geçiş yavaş, ağır ve sancılı gelişti. Demir çelik ve kömür üretiminde, ağır sanayi tesislerinin gücü bakımından Avrupa’nın en ileri devletlerinden biri olan ve arpa, buğday, ayçiçeği, et ve sütlü mamuller üretim hacmi olarak da kendi kendine defalarca yetip artan bu Karadeniz devleti adına “turuncu devrim” denen çok şiddetli bir sosyal saldırı ve çatışmadan geçti.
Bu yılın sert kış şartlarına rağmen başkent Kiev’in ana şehir alanı olan “Maydan”da gece gündüz defalarca birbirine giren zıt tarafların çatışmaları Cumhurbaşkanı ve hükümetin değişmesiyle sonuçlandı. 2014’te Ukrayna sınır çizgisinde adeta ikiye bölünmüş olan modern dünyada Rusya ile AB, tuttukları bir avı paylaşamayan iki canavar gibi hırıldanıp mırıldandı ve bu didişme yeni şekiller alıp devam ediyor.
Bu çatışmanın göbeğinde bir de Amerika var.
Ajans haberlerine bakıldığında “Maydan”da dökülen kanın bedeli artık 8 milyar Euro’yu buldu. Bu paraların kaynağı 1991’den sonra Ukrayna’nın ağır sanayi sektörüne bir ahtapot gibi el atıp onu aforoz etmeye çalışan, dünyayı karıştırma işlerinde paraya para demeyen ve artık iyice ustalaşan Soros grubu gibi, Batı gruplarıdır. Dünya emperyalist saldırı güçlerinin ön saflarında çarpışan soyguncu ve talancı, kaynağı belirsiz sermaye önce Ukrayna’yı bütün ele geçirip ABD ve Batı Avrupa’nın etki bölgesini Rus sınırlarına dayamaya çalıştı. Bunu yapabilseydi Avrupa kıtasının en büyük hububat ambarını ve ağır sanayi hammadde yataklarını onların kontrolüne, ellerine geçirmiş olacaktı. Görüldüğü üzere, Ukrayna’yı Rusya’nın etki alanından koparmak için şimdiye kadar dökülen 8 milyar Euro’yla başarılı henüz pek başarılı sonuçlandığı kabul edilemez. Büyük sinsi plan gerçekleşseydi, aç olduklarına, komünizmden kalma yasalarına, henüz açıla uyum dosyaları olmadığına bakılmaksızın Ukrayna 29. AB ülkesi olacaktı. Ukrayna’yı AB zincirine takmak isteyen güçler “turuncu dönüşümün” yarım kaldığını görünce, ekonomik ve mali sıkıntılarını unuttular, hemen 2 milyar Euro için keseyi açmaya hazır olduklarını açıkladılar.
Dünyanın son derece derin ve süreğen nitelikli, henüz aşılabileceğine ufuk açılmayan ekonomik ve mali bunalım yeni toprakları yutma, yeni devletleri bünyesine katma, etki alanlarını genişletme davası için her zaman istenen parayı buluyor. Bonkörce de savuruyor. Savrulan bu paralar bilimsel – teknik ve teknolojik bulgu işine yatırılsa çözülmedik sorun kalmaz. Ne yazık ki, eskiden olduğu gibi günümüzde de ön planda olan ve keseleri açtıran modern sömürgecilik politikaları oluyor.
Bu politikalar, eskiden olduğu gibi bugün de, etnik olarak farklı olan ama ulusal bütünlük oluşturan halkların, din, dil ve kültürel nüanslarını kaşıyarak ayrılık ateşi yakmakla sürüp gidiyor. Osmanlı parçalanıp çökerken de böyle olmuştur. O zamanlar, Büyük Kaynarca Barış Antlaşması gereğince Rusya Çarlığı Osmanlıda yaşayan Hıristiyanlar üzerinde dini himaye ve koruma hakkı elde etmiş ve onları ayrılmaya kışkırtıp yöneltmişti. Balkanlarda Osmanlı’nın çekilmesine neden olan milli ayaklanma ve aka bindeki savaşların temelinde işte budur. Osmanlı devletini din ve dil damarlarından ayrıştırmada Batı ile Rusya’nın el ele verip birlikte tahrikleri ve düşmanlık politikası izlemeleri oldu.
1500 Bulgar Okulu, kilise bağımsızlı, mülkiyet hakkı ve seçme ve seçilme hakkı, istediği yere seyahat serbestliği olan bir halkın kardeşçe beraberliğe sırt çevirme çığlıkları kışkırtma sonucu değil de, nedir? “İyilik götüne battı” atasözü o zamanların ürünüdür.
150 yıl sonra Ukrayna örneğinde “demokratikleşme” ve “plüralizm” kılıfı içinde “ayır buyur” politikasının defalarca denenmiş özünü görüyoruz. Burada hatta çok tuhaf olan bir şeyle karşılaşıyoruz. Dinsel yapı olarak, Katolik, Doğu Ortodoks ve İslam dinlerinin aynı çatı altında yıllar yılı var olabildiğini izlediğimiz bu ülkede, dil çeşitliliği ise daha da fazladır. Sonra faşizme karşı Ukrayna, Rus ve Müslüman milletlerin ortaklı söz konusudur. Savaşın derdi ve yükü birlikte çekilirken, zafer de ortak kutlanmıştır. Bu beraberlikten doğan bir ruh vardır, bir güç kaynağı belirmiştir.
SSCB yıllarında, resmi dil olarak Rus dili kullanılırken ve 1990’lardan sonra ülkenin Batı bölümünde Lehçeye yakın olan Ukraynaca yerleşti.Bulgar azınlık Bulgarca, Kırım Tatarları da kendi dillerince konuştu. Ukrayna’yı kendi etki alanı içine alıp, AB sınırlarına çekmeye çalışan ve bu çabalarını “demokratik dünyaya katılma” sloganı altında yürüten Brüksel aslında üye olan 28 devletin hiç birinde dil ve din, kültürel ve yaşam tarzında özgünlük sorunlarını çözmemiştir. Özgürlük sorunlarını ne Anayasasına ne de gündemine taşımıştır. Bu konuda çabalarını derleyip toparlamayı hedef bile etmeyen, seferber olmayı da kabul etmeyen AB Parlamentosu, üye devletlerin ulusal yasaları ardına gizleniyor. “Her devletin etnik sorunları kendi özgün koşullarına göre çözme hakkına” saygılı olduğunu ön plana çıkarıp, olup biteni görmezden geliyor. Ulusal sorun, etnik hak ve özgürlükler, dinlerin ve dillerin eşitliği konularında yazıp çizilenin çok gerisinde bir politika izliyor. Bulgaristan Türklerinin hakları ve İslam dini özgürlüklerimiz açısından bakıldığında AB üyesi olduğumuz son 7 yılda bir arpa boyu yol alamadık. Neden mi? Çünkü Ahmet Doğan ve tayfası Bulgaristan AB’ye girerken “bizim hak ve özgürlük” sorunumuz yok diye imzalı bildiri verdiler ve olayı kapattılar. Böylece, kendilerine saraylarda sefa sürme, halka da çile çekme hakkını kutsallaştırmış oldular.
Biz bugün Ukrayna’da kanlı çatışmalara, hükümet değişikliğine, Cumhurbaşkanı’nın görevini terk etmesine ve en sonunda Ukrayna devlet sınırlarında bulunan Kırım Yarımadasının bir halk oylamasıyla Ukrayna’dan kopup Rusya Federasyonuna katılmasının altında şunları görüyoruz: Bir, büyük devletler ve güçler (ABD, AB ve Rusya) etki ve egemenlik alanı kavgasındadır. İki, dil ve din, etnik hak ve özgürlükler, halk topluluklarının geleneksel yaşam tarzında var olma kavgasıdır. Üç, ikinci grup problemler, birinci grubun politika ve stratejilerin gerçekleştirilmesine alet ediliyor.
Bu arada, Bulgaristan devleti Ukrayna olaylarından çok rahatsız oldu.
Bu devlette yaşayan 100 bin civarında Besarabya Bulgar’ından resmi konuşma ve yazışma dili olarak Rusça yerine Ukrayna dilini kullanmalarını zorunlu kılan yeni hükümet politikası tepkiler doğurdu, bu nüfusun Bulgaristan’a göç etmesi sorunu gündeme getirdi. Aynı gelişmeyi Kırım’daki Bulgar azınlığı ile ilgili de izledik. Fakat şu anda AB üyesi olan ve kendi başına politika izlemekte zorlanan bir de Rusya’nın büyük etkisi altında olduğundan baş kaldıramayan Bulgaristanlı politikacılar, daha fazla susmayı ve gelişmeleri izleme noktasında sanki birleştiler.
Bir yandan, Ukrayna ile ilgili genel AB politikasına bağlılığını her fırsatta teyit eden Sofya hükümeti, öte yandan bu devletin Brüksel suyuna girmesinden kendiliğinde olmak üzere hemen doğacak olan iç politik ve azınlık toplulukları sorunları ve bu arada Bulgar etniği ile ilgili rahatsızlığını dile getiriyor. Bu gelişmelerin seyrinde ve Ukrayna devlet yapısının tam çatırdadığı bir anda, Hak ve Özgürlükler Partisi Genel Başkanı Lütfi Mestan aktifleşti. “Biz, etnik soruna çözüm konusunda, Kiev’e Bulgar Etnik Modelini öneriyoruz” diyerek Ahmet Doğan’a yağ çekti. Bulgaristan Türklerini ana dilsiz, öz kültürsüz, tamamen haksız, hukuksuz ve özgürlüksüz bırakan, din haklarını dar çerçeveye sıkıştıran, birçok yerde kısan, vakıf ve müftülük mallarını geri vermeyen ve sonunda kimlik olarak hepimizi yok etmeyi hedefleyen A. Doğan’ın “Bulgar Etnik Modeli” sonuçları itibarıyla Bulgar halkı ve toplumuna da zararlıdır. Etnik sorunun çözümü açısından “kendisi zehirli ve meyvesi de zehirli” bir ağaç olan “Ahmet Doğan etnik modeli” AB açısından da olumsuz bir örnektir. Lütfü Mestan “Ukrayna bunalımı, Bulgar etnik modelinin alternatifsiz olduğunu kanıtladı”, demekle aslında “HÖH olarak Türk ve Müslüman hakları uğrunda mücadele etmeye niyetimiz yok,” demiş oldu. Mestan, Türklük köküne kibrit suyu döken ve İslam’ın da kökünü kazımayı amaçlayan A. Doğan politikasının bir yamağı, düşüncesiz devamcısı, kimliksiz bir Saray ağasına uşaklık ettiğini ve bu gidişle Genel Başkanlıktan mutlaka çekip gitmesi gerektiğini, dünyaya duyurmuş oldu. “Ulusal devlet korunarak, devlet sınırları içinde etno-dinsel farklılıklar arasında denge bulunması gerektiğine” işaret eden Mestan, Bulgaristan’da bu dengenin neden kurulamadığını, camilerin bu gün de neden taşlandığını, Müftülük ve vakıfların taşınmaz mülkilerinin neden iade edilmediğini açıklayamadı.
Türk partisi olarak bildiklerinden dolayı her seçimde özgürlük ve hak davasına oy veren Sliven köylerinden yengelerimizin konuşma dili olarak kullandıkları Türkçemizle sohbet etmeye çalıştı diye, kendisine 2 000 leva ceza kesilen L. Mestan doğal ve temel insan haklarımızı elde etme konularında “bizim de birçok çözülmemiş sorunlarımız var” diyemiyor. Çünkü sorunların çözümüne yanaşmayan hükümetin ortağıdır.
Plevne ve Lofça HÖH temsilcileriyle görüşen L. Mestan “Kiev bunalımı bizi çok etkiledi” derken, “Kiev bunalımından sonra yapılan Kırım halkının referandumla öz kaderini belirlemesi, yani Ukrayna’dan ayrılıp Rusya Federasyonuna bağlanması, Bulgaristan’ın dört bir yanında ana konu oldu. Şu haklarımız haklarımız diye sızlayan Türkler Kırcaali bölgesinde bir halk oylamasıyla Bulgar’dan kopar ve Türkiye’ye katılır, korkusuyla ah vah edenlerin çoğaldığını söylemedi.
Kısasını isterseniz, hükümet ortağı olan Mestan’ın etnik konularda yalın ayık olduğu ve tamamen bilgisiz ve ayarsız olduğu dikkati çekti. Dış İşleri Bakanı Vigen’in aman Ukrayna’da yaşan soydaşlarımıza bir şey olmasın, hakları korunsun diye Kiev’lere koşarken, Ahmet Doğan’ın etnik saçmalığını tezgâha çıkarmasıyla baştan aşağı tutarsız bir politikayı savunarak bir daha alay konusu oldu. Bulgaristanlı Türk ve Müslümanların hangi hakları yüzde yüz tanındı da da, bizi örnek alsınlar. Eski Baş Müftü Nedim Gencev’in oğlu Avrupa Birliği Parlamentosu milletvekilleri için 25 Mayıs günü yapılacak genel seçimde Bulgaristan Sosyalist Partisi’nden aday listesine alınmasını istedi. Adının aday listesinde belirmesiyle silinmesi bir oldu. Orada hiçbir iş yapmayan ve hak hukuk savunmayan bir HÖH var diye, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının başka partiden seçme ve seçilme hakkı ellerinden alınmış durumda mıdır? Deliorman belediyelerinde öğretmen ve okul müdürlerinin çekisine sebep nedir. Siz hepiniz HÖH partisinin kölesi misiniz? AB parlamentosuna seçilebilmeniz için ana dilinizden başka neyiniz eksik?
Biz Bulgaristan Türk ve Müslümanları Kırım emsalini örnek olarak görüşmek bile istemiyoruz. Bu halk oylamasına katılmayan Kırımlı Tatar kardeşlerimiz olaya negatif yaklaştıklarını dünyaya duyurdu. Bu Yarımada aslında onların anavatanıdır. Sonradan gelenler ev sahibi oldular. Yarımada üzerinde tapu hakları olmayan ama ilhak ettikleri, gelip üzerinde egemenlik kurdukları adayı bir oylamayla ana vatanları olan Rusya’ya bağlayacak kadar ileri gittiler. Kırım Yarımadası sorunu, aslında Rusya tarafından Büyük Petre zamanlarından bu yana izlenen imparatorluk olarak yayılma ve sıcak denizlere çıkma politikasının “halk oylamasıyla ilhak biçimidir,” aynı siyasetin değişen şartlara uygun farklı bir usulle sürdürülmesidir. Kırım, öncelikle Kırım Tatarlarının vatanıdır. Rusya bu yarımada için 1856’dan beri yürüttüğü savaşlar ve diplomasıyla Karadeniz havzasında bulunan bu toprak parçasını yerli Tatar nüfusu sürgün edip yerine Rus nüfus yerleştirerek ve orda etnik Rus çoğunluğu sağlayınca referandumla ele geçirdi.
Dünya kabul etmese bile, olayları buraya getiren din, dil, kültür ve yaşam tarzı hakları üzerinde çevrilen dolaplardır. Bu bakıma Kırımın ve Ukrayna’nın bizden değil, bizim Kırım ve Ukrayna’dan alacağımız çok dersler var. İleri adım atıla bilmesi için, AB içinde, genel geçerli tüm üye haklar ve meclisler tarafından onaylanmış bir azınlıkların hak ve özgürlükleri politikası izlenmelidir. Bu genel geçerli ve ilkeli politikaya “Bulgar Etnik Modeli”nin örnek ya da emsal alınmasına kesinlikle karşıyız.