Şakir ARSLANTAŞ
11. Mayıs 2014’te Ukrayna eyaletlerinden Lugansk ve Donetskte yapılan “Bağımsızlık Referendumları” ile dünya politikası kırılma noktası yaşıyor. Şimdiye kadar devlet ve ülke sınırları ancak büyük savaşlardan sonra çiziliyordu. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Balkan ülkeleri arasındaki sınırlar yeniden çizildi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa devletlerinin sınırları değişti. Almanya ikiye bölündü. “Dobruca” Bulgaristan’a geri verildi.
1990’da “Soğuk Savaş“ın sona ermesiyle de eski Sovyetler Birliği’nden 15 devlet ayrıldı. Bağımsızlıklarını ilan etti. Ne ki, bu devletlerden biri olan Ukrayna’da ana dilleri farkı olan birkaç etnikten oluştuğu için, resmi dil konusunda ortaya çıkan çelişkiler gittikçe derinleşti ve Kırım’dan sonra ana dilleri resmi dilden farklı olan, yani Rusça olan Doğu Ukrayna eyaletlerinden ikisi halk oylamasıyla bağımsızlık ilan etti. Referenduma katılanlardan % 90’dan fazlası eyalet yönetiminin “bazımsızlık” kararına “evet” dedi.
İşte bu noktada yani Kırım, Lugansk ve Donets örneklerinde ve belkide çok yakında Odesa ve başka eyalet yönetimlerinin de bu konuda alacakları kararlarla Ukrayna devlet sınırları değişecek, hatta Ukrayna’nın Karadenize çıkışı bile kalmayacaktır.
Bulgaristan Türklerinin yakın tarihinde birkaç kırılma noktası oldu. Bunlara “değişim ya da dönüşüm” noktaları da diyebiliriz.
Birinci, 6 Mayıs 1989’da açlık grevlerine başlanması, Bulgaristan Türklerinin devletin o güne kadar yani 107 yıl boyunca aldığı tüm kararları tepkisiz kabullenme ve uyma süreci noktalandı ve pasiflik aşılarak “aktif direniş” aşamasına geçildi. 107 yıl süren ittatkar, sabırlı ve hoşgörülü tavrın açlık grevleri başlatarak aktif mücadele şekline dönüşmesi bir kırılma noktasıdır. Pasif dayanma ve beklemeyi aşıp eyleme geçme kendiliğinden köklü bir değişim sergiledi.
Yine aynı dönemde Bulgar devletinin Türklere karşı uyguladığı sert politikada da bir kırılma yani köklü değişme gün ışığına çıktı. “Bulgaristan’da Türk yok” savı bir anda unutuldu. Türklerin topluca Türkiye Cumhuriyeti’ne sözde turist olarak göçe zorlama ve kendilerinden sonsuza dek kurtulma, tüm varlıklarına el koyma politikası gündeme geldi.
Yine 1989 Mayısında Bulgaristan Türk azınlığının psikolojisinde ve ruhunda da bir kırılma, yani köklü bir dönme gözlendi ki, zorbalığa karşı doğal hakları için ayaklananlar, yurt değiştirmeyi akkılarından bile geçirmeyenler, Bulgaristan topraklarını kendi kadim ve ebedi Ata Vatanı bilen bu kalabalık etnik azınlık gözünü Ana Vatan’a çevirdi.
Bu gelişmeler ve kırılmalar kuralsız bir oyunun sonuçlarıdır. Barışçı gösterilere ve açlık grevlerine tankla topla saldıran, ateş açan ve kıyım yapan Bulgar devleti adil olmak istemediğini, demokratik istekleri kabul etmediğini, insan haklarını tanımadığını, Türklerin Türklüğünü tanımayacağını tüm dünyadan yüz çevirerek ilan etti. Türkiye devlet ve halkı başta olmak üzere, İslam dümyası ve demokratik Avrupa toplumu Bulgaristan Türk ve Moslümanlarının insan hakları uğruna verdiği büyük davadan yana çıktı. O yıllarda dünyada kamuoyu oluşturan en güçlü araçlardan biri olan radyo yayınlarında Bulgar parti ve devlet yönetimi lanetleniyor, Türk azınlığın davasının, açlık grevlerinin ve isyan hazırlıklarının haklı olduğundan gece gündüz söz ediliyordu. O günler öyle günlerdi ki, sanki Bulgaristan Türklerinin hepsinin canı kullaklarına toplanmış ve herkes hep beraber radyo dinliyor, yorum yapıyor, haber paylaşıyor ve çelikleşen ruhuna yeni su veriyordu. Açlık grevlerine katılanlar ve onları destekleyenler tek kelime söylemeden, konuşmadan, tartışmadan birbirlerini anlıyor, kardeşleşiyor ve yürekler kucaklaşıyordu.
Pasiflikten direnmeye geçiş işte böyle çok kararlı bir ortamda gerçekleşti. Yılların biriktirdiği zulmün acıları toplanmiş ve direniş gücü olmuştu. Burada ne Sofya, Sliven, Pazarcık, Stara Zagora ve Varna zındanlarında yenen dayağın hesabı, ne işittikleri küfürlerin sayısı, ne yakınların hor görülmesine tepki olan yürek acısı belirleyiciydi. Yeni nitelikte acı ve çekileri yenmişlik, zulmün yükünden sıyrılmışlık, kamburunu doğruturken gözleri dönenlerin ölümü aşma azmi vardı. Bunu karşılaştırmalı ifade edersek, özgürce uçmanın doğal hakkı olduğunan inan kartal yuvadan uçmuş, kanat açıyordu. Açlık grevcilerinin yüzleri ışıl ışıldı, halkın yüzündeki umut pırıltıları hepsini hem aydınlatıyor hem de yüreklendiriyordu.
Bulgaristan Türklerinin acıları açıp yeni dünyaya açılması kolay olmadı. Yüzbinlerce insanın bireysellikten kurtulması, vicutlarındaki bin bir korku bağın adeta çözülmesi ve birden MÜCADELE EDEN TÜRK yani bir bükülmez yumrukta birleşmesi kendiliğinde olmadı. Totaliter rejim karşısında direnen müthiş bir insan denizi, derin ve sesiz bir uğultu ve tüm barajları yıkıp önü alınmaz bir sel gibi akmaya hazır bir halk toplulu belirdi. Köyde pazarda, işte veya hapiste, sürgünde ya da mahkemede nerede olursa olsun Türkler haklı bir davanın kurbanı oldukları konusunda aynı şekilde düşünüyordu. Tek yürek şeklinde atan bu büyük güç, Bulgar’ın ellinden geleni ardlarına bırakmadan 107 yılda yarattığı öfkeden, hınçtan kaynıyordu. Kimse kimseye ürkme, korkmma dedi. Sokaklardaki sesizlik çok manalı ve düşman için öldürücüydü. “Fesli”, “ibrikli”, poturlu”, “şalvarlı” diye alay ettikleri ve küçümsemeye çalıştıkları bu ağızı var, dili yok köylüler dünya serbest güreş şampiyoru Lütfü Ahmedov, Hüseyin Mehmedov’un, olimpiyat şampiyonu halterci Naim Süleymanov, Halil Mıtlu ve daha nicelerin anası babası, nenesi, demesi, kardeşleriydi. Bulgaristanı dünyaya tanıtanlar insanlarımızdı.
1989 Mayısı’nda bu insanların kalbinde isyan vardı. Bulgaristan Türklerinin içindeki HAK ve ÖZGÜRLÜK duygusu hareketlenmişTİ. gücünü de kendi ateşinden alıyordu. Başlattıkları ayaklanma aynı anda ayrı ayrı kalplerde yanan ateşin birleşmesiydi. Onlar zalimlerle hesaplaşıp ellerini kana boyamak da istemiyordu, çünkü Bulgar halkının kendi katilleriyle er veya geç kendisinin hesaplaşacağına inanıyordu. Bulgaristan Türkleri “Ezdik bitirdik“- “Türk kalmadı” diye hesap verdiklerinkarşısına hiç umut etmedikleri ve asla beklemedikleri bir kudretle dikildi. Bu büyük güç çektirenlerden hesap sorma kapısını açtı. Aslında büyük kırılma noktası tam bu dev gücün hareketlenmesidir. Hesap sorma kapısı bugün de kapanmadı açıktır. Türkler hür oldukça, sorulmayan hesap kalmayacaktır.