BGSAM

 

Kimlik mücadelemiz bugün de arasız devam ediyor. 2015 Bulgaristan’ındaki ana sorun kültürel, ahlaksal ve dinsen kimlik sorunudur. Bu problem Bulgaristan’ın ana nüfusu olan Bulgar halkı önünde de duruyor. Osmanlı’da yaşarken ana dilini geliştirip tarihini öğrenerek Bulgar kimliğini uyandıran bu halk Ulusal Uyanış Çağı yaşadı. 1839’dan sonra Bulgar okulları açtı. Kilise bağımsızlığı elde etti. Rum papazları kiliselerden kovarak Bulgar diklini kilise dili yaptı. Basın yayın geliştirdi. Kendi aydın kitlesini yetiştirdi.

 

Ulusal uyanış ve diriliş deneyiminde anadil, edebiyat, kültür ve dinin kimlik oluşturmada belirleyici rolünü iyi bilen Bulgar devletleri ülkedeki hiçbir ulusal azınlığa bu haklardan yararlanma olanakları sağlamadı. Bu konuda kararlılık gösterip yol vermedi. Ülkede en büyük etnik halk topluluğu olan Türkler de bu haklardan tamamen yoksun kaldı. Bugün de bir anadil olan Türk dili unutturulmaya çalışılırken, kendi edebiyatlarını yaratma, tarihlerini öğrenme ve özgün kültürlerini geliştirme yolları açılmıyor, yeni olanaklar da tanınmıyor.

 

Bu arada Türklerin anadil esaslı bireysel kimliklerini geliştirme yolları tamamen tıkanmışken, sosyal (toplumsal) kimliklerinin de ancak Bulgar dili temelinde geliştirilmesine olanaklar tanınıyor. HÖH-DPS partisi de toplantılarını Bulgar dilinde yaparken, cezadan korkan parti balkanı L. Mestan bile Türkçe konuşmama işinde örnek oluyor. Birkaç paralık cezadan korkan bir adamdan bir defa parti başkanı olmaz. Bu da böyle biline. Bu iş cesaret, bu iş kudret, bu içiş yürek ister. Yüreğinde Türk kalbi atmayan bir kişi Türk partisine başkan olamaz. Bu atanmış hainlerin raf ömrü dolmadı mı?! Ajanlık, döneklik ve hainlik yapmak parti başkanlığı yapmaktan çok farkıdır ve yüz karası bir iştir.

 

Oysa Bulgaristan Müslüman Pomaklarının 1972–73 ve Türklerin de Mayıs 1989 Ayaklanmaları hainliği arıtmalıydı, ama başarılı olamadı. Hainlik partimizin başına sonradan sarıldı ve Türk kimliğimize baş düşman oldu. Bir asır devam eden kararlı mücadelemiz bir tek isimlerin ve din haklarının geri alınması için verilmedi. Türk Müslüman ahlakıyla yaşamak, Türk düğünlerinde evlenmek, adetlerimizi, bayramlarımızı yaşatmak için direndik. Bu aynı zamanda özgün kültürel haklarımızı da diriltme mücadelesiydi.

 

1939 yılında Bulgaristan köy ve kasabalarında 1732 Türk mektep, medrese ve Nüvvab lise ve yüksek ala kısımlı Türk dilinde tedrisat ocakları vardı. Müftülüklerimizin, okullarımızın, camilerimizin vakıf mülkleri vardı. Birçok aydınlık ocağı bu vakıf gelirleriyle ayakta duruyordu. Kendi değişimizle halkımız kendi yağıyla kavrulabiliyordu.

 

1944’te gelen sosyalist rejim 1950 sonlarına kadar Türk ilk ve ortaokul sistemini, Türk lisesini devletleştirdi. Hatta Sofya Üniversitesi’nde Türk okullarına öğretmen ve eğitmen hazırlayan fakülteler açtı. Birçok Türk kütüphanesinde raflar kitapla doldu. Razgrat, Şumen, Kırcali Türk dram ve müzikal tiyatroları açıldı. Yerleşim yerlerinde özenci sanat kolektifleri kuruldu. Kültür kulüpleri, öğrenciler için çıkan “Eylülcü Çocuk”, “Halk Gençliği”, yaşlılar için “Yeni Işık” gazetesi ve “Yeni Hayat” dergisi, günlük yayınları 5 saati bulan “Sofya radyosunun Bulgaristan Türklerine mahsus özel yayınları, basılan yüzlerce Türkçe kitap Bulgaristan Türklüğün yeşermesini sağladı. Herkes sosyalist toplumun azınlık hakları cenneti olduğuna inanmak istedi. Türkçe eğitim ve öğretim alan genç kuşak Bulgaristan sosyalist halk kültürüne yaratıcı farklılıkla dokunmuş renkler kazandırmıştı. 1960’larda Bulgaristan’da Türklük ateşi söndürüldü. 1989 Mayıs Ayaklanmasının kültürel anlamı, o zaman yitirilen özgün kültür ve eğitim öğrenim haklarımızı yeniden hayata çağırıp yaşatmaktı. Bu büyük hedefi gerçekleştiremedik. Ne yazık ki olmadı.

 

Bulgar makamlarının Türklere anadil, eğitim, öğretim ve özgün kültür haklarını tanımama şartıyla atadıkları  “pastayı dağıtan kişi” (Ahmet Doğan) halkımızdan gizli bu ödevi üstlendi. 25 yıldan beri hepimizi boynu bükük bıraktı. Bundan 8 yıl önce, 2007’de Sakskoburgorski Başbakanlığı zamanında, Bulgaristan Avrupa Birliği’ne üye alınırken, yine aynı kişi, (Ahmet Doğan)  hem “pastayı dağıtan kişi” hem de Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) Başkanı sıfatıyla “Bulgaristan’da çözülmemiş etnik sorun yoktur” bildirisi imzaladı. Onu halktan saklayarak ve gizlice Brüksel’e gönderdi. Etnik hak ve özgürlüklerimizi elde etme yolumuza ikinci bir kilit vurdu. Bu kişi bugün gizlendiği korumalı köşkten dışarı çıkamıyorsa, gece gündüz öldürülürüm korkusuyla yaşıyorsa, olayın ana nedeni budur. O yaptığı kötülüğün bilincindedir.  Onu huzursuz eden tehditler değil, vicdan azabıdır. Ne yazık ki, 19 Ocak 2013’te kafasına tabanca dayanmasından gerekli ibret dersini almadı. Kültür faklılıklarındaki güzelliğin dünyanın geleceğini belirleyen olduğunu göremeyen bu taş kafa, halkımıza çok büyük kötülükler yaptı. 1984–1989 kültür katliamını 25 yıl daha uzattı. Türk olarak var olma ufkumuzu kararttı.

 

Bir etnik halk topluluğunun aydın ordusu olmadan anadilde eğitim, anadilde edebiyat ve kültür geliştirmek, radyo yayınları yapmak, TV programları hazırlamak zordur. Ana dil, edebiyat, hukuk, sanat vs. alanlardan uzman kişilerle birlikte yine anadilimizde hizmet verecek teknik kadrolara da gerek vardır. Son göçte Bulgaristan’dan 10 bin yüksek ve yarı yüksek tahsilli uzmanlaşmış ve deneyimli kadromuz yurdu terk etmek zorunda kaldı. Düşmanın planlı ve öngörülü çalıştığı ortadadır. Etnik temizliğin amacı halk topluluğumuzu aydınsız öndersiz bırakmaktı ve başardılar. Köy ve kasabalarımızda üretimin, eğitimin ve kültürel var oluşumuzun nabzını tutan ve ona devamlı taze kan akıtan dirençli kadrolarımız birden yok oldu. Evlerindeki lambalar her gün vicdanlara taşıdıkları ışık söndü. Bugün insanlarımızın arasında yaşayan, düğünde bayramla halkımızla selamlaşan bilge, zengin, yüksek kültürlü zeki kişilere rastlamak çok zordur. Memleketi terk eden ve Batı ülkelerine iş aramaya giden 3 milyon kişinin ilk aşama sermaye birikimleri henüz verme vermedi. Durumun tarifinde öğretmen olmadığı için köy okullarının kapandığı, ambulans olmadığı için doktorların uzak mahalle ve yerleşim yerlerine gidemediği, araç olmadığı için hastaların büyük sağlık merkezlerine taşınamadığı, parasızlıktan ilaç alınamadığı için hastaların vefat ettiği gibi durumlara en sık rastlandığı ortamda yaşanıyor. Bu durum yapılması öngörülen yeni sağlık ve eğitim reformlarıyla daha da kötüleşecek benziyor. Son yıllarda işsizliğin kol gezdiği ülkede sağlık primlerini yatıramayan nüfusun devlet sağlık sistemi dışına çıkarılması planları yapılıyor. Bu tehlike en başta etnik azınlıklara ve öncelikle de Müslüman halk topluluğuna vurulacak yeni bir darbedir.

 

Bu konularda B. Borisov hükümetinin, ırkçı ve milliyetçi kesimin desteğine dayanan uygulamalarına arka olan politik partilerden biri HÖH-DPS partisidir. Bu parti son dönemde Türklük ve Müslümanlık aleyhindeki pratik adımlarını “ulusal çıkarlar” saçmalığı ardına gizliyor.  Bu cümleden olmakla birlikte, bu parti 25 yılda yoksul halktan, etnik azınlıklardan yana hiçbir olumlu yasa önerisine ve gelişim yönü açılımına imza atmadı. Eline iki para geçen insanımızı zorladı, parasını çekip aldı. Son yılların yasa dışı olayların bir cümle hepsinin altında imzası olan partiye karşı ilk kez olmak üzere karşında Baş Savcılı buluyor.

Bulgar Başsavcılığı bu hafta HÖH Başkan Yardımcısı, 42. Halk Meclisi Başkan Yardımcısı ve 4. kez HÖH milletvekili Hristo Biserov’u uluslar arası para aklama suçlamasıyla duruşma salonuna davet etti. Dava bu hafta başlıyor. Özellikle belirtiyoruz: Bulgaristan Türk ve Müslüman halk topluluğunun “para aklama” para kaçırma” “banka soyma” banka boşaltma” gibi suç olaylarıyla yakın ve uzak ilişkisi yoktur, olmamıştır ve olamaz. HÖH partisi Başkan Yardımcılığına, oylarımızla milletvekilciğine yükselmiş bir sahtekâr ve kaçakçının bizimle asla işi yoktur ve olamaz. Onu aday gösteren ve başımıza bela eden azmettirici Ahmet Doğan da suçlu kadar suçludur ve yargılanmalıdır.  Bu yüzdendir ki, HÖH-DPS partisinin “lider” takımının bire kadar görevden uzaklaşmasını ve partimizin halktan gelen sağdık evlatlara teslim edilmesini istiyoruz. Bu kutsal öz davamızın bir parçası haline gelmiştir.

 

Bulgaristan Türk Halk Kültüründe hırsızlık, devlet soyma, hırsızları koruma, savunma, destekleme gibi özellikler yoktur. Halktan kopmuş ve sapıtmış “lider takımından” kişisel ve kolektif sapıklılıktan temizlenme hepimizin temel ödevimizdir. HÖH-DPS listesinde yalnız tanıdığımız, kendisine güvendiğimiz adaylara oy verme bilincinde olmalıyız. Kemallıler ve Blagoevgratlılar Günay ile Palev’ı böyle seçtiler ve hepimize örnek olup yol gösterdiler. Gelecek seçimlerde Lütfü Mestan ve yardımcılarına oy yok! Tercihli seçim bizim yeni seçim kültürümüz, halkımızın uyanış simgesi olacaktır.

 

HÖH Türk ve Müslüman politik kültürü oluşturamadı.

 

Bir defa 100 yıldan fazla bir süredir tek uluslu ulusal devlet kurmaya çalışan fakat ulusalcılığın özüne diğer etnik halk topluluklarını ve öncelikle Müslümanları zorla eritip Bulgarlaştırmayı ana hedef olarak alan ve bu politikanın uygulanmasında süreklilik gösteren Sofya hükümetleri, hedeften sapmamış aynı raylar üzerinde tekerlenmeye bugün de devam ediyor. 1978’den buyana Bulgar iktidarlarının görmek istemedikleri bir büyük gerçek var. Bu, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarını Türkiye Cumhuriyeti, yükselen Türkiye halkı ile bağlayan bir tarih ve canlı bir hayatın olmasıdır. Bu durumda Türkiye gerçekliği ve etkileri dikkate alınmadan, hesaba katılmadan Bulgaristan Türk ve Müslüman kültürel kimliğinin oluşup gelişmesi, bu topraklarda Müslüman ahlak ve din yaşaması çok zordur. Hepimizin geleceğini belirleyen Türk kimliğimiz olacaktır. Türk kültürel kimliğimiz olacaktır. Türk Müslüman ahlakı olacaktır. Müslüman dininin özgün çelişkiler içinde var olma kavgası olmaya devam edecektir. Olayların gelişiminin alacağı yöne bakmaksızın, hatta dünyanın 2. bir soğuk savaş cepleşmesine girmesine rağmen, bizim Türk kimliğimiz Türkiye halkıyla devamlı sıcak yakın etkileşim ve yardımlaşma içinde gelişmeye devam edecektir.

 

Biz Bulgaristanlı Türkler 6 kitle göçünden sonra da ata vatanımızı yitirmedik. Orada yaşıyoruz. Ata vatanımız her zaman gönlümüzdedir. Türk ve Müslüman kimliğimizi yaşatma mücadelesi veren, özgün kültürümüze can suyu veren, İslam dini ve yaşam biçimiyle var olma kavgası veren kardeşlerimizle her zaman beraberdik ve bugün de beraberiz.

 

Son 136 yılda aile ve köylerimizin defalarca mülkiyet biçimi değiştirmeye zorlanması, üretim tarzının defalarca bozulması, üretim örgüt ve araçlarının yok edilirken geleneklerimizin darbe üstüne darbe alması, tahıl hariç tütün üretimi gibi temel üretimlerin kota sistemine bağlanması, hayvancılık olanaklarının sınırlanması kültürel alanda da ağır sonuçlar doğurdu. Ulusal endüstriyel çöküş Türk bölgeleri sert vurdu. Üretim sınırlanırken iç ve dış pazar daraldı, kapandı. Sermaye birikimi yapamadık, yeni üretimlere el uzatamadık. Her üretim de bir kültürdür, yeni ekmek tekneleri bulamadık. Daha 1984–1989 Müslüman kimliğimize saldırı yıllarından başlayarak Arap dünyası, ardından 2000 yılından sonra Rus pazarı kapandı. Çarşı-pazar kapılara kilit vurdu. Avrupa Birliğinin nazına ve şartlarına henüz ayak uyduramadık. 1Ayrıca 1990’dan sonra ülkemizdeki üretim kültürü de dahil olmak üzere, etnik halk topluluklarının özgün kültürlerinin dirilişine asla özen gösterilmedi.

 

HÖH liderliği halktan tamamen kopmuştur.

 

136 yıllık Bulgaristanlı tarihimizde ilk kez 1990’da yasal politik örgütlenmeye yükselebildik. 1990’dan önceki hapishane ve sürgün yıllarında kurulan toplam 44 insan hakları için direniş parti, dernek ve hareketi legal savaşım barağı yükseltemedi. Bulgaristan Türk ve Müslüman halk topluluğunun politik bir akımda birleşip pekişmesi 1990’dan sonra oldu.

1990’ın ilk günlerinde kurulan Hak ve Özgürlükler Hareketinin doğal bir politik birikim ve kadrolaşma sonucu bir ulusal ayaklanma sonucu olmasına karşın,  özel olarak hazırlanmış Ahmet Doğan başta olmak üzere dönek ajan ve hain sürüsünün ağına düştüğü kimse önceden fark edemedi. Totaliter düzen can çekişirken de olsa, Türklere ve Müslümanları göz ardı etmemiş ve tuzağını kurmuştu. Bulgaristan Türkleri arasından yemlenen toplam 3016 ajanın hepsinin bu işte parmağı odlunu iddia etmiyoruz. Onların arasında da pırlanta kalplı ve Türk bilinçli kardeşler olduğuna inanıyoruz. Ama sinsi ajanların arasında bu iş için özel hazırlanmış, özel koşullanmış, özel mayalanmış, kendilerini zenginlik vaatlerine satmış, Türk vicdanını yüreklerinden söküp atmış, Türkleri kapsülle meyi,  kasaplık koyun gibi bir sayara kapamayı, Türklüğe ecel bekletmeyi, Müslümanlığı körelterek bitirmeyi, etniklerden hiç birine öz ve doğal haklarını koklatmamayı yemin altında kabul edip bir misyon olarak benimsemiş yeni hainler sürüsüyle karşılaşılacağını kimse düşünemedi, hayal bile etmedi.

Hain sürüsü politik süreçleri yönlendirmeye, haklarımızın verilmesini itilemeye, kendilerini davaya adayan kişi ve aileleri memleketimizden kovmaya başladı. Bu süreç 25 yıldan beri devam ediyor. Bu süreçte ikili oynayanlar da var. Haklı davamıza her bakıma ve her yönlüce engel olmayı kendilerine öz görev olarak benimseyenler de az değildir.

 

Bulgaristanlı Türkler ve diğer Müslüman azınlıklar daha 1989’da totalitarizmin kabuğunu kırdı. Fakat zülüm rejiminin çelik zırhlı kalkanından kurtulamadı. Türk ve Müslümanların yeniden zapt edilmesi ve susturulması bu defa “pastadan pay dağıtanların” eliyle yapıldı.

 

Okulsuz,  basınsız, radyosuz, dergisiz, televizyonsuz bırakıldılar. Aileler soylar parçalandı. Son göç topluluğumuz içinde büyük bir hendek açtı. Batıla işe gidenler bizi enerjisiz bıraktı.

25 yıldan beri Bulgarca yapılan propaganda bulutlarından endişe, korku, sindirme, yıldırma ve zehirleyerek boğum, açlıkla üzme tehlikesi,  çaresizlik içinde can çekişmeye zorlama gibi illetler yağıyor. Bizi korumak, haklarımızı ve hürriyetlerimizi sağlamak için kurulan ve her sene oyumuzu verdiğimiz HÖH partisi düşmana değil sahibine saldıran çoban köpeği rolü üstlendi. Parti halkı kümese kapadı ve aç susuz yaşatarak senede bir iki oy yumurtlayan tavuk durumuna getirdi. Yılların geçmesiyle Bulgaristan Türklüğü ve Müslümanlığımız geç de olsa totalitarizm tuzağından kurtulamadığının farkına vardı, ayağındaki prangayı hissetti.

 

DPS yönetimindeki mafyalaşma, finans oligarşisine hademeliğe yanaşma, halkın gerçek temsilcilerine iktidar katlarını kapama, sosyal ve ekonomik çöküşü talan, dalavere, rüşvet politikası şeklinde işletme önce Türklerle, ardından Pomaklar ve diğer Müslüman kardeşlerimizle parti yönetimi arasını açtı. Bu gelişmeleri fark eden Bulgar halkı da parti yönetiminden yüz çevirdi. Herkes bu işin içinde bir iş var diyor. Yardım paketleriyle yaşayanlar saraylarda sefa sürenlerin kendilerini temsil etmesini, mecliste “milli menfaatler” ardına gizlenenlerin hileli işlere ve dalaverelere devam etmesine artık tahammülü kalmadı.

Son gelişmelere tepki gösteren belediye başkanları Ahmet Doğan’ın evlatlığı zorbacı DPS milletvekili Delyan Peevski kopoylarının kurduğu “Su İşleri” şirketinin hiçbir belediyede ihale yapılmasına imkân tanımadığını, sahte tutanaklarla ihalelerin hepsine talep olduğunu anlatırken, ulusal direniş alayı başlatmadan söz ediyorlar. Direniş kültürü alaylarında etnik sorunu yok. Bu kapışmada her gün birkaç kişi yolda, garajda, asansörde, arabasında köyünde infaz ediliyor. En önemli olan halk artık eskisi gibi yaşamak istemiyor. Bu daha da Bulgaristanlı Türkler, Pomaklar, Çingeneler ve tüm sefil ve yoksullar ön saflarda yer almaya hazırdır. Sarayları boşaltıp hapishaneleri doldurma zamanı çoktan gelmiştir.

Devam edecek.

Reklamlar