Neriman KALYONCUOĞLU
Tarih: 27 Nisan 2020

Bu sabah hiç beklemezken Dobrucalı şairlerimizden Habil Kurt’un e-postasından “Ölü Köy”  şiirini aldım. Halk yaratıcılığımızın atası Yonus Emre’nin şu sözleri çaktı gözlerimde: “Bir ben vardır bende benden içeri!” Düşüncemizde yarattığımızdır o. Fakat biz Türklerin ne hayalinde ne de düşüncesinde olumsuz ve kötü olarak imgelenmez, ne ki “Başa gelen çekilir!” atasözü de bizimdir. Şairimiz şöyle demiş: Onun “Ölü Köy” tasavvuru Bulgarca doğmuş, izin istemeden Türkçeleştirdim, düşmediyse özür dilerim.

  • ÖLÜ KÖY

Sokaklar sağır ve ıssız / Tahammül edilmez bir sessizlik
Çürüyüp dökülmüş peykelerle / Köy sohbetlerini özlemiş
Avlular sahipsiz / Saygın kadın elleri eşelenmiyor toprakta.
Unutulan patikaları / Çim ve dikenler bürümüş,

Eski okul binası ve avlusu / Ne zamandır işitmedi zil sesi
Şen şakrak çocuk çığlıkları / Parlamadı aydınlık ışıkları.
Asırdır akan büyük çeşme / Gözleri yaşlı iki bakır kurna
Övgüden çekinirdi bir vakitler / Bugün bir püsüme muhtaç.

Bir tek köy mezarlığı / Yaşlı taşlar ormanı,
Dünya değiştirmiş sakinleri / gönül açan ve gönül yakan anılar!

  • Kurt

Anlatılan köy, Bulgaristan Türk köylerinden biri. Yerleştikleri topraklara bin yıl önce gelenler, 1989’da patlayan büyük göç seline kadar 3 bin köy kurmuştu. Şimdi ancak bin köydeler ve 700 köy camiinden ezan sesi yükseliyor. Büyük sönme dış baskı ve zorlama sonucu meydana geldi.

Onlar, hele 1984-89 yılları arasında öyle bir baskı gördüler ki, “Osmanlı devrinde Müslümanlaştırılmış ve Türkleştirilmiş Bulgarlar oldukları yalanıyla” Türk kimliklerinin arkasında, orijinal Türk kimliği görülünce, yukarıdaki uydurmaya dayanılarak farklı bir benlik çıkarılmaya çalışıldı ve bu olması istenen ama olmadığı ortaya çıkan benlik, birçok kişinin başını belaya soktu. Hatta diktatör Todor Jivkov’u parti genel sekteri ve devlet konseyi başkanı görevlerinden düşürdü. Komünist hükümet düştü. Komünist önderler ancak maske takarak ayakta kalabildi.

Onlara zulüm ederek Bulgaristan Türklerinde olmayan “öteki kimlik” yaratma işine soyunanlar, suçlu kimliğinden, koğuş havasını nefes etmekten ancak yüzlerine maske takarak kurtulabildiler. Bu olaylar, doğal olarak silinmeyen izler bıraktı. Bu izlerden birini şairimiz “Ölü Köy” şiirinde çok güzel anlatabilmiş, kendisini kutluyorum. Ne ki, köylerimiz ölse de, hepsinde yaşayan Türk ruhu var. Soruyorum: Boşalan Türk köylerine yerleşen Bulgar aileler var mıdır? Hayır yok! Onlar bizim yaşayan ruhumuzdan korkar. Köylerimizin yanından bile geçemezler. Ölülerimizin canlı olduğunu, gece büyük taşlara dayanıp fısıldaştıklarını, Türk gözünün gece de gördüğünü, tüm haşaratı ve yaban hayvanların Türk dostu olduğunu bilirler. Kurt anasından emerek, atlardan tavuklara nice hayvanı evcilleştirerek, davullu zurnalı, türküleri bin makam, şarkıları ve manileri bir o kadar işiten kulaklarda durmadan yankılanır. Baharda açan kokular onların kokularıdır. Salkım söğütlerin suya uzanışı, su aynasında saçını tarayan kızlarımızı anımsatır. Ağaçlarımız tek tek ağaç değil, Ağaç ormanıdır, uğultularını Türk’ten başka kimseler sevmez. Rüzgârlar bizimdir. Logos esse bereket, Kuzeyden esse kışlıklara örttü getirir.

Doğal olarak her şey değişir bu dünyada. Köylerin Türksüz kalması da doğaldır diyelim. Gönül tazelemeye gitmişlerdir, güç toplamaya, zekâ bilemeye, akıl toplamaya gitmişlerdir.

Fakat biz, yine doğal olarak diyeceğim, ikinci kimliği bir “dost”  kılığında yaratılmış bir sahte “lider” dayatılmadı mı? 1990 yılına kadar Ahmet Doğan kendi halinde, beyhude yaşayan, kirasını ödeyemeyen, harçlık için göz kızartan, sürünen biri değil miydi?  Tanıyanlar onu bu kimliğiyle bilmiyor muydu?

Bulgar edebiyatında yeni çıkan kitaplarda, Osmanlı yüzyıllarında Bulgarların “Eğilmiş boyunu başta kesmez!” atasözü zekâsıyla kurtuluş mücadelesi verdiği işleniyor. Hiç işitilmemiş simalar tarihin karanlığından gün yüzüne çıkarılıyor.

Yeni kuşak Bulgar şairleri korktukları “öteki beni” dörtlüklerde işlemeye başladılar. Elin Pelin şehrindeki “VasilLevski” lisesinde edebiyat öğretmeni olan Bayan Reneta Radeva “Öteki Ben” /Altek ego/ başlıklı bir şiirinde yüreğini şöyle açtı:

ALTER EGO*

Ben içimdeki öteki benden korkuyorum!
Aslında ben kendimden korkuyorum.
Bu nedenle kapadım kendimi odama,
Öteki benin ağladığını duyuyorum.

Kimdir O? Neden hıçkırıyor böyle?
Uyuyan acıyı mı uyandırdı?
Gözlerim açık rüya görüyorum?!
Bilemesem de, benimle olan bu.

Kendimi karşı tarafta hissediyorum
Görünmeyen duvarın ötesinde.
Bir yerde toplanmış iki kişilik.
Güçlü olan ile güçsüz karşı karşıya.

Gerçek biri olmak istiyorum, ama nasıl?!
Kalbimi mi yoksa Aklımı mı seçeyim?
Her ikisine de ihtiyaç duyuyorum…
Ve nihayet anladım!
Ben ancak kendi kimliğime düşmanım!!!…

  • Radeva

* Alter ego (latince) ü “Öteki Ben” – bizim ikinci kimliğimiz. İkinci şahıs ya da İnsan içindeki ikinci kişi. Bu kavram, 19. Yüzyılın başlarında oluşturulmuştur ve ilk ruh uzmanları (psihatristler) tarafından şizofreni (akıl hastalığı) olarak kullanılmaktadır. Alter egolu kişilerin ikili bir hayat yaşadıkları bilinir.

Böyle bir simayı siz “Çiçero” filminde tanıdınız. O, askerliğini Çankaya Köşkü’nde Atatürk’ün yanında yapan Elyesa Bazna’n – kod adı Çiçero’du. İkinci kimliği ile Atamızın ve Teşkilatı Mahsusiye emriyle 2. Dünya Savaşında Ankara İngiliz Büyükelçiliğinde çalıştı ve savaşın yönünü değiştiren sırlara ulaştı. Filim beyaz perdede ve FOX TV’de gösterildi. Çiçero MÖ. 106-43 yılları arasında hükmeden Roma İmparatoru’nun adıdır. İçindeki ikinci kimliği çok büyük bir cesaretle kullanmış bir şahıstır.

***

Bulgaristan Komünist Partisinin 1956’da yaptığı geniş oturum kararlarıyla rota değiştirmesi ve siyasetini asimile ederek yok etme yani soykırım uygulama yönüne çevirmesiyle bu yönde gizli çalışmalar başlamıştır.

Bulgar istihbaratı, özellikle Müslümanlar arasında, 1972-73 yılından başlayarak aynı bünye ve ruh hali içinde 2 benli insan yaratmaya büyük gayret göstermiştir.

1974’te ajan olarak yetiştirilmeyi kabul eden Ahmet Doğan, aslında birinci (gerçek) benliğinin körleştirilmesini ve “Sava”, “Sergey” ve başka gizli ajan lakaplarıyla çalışarak önce Bulgar dili üzerinde ve Bulgar kültürüne dayanarak içindeki öteki benin uyandırılıp büyütülmesini kabul etmiştir. Bu amaçla o “GS” polis servisi üzerinden Şumen “Payisiy Hilendarski” Üniversitesi Bulgarca Fakültesine yazılmış ve Bulgar dilini öğrendikten sonra, Bulgarca politik düşünmeyi de öğrenmesi için, yine özel bir makam kararıyla Sofya “Kliment Ohridski” Üniversitesi Felsefe Fakültesine kaydedilmiştir. Bu fakülteyi çok düşük bir başarıyla bitirmesinden ve beklenen hazırlı tamamlamayınca, Sofya’daki (AONSU) kısa adıyla bilinen ve BKP yönetici kadrolarını eğiten Toplumsal Bilimler ve Sosyal Yönetim Akademisi’ne kaydedilmiş ve 5 sene pansiyon, yemek içmek vb masrafları parti tarafından karşılanarak hazırlık gördü. Bu hazırlığın özünde 2 tez vardı. Biri 20 sayfalık özel bir tezdi. BKP MK Sekreterlerinden, İdeolojik Sorunlar Şubesi Sekreteri Stoyan Mihaylova sunuldü. Bu tezde, Bulgaristan Türklerinin milli Türk iradesinden oluşan Türk Kimliğinin kırılması için Türk nüfusun Bulgarların yaşadığı köylere sürgün edilmesi ve nüfusun karıştırılması ve Türklerin kimlik, din, anadil, okul, kültür gibi isteklerinin beyinlerinden silinmesi yer almıştı. İkinci tezi de, aynı görüşlerin geliştirilerek bir doktora tezi olarak Bulgar Polis Akademisinde savunulmasından ibaretti.  Ahmet Doğan’dan önce hiçbir Bulgaristanlı Kırım Tatarı veya Romen (Millet) kökenli biri böyle bir fikir savunmamıştır. Kimlik değiştirdiğini ve soy kökü ve öz kimlik bilinci olmayan, “öteki benliği” ile ortaya çıkan A. Doğan, istenen her şeyi yapmaya hazır bir kimlik sergilemişti. O, belki de söylediklerinin ve savunduğu fikirlerin farkında ve nelere sebep olacağının bilincinde değildi ve olayı duyumsamıyordu. Çünkü “öteki ben” duyumsama ve özümseme, sentez ve zekâ sisteminden güç almaz, kendi sinir sistemi ve algısı olmadığından ancak verilen emirler üzerine işlev görür ve yaptığı kötülükleri cezalandıracak bir yargı düzeni olmadığını bildiğinden, değer yargıları üzerinden kendisinden hesap sorulmayacağını, kovuşturulmayacağını bilir. Toplumla bağı olmayan “öteki ben” hiç bir şeyden korkmadığını gizlemez. En önemli vazifesi başkası adına imza atmak. Korumalı yaşamaktan, sürekli kör sofrada yemekten ve en pahalı viskilerden içerken zehirlenmemekten başka bir şey değildir. Vicdanı, dini, imanı, ahladı ve edebi rafa kaldırılmış bu “öteki ben” in” en büyük özelliği vurdumduymaz olmalarıdır. Onlar “Ölmüş Köyleri”, pislikten nefes alamayan gettoları, okulsuz mahalleleri, “öteki benden korktuğundan dolayı uyuyamayan öğretmenleri”, işsiz gençleri görmezler…

 

  • Radeva tarafından yazılan yukardaki şiir, 2020 itibarıyla günümüz Bulgaristan’ında gerçeklik ve “öteki ben” arasındaki çelişkiyi dile getirmiştir. Radeva bir öğretmendir ve öteki benden korktuğunu gizlemiyor. A. Doğan’dan Türklerin çektiklerini bir bilse…

1990 yılından sonra çok uzun bir süre, öteki ben, İsveç “ABBA” sanat topluluğunun söylediği şarkılardan birinde ifade edilen “Kim kazanırsa her şey onundur!” felsefi tezine göre gelişmiştir. Toplumun çökertilmesi, mali ve ekonomik bunalımlar ve günümüzdeki korona virüs bunalımında oluşan kimliksiz zengin zümre (oligarşi) – Tanrı tarafından tanınmış, ebedi dokunulmazlığı varmış gibi davranıyor. Müslümanların neyi varsa iradesi de dahil Ahmet Doğan’a verildi. Sonra Delyan Peevski de “zengin olsun” dediler. Karadayı’ya ve yakınlarına da iyi bir para verildi ve ötekilerden “öteki benlik” isteyen zaten olmadı, çünkü Türk kimliği sertleşti ve artık parçalanmaz oldu.

 

Belki siz de işitmişsinizdir. Son haftalarda Bulgaristan’da gazetecilere saldırılar alabildiğine şiddetlendi. Yol boyunda yakalanıp tüm kemikleri kırılana kadar dövülen gazeteciler var. Ünlü gazeteci Milen Tsvetkov’un öldürülmesi çok feci oldu. Olayın temelindeki gerçek, cesur gazeteciler zenginlerin de insan olduğunu, işledikleri suçları için yargılanabilir kişiler olduklarını ve tüm öteki vatandaşlardan farklı bir yanları olmadığını kamuoyuna göstermeye çalışmaları oldu. Paranın hâkimiyetine başkaldıran ilk onlar olmuştu. Birer birer öldürülüyorlar. Tabii “öteki ben” (liderler) susuyor. Onların ciplerinde iktidara tepki ve başkaldırma yok, okudukları kitaplarda hep “eğilmiş başı satır kesmez!” yazıyor.

 

Konumuz devam edecek.

Okuyanlar kendilerini mikrop düşmandan korumaya gayret etsinler.

Sağılık dileklerimle,

Paylaşınız.

Reklamlar