Pervin MAŞAOĞLU

Pervin Masaoglu1

Yok etme kastı olmadan hiçbir suç soykırım sayılmaz.

 

İstanbul, Ankara, Moskova, Erevan, Paris, Londra ve dünyanın neresinde daha ne kadar arşiv varsa hepsi yeniden okunsa Osmanlı Sultanlarının Ermenilerin öldürülmesine ilişkin bir fermanı bulunamaz. Mevcut delillerin hepsi, Ermenileri yok etmek değil, onları 1915 Van Ayaklanmasından sonra, başka yerlere nakletme yanı tehcir, (deportasiyon) yani başka yerlere taşınma yönündeki bir karara işaret etmektedir.

BG SAM-stratejik Araştırma Merkezi 3 bölümden oluşan bu yazı dizisini hazırlarken Batı dillerinden çıkan 11 gazete makalesi ve Hukuki Belgeden yaralanmış ve 95 makale ve kitap üzerinde inceleme yapmıştır.

1915’te Rus Çar Orduları Kafkaslar üzerinden Osmanlı topraklarına girmişti. Çarın ordusunda 150 000 Ermeni asker ve subay vardı. Tepeden tırnağa silahlı bu güç Osmanlıyı yok etmek ve yerinde yeller estirip, BÜYÜK ERMENİSTAN DEVLETİNİ KURMAK İÇİN yola çıkmış köy ve kasabaları yıkıp, yakıp savuruyordu. Bu binlerce can alan bu kışkırtıcılığın ardındaki ana destekçi Anadolu’ya pos atmaya yeltenen İngiliz emperyalizmi idi. Ben şu yazımı yazmaya başlarken, 25 Nisan 2015, saat 06’dır. TRT-Haber şu an Gelibolu koyundan Şafak Ayini’ni naklen veriyor. İngiltere adına Galler Prensi Charls başta olmak üzere, o zaman Britanya Kolonyal sistemine dahil olan Avustralya, Yeni Zelanda, Nepal, İrlanda, Kanada halkları adına, 100 önce verdikleri şehitlerin anıtına çelenk koydular.

Türk Ulusunun 1915 Zaferi Birinci Dünya Savaşı’nın Dünya emperyalist sömürge sisteminin belini kıran tarihte eşi olmayan yeni halkların kurtuluş savaşları dalgasının başlamasıdır. Gelibolu’da ANZAK sürülerini denize gömen Türk halkı, tek başına olmak üzere dünya emperyalizm ejderhası İngilterenin ve ardına taktığı 17 devlet silahlı kuvvetlerinin belini kırmış ve tarihe yön vermiş ve dünya tarihi değiştirmiştir.

1915 Ermeni olayları, Van’da İsyan eden ve köyleri yakan, Türk ve Kürt kıyımı yapan Ermeni çetelerinin eşsiz zulmünden, Rus Ordusuna gönüllü yazılmış  150 000 Ermeni’nin Anadolu’nun karnını deşmek ve doğmaya hazırlanan Türk ulusunun kanını akıtmak  için Erzurum’a doğru ilerlediğini görmezlikten gelerek, İstanbul’daki Ermenilerin gemi aza almış, gözü dönmüş, kana susamış çetecilere yataklık yaptığı dikkate alınmadan analiz edilirse, tarih çarptırılmış, gerçekler yalan olmuş ve geçmişi gösteren ayna kırılmış demektir.

O zaman, Anadolu’daki silahlı Ermeni çeteleri Türk köylerine saldırıyor, soygun ve talan yapıyordu. Hamile Türk kadınlarının karnını delik deşik ederek bu dünyada bir daha Türk doğmayacak diye dua ediyorlardı. Yalnız Türklere değil, kendi ırklarından başka herkese kan kusturan, genel kargaşa ateşi yakma hazırlığı yapan onlardı.

Aynı yıl Ermeni çeteleri İstanbul’da Osmanlı Bankasını kundakladılar. Sultan Abdul Hamidi öldürmek için Viyana’da özel yaptırdıkları içinde bomba zulası olan lüks bir fayton yaptırmışlardı. Bir Cuma namazından sonra Orta Köy Cami önündeki patlamadan haşmetli ölümden kıl payı kurtuldu. Unutulmasın, bugünün pısırık Ermenileri 100 yıl önce azmıştı. Şu da unutulmasın Ermeni çetecilerinin silah eğitimi aldığı yerlerden biri de Bulgar Çarlığı idi.

İşte böyle birkaç cephede birden devam eden sıcak savaş ortamında asla “hiç kimseyi yok etme kastı olmadan” Osmanlı makamları Ermenileri İmparatorluğun Güney illerine (bugünkü Suriye topraklarına) yolculuk etmeye davet etmiştir. İstanbul’un boşaltılması, şehrin bombalanma tehlikesine karşı bir tedbir olarak alınmıştır. Bu taşınma esnasında Ermenilere daha fazla koruma sağlanması emredilmiştir.

Yazılan çizilene bakılırsa ve özellikle de olayları Bulgar toplumuna 100 yıl sonra Türk kalemi ve Batı mürekkebiyle anlatan Nobel Ödüllü yazar Orhan Pamuğun karalamalarına göre, bu olaylar barışı geçmemiş ve bu yer değiştirme esnasında birçok ölen kalan olmuştur.

Fakat şu asla unutulmasın: Savaştan sonra Osmanlı hükumeti bu yolculuk esnasında “suç işledikleri” gerekçesiyle koruma görevinde bulunan 1 600 (bin altı yüz)  eri tutuklayıp yargılamış, yargılanan kişilerden yüzlercesi hapis cezası almış ve 60’tan fazlası da idam cezasına çarptırılmıştır. Dünyada 190 devlet vardır. 22 devlette “soy kırımı” olduğu iddiasıyla değişik davalar görülmüş, 24 Nisan 2015’te Sofya meclisinde de olduğu gibi politik kararlar alınmıştır. Fakat bu devletlerden hiç biri, öz vatandaşları sen benim bir yerden bir yere taşınırken kendisini korumakla görevlendirdiği er ve subayların işlediği gaddarlıklardan hesap sormamış, Osmanlı dışında böyle bir suçla yargılanan olmadığı gibi, mahkeme bile kurulmamıştır. En taze örneği, 1989 Ağustosunda 500 000 Bulgaristanlı Türk vatanlarından dış ülkeye kovuldu. Bu zorlama esnasında yüzlerce ölen-kalan, kakalanan, soyulan, ezilen oldu. Hangi Bulgar makamına, er ve subaya, jandarma, milis, polis ya da kızıl berelisine karşı dava açıldı. Meclis Bulgaristanlı Türklere karşı “soy kırım” işlendiği kararını 26 yıldan beri onaylamaktan çekiniyor, savsaklıyor, erteleyerek zaman kazanıyor.

Bir hükümletin Ermenilere kötü muamelede bulunduğu için kendi askerlerini ve devlet memurlarını cezalandırdığı, hapse attığı, darağacına çektiği nerede görülmüştür? Bunun tek örneği insan hakları konusunda son derece hassas olan Osmanlıdan başka hiçbir yerde gösterilemez. İkiyüzlü üç yüzlü olmayan gerçek budur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde görülen dava belgelerindeki BÜYÜK GERÇEK de, bir tek bu, yalnız bu ve ancak budur.

Durum böyleyken, değişik baskılar sonucu Sofiya parlamentosu A.Doğan’ın hibe ettiği 1 600 000 leva (bir milyon altı yüz bin leva) ile kurulan, milliyetçi-ırkçı-Türk ve Müslüman düşmanı cephede hicran kusan “Ataka” partisinin sözüm ona “Ermeni Soykırım” karar tasarısı tartışmalı bir oturumda 24 Nisan 2014 tarihinde bir daha görüştü. Şimdiye kadar 8 defa oya sunulmuş ama ret edilmiş ve onaylanmamıştı.

Şimdiki tartışma değişik bir ortamda gerçekleşti. 2013 yılından beri Bulgaristan’da milliyetçi, ırkçı, Türkleri ve yabancıları ötekileştirici, İslam dinini lanetleyen, cami ve diğer Müslüman Mülklerine taşlı sopalı, ateşli açık saldırılara geçmekten geri durmayan, sürüler halinde motorize tahrik ekipleri oluşan ve arasız kışkırtma körüklenen bir büyük ırkçı hortlama var. Özellikle Rusçu bir sol ırkçı, Stalinci başkaldırı sergileyen “Ataka” Partisine paralel olarak sağ cepheden de Bulgar faşizmi kökenli, Nazi ırkçılığı benzeri-faşizan yeni biçimlenen patriotik cephe “PF” oluşumu dilinin ayarını bilmiyor. Başka bir açıdan bakıldığında, iktidardaki GERB tabanının da eski totaliter servislerin ve kemikleşmenin başkaldırısı olduğu dikkate alındığında meclisin siyasi havasında yüzde yüz değişme var denebilir. İşte böyle bir ortamda 9. defa olmak üzere “Ataka” partisinin isteği üzerine başlayan genel kurul “Ermeni soykırımı” tartışması, kükreyen Bulgar milliyetçiliğinin ana kalesi olan Bulgar Bilimler Akademisinden 100 akademisyen, profesör, doçent ve bilimler doktoru tarafından desteklenen bir bildiriyle daha da kanatlandı. Olmamış olan bir şeye olmuştur demek zor tabii. 1915’te Osmanlıda soykırım olduğunu kanıtlayan hiçbir yeni delil ortaya çıkarılamadı. Buna rağmen ısrar tırmanırken “kitle halinde telef etme” gibi bir düzeltmeyle, meclisin üçte ikisi onaylamada bulunarak, sanki rahatladı. Şunu özellikle belirmekte yarar var, bu konu 100 yıldan beri Avrupa ve dünya kamuoyunda konu oluyor ve 1948’de SOYKIRIM SÖZLEŞMESİ kabul edildi.

Bu sözleşmenin içindeki en önemli kıstas, bir şeyin kasıtlı olup olmamasıdır.

Sofiya parlamentosunda tarihi yanlış okuyanlar gerçeklere kulaklarını tıkadı. Osmanlı hükumetinin niyeti Ermenileri yok etmek değil, onların hayatlarına zarar gelmesini önlemek için cephe önünden başka yerlere nakletmek ve isyancıları kendilerini destekleyen tabandan yoksun bırakmaktı.

Soykırım bir hukuk terimidir. Soykırım yapılması için kasıt olması gerekir. Kasıt yoksa soykırım yoktur. Analiz şunu gösterir:

SOYKIRIM KASTI OLMAYAN HİÇBİR EYLEM

SOYKIRIM OLARAK ADLANDIRILAMAZ.

Olayın hukuksal boyutuna ancak SOYKIRIM SÖZLEŞMESİYLE ışık tutulur.

Soykırım suçu bu sözleşmenin 2. maddesinde tanımlanmıştır. Sofiya meclisinde Soykırım Sözleşmesinden söz bile edilmedi.

Soykırım hukuki bir kavramdır ve bu nedenle öncelikle uluslar arası hukuk çerçevesinde ele alınmalıdır. Bir suçun soykırım olarak adlandırılması konusunda en yetkili geçerli hukuksal metin ise şüphesiz Soykırım Sözleşmesidir. Soykırım suçu bu Sözleşmenin 2. maddesinde tanımlanmıştır ve bu tanım bu kavramın en çok kabul gören tanımıdır.

Sözleşmenin ikinci maddesi aşağıdaki gibidir:

“Mevcut sözleşmede soykırım, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu,

        sırf bu grubun mensubu olmaları nedeniyle kısmen veya tamamen ortadan

        kaldırmak kastıyla işlenen aşağıdaki eylemlerden herhangi biri anlamına gelir.

 

  1. Gruba mensup olanların öldürülmesi;
  2. Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
  3. Kısmen veya tamamen, grubun fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarının kasten değiştirilmesi;
  4. Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler alınması;
  5. Gruba mensup çocukların zorla bir başka gruba nakledilmesi.”

 

Görüldüğü üzere bu maddede yalnız soykırım suçunu tanımlamakla kalmamış, aynı zamanda hangi eylemlerin soy kırım olarak adlandırılacağı da açıkça belirtilmiştir. Dahası bu tanıma göre kurban sayısının hiçbir önemi yoktur. Mesela Stalin İkinci Dünya Savaşı arifesinde ve esnasında 20 milyon Soviyet vatandaşı katletti, ama bunlar aynı soydan olmadığından dolayı sayılarının da benzer tanımada bulunmak için dikkate alınmadığından, soykırım suçu işlediği iddia edilmiyor. Sayının fazlası ancak olayın ciddiyeti üzerinde bir fikir verebilir. Diğer bir değişle,  bu maddede belirtilen soykırım unsurlarının mevcudiyeti durumunda, kurban sayısına bakılmaksızın soykırım tanımlaması yapılabilir. Örneğin, Sofya meclis kürsüsünde birisinin 1 milyon, bir sonraki konuşmacının da bir buçuk milyon demesi pek fazla bir şey ifade etmez, çünkü kasıtlı öldürülen 100 kişi de soykırım kurbanı kabul edilir.

Ermeni kayıplarının çok fazla olması kendiliğinden soykırım anlamına gelmeyeceği gibi, eğer 1915’te yaşanan olaylar Sözleşme’de ifade edilen tanıma uyuyorsa, kayıpların sayısının az olmasının da bir anlamı yoktur.

Bu sözleşmede soykırım olarak tanımlanabilecek eylemlere bakıldığında, tarih boyunca meydana gelen birçok olayın soykırım olarak niteleneceği izlenimine kapılabiliriz. Zira insanlık tarihinde, toplu katliamlar, kırımlar, doğumların zorla önlenmesi, çocukların zorla transferi gibi olaylara sıkça rastlanır. Ancak soykırım kavramı en ağır insanlık suçu olduğu için suçun ciddiyeti, tanımının kesin çizgilerle belirlenmesini gerektirmiştir. Diğer bir değişle Soykırım Sözleşmesini hazırlayanlar, bu eylemleri işleyenler, böyle ağır bir suçla itham edilecekse, bu suçun tanımının dikkatle sınırlandırılması ve ancak bu tanımın içine girebilecek eylemlerin soykırım olarak değerlendirilmesi hususunda görüş beyan etmişlerdir.

Öyle onun hatırı, bunun hatırı, Başbakan Boyko Borisov dedi diye, soy kırım kategorisinde hiçbir kimse gelişi güzel değişiklik yapamaz, çünkü soykırım yalnız insanların öldürülmesi anlamına gelmeyen bir kavramdır. Tekrar ediyorum:

SOYKIRIM KASTI OLMAYAN HİÇBİR EYLEM, SOYKIRIM OLARAK ADLANDIRILAMAZ:

Soy kırım kavramının sınırları:

Sofya parlamentosu kararında, değişiklik yaparak “kitle halinde” açıklamasına yer verdi. Burada vurgulanacak nokta asla eylemin kitle halinde olması değildir, kasıtlı olması yeterlidir. Kasıt olmayan bir olay soykırım olamaz. Srebrenitsa’da soy kırım işlendi. Çünkü General Miloşoviç başkanlığında “Sırplar İmha Planı” var. Müslümanlar kasıtlı olarak öldürüldüler. Öldürülen kişiler sayısı bu anlamda önemli olmadığından “kitle halinde” demenin hiçbir anlamı yoktur.

1942’de “Wansee Konferansı”nda Naziler Yahudileri yok etme kararı aldılar. Kasıtlı olarak tutuklayıp kamplarda yaktılar. Bu, işlenmiş bir soykırımdır.                                          

                                               *  ** 

 Sözleşmesindeki tanım sınırları şöyledir: 

  • Kurbanların türü: Soykırım suçunun kurbanları dört grupla sınırlandırılmıştır; bunlar ulusal, etnik, ırksal ve dinsel gruplardır. Diğer siyasi / sosyal gruplar bu tanımlamanın dışında kaldığından, tekrar ediyorum, Stalin döneminde öldürülenler soykırım kapsamına girmiyor.
  • Soykırım kastı: Bu tabir, soykırım suçunun manevi veya öznel suçunu oluşturur. Soykırım kastı olmaksızın hiçbir suç soykırım olarak adlandırılamaz.  Bu kasıt özel bir şekilde olmalıdır. Sofya meclisinde “Ataka” milletvekili Prof. Stanislav Stanilov’un “manevi soykırım”dan söz etmesinin anlamı burada gizlidir.

O, Osmanlı’nın Ermeni azınlığını “imha kararından” söz etti , Ne ki, belge gösteremedi. Çünkü olmayan evrak gösterilemez. Burada Ermenilere saldıran ne örgütlü bir grup veya güç, ne de kasıtlı bir karar uygulayacak bir oluşumun varlığı gibi ikinci derece kanıt bulunamamış ve yoktur.

  • Soykırım nedeni: İncelediğimiz bu ikinci madde geçen “sırf bu grubun

                  mensupları olmaları nedeniyle” ifadesi soykırım suçunun nedenini oluşturur.

Bu ifade en çok tartışılan ifadelerden biridir. Aynı zamanda bu ifade soykırım

Suçunun tanımını geniş ölçüde sınırlamaktadır. Diğer bir değişle, işin içine,

İntikam almak, kurbanın mallarına el koymak veya siyasi nedenlerle bir grubu

Önlemek gibi suçlar soykırım suçu kapsamına girmemektedir.

Sonuç olarak, bir suçun soy kırım olarak tanımlanması yukarıda belirtilen üç unsurun kesin olarak var olmasını gerektirir.

Birincisi, bu suç bir ulusal, etnik, ırksal veya dinsel gruba yönelmiş olmalıdır.

İkincisi, her türlü şüpheden uzak bir şekilde açık bir yok etme kastı var olmalıdır.

Üçüncüsü: soykırım eylemleri bir gruba sırf o gruba mensup oldukları için yok etmek maksadıyla uygulanmalıdır. Diğer bir değişle, o gruba karşı sistemli bir dinsel, ırksal veya kültürel nefretin soykırım suçunu işleyenlerin söylemleri ve uygulamalarında açıkça gözlenebilmesi gerekir. Bu üç unsurun var olmadığı durumlarda tarihsel bir olayı soykırım olarak tanımlamak hukuki olmayacaktır.

İşte bu anlamda Sofya meclisinin onayladığı karar hukuki anlam taşımadığı gibi, politik bir hırsın ve hortlayan yeni Bulgar milliyetçiliğinin parlak bir ifadesidir.  Oylama sırasında HÖH milletvekilleri salonu terk etmiştir.

Devam edecektir.

Reklamlar