Rafet ULUTURK

 

Günlük hayatımızda bizi iyimser yapacak bir şeyler olmayınca, karamsarlık basıyor.

Pesimizme yenilmemek için, günlük git gel seyrinde, küçücük de olsa kıpırdanışlarda olumlu olanı ön plana çekmek, yaşatmak zorundayız. En önemli vazifemi kötü olanın içindeki olumlu çizgileri de görebilmemizdir. Bunu yapamazsak bedbinlik bizi ezebilir. Gönlümüz yenilik esintilerine her zaman ve her yerde açık olmalıdır.

 

Geçen hafta, Bulgaristan’da meydana gelen bizim için olağanüstü önemli iki olaydan biri üzerinde durmak istiyorum. Bu olaylarda ektiğimiz ümitlerin çürüdüğünü değil, yeşermeye can atmaya başladığını görmeliyiz.

Küstahlığın kirli çamaşırlarını Plovdiv’te, devletle belediye ve değişik kurumların el koyduğu, üzerine oturduğu ve bize gönüllü iade etmek istemedikleri gibi, bu konuda alınan mahkeme kararlarına uyulmadığı ve yargı hükümlerinin sokak ve meydanlarda ayakaltına alındığı bir ortamda, vakıf mallarımızı geri alma davamızda izledik.

Kanlı olaylar, bir yandan Çar ve totaliter devletlerin keyfi hareketlerinden kalan derin izlerin silinmediğini,  yaraların zonkladığını meydana çıkardı. Sözde demokrasi koşullarında iğrenç geçmişin arıtılması konusunda yapılanların yetersiz olduğunu gördük. Bulgar toplumunun gönül ferahlığı içinde yaşamaya kapı açmaya el uzattıkça kuru kaplı Çarlık ve totaliter dönem yaralarında zonklayan düşmanlık yuvaları olduğunu izledik. Bu denli kör karamsar bir ortamda, biz yine de ışıltı aramak zorundayız. Karamsar olmamalıyız.

İlk kez olmak üzere, özümüzden, tarihimizden ve kültürümüzden olan taşınmazlarımız konusunda Plovdiv İl Mahkemesi lehimizde bir karar aldı. Bu karara itiraz eden, yargı hükmüne başkaldıran kinli kalabalık, ilk kez karşısında devlet polisini buldular, adaletin üstünlü üstüne çatıştılar, çarpıştılar, dövüştüler, kan akıttılar. Bizim taşınmazlarımız için devletle ırkçı marjinaller birbirine girdiler.

Haklı olduğumuza, bu vakıf mülkünün hakikaten bizim olduğuna, Baş Müftülüğümüzün emrinde olması gerektiğine inananlar çoğalıyor. Hıristiyanların “camiler” bizimdir demesinden daha büyük bir saçmalık olabilir mi? İslam ve tarih eserlerimizin korunup, onarılarak hizmete kazandırılmasıyla büyük şehirlerimizde görünüm ve hava değişiyor. Tarla, çayır, bağ bahçe, ormanlardan faydalanılmasından binlerce hane nemlenebilir. Bugün AB’den dilenilen fasulye, pirinç ve ayçiçeği yağını bekleyenlerin sofrası Müslüman bereketiyle bollanır, herkesin yüzü güler.

Bulgar devleti, yargı düzeni ve halkın büyük bir kısmının bu gerçekleri görüp, onlara inanmış olması, pozitif atılımların meyvesidir. Olumlu adımlar geçen yüzyıl boyunca devam eden ve katılaşan durgunluk sürecinde buzların yavaş yavaş da olsa artık çözülmeye başladığına işarettir. Tabii kör bir zihniyetin aydınlanması da çatır çuturla oluyor. Sokaklarda kabadayılık edenler gerçekleri gördükçe kendilerinden utananlardır. Gözü kararmışların meydan kabadayılığında, hakikate yenik düşme, demokrasiye mağlup olma, hukuksal adalete dayanan bir düzen anlayışı karşısında yenilgiyi kabul etmeme, zamana pes olma, köhnemiş değer yargılarından, küflü milliyetçilikten kurtulamama, bitlenmişlikten silkinememe var. Sirkeli başlılar, özgür bir dünyada ibadet hürriyetine, doğal bir hak olan, mal mülk sahibi olma yasallığına, kültürel çeşitliliğe, yeni bir uygarlıkta beraber olmamıza karşı baş kaldırıyorlar.

Olaylara, buruk bir yürekle de olsa, her şeyde hayır vardır, anlayışıyla baktığımızda, bir çıbanbaşının daha patladığını, olayların derinliğini, birbirini kışkırtan güçleri, serseri tayfasını, çarpık dünya görüşüyle devlet makamlarında yer almış olanları, ellerindeki silahları, sloganlarını, saldırı hedeflerini görebildik. Onlar bizi geri dönmeyen göçebe kuşlar haline getirmiş olsalar da, harama oturan rahat güngörmez, inancımızın bugün de geçerli olduğuna yeniden inandık. Sabır silahıyla donanmış yüreklerimiz birbirine kenetlendikçe zaferlerin galebe çalacağına inancımız sonsuzdur.

İyimserlik karamsarlığı her zaman yenmiştir ve yine yenecektir.

Reklamlar