Müjgan DENİZ

Bir Üniversite hocası olduğumdan dolayı, Bulgaristan’da aylardan beri devam eden ve 2013 / 14 sömestr yılının normal başlamasını engelleyen öğrenci protestolarını analiz etmek istiyorum. Birçok soydaş ailesinden Sofya, Varna, Plovdiv, Pernik ve Blagoevgrad ve başka üniversitelerde okuyan çocukları oldu için yazımın ilgi göreceğine düşünüyorum.

RÜZGAR GİBİ GEÇTİ” üniversiteli yıllarımda severek okuduğum romanlardan biriydi. Margaret Miçıl’dan ve bazı klasiklerden etkilenmiş olduğum dikkatinizi çekmiştir.

“Tanrım, değiştiremeyeceğim ne varsa, ona katlanabilmem için bana güç ver. Değiştirebileceklerimi değiştirebilmem için bana kararlılık ver. Değiştirebileceğimi ve değiştiremeyeceğimi birbirinden ayırabilmem için bana bilgelik ver.”

         “Hayat, hayallerimizi gerçekleştireceğine bize söz vermedi. Biz hayatın bize sunduğunu minnettarlıkla kabul etmeliyiz, çünkü daha kötü de olabilirdi.”

Büyük yazar Miçıl Amerikan İç Savaş (1861 – 1865) gerçekliğinden çıkardığı ve tüm insanlığa ibret veren bu tümcelerle günümüzde de dünyanın her yerinde meşale olmaya devam ediyor. O savaşla, Güney ile Kuzey Amerika, zenci kölelerle köle sahipleri aralarındaki kara kan akıtıp, ırkçılık gömmüştü. İnsan haklarını, eşitliği, özgürlük çağrışımını dünya sahnesine taşıyan çağ böyle başlamıştı.

Bugün bizde aynı kavga alabildiğine devam ediyor. Kızışıyor, soğuyor, yine kızışıyor. Bu savaşım birçok kez hedef yönünü kaybediyor. Şimdiki gibi. Bir defa devlet kapitalizminden yani sosyalizmden Pazar ekonomisine geri dönme atılımı beklenenden çok daha büyük bir durgunluk doğurdu. Değiştiremeyeceğimiz şeyleri değiştirmeye kalktık, Neyin değiştirilmesi gerektiğini bilemedik. Zaten, bize ne de yapsak, sonucun iyi olacağını söyleyen olmamıştı.

İşleri yalnız ekonomik alanda değil manevi alanda da karıştırdık. Ahlak gibi, doğruluk gibi, dürüstlük gibi içimizde ve toplumda olmayan şeyleri savunmaya başladık. Hele üniversiteliler sokaklara dökülmeye hazırmış, ellerine biraz da para sıkıştırılınca, dersleri iyice unuttular. Bugün 8 Aralık 2013,  Bulgar Üniversite gençliği günü. Sofya Üniversitesi işgal altında. “Aula” da arasız gitar konseri var. Sokaklarda kimsecikler yok, sarı kaldırımlı meydan bomboş, ne bağırıp çağıran, ne haykıran, ne soyunan, ne de polislere domates atan vaya dalaşan, sürüklenen, tutuklanan var. Öğrencilere bayram parası dağıtılmış, oteller, lokantalar tıka basa dolu, hepsi her zamankinden daha fazla içiyor, sanki devrim yapmışlar, sanki dünya yenilenmiş, sanki artık yapılacak hiçbir iş kalmamış gibi, bir şey işte.

Dalavere curcunası alabildiğine dönüyor. Üniversitelilere diploma tezleri yazan ofisler açıldı. 24 saatte yazılan çizilen diploma tezi 1000 leva, 1 ay bekleyenden 300 leva alınıyor. Her 8 çocuktan biri okula başlamıyor, her 5 öğrenciden biri ilkokulu bitirmeden okuldan ayrılıyor. Üniversiteliler boykot yapıyor.

Kamuoyu, Miçel’i hatırlayarak: “Tanrım, değiştirebileceğimizi görebilmemize yardım et!” duası ediyor.

Hocalar derste ne anlatıyor diye iyice düşünmeye başladım. Gençler nasıl oldu da bu denli kışkırtılabildi. Sokaktakilerin solcu ya da sağcı olduğuna inanmıyorum. Politikanın en yakın açık kapısı MİLLİYETÇİLİK VE IRKÇILIKTIR. Üniversite gençliğinin ruhu hasta düşmüş.

Kiev’de dün gece “Lenin Anıtı” yıkılmış. TV haberlerine göre, bu işi yeni-faşist, aşırı milliyetçi, ırkçı gruplar yapmış. Oysa Ukrayna devlet sınırlarını 3 defa büyüten Vladımır İliç Lenin’di. İsyan edenler yarınsız olduklarından hınçlarını tarihten almaya çalışıyor. Sofya’da Çingeneler “Vasil Levski Anıtı” ndan parçalar kesik hurdacıya satmışlar. Parlamento gençliğinin boy gösterdiği sarı kaldırımlı meydanda “Kurtarıcı Çar” anıtı var.

Ne işse, Üniversite önündeki “Kurtarıcı Sovyet Ordusu Anıtı” kâh kahverengi kâh kırmızı boyanıp yıkanıyor, ama Rus Anıtlarından henüz yıkılan yok.

Bugünkü üniversiteliler okusalar da, okumasalar da, bir baltaya sap olmayacaklarını kendileri çok iyi biliyorlar.  Artık raf ömrü 7 yılla düşen teknik bilgiler dışında, tüm öteki öğretilenlerin ömrü 3-4 yıla saplanmış. Şimdiki protestocular diploma alana kadar öğrendiklerinin sertifikasına “geçersizdir” damgası vurulacak. Hitler Almancasından verilen yüksek tahsil diplomalarının son sayfasında “Almanya dışında geçerlidir!” notu olduğu gibi.

Öğrenimde ırkçılık olur mu diyebilirsiniz! Anlattıkların dünden ve bugünden örneklerdir.

Bu ay Nelson Mandela öldü. “Asimilasyon insanlık suçudur! ” diyen kara Afrika’nın dev kahramanı. Mandela, “Düşman yok edilmemelidir! O kazanılmalı ve davamız uğrunda birlikte mücadele etmeliyiz!” diyen büyük bir düşünürdü.

Savaşanlar düşman seçmek zorundadır. Çünkü düşmansız mücadele olmaz.

Hedef belirlemek zorundadır, çünkü hedefsiz de mücadele olmaz.

Parlamentoya domates atarak zafer kazanılmaz.

Çok eskiden bir buğday tarlası, sonra Osmanlı mezarlığı, daha sonra Sofya Parlamento olan, o meydan bundan böyle domates bahçesi olursa, şaşmayın.

Sofya üniversitesi öğrencilerinin düşmanı kim, pek belli değil. Onlar düşmanı kendi soyut ölçütlerine göre belirliyorlar. Bu, aynı sınıftan bir öğrenci, Afrikalı bir zenci, Bulgaristan’a parasıyla İngilizce öğrenmeye gelen bir Türk genç, bir solcu asisten, bir tutucu akademisyen yani “onlardan olmayan”, “onları kabullenmeyen” herkes olabilir.

Sofya Üniversitesi’nde KARA LİSTE hazırlandı. Faklı düşündüklerinden ötürü yok edilmek istenen öğrenci, doçent ve profesörler var KARA LİSTEDE!

Kara Liste gece hazırlanmış. Bilirsiniz, gece peydahlanan gece doğar. Karar ortamı bir ders odası. Yerde tekerlenen boş bira ve rakı şişeleri. Her yer pislik, çöplük, okunması gereken kitaplar yerde. Yarın el bombası yerine kullanılacak kasa kasa iri domatesler, sopalar, bıçaklar belde…

Gözler dönmüş, kafalar dumanlı, üniversitelerde akıl tutulması var.

Trajedi! İlk kurban bir profesör oldu. Profesör Dragomir Draganov.

Söylemek istediğim son cümle şudur:

Tanrım, bizi kafaları karışık olanların dünyada yeni düzen yaratma hevesinden koru!

“UİKENT” gazetesinin 87 / 2013 sayısını açıyorum. Ressam, sosyal demokrat görüşlü, tarih profesörünü darağacına çekilmiş, etrafında fesli poturlu Türkler, belki Bolşevikler, belki Hunveybinler, belki Talibanlar, belki haydutlar, belki ızbandutlar, ne önemi var ki?

Bulgaristan’da darağacında sallandırmak adettendir.

Taraflar düşmanın darağacında sallandığını görmeden rahat nefes alamaz.

M. Miçey “ARAMADIĞIMIZ BELAYI HER ZAMAN BULABİLİRİZ!” demişti.

Reklamlar