Rafet ULUTURK
2 Şubat 2014 sabahı Bulgar haber ajanslarında ve TV programlarından “Nova”da Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH – DPS) Genel Başkanı Lütfü Mestan’a bir Bulgar Bayan tarafından gönderilen, (reklamını yapmak istemediğimden ismini yazmak istemiyorum) gönderilen bir KANLI MEKTUBU konu etti. Mektup, Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Müslümanların ana dillini kullanma, öz ve doğal hakkıyla ilgilidir. Metni kendi kanıyla yazdığını ilan eden “Bayan” Bulgaristan’da bir Anayasa olduğunu ve Bulgar devletinin tek etnikten, tek dilden ve tek kültürden oluştuğunu ve Türklerin ana dilinde konuşma, yazma ve seçim propagandası yapmalarına kesinlikle karşı olduklarını duyurdu.
Bizler, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi olarak, 2014 yılının ilk günlerinden beri Bulgaristan’da Türklere, Müslümanlara, İslam dinine, vakıf mallarımıza ve tüm taşınmazlarımıza karşı ve diğer etniklerin doğal ve uluslar arası tanınmış olan insan haklarına, demokratik hak ve özgürlüklerine karşı çok ciddi bir total saldırı başladığını duyurmuştuk.
Bu “kanlı mektup” aynı genel hücumdan yeni bir halkadır.
Dikkati çeken nokta, ırkçı aşırı uçların saldırı müfreza ve alaylarının başına Bulgar kadınlarından ağzı kaba konuşanları seçmesi ve lanse etmesidir.
Karlovo, Kırcali, Filibe ve ertesi gün de Vidin İl Mahkemesinde Baş Müftülük taşınmazlarının iadesi davasının görüşüldüğü bir anda, mahkeme binasını kuşatıp çalışmasını engellemek için hazırlıklarını tamamlayan futbol holiganlarının şefliği de bir bayana devredilmiştir.
“Bulgaristan Bulgarlarındır!” , “Bulgaristan’da Bulgarlardan Başka Kimsenin Taşınmazı Olamaz!” gibi saçmalıkları bir AB ülkesinde, AB Parlamento seçimleri arifesinde ana politik slogan haline getiren bu aşırı uçlar Bulgaristan Cumhuriyeti’nin çoğulcu bir politik ve kültürel demokrasiye açılma yollarını kesmeye çalışıyor.
Bu konu, Bulgar Toplumunu derinden sarstığı gibi herkesi yakın ilgilendirmeye başladı.
Bir yüzyılda Türkleri yerinden yurdundan ve Vatan’ından 6 kez kovan Bulgar devleti, baskı ve terör havasını polis ve gizli servisler gibi devlet mekanizmalarıyla değil, bu defa besleme aşırı uçlara estiriyor.
Filibe’de cami, hamam ve mezarlıklarımıza saldırı olayları, Bulgar devletinin ülkede duruma tamamen hâkim olmadığını, marjinallerin yerel erkle, merkez yönetim arasındaki çelişki ve uzlaşmazlıklardan ustaca yararlanarak, saldırılarına geçiş ve genişleme kapıları açabildiğini gösterdi.
Bu kargaşada, mahkeme kararına rağmen, XV. Yüzyıldan beri bir yüksek mimarlık ve din şaheseri olarak, şehrin merkezinde yükselen “Kurşun Cami”nin Baş Müftülüğe iade etmeye karşı başkaldıran Karlovo Belediyesi anti- Müslüman etkinliğini genişletiyor. Şehir sınırları içinde Baş Müftülüğe ve Müslüman Vakıflarına ait mal ve mülkler olan İl ve İlçe yönetimlerini, imza ve eylem kampanyasına çağırdı. Şimdilik, daha fazla Müslüman Pomakların meskûn olduğu Blagoevgrat belediyesi bu anti-Müslüman ve İslam düşmanı kampanyayı tamamen desteklediğini beyan etti. Küstendil, Stara Zagora ve Samakov gibi belediyelerde hava değişti. Bugüne kadar çerçevesi Baş Müftülüğe ait olan 1.800 adet tapulu taşınmazın mahkeme kararıyla gerçek sahiplerine yani Müftülük ve vakıflarımıza geri verilmesiyle sınırlı olan eylemler, Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı Sn.Ahmet Dağutoğulu’nun Şubat sonunda yaptığı Bulgaristan ziyareti esnasında “Ermeni Soykırımını kınama”, “Türkiye Trakyası’ndaki Bulgar taşınmazları için 10 milyar Dolar tazminat isteriz!” gibi renkler aldı.
Yükseliş kaydeden anti-Türk ve anti-İslam protesto dalgasında motor rolünü gören aşırı milliyetçi “Ataka” partisi, AB Parlamento seçimlerine giderken, bir yandan AB ve NATO’dan çıkmamızda ayak diretirken Rusya’ya yardakçılık yapıyor. Bu gelişmelerin içindeki en acı ve en yüzkarası olan gerçek, bu aşırı milliyetçi partinin kurulmasına parayı HÖH fahri Başkanı Ahmet Doğan’ın vermiş olmasıdır. Saray’da yapılan hiçbir hesap çarşıya uymamıştır. 25 yıldan beri “Türkler ayaklanacak” politikasını sömürenlerin politik sahneden inmeleri kaçınılmaz oldu.
Bugün 3 Mart 2014. Bulgaristan Osmanlı’dan kurtuluşunu kutluyor. Osmanlının kemikleri çoktan çürüse de, 3 Mart günü anti- Osmanlıdan anti-Türk hortlayışına dönüşen kutlamalar yıldan yıla azıyor. Bulgarların, Rus İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu arasında meydana gelen 1877 – 1878 Savaşı neticesinde bağımsız ve egemen bir devlet kurma hakkı kazandığı bile unutul gibi. Sanki Osmanlının ciğerini söken Bulgar komitaları…
Herkesi düşünmeye iten konu ise şudur.
Osmanlı döneminde 1500 Bulgar Okulu ve Gabrovo kentinde bir Bulgar Lisesi ile Bulgar din ve vakıf mülkiyeti serbestliği varken, Bulgarlar, 600 yıldan beri bu ülkede yaşayan Türklere ana dil hakkı tanımamakla, Baş Müftülük mülklerinin iade edilmesini bin bir dereden su getirerek engellemeye çalışmakla neyi hedefliyor?
Temelinde düşmanlık olan bir politikanın sonu ne olur?
Bulgar tarih kitaplarını 3 boyutlu kaleme alma zamanı geldi.
Bir gün gelir Bulgar tarihi üç boyutlu yazılırsa, açıklık getirilmesi gereken ilk ve temel konu: OSMAN İMPERATORLUĞUNDA BULGARLARIN KÖLE OLUP OLMADIĞI KONUSUDSUR.
Radyolar, TV’ler “kölelik” diyor. Gazete ve kitaplar “kölelik” yazıyor.
Kölelik nedir?
Bir feodal imparatorluk olarak kurulan Osmanlıda “kölelik” yaşandı mı?
Kölelik devrinde ana üretim gücü kölelerdi.
Feodal çağda ana üretim aracı topraktı.
Kapitalizmde ana üretim aracı iş gücüdür. Gelir kaynağı iş gücünün sömürülmesidir.
Osmanlı’da ana üretim aracı olan “toprak”, Bulgar köylülerin öz mülkündeydi. Bu böyle olmasa, Diş İşleri Bakanımız A. Davutoğlu’nu Sofya sokaklarında sıkıştırmaya çalışan “Ataka” aşırı milliyetçi milletvekilleri ve parti başkanı Volen Siderov, “Trakyada kalan Bulgar taşınmazları için neden bugünkü Ankara hükümetinden 10 milyar Dolar” istesinler. Yani Bulgar köylüleri Osmanlı döneminde “mal mülk sahibiymişler”, yani “köle” değilmişler.
Kölenin evlenmeye, aile kurmaya, kiliseye gitmeye, törene katılmaya hakkı yoktur.
Şimdi burada bu isteğin haklı ya da haksız olduğu üzerinde tartışma açmak istemiyorum.
Fakat Bulgar Aydınlanma ve Uyanış çağının Osmanlı yıllarında ve Osmanlının içinde yaşandığı, Bulgar esnaf ve köy zenginleri (çorbacılar) tabakası belirdiği, Osmanlı devletine vergi ödendiği (köleler vergi ödemez), Osmanlı hükümetinde 2 Bulgar Başbakan ve birçok Bakan yer aldığı bilinen tarihsel gerçeklerdir.
Bulgarların Balkan Savaşı’ndan sonra Doğu Trakya’dan Bulgar Prensliği’ne çekilmesi ikili sözleşmelere göre olmuş ve hukuksal olarak düzenlenmiştir. Bu böyle olmasaydı, Türkiye hükümeti de 1878’den beri büyük göçler halinde Bulgaristan’dan kovulan Türkler ve Müslümanlar için “orada kalan taşınmazlarımızın tazminatı” hakkını kullanırdı.
Bu gerçeklerin okul sıralarında görülebilmesi için, yeni kuşağın bambaşka bir dünya görüşüyle donanması için, Bulgar okullarında ders kitabı ve yardımcı eserler olarak sunulan tarih kitaplarının tümünün yeni bir açıdan, çağdaş değerler ve insan hakları ilkelerine uygun olarak yazılması ve tarihin geniş perdeye üç boyutlu sunumla çekilmesi kaçınılmaz olmuştur. O zaman L. Mestan’a kanlı mektup yazan olmayacaktır.
O zaman komşunun dilini bilmenin güzelliği yaşanacaktır.
O zaman birçoklarının hafızası “boşalacak,” çünkü insanlarda düşmanlık izleri kalmayacaktır.
ZAMANLA ORTAYA ÇIKMAYAN HİÇBİR SIR YOKTUR!
Bir de değişmeyen politika yoktur.
Bugünkü ajanslar “Rusya Ukrayna’ya savaş açabilir” deniyor. Yeni politik durumda, Bulgaristan bir NATO üyesi olarak, Rusya’ya karşı olan cephede yer alacak.
Bunun anlamı da “Belene” AES’ni; Kozloduy AES 8. reaktörünü;
“Güney Akın” Doğal Gaz Boru Hattı’nı; Burgas Limanı Yunan Aleksandropolis Petrol Boru Hattını”; yılda 1 milyon Rus turistin ülkemizi ziyaretini vs. vs. UNUTUN!, değil de, nedir. Zaten her yönümüzle en dipteki taşın altındayız! E e e, o zaman ne olacak!
O zaman, 3 Mart yine kutlanacak mı?
Rusya hem “kurtarıcımız” hem de “düşmanımız” olamayacağına göre, 3 Mart’ta da,
3 Mart’ın doğurdu kudurmuş itler sürüsünü de, olabilir ya, daha münasip bir yer bulana kadar, önce şöyle bir “derin dondurucuya” koymanız gerekebilir.
O zaman o sarışın kızcağız “kanlı mektubu” kime yazacak!?