Merhaba dostlar…Vaktiniz varsa biraz konuşabilirmiyiz? Paylaşacaklarım var sizinle?
14. yüzyıldan beri Bulgaristan’da yaşayan biz Türkler, Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük zorunlu göçünü yaşadık… Bu yıl bu bugün yani 29 oldu… Bulgaristan Türkleri 1989’un yazında Türkiye’e göç etmişlerdi. Tam anlamı ile bir insanlık ayıbı, bir insanlık suçu olarak tarihe geçmiştir.
İlkokul öğrencisiydim, her gün gibi yine sabah kalkıp okulumuza gitmiştik İlk dersten çıkınca teneffüste öğretmenlerin telaşı dikkatimi çekmişti, lakin herhangi bir tehlike görünmüyordu. İkinci derse girdik ve ders sırasında koridordan erkek sesleri yükseldi”İzlezte ot klas, bırzobırzo” diye Bulgarca, “Sınıflardan çıkın, çabuk, çabuk”diye bağrıyorlardı. Anlam veremiyorduk her şey yolundaydı günler önce. Sınıfın kapısı açıldı içeri askerler girdi,korktuk, öğretmen hemen seslendi “Çocuklar sığına koşunnn, hemen “diye. Biz koridora çıkarken bazı öğrenciler pencerelerden atladıklarını gördüm. Neler oluyordu. Koridora çıktım her yer insan, anneler babalar çocuklarına koşmuşlar. Sıyrıldım aralarından, okulun bahçesine çıktım mahşer gibiydi, çocuklarına sarılıp ağlayan anneler babalar, askerler itip kakıyorlardı insanları.
Birden babamı gördüm, koştum ona doğru beni bileğimden tutup koş kızım dedi “Baba çantam kaldı kitaplarım kaldı sınıfta alalım, hayır çabuk gidiyoruz diye bağırdı. İlk kez babamı korkmuş gördüm, gözleri kıp kırmızıydı, elimden tuttu ve koşmaya başladık, hala anlam veremiyordum neler oluyor. Eve gittik herkes perişan vaziyette ağlıyordu, korku sarmıştı bedenleri gözleri, konu komşu toplanmış konuşuyor ve bir karar verilmesi gerekiyordu… Ama neydi o karar?
Camiler ibadete kapatıldığını söylüyordu babam. Bazıları ambara dönüştürüldüğünü. Türkçe kesinlikle yasaklandığını. Ceza ve hapis olduğunu konuşuyorlardı…
Yalnızca ihtiyarların camiye gitmesine izin veriliyormuş. Biz Türklerin cenazelerimizi bile dilediğimiz gibi kaldırılmasına yasak geldiğini.
Cenazenin yıkanma usulü yasaklanmış, Arapça ve Türkçe yazılı mezar taşları paramparça edildiğini ve zulmün başladığını. Sürekli Jivkov’dan bahsediliyordu.
O zaman anlamıştım artık…
Çünkü Jivkov Türklere karşı bir diktatördü, Bulgaristan’da Türkleri istemiyordu ve Bulgaristan’ın 2. Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında katılmasının ardından, Sovyetler Birliği ülkeyi işgal etmişti. Faşist rejim devrildi, yerine komünizm geldi artık idare Sovyet destekli Vatan Cephesi’nin elindeydi.
Ülkenin diktatörü Jivkov idi ve Jivkov asimilasyonun yeterince hızlı ilerlemediğini düşünerek sert asimilasyon dönemini başlatmıştı.
Türkçe konuşma yasağı “sert” asimilasyonun bir diğer önemli ayağıydı tabi. Jivkov’un en ağır asimilasyon darbesi anadilin yasaklanması değildi sadece.
Bu kanlı sürecin “Soya Dönüş Süreci” adını vermişti.
Okuyorduk okulda, Osmanlı döneminde zorla Türkleştirilmiş olan Bulgarların, Bulgar isimlerini gönüllü olarak geri aldıklarını iddia ediyordu…
Tarih 20 Mayıs gösterdiğinde Deliormanda büyük eylem başlamıştı artık.Bülent Ecevit, Bulgaristan’dakinden çok daha az sayıda Türk’ü savunmak için adaya asker çıkartmış. Jivkov, Bulgaristan Türklerini kimliklerinden koparıp, Bulgaristan’daki Türk azınlığının varlığını inkâr etmezse aynı kadere mahkûm olabileceğinden korkuyormuş. Türkiye soydaşlarını almaya hazırlanmış, uzun bir süreç sonrasında ama Bulgaristan vermeye niyetli değilmiş. O vakit gelinceye kadar, bizler Türk benliklerini savunmak zorundaydık…
Türklerin örgütlenmelerinde ve eylemlerdeki tansiyon da hızla yükseliyordu. Sonunda silahlar patladı…
Eylemci dedikleriTürkler Jivkov’un askerlerini, Jivkov ise Bulgaristan Türklerini suçluyordu. Türklerin verdikleri şehitler her geçen gün artıyordu…1980-84 döneminde öldürülen Türk sayısının 700 ila 900 arasında yazılmıştı. Eyleme katılan büyüklerimiz eve geldiklerinde yaralarını sarıyorlardı… Anlamak çok zor… Her şey çok güzeldi oysa… Çocukça!
Çocuk ne anlar politikadan? Kanlı politikadan L
Herkes evlere kapanmıştı, herkes ağlıyordu, korku sarmıştı her yeri buz gibi bir durum,korkunçtu!
1984 ve 1985 yıllarında Filibe Tren İstasyonu’nda ve Varna Havalimanı’nda bombalar patlamış. Saldırılardan Türk örgütleri sorumlu tutulmuş ve 3 Türk ölüm cezasına çarptırılmıştı.
Bir akşam babam hepimizi bir odaya topladı bir liste çıkarıp “buradan isim seçeceksiniz kendinize “dedi. Ama bizim isimlerimiz vardı ki kız kardeşim Zeynep, erkek kardeşim Mustafa.
Türk sanatçısı Şenay Yüzbaşıoğlu gelmiş o dönemlerden önce konsere. Babam kızım olursa adı Şenay olacak, oda hep sevgiden ve barıştan yana olsun demiş ve koymuş.
Ondandır her halde “Hep sevgiyi, kardeşliği ve barışı isteyip on yaşımdan beri hep bunları yazmam, hattabunlar için savaşmam” !
Sonra babaanneme döndü ve ağlayarak,önce kendisine sonra ölen eşi için bir Bulgar ismi seçmesini istedi.
Kızdı babaannem, aldı kâğıdı babamın üstüne attı ve “Babanın adı Mustafa’ydı, 10 yıl oldu vefat edeli, Peygamberin adını taşıyordu, kimse ona gâvur adı koyamaz diye bağırmıştı (asla unutmam o öfke dolu gözleri,)
“Anne vefat etmiş babamında ismi değişecek”dedi. “Hayır, onun adı Mustafa asla değişemez “diye bağırdı tekrar. Ben kendime seçerim, ver diye çekti kâğıdı elinden babamın ve:
“Bak evlat ben anayım, Türk kadınıyım, Rabbim Allah, dinim İslam, İtikatta mezhebim Ehli Sünnet, Ümmetim Muhammed ümmetidir, kitabım Kuran, benim adım Ana olacak o kadar dedi!” Babaannemin adı “Anna”oldu ! Çok acı içindeydi… Bir kadının bedeninin yandığını gözlerinde gördüm ben. Herkes kendine bir Bulgar adı seçti ve liste oluşturuldu. Kimsede yeme içme kalmadı. Herkes açlık grevindeydi. Ama bir işe yaramıyordu. Zulüm devam ediyordu…
Sonra erkek kardeşim sünnet olmasını söyledi babam, olurya bir göç olursa neyaparız oralarda düşüncesiyle… Kardeşim bir yaşındaydı daha, küçüçük…
Çok tehlikeli. Hijyen vs. çok zor ve yasak. Askerler köylerde sokaklarda şehirlerde devriye geziyorlardı. Karar verildi ve Sünnetçiyi gizlice getirdiler eve, akrabalar devriye gezdiler o dakikalarda korku içinde…Babaannem gizli gizli hayvanların ahırına gidip Kuranı Kerimi okuyor sürekli dua ediyordu.Sürekli Türkiye’den bahsediyordu.Vatan diyordu.Görseler,duysalar cezalar azarlanmalara maruz kalacaktı ama vazgeçmiyordu.Ah o al şanlı bayrak ah deyip ağlıyordu.
Annem ;
– Ses yok kızım, sesyok, yoksa babanı alır götürürler dedi, yalvarırım ses yok, hala o korkmuş sim siyah gözleri gözlerimin önündedir, inci gibi duran gözyaşlarınla birlikte…
Belene’yi kitaplardan okumuşunuzdur… Belene ya da Belene Ölüm Kampı. Tuna nehri kenarında TodorJivkov tarafından açılmış. 1985’te yaklaşık bin Türk liderinin yattığı o meşhur Bulgar zindanı… Mahkûmlar gece gündüz, madenlerde köle misali çalıştırılıyorlarmış…
Bunları bildiğimizden sustuk, Çok sustuk, Sünnet bitti, sünnetçiyi gece sakladılar evde sabah aydınlanmadan götürdüler.
Diplomasi sonuç vermemişti, sonuç alabilmek için Bulgaristan Türklerinin daha radikal eylemler gerçekleştirmesi gerekiyordu.Sonra Belene mahkûmları açlık grevine başlamış sonra biz Türkler serbest uluslararası dolaşım hakkını elde etmiştik. Devam eden açlık grevleri de Jivkov’u hem iç hem de dış baskıya maruz bırakmıştı. Mayıs olayları” olarak da bilinen bu süreçte, Deliorman, Razgrad, Kırcaali ve Haskovo’da gösteriler düzenlendi. Binlerce Türkün katıldığı eylemlerde, dönemin komünist partisi polisinin göstericilere ateş açması sonucu üç Türk hayatını kaybetti, onlarca kişi yaralandı. Olaylarda 17 aylık “Türkân Bebek” de annesinin kucağında hayatını kaybetti…
Jivkov asimilasyon politikasında bir değişikliğe gitmesi gerektiğini farkına varıp ve yeni yöntemin adı zorunlu göç olarak ilan etti.1989 göçü başlamıştı artık.
Bulgaristan’daki biz Türkler, Dünya tarihinde görülmemiş, bir zulüm ile yurtlarından “kovuldular”.
Totaliter rejimin baskısı şiddeti ve soykırımdan kaçıştı, göç değildi!
Evlere, banka hesaplarına, mallarına, mülklerine el konulmuştu.89 Göçü olarak bilinen 1989 bir insanlık dramıdır aslında. Buna göç demek son derece yanlıştır. Çünkü göç insanların kendi rızalarıyla bir yerden bir yere taşınmasıdır.Bu zulümdu.
Bulgaristan yönetimi 1989’da “Türkler dışarı” sloganlarıyla bir yürüyüş düzenleyerek Türklere ve Türkiye’ye karşı kamuoyu oluşturma çabasına girmiştir.Böylece ikinci Dünya Savaşından sonra yaşanan en büyük kitlesel göç olayı başlamıştır. Bulgaristan’dan zorunlu göçün başladığı 1989 Mayıs, Haziran, Temmuz 3 ayda vizesiz 345.960 (82.390 aile) geldi. Bunların 298.243’ü (69.904 aile) Edirne Kapıkule karayolu demiryolu ile Türkiye’ye gelmiştir. 47.717’si (12.486 aile) ise Kırklareli Dereköy kapısından girmiştir.
Pasaportunu alan herkes yollara düştü. Kâbusgibiydi, kâbus. Genci yaşlısı… Çoluk çocuk perişan, askerde olan oğlunu Bulgar hükümetinde bırakan anne babalar. Pasaportu çıkmayan annesi kızından, baba oğuldan ayrılıyordu… Zorla! Dedim ya kıyamet günüydü…
Onlardan biri de benim. Anne, baba, kardeş, abla, hepsi orada…!
Sonra :
10 Kasım 1989’da Jivkov devrilmişti. Devrilmesine devrilmişti ama ülkedeki ekonomik krizin, ekonomik krizde de toplanmayan hasatının payı vardı. Jivkov, 13 Aralık günü, etnik gruplar arasında düşmanlık yaratma, görevini kötüye kullanma ve devlet kaynaklarını zimmetine geçirme suçlarından tutuklanarak ev hapsine mahkûm edildi. Edildi edilmesine de? O zulüm o baskı, o çaresizlik asla ne beyinden ne yürekten ne tarihten silindi, silinmeyecekte !
Diyeceğim o ki:
Türkiye özlemi çok küçükten içimizdeydi. Vatan, bayrak sevdası Balkanlarda dikkat edin çok yoğun ve kutsaldır. Türkiye’den gelenler sakız vermişlerdi o zamanlar, biliyormusunuz hala ambalajı durur.
Ulu önder Atatürk’ün resmi hep hayranlıkla izlenirdi, onu konuşmak, resmini asmak Türkçe olan her şey yasaktı. Bir keresinde okulda:
“Kim sizin lideriniz dediklerinde Vasil Levski dememiz gerekiyordu, ben ise Mustafa Kemal Atatürk dedim diye beni dersten kovdu öğretmen, zaten Türk düşmanıydı. Babama söylemişti,notumu düşürmüştü falan, zaten biz Türk çocukların notlarını hep düşük veriyorlardı bizde inadına yüksek alıyorduk. Onu okumak için kilere giderdim ben, mum ışığında okurdum, korkudan görmesinler diye çünkü Atatürk Balkan kökenli dünyanın en büyük devrimcisiydi çünkü o Türkiye’yi kurandı, kurtarandı, Türk oğlu Türktü bizler gibi.
SİZ HİÇ EĞİLİP TÜRKİYEYİ TOPRAĞINDAN ÖPTÜNÜZ MÜ?
ÇÜNKÜ BİZ TÜRKTÜK !TÜRK IRKI HER IRKTAN ÜSTÜNDÜR ÇÜNKÜ!
BİZ ASLA ÖDÜN VERMEDİK ÖZÜMÜZDEN,TÜRKLÜKTEN VAZGEÇMEDİK.SÖZ KONUSU BİLE DEĞİLDİ.KAN DÖKÜLDÜ,CAN VERİLDİ AMA TÜRKLÜĞÜ SAVUNMAMIZIN ÖNÜNE GEÇİLEMEDİ…
TÜRKİYE’NİN KIYMETİ BİLİNSİN.TÜRK’E TÜRKTEN BAŞKA DESTEK YOK.BİLİNİZ.BEN BUNU YAŞAYAN VE BUNUN SAVAŞINI VERMİŞ BİRİ OLARAK SÖYLÜYORUM
KUTSALLIĞI İDRAK EDİLSİN…
O GÜNDEN BU GÜNE
“TEK BİR ŞEY” DEĞİŞTİ;
O ZAMAN ÇOCUK AKLIMLA SAVAŞ VERMİŞTİM,ŞİMDİ İSE YETİŞKİN AKLIMLA SAVAŞIMA DEVAM EDİYORUM…
VE BEN BİN KEZ DEĞİL ÖLENE KADAR
BU VATAN İÇİN ÇALIŞMAYA, ULU ÖNDERİN ÖNDERLİĞİNDE BU BAYRAK ADINA, TÜRKLÜK ADINA NE YAPILMASI GEREKİYORSA YAPMAYA VE “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” DEMEYE DEVAM EDECEĞİM…
Kanlı Mayıs adını verdiğim bu günlere bizler evet Balkanlarda kanıyorduk. Bu günleri yaşayan istisnasız her insana sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Bu yara kapanmaz bende biliyorum, ailelerimizi parçalayıp elimize hasreti özlemi verdiler, her gece anamı aramam her zor durumda babama dokunamamanın acısını, kardeşlerimin özlemini ancak yaşayanlar bilir…
Bu Ülke için değil Türkiye için çalışacağım, orada var olacağım dediğimin kararın hala ve her zaman arkasında olacağım… Ben ve benim gibiler için bu çok acı, ama Yaradan herkese taşıyabileceği kadar yük verir ya hani.
Bu zulmün yıl dönümü olmaz! Anca acıyla hatırlamak olur, hayatını o zamanlarda kaybedenlere minnet şükran sevgi ve rahmet diliyorum. Can verdiniz ama Türklükten ödün vermediniz, ölümle gurur duyulmaz belki ama Türklükten vazgeçmek ise söz konusu zaten çıksın o can bedenden…
SEVGİ VE BARIŞ İÇİNDE KALIN DOSTLAR…
UNUTMAYALIM LÜTFEN: TÜRKE TÜRKTEN BAŞKA DOST YOK !
Şenay Kobak, Silivri Haber Ajansı
senaykobak@sha.com.tr