Bulgaristan’ın Türklere uyguladığı asimilasyon politikası nedeniyle 1989’da ülkeye “zorunlu göç” edenlerden Selattin Aziz Atasoy, o dönem yaşadıkları sıkıntılı günleri anlattı.

Bulgaristan’ın 1984-1989’da Türklere uyguladığı asimilasyon politikasından kaçarak ülkeye yerleşenler, yaşadıkları zor günlerin acısını halen yüreklerinde hissediyor.

Bulgaristan’ın asimilasyon politikası nedeniyle eşi ve o dönem henüz 1 yaşında olan kızıyla Türkiye’ye göç eden Selattin Aziz Atasoy, 30. yılında zorunlu göçü ve yaşadıkları zorlukları anlattı.

Atasoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türklerin yoğun yaşadığı Kırcaali’nin Mestanlı ilçesinde doğduğunu, 4 çocuklu bir ailede büyüdüğünü söyledi.

Liseden sonra, 22 yaşına bastığı 1982’de Sofya Ulusal ve Uluslararası Ekonomi Üniversitesi Tarım Sanayi Fakültesi’nde eğitime başladığını ifade eden Atasoy, üniversite yıllarında Bulgaristan’da Türklere karşı baskıların başladığını belirtti.

Beş arkadaşın mücadelesi

Irkçı yönetimin, Türk nüfusunu azaltmaya hatta yok etmeye kalktığını anlatan Atasoy, ölü olanlar da dahil Tüklerin isimlerinin zorla değiştirilmeye başlandığını dile getirdi.

Türklerin dilini, dinini, geleneklerini yaşatmasının yasaklandığını kaydeden Atasoy, o dönem, haksızlığı duyurmak ve buna karşı mücadele etmek için beş arkadaş “Türk Üniversiteliler Direniş Örgütü” kurduklarını belirtti.

Bu sayede çevrelerindeki insanları yaşananlar hakkında bilgilendirdiklerini ifade eden Atasoy, “Sofya’da eğitim gören 30’un üzerinde üniversiteliyi bir araya toplayıp, Türk toplumuna yapılan haksızlık karşısında hep beraber mücadele edeceğimizi duyurduk.” dedi.

Fotoğraflı tedbir

Mestanlı’da 1984’te mağdurlar olarak belediyeye gidip “Türk olarak yaşamak istiyoruz, isim değişikliğini kabul etmiyoruz.” dediklerini anlatan Atasoy, şunları kaydetti:

“Orada şehitler verdik. Mestanlı ayaklanmasından sonra insanımızı kaba kuvvetle dağıttılar. Sonra başka bölgede de halkımız direnişe kalkıştı, şehitler verdi. Kimliklerimizin fotoğrafını çektik, ileride yaşanacaklara karşı benliğimizi ispat etmek için. O dönemde gerçekten öyle bir ortam yaratıldı ki dünya karardı. Biz hiçbir yerden tepki olmadığı için benliğimizi muhafaza edip, bizden sonrakilere kanıt olsun diye 30 arkadaş, kimliklerimizin fotoğrafını çektik. Bir gün polisler kaldığımız öğrenci yurduna geldi, bu fotoğrafları sordu. Onların eline düşmeyecek şekilde tedbirimizi almıştık. Bulamadılar.”

Mücadelesi nedeniyle üniversiteden alınıp sorgu odasına götürüldüğünü belirten Atasoy, “Burada polisler beni bir Bulgar ismi seçmem için zorladı. ‘Kabul etmiyorum’ dedim. Kağıdı koydu polis, elimden tutarak zorla takma ismi yazdı. Dönüp ‘Niye ağlıyorsun, biz millet olarak ismimizi Alman, İngiliz, Fransız yapsalar seve seve değiştiririz.’ dedi. Ben de ‘Benim milletim senin anladığın milletlerden değil.’ dedim.” ifadelerini kullandı.

Atasoy, 73 günlük sorgunun ardından 2 arkadaşıyla cezaevine gönderildiğini dile getirdi.

Soğuktan cezaevinde uyuyamadıklarını söyleyen Atasoy, “Çok pisti. Orada bir gece kaldıktan sonra trene bindirdiler. Trende mahkumlar vardı. Onların üzerinde mahkum kıyafeti vardı. Bir tek biz sivil kıyafetliydik. Yolcular ‘Kim bunlar?’ diye sordu. Polisler, ‘Onlar terörist Türkler.’ dedi. Bulgar halkını Türklere karşı o kadar hiddetlendirmişlerdi ki bizleri öyle adlandırıyorlardı. Belene kampına gittiğimizi yolculuk sırasında öğrendik.” diye konuştu.

Belene kampı günleri

O dönem pek çok Türk’ün tutulduğu Belene kampında 6 ay geçirdiğini bildiren Atasoy, şu ifadeleri kullandı:

“Şiddet görüyorduk. Issız bir adaya götüren silahlı gardiyanlar ‘Sizi burada öldürsek kimsenin haberi olmaz.’ diyordu. Fiziki baskıdan çok psikolojik baskı vardı. Kampta o zaman 517 kişi vardı ancak bir kişi bile kaçmaya teşebbüs etmedi. Çünkü haklı davamıza inanıyorduk. Daha sonra dünya kamuoyunun baskısıyla kamptan tahliyeler başladı.”

Atasoy, tahliyesinin ardından eğitimine devam ettiğini, mezuniyetinden sonra ziraat mühendisi olarak çalıştığını dile getirdi.

Türklerin Mayıs 1989’da bir kez daha direnişe geçerek isimlerinin iadesini istediğine işaret eden Atasoy, şunları kaydetti:

“Bize ‘Bugüne kadar yaşanan yaşandı, bundan sonra önümüze bakalım, sizin rahat etmeniz için ev, araba, para, iş, her türlü desteğe varız, sizin taleplerinizi duymak istiyoruz.’ dediler. Arkadaşımız merhum Hüseyin Bayraktar ‘Bir Türk gibi yaşayabileceksem evet ama yaşayamayacaksam ben pasaport istiyorum.’ dedi. Onu susturdular. Sonra başka bir arkadaşımız da aynı şeyi söyleyince toplantıyı sona erdirdiler.”

İsveç’e gönderilmek üzere trene bindirildiklerini anlatan Atasoy, Belgrad’da Türkiye’nin büyükelçiliğine başvurduklarını ve bu sayede İstanbul’a gidebildiklerini söyledi.

“Mahkemede hesap vermelerini istiyoruz”

Türk büyükelçiliğinde sahipsiz olmadıklarını gördüklerini vurgulayan Atasoy, sözlerini şöyle tamamladı:

“Yaşadığımız topraklardan ayrıldık ancak bize değer veren büyük bir millet ve ülkenin bizi kabul ettiğini görünce çok mutlu olduk. Sonra akrabalarımın da olduğu İzmir’de yeni bir yaşam kurduk. Eşim öğretmen, ikinci kızım İzmir’de dünyaya geldi. Biz sıkıntı yaşarken sahip çıktıkları gibi, geldiğimizde de devletimiz, milletimiz bizimle ilgilendi. Çocuklarımızı okuttuk. Kızımın biri öğretmen, biri mühendis oldu. Allah’ın şanslı kuluyuz çünkü vatanımıza kavuştuk. Bu göçlere sebep olanların mahkemeye çıkıp hesap vermesini istiyoruz.”

 

Halil Şahin, AA

Reklamlar