Rafet ULUTÜRK
Konu: Türkülerimiz de kardeştir.
Ay doğdu Raymem,
Gün doğdu Raymem,
Gelsene dere boyuna…
Bulgaristan Türklerinin toplu yaşadığı Borino yöresindeki asırlık çamlar arasında doğan ve yaşayan sevilen türkülerimizden “Raymem” Avrupa Anadiller Gününde Bulgaristan’ı karıştırdı. 25 Ekim’de seçim kampanyasına damga vurdu. Etnik hakların durumunu, demokrasiye doğru alınan yolun son kilometre taşını ve Bulgarların milli şuur takıntılarını bir daha gün ışığına çıkarıp ipe dizdi. Gülünç Bulgar milliyetçiliği kalıntılarında zavallılığı ortaya koydu.
Deliorman’ın Kemaller (İsperih) ovasında düzenlenen seçmenlerle buluşmasında, çanak anten TV yıldızlarımızdan Faruk Yılmaz’ın tüm yasaklara rağmen bilinen ve sevilen “Raymem” türkümüzü ince ve geniş ayar melodiye Türkçe ve Bulgarca söz nakış ederken göz çıkardı. Kâh Raimeye kâh Rayna’ya sevdalanan sanatçı, Deliorman ovasını neşe doldurdu, Türkçe türkünün güzelliği Bulgar milliyetçilerine fazla geldi,19-ncu ve 20. asrın çöplüğünden kokuşmuş nefret birikintisi istifra ettiler.
İnternette Facebook patladı. Telefonlar kızardı. Sanki Rayna’yı 16 yaşında kaçırdık ve Müslüman yaptık. İşte böyle bir ortam oluştu. Politik bildiriler yağmaya başladı. Hepsinde vurgulanan ortak noktada “Rayna” kızın 1886 Nisan Ayaklanmasında bayraktarlığı. Bulgar milleti dirilişine şan ve şeref doruklarından doruk oluşu dile gelirken, baş düşman olan, Türklerin ağzına düşmesi, hele Hak ve Özgürlük Partisi seçim toplantısında söylenmesi kazanı taşırdı, söyleyene de, dinleyene de günü zehir etti.
26 yıldan beri yeni ruhun, ekilecek tohumların Türkiye’den geleceğine inanıyor ve güz ekiminden önce esen rüzgârların hep güneyden ama çok güçlü, hibeleri tohum dolu gelmesine dua ettim. Beklenen oldu. “Türkülerimiz Kardeştir!” diyen sanatçımız Faruk Yılmaz, iki sözle bu milliyetçi hortlamayı susturdu. Önce aynı melodi dokusu üzerinde iki dilde nakış olacağına inanamayanlar, pot kırdıklarını anlayınca yeni bir ayar aramaya koyuldular. Savunacak hiçbir konumu olmayanlar kuyruk kısmak zorunda kaldı.
Tarihe not etmek için demiş olalım. Bulgar milli şuuru sanki bir daha uyandı. Bulgar Diriliş Çağı’da gözde şairlerden Penço Slaveykov anımsandı. “Şarkı Nameleri” (Pesnopoyka) derlemesinde topladığı halk türkülerinin melodi namelerini Türk ve Rum halk sanatından aldığını, önsözünde, kendisinin itiraf ettiği, hatırlandı. Bulgar halk sanatı Osmanlının bağrında oluşurken Diriliş Çağında dile geldi. Bu eserlerin Türklerden kıskanılması doğal mı pek bilemiyorum.
Üstelik Bulgar diriliş müziği Osmanlı Türk kökenli olduğu bilinirken, bu bilincin babası olan halk müziği akademisyeni Kauffman’ın bu hafta Ruse’de yapılan 90. doğum günü anma töreninde, “aynı müzik üzerinde değişik halkların farklı dillerde şarkı güftesi olabileceğini yazdığı” anımsandı.
Bu arada taşan tencereden başka gerçekler de çıktı. Bulgar milli marşının müzik dokusu sözde bir Yahudi şarkısından alınmış. Milli sanat müziği olarak geçen, yine diriliş çağından yanı 19. yüzyıldan olan ve özgün adı da “şehir müziği” olan eserlerin özünde de, İngiliz müzisyen Bırks’tan çalıntılar olduğu dillendi. Uzatmayalım, halk müziği ve yaratıcılığının etkileşim içinde olduğuna biz de inanıyoruz.
Yunanlar uzo sofralarında buzuki eşliğinde bir küplet Türkçe bir nakarat Rumca serenat yaparken ruhumuz bozulmuyor, gönül hoşluğuyla dinliyoruz. Sanatta etkileşimle birbirine işleyiş ve kaynayış eski ve güncel bir konudur.
Düşünürsek en güzel Bulgar halk türkülerinin içindeki en güzel söz “gül” dür. Gülü Bulgar halk sanatı eserlerinden söküp çıkarmak imkânsızdır.
Sıralamaya “çeşmeyi”, “duvari”, “sümbülü” vb ekleyebiliriz. Önemle belirtilmesi gereken bir nokta daha var.
Yine Bulgaristan’da ilk nefes alan ve sevilerek söylenen modern sanat türü “çalga müziği” problem yaşıyor. Radyoda yasak, TV programlarına alınmıyor, CD-leri toplatılıyor, “çalga” söylenen gece kulüpleri basılıyor. Tüm yasaklara rağmen son yılların en sevilen sanatçısı Aziz, en sevilen müzik çalga türüdür. Bu yaratıcılığın ana dokusunda nihavent makamımız var. Tepki kaynağı da budur.
Adamlar Türk tınılarından kurtulmak istiyor ama olmuyor. Yapılacak bir şey yok.
Bir konservatuar mezunu olmadığımdan dolayı olayı farklı örneklemelerle açıklamak istiyorum. Ne denirse densin Sofya Ulusal Kültür Sarayı ANADOLU ATEŞİ’NE coştuğu gibi bir daha yanmamıştır.
Köklü Bulgaristan vatandaşıyız.
Anadilimizde Türkçe konuşmamıza, okumamıza, şiir ve şarkı söylememize, birbirimize Türk kitapları hediye etmemize, Türk olarak şenlenip neşelenmemize, meclis kurmamıza yasak konmuş, izin verilmese de, bizim içimiz dışımız Türk’tür. Biz azla yetinen bir milletiz.
Biz türkülerimizde Halime, Selime ve Raymeyle yetinir, Rodoplarla Deliormanla, Gerlovo ve Dobrucamızla, Tuna’dan başlayıp Arda boylarında coşup taşarız. Türkülerimizin nota ayarı gönlümüzdedir. Sessiz ağlayışlarımız da, barım, barım barışlarımız da notaya uygundur.
Halk sanatımız dağ doruğunda kaynayan ayazmayı andırır, güneşle selamlaşıp yola çıkar, kimseye el açmadan bütün gönüllere dolar. Ölümsüzdür.
Seçim havası koklarken, bu defa anadilimizle yaşayan türkülerimizin, şarkılarımızın, namelerimizin, müziğimizin hedef olacağını düşünemedim. Halkımızın belleğinden alınıp yazıya dökülmüş, notası yazılmış 600’den fazla şarkı ve türkümüz var. Hepsini yargılasan, hapse atsan, zindanda çürütsen, kurşunlaşan olmaz. Sanat mantar gibidir birini çiğnersin bin çıkar. Hepsini kendi kendine güzelleşirken yenidünyaya uyma özelliği var.
Folklorumuzu yaşatmak için gece gündüz çaba gösteriyoruz.
Hiçbir kimsenin ilk sevdiği ninni ya da şarkı veya türkü Bulgar, Türk, Arap, Alman vs eserlerinden biri olamaz. Atalarımız büyük besteci Richard Vagner’i tanıyamadılar. Bizde dinlenmesi 50 yıl yasaktı. “Faşist”, “Nazici” dediler. Defterini dürdüler.
Her hangi bir müzik akımına takıntılı olmak övünülecek bir şey olmadığı gibi utanılacak bir durum da değildir. Yasaklar büyük bestecileri ve eserlerinin muhteşemliğini küçültemez. İnsanlık 1824’te tamamlanan L. Beethoven’ın 9. Senfonisinden daha üstün bir eser yaratabilseydi, Avrupa Birliği 200 yıl sonra başka bir müziği milli marş olarak seçerdi.
Bizim gibi geçmişinde sıkıntılı dönemler olan küçük ülkelerde anlam verilmesi zor olaylar da yaşanıyor. Cumhurbaşkanlarımızdan Plovdivli (Filibeli) Petır Stoyanov komünist dönemde “Beatles” şarkıları dinlediği için “demokrat” olarak kabul edildi. Demokratik Güçler Birliği (CDC) Başkanı seçildi. Hiç kimse ana babasını seçmek şansına sahip olmadığı gibi onların sevdiği sanat türünü ve dilini seçmede söz sahibi olamaz. Onun anası ve babası boş zamanlarında İngilizce şarkı dinlemeyi sevdiği için o da aynı ortamda yaşarken etkilenmiştir.
Bu, insanların hangi cilt rengiyle doğacaklarını kendilerinin belirleyemediği gibi bir şeydir.
Halkların müzik kültürü de değişik etkileşim, bazen da fırsat sonucu doğar ve gelişir.
Bulgar bestecilerinden Angel Vagenstein, Çarlık döneminde Almanya müzik akademilerinde müzik tarihi ve bestecilik okumuş, Alman sanat ve klasik müziğinin halk motifleri dokusundan yaratıldığını öğrenince, ülkemize döndüğünde Bulgar halk müziği araştırmaları yapıp değişik süitler ve orkestra eserleri bestelemiştir.
Müzikte milli olanın abartılması yanlış olur. Sanatta her türden milliyetçilik insanlık dışıdır.
“Raymem” türküsüne karşı çakılan kibritte ve parlayan milliyetçi ateşte görüldüğü gibi, ırkçılık hem sanatın hem de insanlığın en büyük düşmanıdır.
Bu hafta birden hortlayan Bulgar milliyetçiliğini ateşleyip körükleyen yerli seçim havası, HÖH’ün 40 belediyeyi yönettiği ve bu seçimde 2. parti olarak büyümeye yönelmesi vb. köklü kıskançlık, egoizimdir. Bu illet mutlaka gün ışığına çıkarılmalı ve köklenmelidir. Aşırı Milliyetçiliğin bir ulusu küçük düşürdüğünü, çok etnikli halkların bütünlüğüne tehlike oluşturduğunu altını çizerek belirtiyorum. Güzel sanatın da en büyük düşmanı milliyetçiliktir. Her sanat eseri bütün insanlar tarafından sevilebilir. Bir türkü, Türk türküsü olduğundan dolayı sevilemez diye bir kural konamaz.
Vagner yasaklandı da ne oldu? Memleketimizde değişik etnik azınlıklar ve onların özgün sanatı olduğu asla unutulmamalıdır.
Son olay, en sevilen, ünlü Bulgaristan Türk sanat yıldızı, halk türkücüsü Kadriye Lativova’nın oğlu Vejdi Raşidov’un Kültür Bakanı olduğu bir dönemde meydana geldiğine işaret etmekle yetinmek istiyorum. Bakanlığın susması çok anlamlıdır. Dilimizde “yaza yaza yazar oldu” değişi, “susa susa bakan oldu” ile değiştirilmiş olabilir mi?
Yeri gelirken, tüm okullarda tüm etnik müziklerin öğretilmesine son derece büyük önem verilmesi gerektiğine işaret ediyorum. Her etnik azınlıktan gençler kendi müzik aletlerini çalabilmeli, kendi danslarını öğrenip oynamalıdırlar. Bu en büyük ruhsal zenginliğimizdir. Halkımızı birleştirecek en büyük güç sanat ve kültür ruhudur.
Kırcaali şehir saati, her saat başı “stani stani yunak balkanski” – ayağa kalk, ayağa kalk Balkan yiğidi! şarkısının müziğinden bir parça çalıyor. Şehrin dört köşesinde işitilen bu melodi, Bulgarlara “ayağa kalkın’” diyorsa, Türklere ne ima ediyor acaba!?
Müzik ortak bir edinimdir ve en iyi olan herkese aynı şeyi söylemesidir.
Bu da toplumun yaşadığı zaman kesimine ve ruhsal ortama bağlıdır.
Farklı anlaşılan sanattan düşmanlık doğar… Buna çok dikkat edilmelidir.
Son olaylara farklı yaklaşırsak, oyun bozulur!
Ayağa kalkacak biri varsa, o hepimiz!
Memleket hepimizindir. Aynı vatanın evlatlarıyız.
En büyük özlemimizde, “yarın yanağından gayri, her şey ortak olmalıdır!”
Müzik sevgisinde ayrı gayrı olamaz!
Kalın salıcakla,