Sakir ARSLANTAŞ
Tarih: 11 Nisan 2017
Konu: Suni işlerden ancak yapmacık sonuçlar alınır.
Bulgaristan toplumu çok yoksul, maskeliler oyundan lütfen çekilsinler.
Devlet halkı aldatanlardan hesap sormak zorundadır.
Kapı Kule’den Bulgaristan’a girince karşılaştığımız ve içinden geçtiğimiz birinci şehir olan Lübimets’te karpuzculukla geçinen bir arkadaşım var. 25 dönüm dede mirası tarla işliyor. Belini Meriç’e dayamış, “memnunum” diyor ve anlatıyor:
- “Su bastıkça büyüyorlar”
Geçen yaz kopardığı 25 kiloluk karpuzun büyüklüğünü gösterebilmek için kollarını açtı. – “Saramadım, bostandan üç kişi el arabasıyla çıkardık.” Dedi.
- “Petko, bahsettiğin irilikte bir iş var ama söylemiyorsun. Düş baklayı!” dedim.
- “Var tabii!” Dedi. Ve öyle bir anlattı ki… Aklım durdu sandım. Kafamı tuttum.
Tam bu zamanlar tarlaya, karpuz kurallarına göre, bal kabağı çekirdeği ekerken, karpuz fidanlarını da, serada, plastik yoğur kutular içinde yetiştiriyormuş. Mayısın ilk haftalarında üç yaprak olan bal kabağını koltuktan kesip iki üş yaprak halindeki karpuz kökeninin ucunu kabağa aşılıyormuş. Ötesi iki defa kazmak ve devamlı sulamak…
Hem kulaklarımı hem de gözlerimi açarak dinledim. Ömrümde bal kabağı gibi karpuzu ilk kez Taşkent Pazarında görmüştüm. Ocak Şubatta yemek için alanlar, kış hazırlığı yapıyorlardı.
Petko, iri iri ve albenili karpuzları kan-kırmızı oldurmak için 8 – 10 kilo olduklarında eşek sidiğiyle iğne yapıyormuş. Tatlandırmak için ne yaptığını anlatmadı.
Onu dinlerken, Bulgaristan’da yaşadığım yıllarda bende derin izler bırakan, Bulgarların ani değişiklikleri sevmediği izlenimlerim hemen canlandı. Tohumu gizleyip, halka yalnız iri karpuzları gösterenlerin maskesi düşmüştür. Kurnazlıkları kendilerine saklasınlar.
***
Doğasında çok kıskanç bir halk olan Bulgarların, şu dönem tarlada, bağda bahçede iş güçle meşgul oluşunu izlerken, geçen ayın sonunda yapılan seçim günlerinde milliyetçi kesimde, hükümet çevrelerinde, hatta Cumhurbaşkanlığında alevlenen Türk düşmanlığı duygularının sönmediğine tanık oluyorum. Hatta dış ülkelerde yaşayan, çalışan, okuyan veya görevli bulunan Bulgaristan vatandaşlarının ülkede yapılan yerel, meclis ve Cumhurbaşkanı seçimlerine katılmasına kesin yasak getirecek bir takım kurgular içinde bulunduğu her geçen gün biraz daha ortaya çıkıyor. Herhangi bir dış ülkede adres kaydı olan ve seçimden önce üç ay ülkede bulunmayan bir vatandaşın parlamento seçimlerinde oy vermesine yasak getiren yasa önerisi kamuoyunda sert tepki görünce, şu an geri çekilmiş gibi görünse de, her tavrıyla parlamentoyu hiçe saydığına işaret eden ve dış ülkelerdeki 3 milyonu bulan Bulgaristan vatandaşın seçimlere katılmasını önlemek için ülkede bir referandum (halk oylaması) yapmayı düşündüğünü gizlemeyen Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in yasal durumu ve yürürlükteki Anayasayı rafa kaldırmak istediği artık gün gibi ortadadır.
Bulgaristan’da demokrasiyi kökten sökmeyi ve insan haklarını yok etmeyi amaçlayan bu bakış açısının, bal kabağına karpuz aşılamak ve 10 kilo karpuza içi kızarsın diye eşek sidiği enjekte etmekten farkı nedir. Bu halkımızın demokrasi, özgürlük ve hak eşitliği idealleriyle alay etmek değil de nedir?
Yine aynı derinliğin gerekçesinde, geçen yılın sonunda kurulan ve Cumhurbaşkanı seçimleri ile son erken meclis seçimlerine katılan ama başarısız olan Sorumluluk, Tolerans ve Özgürlük için Demokrasi (DOST) partisini kapatma niyetinin şakıdığı görülüyor. Otobiyografisinin satır aralarında Bulgaristan’da 1942’de çok aktif olan Nazi Almanya’sı uşağı Savunma Bakanı Lukov’a hayranlık çizgileri dikkat çeken Cumhurbaşkanı Radev’in Rus’tan fazla Türk düşman bir lider olduğu artık kendini iyice belli etti.
Bulgaristan’da 6 Kasım 2016’da 2.5 (iki buçuk milyon) seçmenin katıldığı bir referandum yapıldı. Katılımcılar seçim sisteminin kökten değiştirilmesini, oy başı 11 leva yerine 1 leva ödenmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını öngören ve Yüksek Mahkeme tarafından onaylanan bu referandumun mecliste onaylanarak uygulanmaya konmasına yol açıp ön ayak olmaya çalışacağına, yeni Cumhurbaşkanını Radev’in vatandaşın eşit seçme ve seçilme hakkı gibi demokratik kazanımları yeni bir referandumla baltalamaya çalışması herkesin dikkatini çekmeye başladı. Çiçeği burnunda bir Cumhurbaşkanının dış ülkelerde, öncelikle Türkiye ve İngiltere’de bulunan toplam 500 bin seçmenimizin temel haklarını çöpe atmaya çalışması, kamuoyunda deprem yarattı. Biz seçmenler Cumhurbaşkanı Radev’ten daha geniş ve kapsamlı demokrasi anlayışı, temel hak ve özgürlükler konusunda yeni atılımlar beklerden, meclise kenara iten otoriter bir Başkanlık zihniyetiyle karşılaşmış bulunuyoruz
1989 Mayıs Ayaklanmasına katılan ve Bulgaristanlı Müslüman Türklerinin şanına şan katan o tarihsel olaylara bizzat katılmış biri olarak, son olay ve gelişmelerle ilgili fikirlerimi daha açık bir ortama sermek istiyorum.
Önce şu iyi bilinmelidir:
Yaratan biz Türkleri hem zeki hem de sabırlı yaratmış.
Biz bereketli toprakların evlatlarıyız. Zeki ve akıllıyız. Becerikliyiz. Vasıflarımızı Avrupa, dünya sahnelerinde olimpiyat başarılarımızla kanıtlamışız. Ne yazık ki, yıllarca, bir gün bile anlayış bulamadık, merhamet görmedik. 1989’da “en akıllı olanı yaptığımıza inanarak” lambayı söndürmeden ve kapımızı kapamadan, abımızı alıp anavatana geldik. Ata topraklarımızda tutunabilme davasında oyun kurucu olmaya çalışıyoruz. Kulağımıza küpe olsun. 1989 Mayıs Ayaklanmamızdan, 1989 “Büyük Göçten” beri en büyük silleyi 26 Mart 2017 seçimlerinde yedik. 2014 – 2017 seçimleri arasında bizi bir daha parçaladılar. 2014’te Türk partisi 600 bin oy alırken, bu seçimde DPS 160 bin Türk oyu, “DOST Birliği” de ancak 100 bin oy aldı. Sofya parlamentosunda Müslüman Türklüğü temsil eden milletvekili sayısı 38’den 26’ya azaldı. Onların da ancak 16’sı Türk’tür. Parçalanmamızın ve düşman milliyetçilerin daha büyük bir hırsla saldırmaya başlamasına neden DPS partisi yönetimindeki kişisel hırs ve geçimsizlik oldu. Bu geçimsizlerin başında A.Doğan ile L. Mestan olduğu ortaya çıktı.
Son seçimde en kötü olan nedir biliyor musunuz?
Türk ruhu parçalandı. Soydaş birlik ve kardeşliği yara aldı. Aramıza nifak sokuldu.
BİRLİK VE KARDEŞLİĞİMİZDEN EN ÇOK KORKTUKLARINI ARTIK GİZLEYEMİYORLAR.
Bizim aramıza fesat sokulması olayı çok önemlidir. Onlar için bu başarıdır.
Bu, bu yöndeki tüm uyarılarımıza rağmen yapılabildi. Hiçbir önerimiz dikkate alınmadı. Hedef saptırıldı. Kişisel menfaatler, topluluk ve milli soydaş değerleri üzerinde tutuldu. Bulgaristanlı soydaşlarımızın, vatanda kalan kardeşlerimizin ortak geleceğimizin hançerlenmesine tahammül edemeyiz. Yanlış gidişe son verme günü bugündür.
Şu sözlerime dikkat ediniz.
Bulgaristan’daki ırkçı güçler, XXI. yüzyılı Güney Doğu Avrupa’yı Türklerden temizleme yüzyılı olarak görüyorlar. Nesil ve nüfus olarak giderek tükenen Bulgar ırkına yenik düşmemiz ve vatansız kalmamız, artık top tüfek işi olmaktan fazla, zekâ ve akıl işi oldu. Oyun kurucu olmalıyız ve ödün vermeden ilerlemeliyiz. 27 yıldan beri taşın altındaki yılan başını çıkardı. Seçimde saldırdı. Yeniden saldırmak için fırsat kolluyor. Ona bu fırsatı tanıyanlar oyundan çekilmelidir.
Bunları yazmamın sebepleri:
1878’de Berlin Konferansında ve 1919’da Versay Sözleşmesinde alınan azınlıklarla ilgili kararlar Bulgar Anayasası’na yazılmış ama uygulanmamıştı. 2017’de, Cumhurbaşkanı referandum inisiyatifinden, Anayasa’da yer almasına rağmen, anti demokratik, insan haklarını hiçe sayan, demokratik yasaları rafa kaldıran kanunlar zincirinden söz ediyoruz. Yüz yılda meydana gelen fark bu kadar büyüktür. Tablonun tüm renklerine işaret etmek için, 1934 -1944 ve 1956 – 1989 yılları arasında etnik azınlıklar lehinde işleyen yasa olmadığını belirtirken, yargısız infaz uygulandığını unutmuyoruz.
Tunalı şairimiz Naim Bakov bu durum için şöyle demişti:
“Demokrasi mi son çare, güldürme beni hayalim.
Anayasa bile ayakaltında, paspas olmuş bak!”
Şu özellik çok önemlidir:
26 Mart seçimlerinde, BULTÜRK seçime katılmama kararı aldı. Yürürlükteki Bulgar seçim kanununa göre, oy kullanmanın zorunlu olduğunu dikkate alarak, sandığa gidenlere işaretleme yapmayınız, yani boş oy atınız, dedi. Çoğunluk gibi düşünmüşüz. Seçmenlerin % 54’in sandığa gitmedi. Oyların yarım milyonu boş çıktı. Derneğimizin seçmenin nabzını tuttuğu bir daha doğrulandı.
Kurduğumuz oyun.
“Oyumuzu Türklüğümüzü yaşatmak için veriyoruz” diyenleri sınırlamadık. Haklarımızı tekellinde tutan DPS ve “Dost Birliği” ne kadar çok oy alırsa, ne kadar güçlenirse, Müslüman Türk kimliğimize karşı saldırıların aynı derecede şiddetleneceğini biliyorduk. Öyle de oldu. Bu iki “Türk Partisi” aralarında boğuşurken, düşmanlarımız harekete geçti, sınırı kuşattılar, saldırdılar. Cevap verdik. Açıklamalarımız tuttu. “Bölünmede hayır vardır” diyenlere, “halkımızın ruhsal temizlik üzerinde birleşmesinin” önemini anlattık.
Seçmenlerimiz, 17 Aralık 2015’te Hak ve Özgürlük Partisi Genel Başkanı L. Metan ve arkadaşlarının DPS yönetiminden atılmasına anlam verememişti. Çünkü komünist zulümle mücadele alevlerinden doğan, fakat yönetimi daha 1990’da gizli polis ajanı Ahmet Doğan tarafından ele geçirilen bu partinin bize tuzakları bir değil iki değildi.
2013 Ocağında Sofya’da yapılan 8-inci Kurultayında yenilikçi genç ruhu temsil eden Sunay Yeni Mehmed’in lider Doğan’ı kürsüden indirmesinden sonra, aynı Kurultay’da aynı gün Mestan oy birliğiyle Genel Başkan seçmişti. Kurultayda seçilen bir Genel Başkan’ı ancak kurultay görevden indirebilirdi. Mestan ve milletvekili arkadaşlarının bir yılbaşı kokteylinde, içkili bir ortamda, kurultay kararı olmadan, tek kişi tarafından tüm görevlerden alınması ve kapı dışı edilmesi, hepimizin zihninde gizemli bir olay olarak kaldı. Üstelik sokağa atılan aynı kişilerin hemen yeni parti kurmaya kalkışmasına da anlam veremedik. Bilirsiniz, bizde “kırılan ve yere düşen dalım meyvesi yenmez.” Mestan ve arkadaşları DPS’den çöpe atıldı. Ezildikçe kuşkulanan bir azınlık psikolojisinin eseri olan şu sentez, kuruluşunun dördüncü ayında, “DOST” partisi, seçime bir ay kala, Halkın Şeref ve Demokrasi Partisi (HŞDP) ile “DOST Birliği” ilan etti. Kasım Dal – Korman İsmailov partisinin Tüzüğüne göre “Bulgar gizli polisine (DS) hizmet etmiş, “kartonu”, “dosyası” olan kişilerin Halkın Şeref ve Demokrasi Partisi’ne üye olması ve onunla ortaklık yapması” yasaktır. “Karonçeli” “Pavel” in ajan olduğunu bilmeyen yoktur. Bu operasyonda Genel Başkanı Korman İsmailov kurban edildi. Ajan Dosyaları Genel Müdür Yardımcısı Doktor Orhan İsmailov Genel Başkanlığa atandı. Biz de, arkadaşlık etmemiş, aynı yolu yürümemiş kişilerin “dostluğundan” şüphe ettik. Oluşan sisli siyasi ortamda birlikte seçime katılmaya “Hayır” dedik. Bu gelişmelerden çıkardığımız sonuç şudur. Bulgaristan’daki Türk azınlığı temsil eden siyasi kişiler bir devlet gizemi içindedir. Onlar kendilerini gizledikçe bir de onlara güvenemeyiz.
“Dost – Birliği” kurulması düşündürücüdür. Çünkü (1) K. Dal ve K. İsmailov’u DPS’den atan Mestan’dır. Üstüne üstelik (2) “DOST” 44-üncü meclise 5 gizli polis ajanı sokmaya çalıştı. Yeni başkan Orhan İsmailov’un olaya ilgisiz kalması tüm umutları suya düşürdü. Onların birleşmesi bir oyundu. Seçimde Türk seçmeni caydırma projesi olarak hazırlanmıştı.
Yeni durumun aydınlatılması gerekiyordu:
Bulgar ordusundan bir subayı olan Orhan İsmailov yıllarca gizli polis ajanı dosyası incelemiş biriydi. 1985 yılının 18 Mart günü, (BTA) 1 milyon 253 bin 358 Türkün isminin ve soyadının değiştirildiğini açıklamıştı. Bir gün sonra da, yeni bir açıklanma yapan aynı ajans “isimleri kendi istekleri üzerine değiştirildi” haberini verdi. Bu habere hiç kimsenin kör ve sağır kalmaması gerekirdi. O tarihten başlayarak, Bulgar devleti “ne gördüm ne de bilirim” şeklinde hareket ederek, her şeyi inkâr etti ve üstümüze yürümeye devam etti.
3 bin 16 Türkün ajan olduğunu öne sürenler kendilerini aklamaya çalıştı.
İsmailov, 10 yıldan beri bu ajansı yönetirken, başımıza bela olan “soya dönüş” uydurmasında, eğer böyle bir şey varsa, “Türk muhbirlerin hainliğini” ortaya çıkarmalıydı. Ajanları sınıflandırılarak gördükleri rolü ortaya koymalıydı. Hiç olmazsa, Mestan gibi “kartonçeli” ajanların dosyalarının nerede gizlenmediğini, yeni rollerini kamuoyuna duyurmalıydı. Ne yazık ki, o bunu yapmadı.Eski ajanlarla işbirliğine göz yumdu.
İç İşleri Bakanlığı’nın hapishane ve toplama kamplarındaki Türklerin bire dek “gammazcı –köstebek” yapılması kararı varken, Kasım Dal gibi hapisçilerin, tuzlu denizden nasıl olur da şerbet kıvamında çıktığını açıklamalıydı. Açıklamadı. Bildiklerini kendine sakladı.
“Belene” ölüm kampında, Sofya, Pazarcık, Varna ve Stara Zagora hapishanelerinde ölümle tehdit edilerek ajan belgeleri imzalamaya zorlanmış binlerce kardeşimiz var.
Bulgar dilinde “Türk’ten müzevir olmaz!” değimi vardır. Bulgar bizi bilir.
Son 100 senede psikolojimiz yıpratılmış, ruhumuz mücadele alanlarında tedavisi güç yaralar almış olabilir, ama biz yenilmedik. Olay, kişisel bir olay değil, toplumsal bir vakadır. Biz topluluk olarak yara aldık ve yaralarımızı yalama zamanının artık dolduğuna inanıyoruz. İnanmadığımız kişilere bizi kimse inandıramaz. Bizi zorlama yeltenişleri yanlış oldu.
Bir halk topluluğu olarak çok çektik, çok dayandık, çok yalandırıldık, çok aldatıldık.
Bu bakıma yüz karası “soya dönüş” trajedisini bize yamama çabalarına kör-tarafsız kalan bir kişi bizden olamaz. Bulgar’la beraberliğimizde içimizi oyarak, omurgamızı kırdıran, kurt-köstebek sürüsünün hainliğine göz yuman bir kişi, değil damat, değil subay, değil akademisyen, ne olursa olsun, Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlükler davasının başına geçemez. Geçirilse de kabul edilemez. Bize kurulan birinci tuzak Ahmet Doğan hainliği, ikinci tuzak Lürfi Mestan tuzağı ve üçüncü tuzak Orhan İsmailov tuzağı sahnededir. “Üst aklın” bizimle uğraşması, Bulgaristan Türklerinin yüceliğine ve önemine kanıttır.
Biz, anavatana Türkiye Cumhuriyeti devletine köle olmaya geldik. Onurumuz beş para edilemez. Bunu yapanlardan hesap sorulmalıdır. Bulgaristan Türklüğü onuru para karşılığı pazara çıkarılacak bir değer değildir.
Bir “üst akıl” Bulgaristan Müslüman Türkleri üzerinde yıllardır oyun oynuyor.
1990’dan beri milletvekili sıfatıyla “Bulgar Etnik Modeli” savunucusu olan ve kardeşlerimizin eritilerek asimile edilmesi yollarını genişleten Mestan, nasıl oldu da birden bire “Türkçülük kahramanı“oldu? Yoksa kurt-tilki avında eski “DS” şef ve generallerinden – Gaurov, Atanasov, Radev, İvanov ve başkaları “artık olgunlaştı, iş görebilir” mi dediler? Türkiye’de görev üstlenen yetkililer başımıza gelecekleri düşünemedi.
Şimdi bir felaket senaryosu yaşıyoruz. Kendi pisliğinde boğulanlar bizi de boğmak istiyorlar. Fakat yapamayacaklar. Çünkü her yenilgiden ders alıyoruz. Zekâmızı yeni bir akıl birikimiyle yönetmek zorunda olduğumuzun bilincindeyiz.
Tarlamızdaki karpuzların kabak kökeninde büyüdüğünü biliyoruz.
Aşılanmış çekirdeklilerden tohum alınmadığını da biliyoruz.
Örneğimizdeki kabak ve karpuz çekirdeklerinin başka birinden alındığını da biliyoruz.
Olayları karıştırıp gerginlik yaratarak kişisel çıkar peşinde olanlar bize ait olan siyaset sahnesinden çekilsinler lütfen!
Paylaşmaya unutmayınız!
Teşekkür ederim.